Atalar Yurdu: Yemen asıllı Knesset Başkanı’nın Anıları

Yemen'i bir Yahudi krallığı haline getirmenin hayalini kuran Yisrael Sharabi

Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin ölümünden yıllar önceki bir fotoğrafı
Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin ölümünden yıllar önceki bir fotoğrafı
TT

Atalar Yurdu: Yemen asıllı Knesset Başkanı’nın Anıları

Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin ölümünden yıllar önceki bir fotoğrafı
Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin ölümünden yıllar önceki bir fotoğrafı

Ali el-Mukri

İsrail’in eski Knesset Başkanı Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin (1911-1979) anıları, İbrani devletinin kurulmasından önce veya sonra Filistin'e göç eden ve oraya yerleşen bazı Doğu Yahudilerinin düşünce tarzına dair genel bir izlenim sunuyor.

Anne ve babasıyla birlikte Yemen'de büyüyen bu Yahudi, dini mitler ve hikâyelerle kendisine öğretildiğine göre artık ‘atalarının yurdunda’ yaşamakla övünen ve gurur duyan bir durumdaydı. Bu, mevcut İsrail söyleminde hâlâ kutsal sayılan ve onun siyasi yönünü ve davranışsal yollarını tanımlayan bir literatür.

Yakın zamanda Yemen menşeili ‘Dar Maweed’ tarafından yayımlanan ve ‘Atalar Yurdu’ (Mevtin el-Âbâ) adını taşıyan kitap, Abdusselam Muhammed Abdullah el-Mahlafi tarafından tercüme edildi. Bu kitap, ‘düşmanı tanıma’ veya başka bir deyişle diğer insanların düşünme şeklini anlama amacıyla ortaya çıktı. Bu, Mısır ve diğer yerlerde 1960’lı yıllarında yayımlanan kitap serilerinde karşılaştığımız bir yaklaşım.

Kitap, mütercimin önsözüyle başlıyor. Mütercim, Yemenli Yahudilerin, Yemen tarihindeki yerini birçok kaynak ve referans üzerinden anlatarak modern döneme kadar uzanıyor. Yemenli Yahudilerin, Aşkenaz Yahudileri, Seferad Yahudileri ve diğer Yahudi gruplarından ayıran eşsiz dini geleneklere sahip olduklarına vurgu yapar. Onları ‘en Yahudi Yahudiler’ olarak tanımlar ve ‘İbranice dilini iyi şekilde koruduklarını’ belirtir. Her ne kadar ‘Sefarad Yahudileri, yani İslami yönetim altında yaşayan Yahudiler’ olarak sınıflandırılsalar da mütercime göre, ‘Yemen Yahudilerini Mizrahim yani Ortadoğu'dan gelen Yahudiler’ olarak adlandırmak daha doğru olur.

Bazı Yemenli Yahudiler, her zamanki gibi bu değişiklikleri ve Kudüs'e erişim kolaylığındaki yeni gelişmeleri ilahi işaretler olarak yorumladılar.

Mütercim, Yemenli Yahudilerin maruz kaldığı bazı trajedileri hatırlatıyor. Bunlar arasında Yemen Kralı Abdunnebi bin Ali er-Raini el-Humeyri'nin 1165 yılında yayımladığı fermanından bahsetti. Bu ferman, Yemenli Yahudileri zorla Müslümanlaştırma gibi önlemlerle hedef aldığını ve babası tarafından önceki bir dönemde onları hedef alan benzer önlemleri içerdiğini belirtir. Bu fermanın etkisiyle Yahudilerin Mesih'i ve kurtarıcısı olduğunu iddia eden Musa bin Meymun, Yemen Yahudilerine, içinde bulundukları krizde onları cesaretlendiren ve destekleyen sözler içeren ve 1172 yılında ortaya çıkan Yemenli Yahudiler hakkında kendisine gönderdikleri soruların yanıtlarını içeren ünlü mektubunu gönderdi. Bu, İbn-i Mehdi er-Raini'nin fermanını iptal eden Eyyubilerin 1174'te Yemen'i istila etmesinden önceydi.

