İsrail-Hamas ilaç anlaşması: İlaçlar Gazze’ye ulaştı
Han Yunus'taki Mısır kampının ikinci aşamasına hazırlanıyor (Mısır Kızılayı - Facebook)
Hamas hareketi ile İsrail arasında Fransa-Katar arabuluculuğuyla varılan “ilaç anlaşması”, anlaşmanın, Mısır, Katar ve ABD'nin haftalardır yürüttüğü ateşkes amaçlı arabuluculuk çabalarını yeniden canlandırması beklenirken , ilaçlar Refah sınır kapısı üzerinden Gazze Şeridi'ne ulaştırıldı.
Kuzey Sina'daki Mısır Kızılayı'nın Başkanı Halid Zayed Perşembe günü yaptığı açıklamada, Arap Dünyası Haber Ajansı"nın haberine göre, Hamas ile İsrail arasında "Gazze'ye bin kutu karşılığında İsrailli rehinelere bir kutu ilaç verilmesini" içeren anlaşma çerçevesinde, Katar ve Fransa'dan gelen 60 ton ilacın "Refah geçiş noktası" üzerinden Gazze'ye girdiğini söyledi.
Yardım girişinin duyurusu, anlaşmanın uygulanması için insani ve tıbbi yardım taşıyan iki uçağın el-Ariş Havalimanı'na gelmesinin ardından yapıldı. Havalimanına Perşembe günü 108 tonluk yardım malzemesi taşıyan 5 uçak alınırken, Mısır Kızılayı’na göre Kral Selman İnsani Yardım Merkezi (KSRelief) tarafından sağlanan 8 Suudi kamyonu da dahil olmak üzere 55 kamyon yardım Gazze’ye girdi.
Eski Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Heridi’nin görüşüne göre, anlaşmadan sonraki aşamada takas müzakerelerinde ilerleme sağlandığını ve İsrailli rehinelerin gerçekten ilaçlara ulaştığından emin olunabilir olduğunu söyledi. Haridi İsrail başbakanının kişisel, aşırı sağın ve ordunun durumu, İsrail’in ikinci bir ateşkes için şartlarını kabul edip etmeyeceği konusundaki isteği gibi birçok faktörün belirleyici olduğunu ifade etti.
Eski Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Hüseyin Haridi, Şarku'l Avsat'a verdiği röportajda, "Anlaşmanın ardından müzakerelerde ilerleme sağlandığını gösteriyor ayrıca İsrailli rehinelerin gerçekten ilaçlara ulaştığından emin olunabilir” dedi. Haridi bunların başında “İsrail Başbakanı'nın kişisel tutumu, aşırı sağın ve İsrail ordusunun tutumu ile İsrail'in Hamas'ın koşullarını kabul edebileceği, üç tarafın, ikinci bir ateşkese varma arzusunun olup olmadığı geliyor” diye belirtti.
Al-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Uzmanı Said Ukkaşe, “İlaç Anlaşması”nın başarısı ile “İnsani Ara” ve “Ateşkes” konusunda bir bağlantı kurmanın zor olduğunu düşünüyor. Bu zorluklar arasında, “tarafların bu şartları gerçekleştirmek için koymuş olduğu temel anlaşmazlıklar olduğunu “ belirtti. Akaşa ayrıca “İsrail, tüm rehinelerin serbest bırakılmasını istiyor ancak Hamas savaşı tamamen durdurma önceliğine bağlı kalarak, herhangi bir müzakereye girmeden önce bu şartın yerine getirilmesini istiyor” dedi.
Akaşa, arabulucuların katılımıyla teknik düzeyde iletişim kanallarının devam ettiğini doğrularken, ateşkes için ortak bir vizyonun kabul edilmesi ve savaşın durdurulması ihtimalini her iki tarafın “iç hesaplarına” bağlıyor.
Kudüs Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden Prof. Dr. Eymen er-Rakab, Şarku'l Avsat'a “Netanyahu'nun ilaç anlaşmasını hükümetinden bağımsız olarak tek taraflı olarak onaylaması, İsrail'in Filistin direnişiyle yapılacak anlaşmalar konusundaki temel değişiklikleri yansıtıyor” diyerek “İsrail’in mevcut ay sonunda savaşta ilan edilen hedeflerinden hiçbirini gerçekleştirememesi durumunda, özellikle rehinelerin serbest bırakılması konusunda, İsrail’in farklı bir tutum almasını beklediğini” söyledi.
