İsrail, Gazze'deki savaşın devamını tartışıyor

İsraillilerin çoğunluğunun yüz günlük deneyimden anladığı üzere askeri bir çözüm imkânsız.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (sağdan üçüncü) Savaş Kabinesi üyeleriyle birlikte. (DPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (sağdan üçüncü) Savaş Kabinesi üyeleriyle birlikte. (DPA)
TT

İsrail, Gazze'deki savaşın devamını tartışıyor

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (sağdan üçüncü) Savaş Kabinesi üyeleriyle birlikte. (DPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (sağdan üçüncü) Savaş Kabinesi üyeleriyle birlikte. (DPA)

Esad Ganem

Gazze'deki savaşın başlamasının üzerinden yüz günden fazla bir süre geçmesinin ardından, İsraillilerin savaşı sürdürmenin uygulanabilirliğine ilişkin tartışmaları daha önceki hiçbir dönemde olmadığı kadar net görünüyor. Bilindiği üzere, 7 Ekim'de İzzeddin el-Kassam Tugayları ve Kudüs Tugayları tarafından gerçekleştirilen operasyonun ardından Gazze Şeridi'nde meydana gelen ölümler, yıkımlar, buna eşlik eden yenilgi hissi ve İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ndeki vatandaşlarını savunmadaki yetersizliği gibi tüm bu sahneler, çatışma yılları boyunca benzerini bulamayacağımız bir şekilde, İsrail ordusunun askere alım sayısında ciddi bir artışa ve tüm İsrailliler üzerinde rehabilitasyon ihtiyacına yol açtı.

Aşağılanmışlık duygusu, iade-i itibara olan ihtiyaç, Hamas, İslami Cihad ve genel olarak tüm Gazzelilerden intikam alma ihtiyacı, Filistinlilere karşı eşi benzeri görülmemiş bir düşmanlık dalgasına dönüşerek öldürülmelerini, zulme uğramalarını ve tutuklanmalarını meşrulaştırdı. Bu konuda 7 Ekim'den bu yana pek çok şey yazıldı. Bunlar temelde bir yandan savaşın hedeflerini yükseltmek için kamuya açık bir yarış, diğer yandan da Filistinlilere karşı gaddarlık ve küstahlıkta eşi benzeri görülmemiş soykırım açıklamaları şeklinde özetlenebilir. Öyle ki bunların büyük bir kısmı Güney Afrika’nın Gazze'de soykırım yapmakla suçlanan İsrail'e karşı açtığı davada belgelendi.

Filistinlilere yönelik düşmanlık, Gazze'deki sivillerin ayrım gözetmeksizin öldürülmesi ve barbarca bombalanmasının gerekçesi, İsrail'in iç düzeyinde, savaşa ve çeşitli düzeylerde belgelenen savaş suçlarına yönelik kapsamlı bir güç desteği oluşturularak siyasi olarak temsil ediliyor.

Hamas tarafından serbest bırakılan rehinelerin esaret altındaki deneyimleri hakkında konuşmalarını engellemek de dahil olmak üzere savaşı, hedeflerini ve taktiklerini eleştiren neredeyse hiçbir sese izin verilmedi.

Birincisi, özel olarak Gazze'de ve genel olarak Filistin'de savaşı ve ona eşlik eden adımları destekleyen ezici bir halk uyumu ve farkındalığı yoluyla bunlar gerçekleşti. Güvenilir kamuoyu yoklamaları, İsraillilerin ezici çoğunluğunun, hükümetin ve güvenlik güçlerinin, genel olarak medyada ve özellikle yukarıda bahsedilen Güney Afrika davasında belgelenen öldürme ve yerinden etme araçlarının kullanımı da dahil olmak üzere intikam arzusunu paylaştığını gösteriyor.

İkinci olarak, savaş fikrini teşvik etmenin ve Gazzelileri hedef almanın yanı sıra geniş çaplı medya operasyonlarını kullandılar. Sadece birkaç gazeteci ve sosyal medya fenomeni bu kuralın dışına çıktı. Özellikle İsrail ile Hamas arasındaki esir takasının ilk turunda serbest bırakılan bir kadının Hamas esaretindeki deneyimi hakkında olumlu konuşmasının ardından, Hamas tarafından serbest bırakılan rehinelerin esaret altındaki deneyimleri hakkında konuşmalarını engellemek de dahil olmak üzere savaşı, hedeflerini ve taktiklerini eleştiren neredeyse hiçbir sese izin verilmedi.