Fotoğraf Altı:  Shoshana el-Haddad (Yisrael Yeshayahu'nun annesi)
Shoshana el-Haddad (Yisrael Yeshayahu'nun annesi)

1618 yılında, Osmanlı valisi Yemen'e yönelik Güney Yemen Yahudilerini hedefleyen bir ferman çıkardı. Mütercim, İmam el-Mehdi Ahmed bin el-Hasan'ın (1681) Yahudileri Yemen’in güneybatısındaki Muvazza bölgesine sürgün etme olayına değiniyor, ancak bilgilerini nereden elde ettiğini belirtmiyor. Söylentilere göre, ünlü Yahudi hahamı ve Sufi Salim es-Shabzi'nin Muvazza'ya sürgün edilenler arasında olduğunu belirtir, ancak bu bilginin kaynağını açıklamaz. Bilindiği üzere, Salim es-Shabzi'nin Taiz şehrinde yaşadığı ve hatta kendisine başvurduklarında İmam Mehdi'ye şefaat ederek Sana'daki evlerine dönmeleri için şefaat ettiği biliniyor.

Göç öncesi ve sonrası

Mütercim, 13. yüzyılda küçük grupların Yemenli Yahudilerin Filistin topraklarına göç ettiğini belirtiyor. Önsöze göre1869'da Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla seyahat imkânları arttı, bu da Yemen'den Osmanlı hakimiyeti altındaki Suriye’ye seyahat süresini azalttı. Bu nedenle, Yemenli bazı Yahudiler, bu değişiklikleri ve yeni gelişmeleri, Kudüs'e daha kolay erişim konusundaki göreceli kolaylık olarak gördüler ve bunu kurtuluş saatinin yaklaştığına dair ilahi bir işaret olarak yorumladılar.

1877 yılında küçük bir göç yaşandı, ancak belgelenmiş göç dalgaları 19. yüzyılın başında 1881-1882'de başladı. Bu dönemde yaklaşık 300 Yahudi’nin, çoğunluğu Kudüs ve Yafa şehirlerine yerleşti. Göç nedenleri arasında, Osmanlı Devleti'nin o dönemde Yemen'i yönetmesi ve Yahudilere tuvalet temizleme ve un öğütme gibi görevlerde devlete ücretsiz hizmet verme yükümlülüğü getirmesi, ayrıca Sana'da şiddetli kuraklık nedeniyle ekonomik zorluklar bulunuyor.

1948 arifesinde Yemen Yahudileri, Filistin topraklarındaki Yahudi cemaatinin yaklaşık yüzde 40'ını oluşturuyordu.

Mahlafi’nin çoğunluğu İbranice olan kaynaklarına göre, Kuzey Yemen'den 1905-1907 yılları arasında ek gruplar geldi. Bu grupların, Tel Aviv şehrinin inşa sürecinde önemli bir rolü vardı. Daha sonra, 1910-1919 yılları arasında, bin 500'den fazla kişinin daha göç ettiği ve çoğunluğunun tarım işlerine katıldığı bir başka göç dalgası gerçekleşti.

1939 yılına göre, Filistin topraklarında yaklaşık 28 bin Yemenli göçmen yaşıyordu ve 1948'in arifesinde, Yemen Yahudileri Filistin topraklarındaki Yahudi topluluklarının yaklaşık yüzde 40'ını oluşturuyordu.

Mahlafi’nin dikkat çektiği önemli noktalardan biri, "Filistin topraklarında Araplar ve Yahudiler arasındaki kanlı çatışmaların ardından Yemen'in İmamı Yahya Hamid ed-Din'in, Yemen Yahudilerini mülklerini kaybedecekleri konusunda uyardığı bir ferman yayınlaması oldu. Ferman, Yemen Yahudilerini Filistin topraklarına göç etmeye karar verirlerse, mülklerini kaybedecekleri konusunda uyarırken, bu mülklerde bulunan nakit parayı istisna olarak kabul ediyordu. Bu ferman, Yemen'in Türk yönetimi altında göç edenleri de kapsıyordu. Bu fermanın sonucunda, Yemenli Yahudiler, Yemen'den çıkış için Hudeyde Limanı'nı kullanmaları yasaklandı ve o dönemde Britanya yönetimi altındaki Aden Limanı'na yönlendirildi. Ancak Mütercim, İmam Yahya'nın yönetimi sırasında Yahudilerin elde ettiği avantajlara ve dolayısıyla göçleri konusundaki tutumunun bu ilişki hakkında söylenenlerle ne kadar uygun olduğuna dair bilgi vermiyor.

Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin Yemenli Yahudilerin tarihini özetlerken ifade ettiği bir nokta şudur: "Yahudilerin statüsüne o kadar saygı duyuldu ki, onlardan krallar ya da Yahudiliği benimseyen krallar çıktı.” Sharabi, Yemenli Yahudilerin, İslam peygamberinin yükselişiyle Arap dünyasında kendi içlerine kapanarak, Yahudi yaşamının duvarları içine sığındıklarını belirtiyor.  Bu durumu "Yahudiler, dini topraklarında güçlendikçe, kendi kapalı topluluklarında, topraklarının efendisi olan Müslümanların düşmanlıkları arttı ve yabancı bir ülkedeki yabancılaşmaları da daha da arttı" ifadeleriyle anlatıyor.

Fotoğraf Altı:  Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin Atalar Yurdu kitabının kapağı
Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin Atalar Yurdu kitabının kapağı

Sharabi'nin birçok ifadesinde, Yahudilerin Yemen'den ayrılmasını, onların küçük düşürülmelerini, üzerlerine zorlu düzenlemelerin uygulanmasını ve ayrımcılık uygulamalarını meşrulaştırdığı anlaşılıyor. Örneğin, Yahudilere Yahudi tapınakları inşa etmelerine izin verilmemesi, eğer bir sinagog inşa izni verilirse, çatısının normal bir insanın boyundan çok daha yüksek olmaması gerektiği gibi ayrımcılık uygulamaları bulunuyordu. Yahudiler, düşük bir yükseklikte evler inşa etmek zorundaydılar, beyaz giysiler giymeleri yasaklandı ve at veya eşek üzerinde binmelerine izin verilmedi. Yahudi bir kişi, bir Müslüman'ın önünde veya yanında yürüyorsa, solunda hareket etmesi gerekiyordu. Ayrıca, bir Yahudi'nin yanlışlıkla bir Müslümanın elbiselerine veya bedenine dokunması, kirletme olarak kabul edilir ve temizlenme maliyetini üstlenmesi gerekirdi. Yahudi, tanıklık yapmaya uygun değildi ve onlara, örneğin sokaklardaki taşları kaldırmak gibi düşük sayılan görevler verilmişti.

Bu referanslarda, Sharabi'nin Yemen tarihinin bir aşamasında Yahudilerin başına gelenleri diğer tüm aşamalara genelleştirdiği görünüyor. Bu nedenle Yemen Yahudilerinin ayrılışının sosyal ve davranışsal avantajlar açısından bir nimet olduğuna inanıyor. Yemen Yahudileri hakkında pek çok kitap yazan Yosef Halevy'nin görüşüne göre Yemen Yahudilerinin göç sonrası çektikleri acılara dair referanslar bulunuyor. Mütercim, "Doğu Avrupalılar arasında tarihi yeniden yazmak ve Yemenli Yahudilerin rolünü küçümsemek" gibi olağan şeyler de dahil olmak üzere ayrımcılığın bazı yönleri hakkında söylediklerini aktarıyor. Her düzeydeki okullara yönelik tarih kitapları ve eğitim kılavuzları yalnızca Doğu Avrupa'dan gelen göçün benzersizliğini ve bunun ülkenin inşasına katkısını vurguluyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında Yemenli aktivistler örgütlenerek, Doğu Avrupalı ​​kardeşleri gibi kurumların kendilerine yerleşebilmeleri için toprak tahsis etmesini talep ettiler. Talepleri kulak ardı edildi, çünkü Yemenlilere yerleşimci olarak değil işçi olarak ihtiyaç duyuluyordu ve aranıyordu ve bu nedenle resmî kurumlar her zaman Yemenli göçmenlerin Aşkenaz çiftçileri için çalışacaklarını iddia ediyordu. Uzun ve zorlu bir mücadelenin ardından, her aileye bir dönüm olmak üzere altmış aileye altmış dönüm arazi tahsis edilirken Aşkenaz ailelere on dönüm verildiğinden bahsediyor.