Mısır-Katar-ABD arabuluculuğu, 24 Kasım'da bir hafta süren insani ateşkese varmayı başardı; bu süre zarfında Gazze Şeridi'ndeki 105 rehine, İsrail hapishanelerindeki 240 Filistinli mahkum karşılığında serbest bırakıldı.
Olayların başlangıcından bu yana direnişle İsrail arasında devam eden arabuluculukta Fransa'nın rolü ilk kez açıklandı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “İsrail'in, Gazze'de 7 Ekim’den bu yana başlayan savaşa son verilmesi gerektiğini, diğer taraftan da acil ateşkes çağrısının yapıldığını” vurguladı.
Yediot Ahronot gazetesinin haberine göre, Rehine ailelerinin kurduğu "Onları Şimdi Eve Getirin" adlı sivil toplum kuruluşunun bu ayın başlarında yayınladığı rapora göre, rehinelerin en az üçte birinin "kronik hastalıklardan mustarip olduğu ve tedaviye ihtiyacı olduğu" bir dönemde gönderilen ilaç paketleri mahkumların 3 ay boyunca tedavisine yetecek kadar.
Şarku’l Avsat’a konuşan Al-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Uzmanı Ukkaşe, Fransa'nın Gazze savaşındaki tutumundaki zig zaglar ve Fransa Cumhurbaşkanı'nın AB'nin Gazze krizindeki ortak tutumuna verdiği "mutlak destekten" geri çekilmesi gibi çeşitli nedenlerden ötürü, Paris'in arabuluculuk çabalarında daha büyük bir rol üstleneceğine inanmıyor. Macron’un İsrail'in savaşın başında ziyaret ettiği sırada Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırılar göz önüne alındığında, asıl anlaşmanın ABD'nin yanı sıra bölgesel aktörlerde olacağı iddia ediliyor.
Eski Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı, “Arabuluculuk çabalarının yalnızca savaşı durdurmakla sınırlı olmadığını, Mısır’ın ve Katar’ın sunduğu öneri gibi diğer fikirlerin ve çözümlerin zaten tartışıldığını, belirtti. Bu tartışmalar, Gazze’deki insani durumu iyileştirebilecek yardımların artırılması veya ikinci bir ateşkes konusunda anlaşma sağlanması yoluyla insani durumu geliştirebilecek çeşitli önerilere odaklanıyor” dedi.
Mısır Devlet Enformasyon Servisi Başkanı Dia Raşvan, Mısır’ın geçen ayın sonunda “Üç ardışık ve birbirine bağlı aşamayı içeren, ateşkesle sona eren bir öneri çereçevesi sunduğunu” belirtti.
Türkiye ve Yeni Suriye: Siyasette ve sahada uzlaşılarhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5094347-t%C3%BCrkiye-ve-yeni-suriye-siyasette-ve-sahada-uzla%C5%9F%C4%B1lar
Suriye'nin kuzeyindeki Münbiç şehrinde Türk devriyesi (AFP)
TT
TT
Türkiye ve Yeni Suriye: Siyasette ve sahada uzlaşılar
Suriye'nin kuzeyindeki Münbiç şehrinde Türk devriyesi (AFP)
Ömer Önhon
Esed rejimini deviren operasyonun anlık bir gelişme olmadığı, hazırlıklarının Türkiye, ABD ve diğer ülkelerin farklı düzeylerde katılımıyla bir yılı aşkın süre önce başladığı yönündeki spekülasyonlar gün geçtikçe artıyor. Ancak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, harekatın planlanması için diğer ülkelerle ya da gruplarla önceden herhangi bir koordinasyon yapılmadığını açıkladı. Fidan, Suudi Arabistan merkezli Al Hadath televizyonunda Suriye’deki son duruma ilişkin değerlendirmesinde “(Türkiye) harekât başladıktan sonra, Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ve diğer muhalifler tarafından harekât başladıktan sonra, bunun en kansız, en problemsiz, en maliyetsiz şekilde nasıl olması için yoğun bir çaba gösterdik ama onun öncesinde hiçbir ülkeyle veya hiçbir grupla bir araya gelip böyle bir planlama ve çalışma içerisinde olmadık” ifadelerini kullandı.