Üçüncü olarak ise savaş ve intikam ile siyasi uyum kurdular. Bu uyum Benny Gantz ve Gadi Eisenkot'un Savaş Kabinesi’ne girmesiyle kendini gösterdi. Pratikte, savaş sırasında bir ulusal koalisyon hükümetinin kurulması, Netanyahu'nun Hamas'ı ortadan kaldırmak ve esir alınan İsraillileri esaretten kurtarmak da dahil olmak üzere belirlediği savaş hedeflerine ulaşmak için safları sıklaştırmak amacıyla yaptığı bir şeydi.

(foto altı) Gazze Şeridi’nde esir tutulan İsraillilerin aileleri Tel Aviv'de bir gösteri düzenledi. (DPA)
Gazze Şeridi’nde esir tutulan İsraillilerin aileleri Tel Aviv'de bir gösteri düzenledi. (DPA)

Bilindiği üzere, Gazze'ye yönelik askeri operasyonların başlamasının üzerinden yüz günden fazla bir süre geçmesine rağmen İsrail, ilan ettiği hedeflerden hiçbirine ulaşamadı. İşte İsrail'in 7 Ekim'den bu yana savaşla ilgili benzeri görülmemiş anlaşmazlıkların patlak vermesini ve en azından şu ana kadarki gidişatıyla devam etmesini açıklayan faktör tam olarak bu.

Bu anlaşmazlıkların belki de en önemli tezahürü Savaş Kabinesi tartışmalarında ortaya çıkanlardır. Basında çıkan haberlerde, İsrail'de üst düzey askeri itibara sahip eski Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot'un, savaşın devamı ya da savaş ve gidişatı hakkında yeni bir düşünce tarzına duyulan ihtiyaç hakkındaki tartışma sırasında söylediklerine değinildi: “Kendimize yalan söylemeyi bırakmalı, cesur olmalı ve kaçırılan insanları eve getirecek büyük bir takasa yönelmeliyiz. Zamanları hızla tükeniyor ve her geçen gün hayatları tehlikeye giriyor. Kaçırılan insanlar oradayken (Gazze'de) kör gibi yürümeye devam etmemize gerek yok. Bu, cesur kararlar almak için kritik bir zaman. Bunun dışında burada (kabine toplantılarında) yapılacak hiçbir şey yok.”

İsrail'in Gazze'deki savaşı yöneten en üst düzey organındaki tartışma, İsrail'in ilan ettiği hedeflere ulaşmada yaşadığı bocalamaların sonuçlarından biri. Ayrıca İsrailli rehinelerin ailelerinin, yakınlarının Hamas esaretinden geri dönmesini sağlayacak bir anlaşmayı desteklemek üzere ülke sokaklarında başlattıkları acımasız kampanyanın da bundaki etkisi büyük.

Eisenkot'un açıklamaları, aynı zamanda eski bir genelkurmay başkanı olan ve İsrail'de erken seçimlerin yapılması halinde başbakanlık için ciddi bir aday olarak gösterilen Gantz'ın tutumunu destekledi. “Hamas’ı (kaçırılan kişiler konusunda) ileri adım attıracak yeni yöntemler ve fikirler aramanın gerekliliğine” işaret eden Gantz, Mısır ve Katarlı arabulucuların ateşkese varılması ve tüm Filistinli mahkumlara karşılık tüm İsrailli esirlerin takas edilmesi için sundukları fikirlere atıfta bulundu.

Gantz ve Eisenkot'un fikirlerine Likud Partisi’nin Savaş Kabinesi’ndeki temsilcileri Binyamin Netanyahu ve Yoav Gallant şiddetle karşı çıktı. İkili, askeri operasyonları durdurmayı ya da İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların serbest bırakılması karşılığında İsrailli esirlerin serbest bırakılmasını öngören bir anlaşmayı kabul etmeyi kesinlikle reddettiklerini vurguladı.