Mütercim, uzun giriş bölümünde, İsrail'de Yemen Yahudi çocuklarının hastanelerden kaçırılma olayına dikkat çeker ve onları Aşkenaz kökenli çiftlere nakledilmesi, bu trajedinin Yemen Yahudilerinin resmi onayıyla belleğinde derin iz bıraktığı bir konu olarak vurgular.

Mahlafi'ye göre, “Yemenli Müslümanların Yahudilere karşı tutumu genellikle naziktir. Bir yandan devlet tarafından korunmuşlardır, diğer yandan ise kabileler, geleneksel adetlere göre onları korumuştur. Her durumda, İslami anlayışa göre cizye ödemeleri gerekiyordu, ancak belirli bir varlık düzeyine ulaştıklarında zekât ödemekten muaf tutuldular.”

Her şeyi satın alma

Yisrael Yeshayahu Sharabi, Yemen'i terk etmesinden altı yıl sonra Yemen topluluğunu yönetmeyi başardı. Ardından diğer Yemen toplumu entelektüelleri ile işbirliği yaparak Yemenli Yahudilerin tarihleri, kültürleri, gelenekleri ve İsrail'e göçleri hakkında bir dizi makale yayımladı. Onlarca kitabı ve yüzlerce makalesi bulunuyor. Bazı eleştirmenler, Sharabi'nin siyasi düşüncelerinin etkileyici olduğunu düşünüyorlar çünkü sürekli olarak işgalci devletin dini bir devlet olmadığı fikrini reddetti ve devletin durumunun sadece vatandaşların kamu iradesi üzerinden anayasa ve yasalar aracılığıyla belirlendiğini savundu. Kızı Nimet, ‘babasının Yemen göçmenlerinin lideri ve ruhani lideri olduğunu ve onların İsrail topraklarında uyum sağlamalarına yardımcı olmak için elinden geleni yaptığını’ belirtti. Bu çabaların bir parçası olarak, Bessat er-Rih operasyonunu yöneterek yaklaşık 49 bin Yemenli Yahudi’yi İsrail'e sürgün etti.

Mahlafi, Sharabi'nin Yemen'deki Yahudi topluluklarının gerçekliğini ele alırken bir dereceye kadar adalet gösterdiğini ve onların acılarının çoğunu Yahudilerin kendisinden kaynaklanan koşullara bağladığını belirtiyor.

Yisrael Yeshayahu Sharabi, Knesset'in yedinci ve sekizinci dönemlerinde başkanlık yapmış ve birkaç bakanlık görevine atanmıştı. İlk Knesset döneminin sonundan 1951'den 1977'ye kadar Knesset üyeliği yaptı. Ayrıca, İşçi Partisi'nin Genel Sekreteri olarak 1971-1972 yılları arasında görev yaptı. Sharabi, Histaadrut (işçi hareketi) liderlerinden Doğu Avrupa yerine Yemen'de doğan tek kişiydi.

Fotoğraf Altı:  İsrail'in babası Yeshayahu Sharabi
İsrail'in babası Yeshayahu Sharabi

Hatıratında, Sharabi Sadah şehrinde, Beni Bana Vadisi'ne yakın bir yerde doğduğundan bahseder. Şehrin nüfusunun yarısının Arap ve hepsi çiftçi olduğunu, diğer yarısının ise Yahudi ve çoğunluğunun dokumacı ve bazılarının tüccar olduğunu ifade ediyor. Babası, dokuma işiyle uğraşan Sharabi ailesinden gelirken, annesi demircilik yapan bir ailedendi ve ticaretle uğraşıyorlardı. Babası, Sadah şehrinden ayrılmaya ve Sana şehrine taşınmaya karar verdi. Bu da Yisrael'in Tevrat öğrenmesi için ünlü öğretmenlerin olduğu bir yerdi.