Esed rejiminin devrilmesinin ardından HTŞ ve Halk Koruma Birlikleri (YPG) Suriye sahnesinde iki önemli yerel aktör olarak ortaya çıktı.
El Kaide ve Nusra Cephesi kökenli, 2015 yılından bu yana İdlib'i kontrol eden HTŞ, terör örgütü olarak tanımlanmasına rağmen Türkiye, ABD ve diğer Batılı ülkelerle ilişkilerini geliştirebilmiş gibi görünüyor.
HTŞ lideri Ahmed eş-Şera (eski adıyla Ebu Muhammed el-Culani) örgütün imajını yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Bunun için kamuoyu önünde daha ılımlı bir dil kullanıyor. ‘Devrimci bir zihniyetten devlet kurucu bir zihniyete geçme’ çağrısında bulunan Şera, istikrarın sürdürülebilirliği için hukuka ve kurumlarına dayalı bir devlet kurulması’ gerektiğini vurguladı.
HTŞ'nin şu anda Suriye'yi yönettiği ve geçiş döneminden sonra da bu rolü sürdürmeye niyetli olduğu anlaşılıyor. Kısacası HTŞ imajını yeniden markalaştırmaya çalışarak, dünyaya ‘biz eski biz değiliz’ mesajı veriyor. Ancak eylemlerin sözlerle örtüşüp örtüşmeyeceğini zaman gösterecek.
Bu arada Suriye Geçici Hükümeti, Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Suriye Milli Ordusu (SMO) ve diğer silahlı gruplar gibi öteki muhalif gruplar ya sessiz kalarak ya da ortalarda görünmeyerek gölgelere çekildiler.
YPG'nin manevraları
Öte yandan YPG, ABD, Rusya, İran ve Esed rejimi de dahil olmak üzere tüm büyük oyuncularla ilişkilerini sürdürerek, Suriye'de istikrarlı bir güç olmaya devam etti. Esed rejiminin düşüşü, Türkiye'nin altyapı ve lider kadrosuna yönelik operasyonları, SMO'nun doğuya doğru ilerleyişi ve Suriye dosyasından uzaklaşma arzusunu dile getiren Trump'ın tutumu karşısında ayakta kalmak için bilinçli manevralar yapıyor.
YPG, başından beri Suriye devriminin yanında olduğunu söyleyerek bir sürpriz yaptı. YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) lideri Mazlum Abdi, HTŞ ile Fırat Nehri'nin iki yakasında her iki tarafın da sınırlarına riayet edeceğini ve çatışmadan kaçınacağını belirten bir anlaşma yaptıklarını duyurdu. Abdi ayrıca DEAŞ'ı yenmek için ABD ve Uluslararası Koalisyon güçlerinin arabuluculuğunda Türkiye ile diyaloglar yürütüldüğünü belirtti.
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye'nin ister Irak'ta ister Suriye'de olsun etnik köken olarak Kürtlerle bir sorunu olmadığını vurguladı, ancak PKK ve YPG'yi ortadan kaldırma temel hedefini yineledi.
Öte yandan Türkiye gerek Irak'ta gerekse Suriye'de, etnik köken olarak Kürtlerle bir sorunu olmadığının altını çizdi. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ise Türkiye’nin PKK ve YPG'yi ortadan kaldırma temel hedefini yineledi.
Güler, YPG ile Kuzey Irak'taki Kandil Dağı'nda konuşlu PKK arasındaki bağlantıların yanında, bu bağlantılarla ilişkili daha geniş siyasi hedeflerin kesin ve inkâr edilemez olduğunu belirtti. Buna Türkiye'deki yeni sözde barış süreci de dahil.
YPG'nin kendini feshetmekten başka çaresi olmadığını vurgulayan Bakan Güler, Türkiye'nin ‘Suriyeli olmayan tüm üyelerin, özellikle de Türkiye ve Irak'taki PKK kadrolarının Suriye topraklarından ayrılması ve Suriye uyruklu savaşçıların silahlarını teslim etmesi’ yönündeki başlıca iki şartının altını bir kez daha çizdi.
Karmaşık geçiş süreci
Rakip gruplar, yerel aktörler ve uluslararası güçler farklı hedefler peşinde koşarken, Suriye'nin geçiş süreci belirsizliklerle dolu olmaya devam ediyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre HTŞ'nin imajının yeniden şekillenmesi ve YPG'nin manevraları yeni yönelimlere yol açabilir. Ancak bu değişimlerin sonucunun kalıcı istikrara mı yoksa daha fazla çatışmaya mı yol açacağı belirsiz.