İsrailli gözlemci ve yorumcular, Savaş Kabinesi’nin mevcut haliyle dağılma yolunda olduğu, Gantz ve Eisenkot’un kabineden çekilebileceği, Netanyahu'nun da Savaş Kabinesi’nde onların yerine geçmesi için Yisrael Beiteinu (Evimiz İsrail) Partisi lideri Avigdor Liberman ile temasa geçerek bunun önünü açtığı yönünde değerlendirmelerde bulundu.

İsrail'in Gazze'deki savaşı yöneten en üst düzey organındaki tartışma, İsrail'in ilan ettiği hedeflere ulaşmada yaşadığı bocalamaların sonuçlarından biri. Ayrıca İsrailli rehinelerin ailelerinin, yakınlarının Hamas esaretinden geri dönmesini sağlayacak bir anlaşmayı desteklemek üzere ülke sokaklarında başlattıkları acımasız kampanyanın da bundaki etkisi büyük. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un söz konusu kabine toplantısıyla aynı gün yaptığı konuşma, göstericilerin konuşma sırasında sevdiklerinin evlerine dönmesini sağlayacak bir anlaşmaya derhal varılması gerektiğini haykırmaları nedeniyle büyük bir kesintiye ve karışıklığa uğradı. Esirlerin ailelerinin gerçekleştirdiği gösterilerde genel olarak hükümetin, özel olarak da Netanyahu'nun istifasını isteyen sloganlar atılırken, erken seçim çağrısıyla da savaştan kaynaklanan güvenlik ve ekonomik zorluklarla yüzleşebilecek farklı bir hükümetin kurulması talep ediliyor.

Savaş propagandasında belirgin ve güçlü bir şekilde kendini göstermeye başlayan dikkate değer bir düşüş var. İsrail medyasında, esir alınan İsraillilerin serbest bırakılmasına ve kapsamlı bir anlaşmaya varılmasına yol açabilecek alternatiflerin değerlendirilmesi çağrısında bulunuluyor.

Bu durum, Netanyahu ve partisine verilen halk desteğindeki düşüşe kıyasla Gantz ve partisine verilen halk desteğinin arttığı bir ortamda ortaya çıkıyor. Maariv gazetesinin savaşın yüzüncü gününde sonuçlarını paylaştığı bir anket, bugün seçimler yapılsaydı Gantz'ın hükümeti yönetmek için en iyi aday olarak görüleceğini (yüzde 51) ve Netanyahu'nun (yüzde 28) büyük bir farkla kaybedeceğini gösterdi. Anket sonuçlarına göre Knesset'te 120 sandalyeden 64'üne sahip olan Netanyahu'nun koalisyonu, yirmi sandalye kaybederek 44'e düşecek. Muhalefet koalisyonu ise 120 sandalyenin 71'ini alacak. İsraillileri Netanyahu'dan uzaklaştırıp alternatif aramaya iten bu atmosfer, kuşkusuz 7 Ekim'deki güvenlik başarısızlığının sonuçlarından biri. Ancak bu aynı zamanda Netanyahu'nun İsraillilere yüz günden fazla bir süre önce çatışmaların başlamasıyla Gazze'de gerçekleştirmeyi vaat ettiği hedeflere ulaşılamamasının da doğrudan bir sonucu.

7 Ekim sonrasında savaşa ve intikama destek için tam seferberlik halinde olan medya sahasında ise mevcut haliyle savaşın desteklenmesinde dikkate değer bir gerileme durumu açık ve güçlü bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Son dönemde medyada, durumun gözden geçirilmesi ve esir alınan İsraillilerin serbest bırakılmasını sağlayacak alternatiflerin değerlendirilmesi çağrısında bulunuluyor. Ayrıca Filistinli mahkumların serbest bırakılmasına da yol açacak kapsamlı bir anlaşmaya varılması talebine yanıt verilmesi de konuşuluyor.