Sharabi, onlara eşlik eden veya takip eden olaylar bağlamında bakıldığında önemli görünen yönler hakkında birçok şeyi ortaya çıkardı. Örneğin on yedi yaşındayken, eski el yazmalarını aramak ve satın almak için Viyana'dan Yemen'e gelen Aşkenaz kökenli iki adam gördüğünü şöyle anlatıyor: “Beyazlardı, Sana sokaklarında yürüyorlardı, tenleri kırmızı parlıyordu, acele ediyorlardı, Avrupa kıyafetleri giyiyorlardı, arkalarında mahallenin tüm çocukları, sadece çocuklar değil yetişkinler de vardı ve pencerelerden dışarı bakan kadınlar da vardı. Sanki aydan iki yaratık birdenbire burada ortaya çıkmış gibi, bu yaratılış mucizesine bakıyorlardı.”

Sharabi’nin pek çok açıklamasında, Yahudilerin Yemen'den ayrılmasını, onları aşağılama ve onlara sert hükümler dayatma gibi göndermelerle meşrulaştırdığı görülüyor.

Sharabi, bu ziyaretçilerin ‘araştırmayı teşvik etmek amacıyla ellerine geçen her şeyi satın aldıklarını’ belirtir. Gerçekten de bu ziyaretçiler, büyük miktarda çeşitli türlerde eski el yazmaları ve basılı eserler edindiler. Ayrıca yanlarında Yemen'den çok değerli eşyalar da götürdüler.

Yemen'den ayrılma düşüncesiyle, Sharabi bu ziyaretçilere kendisini yanlarında götürmeleri için yazılı bir rica mektubu gönderdi, ‘İsrail'e gitmek’ isteğini ifade eden bir rica içeriyordu. Ancak hiçbir cevap alamadı. Bununla birlikte, köylerden satın aldığı kitap ticareti sayesinde bir miktar para biriktirdi ve bu kitapları Aşkenaz Yahudilerine karlı bir şekilde sattı. Bu kazanç, Yemen'den ayrılma kararını destekledi ve annesi, ailesinin genel karşıtlığına rağmen bu konuda onu cesaretlendirdi.

Sağlam duvarlar

Sharabi, anılarında ailesinden ve Yemen'deki Yahudi toplumunun geleneklerinden, evlerinden, bayramlarından, özel günlerinden, eğitimden, mesleklerden ve inançlardan bahseder. Ayrıca, Yemen'de yaşadıkları bölgedeki belirli detaylara dair bazı gözlemlerde bulunur. Ailesi ile yaşadığı Sana'daki Yahudi topluluğuyla ilgili olarak, "Yürüyüşüm, giyimim, aksanım, okuma tarzım ve dualarım her şeyde tam olarak Sana Yahudisi gibiydi. Ancak, kardeşim ve babam öyle değillerdi, özellikle babamın, aksanı ve bazı davranışları, ülkenin Yahudilerinden olduğunu gösteriyordu” şeklinde ifade eder.

Sharabi, toplumun genelinde yaşanan çeşitli hastalık ve salgınlardan bahseder, özellikle çiçek hastalığını anlatır. Ona göre, hastalık her evi ve her aileyi etkiledi ve çocuklar yetişkinlere göre daha fazla etkilendi. "Az sayıda şanslı kişi dışında hastalığa yakalanan herkes öldü. Bu, Sana'daki Yahudi mahallesinde yaşadığımız korkunç günlerdi. Müslüman mahallelerinde neler olup bittiğini göremedim çünkü onlar da Yahudiler gibi, hastalık ve ölümden korktukları için sokaklarda yürümeyi yasaklıyorlardı. Yahudi pazarına gitmek için evden çıkardım, evdeki yiyecek ihtiyaçlarım için bir şeyler arardım ama hiçbir şey bulamazdım, sanki hayat devam etmeyi bırakmıştı, sadece ölüler vardı" diye anlatır. Bu anılarda, Yahudilerin Müslümanlarla olan sosyal ilişkileri ve San'a şehrindeki Yahudi şehir yaşamı ile köylerdeki Yahudi yaşamı arasındaki farklar hakkında birçok detayı açıklar.