Milli Savunma Bakanı Güler, ülkesinin bu hususları ABD'ye bildirdiğini ve YPG'ye yönelik politikasını yeniden gözden geçirmesini istediğini, ancak ABD'nin bu alandaki politikasında en azından şimdilik önemli bir değişiklik görünmediğini açıkladı.
Suriye'nin bu aşamadaki önceliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Devletin çöküşünü önlemek, kamu düzenini sağlamak ve halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak.
2- Suriye devleti için yeni bir siyasi ve idari yapı oluşturulması.
3- Silahlı grupların dağıtılması ve çeşitli grupların elinde olan çok sayıdaki silahların toplanması.
Suriyeliler ayrıca, başta Sednaya Hapishanesi olmak üzere Esed rejiminin hapishanelerinde binlerce tutuklunun sistematik işkenceye maruz kalmasından ve öldürülmesinden sorumlu olan kişilerden hesap sorulmasını istiyor.
Suriye'de yeni siyasi-idari yapının oluşumu şu aşamalara göre ilerliyor:
1- İdlib'i yıllarca yöneten Suriye Kurtuluş Hükümeti'nin üyelerinden oluşan ve aralarında Başbakanı’nın da bulunduğu geçici bir hükümet kuruldu. Hükümetin tüm üyeleri HTŞ’den oluşurken, hükümette kadın, muhalif ve Alevi, Dürzi, Türkmen, Kürt ve Hristiyan gibi azınlıkların temsilcisi bulunmuyor.
2- Geçici hükümetin görev süresinin mart ayında dolmasının ardından başlaması beklenen bir sonraki geçiş döneminin, daha kapsayıcı bir geçiş hükümeti kurarak bu eksikliği gidermesi bekleniyor. Ancak bu konuda ne kadar ileri gidileceğini zaman gösterecek.
3- Esed rejiminin 2012 tarihli anayasasının yerini alacak yeni bir anayasanın hazırlanması. Anlaşmazlığın olduğu başlıca noktalar ise şöyle:
İdari yapının niteliği (merkezi bir sistem mi, yoksa yerel yönetimi mi olacak?)
Anayasanın kimliği (sivil mi yoksa İslam hukukuna dayalı mı olacak?)
4- Suriye halkının kendilerini kimin yöneteceğini seçebilmesi için belirlenecek bir tarihte özgür ve çoğulcu seçimlerin yapılması.
Yıllar süren yıkımın ardından Suriye ekonomisini yeniden inşa etmek herkes için zorlu bir görev olacak. Suriye ekonomisi 2011 ile 2023 yılları arasında yüzde 85 oranında küçülürken, yeniden yapılanmanın maliyetinin en az 300 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.
Uluslararası toplum ve bazı bölgesel güçler mali destek sağlasa da bu destek sınırlı kalacak ve Suriye'nin kendi kaynaklarını bulması önemini koruyacak. Bu konuda ise şu yollar izlenebilir:
1- Halktan vergi toplanması.
2- Yabancı yatırımın çekilmesi.
3- Üretim, sanayi ve ihracat sektörlerinin güçlendirilmesi.
4- Doğal kaynakların kullanımının optimize edilmesi.
Suriye'nin belki de en önemli kaynağı petrol. Suriye’de 2011 yılından önce günlük yaklaşık 380 bin varil petrol üretiliyordu. Bugün petrol sahaları, askeri ve idari operasyonlarını uluslararası fiyatların çok altında petrol satarak finanse eden Kürt ağırlıklı YPG’nin kontrolü altında. Petrol sahaları YPG'nin kontrolünden kurtarılıp Suriye halkının yararına kullanılmalı.
Suriyeliler yaptırımların kaldırılmasını dört gözle beklerken, bunun gerçekleşmesi siyasi ve hukuki koşullar çerçevesinde uzun zaman alabilir. ABD'nin seçilmiş Başkanı Donald Trump, Suriye’nin bir ‘Suriye meselesi' olduğunu söyleyerek mesafe koymaya çalışsa da bunun olması pek mümkün görünmüyor. ABD'nin Suriye'deki rolünün boyutu ileriye dönük önemli bir mesele olmaya devam ediyor.