(foto altı) Gazze şehrindeki Şeyh Rıdvan mahallesinin yıkıntıları arasında yürüyen Filistinliler. (DPA)
Gazze şehrindeki Şeyh Rıdvan mahallesinin yıkıntıları arasında yürüyen Filistinliler. (DPA)

İsrail'de kamusal alanda en etkili gazetecilerden biri olarak kabul edilen, Haaretz gazetesi siyasi analisti Raviv Drucker, yakın tarihli bir yazısında (15 Ocak 2024) şunları kaydetti: “Savaşın başında Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki yönetimini ortadan kaldırmanın, esir alınan insanların geri dönüşünden daha önemli bir hedef olduğuna inanıyordum. O zamanki soru, bunun pratik bir hedef olup olmadığıydı. O zamanlar karar verecek araçlara sahip değildim. Artık bunun yakın gelecekte ulaşılabilecek bir hedef olmadığı açıkça ortaya çıktı. Bu durumda tam tersi bir plan izlemek daha doğru olacaktır: Esirler şimdilik tamamen geri dönsün ve çatışma sona erdirilsin. Bunu kabul etmek çok zor, çünkü bu gerçekleştiğinde Hamas zafer ilan edecek.”

Drucker’in meslektaşı Nitsa Ben-David, daha cesur yorumlar içeren bir makale (Haaretz, 25 Aralık 2023) kaleme aldı. Ben-David, makalesinde şu ifadeleri kullandı: “Kahramanca bir şey yapıp ayağa kalkmalı ve Gazze’den çıkmalıyız. Eğer Binyamin Netanyahu'nun kendi amaçları için, özellikle de arı kovanlarından, taş yığınlarından, kuşatılmış tünellerden çıkmak için savaşı uzatmak istediği doğruysa, maalesef çifte hayalden vazgeçmek zorunda kalıyoruz: Entebbe Operasyonu’na benzer sürpriz bir operasyonla, esirleri serbest bırakmak ve Yahya es-Sinvar'ı ortadan kaldırmak. Esirler tek bir yerde değil ve Sinvar, tünel girişinde oturup ortadan kaldırılmayı beklemiyor. Savaşta çok sayıda ölü, esir ve kayıp kişi var. Peki falancanın oğlunu nasıl ararsınız? Savaş fırtınasında bir toz zerresi… Bu nedenle Gazze'den çıkış ve düşmanlıkların durdurulması, esir alınan insanların serbest bırakılması ve Sinvar'ın ortadan kaldırılmasının er ya da geç uygun bir zamana ertelenmesi anlaşmanın bir parçası olmalı.”

İsrail'in büyük kesimleri, ordunun ve güvenlik güçlerinin Netanyahu ve Gallant'ın kendilerine emanet ettiği görevleri yerine getirebileceğine dair güvenlerini birçok düzeyde kaybediyor.

Bu, bugünlerde hızla değişen İsrail basınındaki tartışmaların kısa bir örneği. İsrail'in her geçen gün büyüyen ruh halinin bir parçası ve özeti. Bu, Hamas'ı ortadan kaldırmanın, hatta onun yönetimini ortadan kaldırmanın ulaşılamaz ve hatta imkânsız olduğunun kabul edilmesidir. İsrail'in Netanyahu ve Gallant liderliğinde varlığını sürdürmesi, İsrail'in Gazze'deki varlığının ve kanamasının devamına, ayrıca siyasi bir ufuk olmaksızın Gazzelilerin öldürülmesine, yerlerinden edilmesine ve aç bırakılmasına devam etmesine yol açabilir. Bu da uluslararası duruşunun giderek bozulmasına, iç kutuplaşmanın artmasına ve çatışmaların yaşanmasına neden olabilir. Bütün bunlar, kamuoyunda, tüm bunların Netanyahu'nun başbakanlık koltuğunu koruma ve yolsuzluk davalarında mahkemeye çıkmamak için iktidara devam etme konusundaki ısrarı nedeniyle geldiği yönünde. Netanyahu şimdiyse, bir savaş soruşturma komitesinin kendisini İsrail'in 7 Ekim'deki başarısızlığının ana sorumlusu olarak mahkûm etme olasılığını ertelemek için çabalıyor.