Yemen halkının geri kalanı gibi sadece izole edilmiş ve dünyanın geri kalanından kopmuş olmayan Müslümanlar veya Yahudiler arasındaki Yemen'deki geri kalmışlığın birçok yönünü ortaya koyan Sharabi, hatta kendilerini Müslümanlardan da izole ediyorlardı ve ticari alışverişler, iş meseleleri veya müzakere ve satışları yürütmek için gerekli olan temaslar dışında herhangi bir kültürel veya sosyal temasları yoktu. ifade eder. Ayrıca, Yahudi geleneği ve mirası çerçevesinde ilişkilerin doğal olarak kapalı olduğunu belirtir. Bu nedenle, kendileri için bir duvar ördüler ve nesiller boyunca duvarlar çok sağlam ve katı hale geldi.

Fotoğraf Altı:  Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin 1929 yılınsa Aden’deyken
Yisrael Yeshayahu-Sharabi’nin 1929 yılınsa Aden’deyken

Bu izolasyon içinde, Sharabi, ‘efsanelerin dini inançlar ve geleneklerle daha da karıştığını, bu tür inançların hatta Talmud'da bile karıştığını’ ifade eder. Ayrıca, toplumdan öğrendikleri arasında, hiçbir rasyonel temeli olmayan bazı sosyal gelenekleri de sıralar. Babasının "Darda" hareketiyle olan etkileşiminden bahseden Sharabi, babasının bu hareketin düşüncelerine daha fazla ilgi gösterdiğini belirtir. Ayrıca, Yemen'de kendisine verilen isimle ‘Rachel’ adını ilk kez öğrendi. Daha sonra bu adın, varını yoğunu Yahudilere adayan ‘Rothschild’ isminin kısaltması olduğu ortaya çıktı.

 Hatıratın en önemli yönlerinden biri, Arapça yazılmış ve en sevdiği yorumlardan biri olan ‘Rambam'ın Mişna Yorumu’ da dahil olmak üzere, Arapça ve İbranice Yahudi edebiyatı üzerine çalışması olmasıdır.

Daru’l harp

Yisrael'in babası, maharetli bir dokumacıydı. Bu nedenle Yemen İmamı Yahya, ona kraliyet ailesi için bazı dokuma işleri ve genel ihtiyaçlar için çalışma teklifinde bulundu. Yisraell, kardeşi Hayim ile birlikte babalarının yanında çalıştı. İmam Yahya ile olan bir anısını anlatan Sharabi, o zamanlar yaklaşık on beş yaşında olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Tezgahımın başında oturuyordum, saç örgülerim sallanıyordu. Birden İmam, çevresindekilerle birlikte yanımda durdu. Bir şekilde saç tellerim dikkatini çekti. Gözlerimi kaldırmadım ya utançtan ya da onun Kral olmasından korktuğum için ya da o sırada hâlâ yeni bir maaş için çalıştığımız için işimizi hafife alıyor olduğumuzu düşünmesini istemiyordum. İşime büyük bir hevesle devam ettim ve ter kokusu etrafımı sardı. Ama bana biraz ciddi, biraz şakacı sorular sormaya başladı. Bana: Bu kumaş ne? Bu aletin adı nedir? gibi sorular sordu. Her soruya gözlerimi ona kaldırmadan ve işimi durdurmadan cevap verdim. Sonra saç örgülerime işaret ederek; Bu nedir? diye sordu. “Bir alamet. Yemen'de takma saçlara alamet denirdi. Sonra bana Arapça'da işaretin ne anlama geldiğini sordu. Ona cevap verdim. Ardından bana şu alameti göstererek sordu: Bu alamet nedir? Yine gözlerimi ona kaldırmadan ve işimi durdurmadan şu cevabı verdim: Bu, bir Yahudi ile Müslümanı ayırt etmek için bir işarettir. O da ‘Neden onları ayırt etmemiz gerekiyor?’ dedi. ‘Herkesin Yahudi'yi Yahudi, Müslümanı Müslüman bilmesi için’ dedim. Senin Müslüman olman gerekmiyor mu? dediğinde ise Bundan ne gibi bir fayda elde edeceğim? diye sordum. O da şöyle dedi: Cennete girersin. Orada hurilerle ve diğer harika şeylerle buluşursun.