Ancak önümüzdeki dönemde en kötü senaryolardan korkuluyor. Bu senaryolar ise şu olasılıkları öne çıkarıyor:
1- Selefi gruplar kendi katı muhafazakâr görüşlerini ülkenin siyasi ve sosyal hayatına dayatabilir ve kendi ideolojik ilkelerine dayalı bir hükümet kurabilirler.
2- Öte yandan, YPG özerk yönetim projesini güçlendirmeye ve gelecekte daha da geliştirmeye çalışabilir.
3- Kürtlerin, Dürzilerin ve Alevilerin ayrılıkçı emeller peşinde koşması halinde Suriye'nin toprak bütünlüğü tehdit altına girebilir. (Bu bağlamda İsrail'in son zamanlarda Suriye'deki azınlıkların, özellikle de Kürtlerin ve Dürzilerin korunmasına atıfta bulunması bir tesadüf değil.)
4- Esed rejimi, İran’ın ve Rusya'nın desteğiyle nüfuzunu yeniden kazanmaya çalışabilir.
5- Suriye yeniden kaosa ve iç savaşa sürüklenebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın on iki yılın ardından Türkiye'deki ekonomik durumdan sonra karşılaştığı en zor dosyalardan biri olan Suriye dosyasında önemli bir atılım gerçekleştirmeyi başardığına şüphe yok. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın'ın Şam’a yaptığı ziyaret, Türkiye'nin nüfuzunun açık bir göstergesiydi. Kalın'ın Ahmed eş-Şera'nın kullandığı araçla şehrin sokaklarında dolaştığı ve Emevi Camii'nde namaz kıldığı görüntüler, Ankara'nın Suriye'deki siyasi ve diplomatik ağırlığını gösteren kasıtlı bir sembolik mesaj ise amacına ulaştığı açık.
Ancak bu sıra dışı hamle, geniş çaplı tartışmalara yol açarak Suriyeliler ve yabancı gözlemciler arasında soru işaretlerine neden oldu. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, MİT Başkanı Kalın’ın Şam ziyaretinin bölgesel ve uluslararası güçlerle varılan mutabakatları iletmek amacıyla yapıldığını açıklamakta gecikmedi. Fidan, bu hamlenin Şam'a götürdüğü mesajların şunları içerdiğini vurguladı:
1- Terör örgütlerinin yeni siyasi aşamayı kullanmalarının önlenmesi.
2- Başta Hristiyanlar, Kürtler, Aleviler ve Türkmenler olmak üzere azınlıklara adil muamele edilmesi.
3- Bir sonraki aşamada tüm kesimleri temsil eden kapsayıcı hükümetin kurulması.
4- Suriye'nin komşularına karşı bir tehdit olmaması için gerekli önlemlerin alınması.
Türkiye'nin 12 yıldır kapalı olan Şam Büyükelçiliğini 14 Aralık'ta yeniden açması dikkat çekici bir adımdı. Büyükelçiliğin kapanması kararını, o dönemde Türkiye'nin Şam Büyükelçisi olarak görev yaptığım sırada bizzat ben almıştım.
Özetle, Türkiye geçtiğimiz iki hafta içinde uluslararası arenada eşi benzeri görülmemiş kazanımlar elde ederek siyasi süreci ve Suriye’nin yeniden inşasını kolaylaştırmaktan DEAŞ'ın geri dönüşünü engellemeye ve mültecilerin geri dönüşünü sağlamaya kadar çeşitli alanlarda Suriye'nin geleceğini şekillendirebilecek önemli bir aktör olarak ön plana çıktı.
Ancak Türkiye'nin şu anki ayrıcalıklı konumuna rağmen, birtakım zorluklar ve belirsizlikler var olmaya devam ediyor. Dolayısıyla Suriye'de başarılı bir siyasi geçiş sürecinin sağlanamaması ve kaosa geri dönülmesi ihtimali, Türkiye'ye ağır bir yük getireceğinden Ankara'nın temkinli olması ve ölçülü adımlar atması gerekiyor.
Bu yüzden Türkiye, Suriye krizine kapsamlı, sürdürülebilir ve kalıcı bir çözüm bulunmasında yapıcı ve destekleyici bir rol üstlenmedeki kararlılığını her fırsatta vurguluyor.