Sonuç olarak İsrail'in büyük kesimleri, ordunun ve güvenlik güçlerinin Netanyahu ve Gallant'ın kendilerine emanet ettiği görevleri yerine getirebileceğine dair güvenlerini birçok düzeyde kaybediyor. Bu durum elbette savaşın devam etmesi, esirlerin ailelerinin baskıları ve bu savaştaki ana müttefikinden (ABD) gelen baskı tehdidi de dahil olmak üzere İsrail'in konumunun sürekli erozyona uğramasıyla daha da kötüleşiyor. Bütün bunlar, Uluslararası Adalet Divanı'nın, İsrail'in pozisyonunun çökmesine ve esirler ya da kuzey ve güney İsrail'deki evlerinden tahliye edilenlerle ilgili nedenlerle iç protestoların hızının artmasına yol açabilecek kararlarını açıklamasından önce geliyor. Ayrıca İsrail üzerinde uzun vadeli etkileri olacak olan savaşın çok yüksek maliyeti ve tabii ki ölü ve yaralı askerler açısından devam eden insani kayıplarla ilgili nedenleri de var. Bütün bunlar, İsraillilerin çoğunluğunun yüz küsur günlük deneyimlerden anladığı gibi, askeri bir çözümün imkansızlığına rağmen gerçekleşiyor.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
TT

Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın Hizbullah savaşçılarının, 1990 iç savaşından sonra olduğu gibi Lübnan ordusuna entegre edilmesi önerisi siyasi çevrelerde ve uzmanlar arasında tartışma konusu oldu.

Ordunun çeşitli sebeplerle bu savaşçıları bünyesine katamaması nedeniyle öneri henüz yaygın kabul görmezken, uzmanlar bu meselenin doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Bunun ‘silahlarını devlete teslim etmesi karşılığında Hizbullah için bir teselli ödülü’ olduğunu belirten uzmanlar, ‘dini emir alan ve ideolojik inanca sahip olan unsurların orduda yer alamayacağını’ vurguladı.

Cumhurbaşkanı Avn basına verdiği demeçte, “Ordu içinde Hizbullah savaşçılarından oluşan bağımsız bir birim oluşturmak mümkün değil. Ancak 1990'ların başında Lübnan'daki iç savaşın sonunda çeşitli taraflarla olduğu gibi üyeleri orduya katılabilir ve kurslara tabi tutulabilir” ifadelerini kullandı.

Bu öneriyi yorumlayan Güçlü Cumhuriyet Bloğu Milletvekili Giyas Yazbek, ordunun ‘Hizbullah'ın dış uzantılarla ordusunu oluşturduğunu iddia ettiği 100 bin savaşçıyı absorbe edemeyeceğini’ söyledi. Şarku’l Avsat'a konuşan Yazbek, “Hizbullah'ın 25 bin savaşçısı olsa bile, şu anda subaylarının ve üyelerinin maaşlarını dış yardımlarla güvence altına almaya çalışan askeri kuruma bunları dahil etmek imkânsız” dedi.

Yazbek, ‘ordunun cumhurbaşkanı ve hükümetle birlikte geliştirdiği ulusal güvenlik stratejisinin henüz Lübnan'ın ordu ve güvenlik güçlerinin sayısına olan ihtiyacını belirlemediğini’ vurguladı. Yazbek, “Sınırlarımızı çizdiğimizde, savaşın nedenlerini ortadan kaldırdığımızda ve Lübnan'da siyasi bir çözüme doğru ilerlediğimizde, ordunun mevcut subay ve personel sayısı yeterli olacak ve artacaktır” şeklinde konuştu.

Hizbullah savaşçılarının durumu

Askeri uzman Halid Hamade'ye göre, ‘Taif Anlaşması'ndan sonra silahlı milislerin dağıtılmasında olduğu gibi bugün de Hizbullah savaşçılarının orduya alınması önerisi, Cumhurbaşkanı'nın Hizbullah'ı silahlarını devlete teslim etmeye ikna etme çabaları bağlamında Hizbullah için bir teselli ödülüdür.’

Hamade, ‘Hizbullah savaşçılarının orduya entegre edilmesinin, özellikle ateşkes anlaşmasının imzalanmasının ardından yaşanan gelişmelerden sonra, birçok engelle karşı karşıya olduğunu’ savundu.

fvdgh
Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in 24 Şubat 2025 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Deyr Kanun en-Nahr kasabasında düzenlenen cenaze töreni sırasında Hizbullah üyeleri (Reuters)

“İç savaşın sona ermesinin ardından Lübnan devletinin yüzlerce milisi orduya ve güvenlik güçlerine katmayı başardığı doğrudur, ancak Hizbullah'ın durumuyla karşılaştırma yapmak artık mümkün değildir” diyen Hamade, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ulusal Mutabakat Belgesi imzalandığında milis liderleri belgeyi tanıdı, milislerin feshedildiğini duyurdu, silahlarını gönüllü olarak devlete teslim etti ve siyasi sürecin bir parçası oldu. Hizbullah ise ateşkes anlaşmasını tanımıyor ve silahlarını teslim etmeyi kabul etmiyor. Dolayısıyla siyasi sürecin bir parçası haline geldiğini ve artık askeri bir kanadı olmadığını kabul etmeden milislerini orduya dahil etmekten bahsetmek bağlamdan kopuktur.”