Sharabi, ailesi ve Yahudi cemaatinin göçten önceki geleneklerinden, evlerinden, tatillerinden, vesilelerinden ve eğitim, meslek ve inançlar da dahil olmak üzere yaşam tarzlarından bahsediyor

Şöyle cevap verdim: Efendim, Henüz oradan kimin cennete kimin cehenneme gittiğini söyleyen kimse gelmedi. İmamın tüm maiyeti bundan rahatsız oldu ve beni balık gibi parçalamak istedi, fakat İmam kahkaha attı, maiyeti dağıttı ve beni genellikle huysuz insanlara söylediğim aşağılayıcı bir sözle tanımladı. Çok geçmeden, İmam'ın yardımcısı Abdullah el-Amri atölyeyi ziyaret etti ve babamla konuşurken şunları söyledi: Sanırım oğlunuz burada kalmayacak ve o gün gelmeden önce daru’l harbe gidecek. İsrail toprakları o zamanlar böyle isimlendiriliyordu. Öyle görünüyor ki kehanetlerde bulundu ve ne kehanet ettiğini bilmiyordu.

Sharabi'nin bahsettiği ayrıntılardan anlıyoruz ki, 1929 yılında Yemen'i 18 yaşında terk etti. Aden'de iki ay geçirdikten sonra, bazen Yahudilere İsrail'e göç etme süreçlerinde ve Aden'deki varlıklarında yardım etmek amacıyla yazdıkları mektuplardan ücret alıyordu. Bu mektuplar yakarışlar ve taleplerle doluydu, Aden'deki varlıklarında ve İsrail'e göç etme harcamalarında yardımcı olmalarını istiyorlardı. Birkaç gün boyunca karnını doyuracak bir şey bulamadan yaşamını sürdürüyordu.

İsrail’i unutmayan Sharabi, “Elbette çocukluğumdan beri hırslarım var ve bunların çoğu da çocukluk hayalleri. Mesela: Hazine bulacağımı, dilediğim gibi dünyalar kuracağımı, ordu toplayacağımı, silah alacağımı, Yemen hükümetiyle savaşacağımı, Yemen'i krallığım, Yahudi monarşisi yapacağımı hayal ettim. İmamı mağlup edeceğim silahların çeşitlerini bile hayalimde çiziyordum. Şimdi o zamanlardaki tüm hayallerimi hatırladığımda gülerim. Ama bunların hırsların ve arzuların karanlık ve hayali kökleri olduğunu biliyorum. Her ne kadar aklı başında bir yaşa gelmiş olsam da, henüz onlardan kurtulup kurtulamadığım şüpheli” ifadelerine yer veriyor.

*Bu makale Şarku’l AVsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Lübnan’da esrarengiz kayıp: Emekli subay Ahmed Şükr nasıl tuzağa düşürüldü?

TT

Lübnan’da esrarengiz kayıp: Emekli subay Ahmed Şükr nasıl tuzağa düşürüldü?

Lübnan’da esrarengiz kayıp: Emekli subay Ahmed Şükr nasıl tuzağa düşürüldü?

Günlerdir kayıp olan Lübnanlı emekli Genel Güvenlik subayı Ahmed Şükr’ün ailesinin yaşadığı şok sürerken, Lübnanlı güvenlik ve yargı kaynaklarından sızan bilgiler, Şükr’ün 1986 yılında Güney Lübnan’da kaybolan İsrailli pilot Ron Arad dosyasıyla bağlantılı “şüpheli ilişkiler” nedeniyle İsrail istihbaratı tarafından kaçırılmış olabileceğine işaret ediyor.

Şükr’ün kardeşi Abdüsselam Şükr, ağabeyinin kayboluşuna giden süreci şöyle anlattı: “Kongo’nun başkenti Kinşasa’da yaşayan Lübnanlı bir gurbetçi (A.M.), aylar önce Ahmed Şükr’le temasa geçerek Şuveyfat bölgesindeki dairesini kiralamak istedi. Taraflar anlaşmaya vardı ve 500 dolar kira ödendi. Söz konusu kişi daha sonra birkaç kez Lübnan’a geldi; bu ziyaretlerden birinde Şükr’le evinde görüştü. Ardından, Afrika’da büyük bir yatırımcı olduğunu söylediği Selim Kassab adlı bir kişinin (sonradan sahte isim olduğu ortaya çıktı) Zahle’de arazi satın almak istediğini, bu konuda yardıma ihtiyaç duyduğunu iletti.”