Hizbullah'ın ideolojisi

Yazbek'e göre Hizbullah'ın ideolojisi, savaşçılarının orduya entegrasyonunun önündeki en büyük engel. Yazbek, “Hizbullah, Lübnan'ı İran'ın uzantısı olan coğrafi bir nokta olarak görüyor. Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım'ın silahları teslim etmeyeceğini ve silahların devletin elinde olmasıyla ilgili konuşmalarla ilgilenmediğini açıklamasının da gösterdiği gibi bu doktrin halen varlığını sürdürüyor” ifadelerini kullandı.

ukıo
24 Şubat 2025 tarihinde düzenlenen cenaze töreninde eski Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in tabutunu taşıyan Hizbullah savaşçıları (AP)

‘Lübnan iç savaşı sırasında milisleri olan ve devlet şemsiyesi altına giren liderlerin Lübnanlı liderler olduğunu, kararlarının Lübnanlıların kararı olduğunu’ hatırlatan Hamade, “Hizbullah ise organik olarak bölgesel bir otoriteye bağlıdır ve hem Lübnan içinde hem de dışında tehlikeli askeri ve güvenlik rolleri oynamıştır” dedi. Hizbullah'ın ‘Tahran'dan ayrıldığını, yerel bir siyasi bileşen olmayı kabul ettiğini ve askeri kolunu feshettiğini açıklamadığına, böylece savaşçılarının ordu içinde absorbe edilmesi konusunun tartışılabileceğine’ dikkat çeken Hamade sözlerini şöyle sürdürdü: “Veliyyül Fakih tarafından verilen ve uygulanması gereken meşru yetki çerçevesinde faaliyet gösteren askeri bir grup ile anayasal makamlar tarafından demokratik mekanizmalar çerçevesinde alınan siyasi bir karar çerçevesinde faaliyet gösteren başka bir grubu uzlaştırmak nasıl mümkün olabilir? İster sivil idarelerde ister güvenlik kurumlarında milislerin devlete entegre edilmesi deneyimi tekrarlanabilecek kadar başarılı oldu mu?”

Ordu disiplini

Bazılarının iddia ettiği gibi iç savaş sürecindeki milislerin orduya alınmadığını belirten Yazbek, ‘güvenlik ve askeri kurumlara alınanların Lübnan'ı yöneten Suriye rejimine yakın olduğunu, ülkenin egemenliği için savaşan ve Suriye işgaline karşı çıkanların ise kovalandığını, hapsedildiğini ve birçoğunun Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldığını’ vurguladı. Yazbek ayrıca, ‘ordu personeli tarafından uygulanan disiplinin Hizbullah savaşçıları için geçerli olmadığını, çünkü milislerin orduyla, ordunun da onlarla uyumlu olmadığını’ belirtti.

Hamade, “Hizbullah savaşçılarının Lübnan ordusuna ve diğer devlet kurumlarına dahil edilmesinin artıları ve eksileri ne olursa olsun, doğru yol Hizbullah'ın silahlarını devlete teslim etmesiyle başlamalı. Hizbullah üyeleri Lübnan toplumundan izole edilmiş bir grup değildir ve topluma entegre edilmelidir. Ancak Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi için bir tür ayartma olarak özümsenmeleri konusunu gündeme getirmekte acele etmek hedefe ulaşılmasını sağlamayacaktır. Gerekli olan, Hizbullah’ın öncelikle devleti, silahların yalnızca devletin elinde olmasını, savaş ve barış kararının devletin elinde olduğunu ve bu konuda meydana gelebilecek herhangi bir düzenlemenin başlangıcı olarak uluslararası kararları uygulama ihtiyacını tanımasıdır” dedi.