Abdüsselam Şükr, gurbetçinin araziyi yerinde incelediğini, ülkeyi terk ettikten iki hafta sonra da yatırımcının satın almaya karar verdiğini bildirdiğini söyledi. Görüşmenin, Ahmed Şükr’ün kaybolduğu gün saat 16.30’da yapılmasının özellikle dayatıldığını belirten Abdüsselam, ağabeyinin “o saatte bölgenin karanlık olacağı ve arazinin net görülemeyeceği” uyarısına rağmen bu ısrarın sürdüğünü aktardı. Gurbetçi ise ayağının kırıldığını öne sürerek görüşmeye katılamayacağını, yatırımcının Ahmed Şükr’le birlikte araziyi tek başına ziyaret edeceğini bildirdi.

fgtyuı
Doğu Lübnan’dan kaçırılan Lübnan Genel Güvenlik Teşkilatı’ndan emekli subay Ahmed Şükr (Aile arşivi – Şarku’l Avsat)

Belirlenen saatte yapılan buluşmanın ardından Ahmed Şükr’ten bir daha haber alınamadı. Abdüsselam Şükr, “Onunla ilgili bildiklerimiz yalnızca güvenlik ve yargı kaynaklarından sızan bilgiler” dedi. Bu bilgilere göre, kaçıranlar Zahle’de bir ev kiraladı ve Şükr’ün kaçırılmasının ardından tüm izleri sildi. Güvenlik kameraları aracın Batı Bekaa’daki Soveyra Belediyesi yönüne gittiğini tespit etti; ancak bu noktadan sonra izler kayboldu. Soveyra’nın, geçmişte Güneybatı Şam’dan Lübnan’a uzanan bir kaçakçılık hattı olarak kullanıldığı belirtiliyor.

“Devlete sadıktı”

Abdüsselam Şükr, ağabeyinin kırk yıl boyunca askeri görev yaptığını vurgulayarak, “Onun sadakati yalnızca devlete ve kurumlara oldu; hayatı boyunca hiçbir partiyle ilişkisi olmadı. Biz siyasetten uzak bir aileyiz” dedi.

Ahmed Şükr’ün, kuzeydoğudaki Bekaa bölgesine bağlı Nebi Şit kasabasındaki memleketinden başlayan titiz bir planla tuzağa düşürüldüğünü ve Zahle kentine çok yakın bir noktada kaybolduğunu aktaran aile, olayın ardından kasaba muhtarı Abbas Şükr’ün evinde taziye ve protesto ziyaretlerinin sürdüğünü belirtti.

cgt
Kaçırılan Ahmed Şükr’ün kardeşi Abdüsselam Şükr, Nebi Şit kasabasından Şarku’l Avsat’a konuştu (Şarku’l Avsat)

Aileye göre Ahmed Şükr, dokuz yıl önce Genel Güvenlik’ten emekli oldu; hizmeti sırasında Suriye sınırındaki el-Masnaa ve el-Kaa sınır kapıları dahil birçok noktada görev yaptı. Abdüsselam Şükr, “Ağabeyim 1979’da askeri hizmete girdi. Bu da Ron Arad’ın 1986’daki kayboluşu sırasında onun ‘devlet görevlisi’ olduğunu gösterir. Devlet görevlilerinin parti ilişkileri olmaz” ifadelerini kullandı.

Aile, İsrail’in Temmuz 2024’te Beyrut’un güney banliyösünde öldürdüğü Hizbullah yöneticisi Fuad Şükr’le akrabalık iddialarını da reddetti. Abdüsselam Şükr, “Kasabada kimse Fuad Şükr’ü tanımıyordu. 1980’lerin başında kasabadan ayrıldı ve bir daha dönmedi; akrabalarından da uzaktı” dedi. Ağabeyinin emeklilikten sonra Bekaa dışına çıkmadığını, evinde kaldığını ve akşamları arkadaşlarıyla kâğıt oynadığını söyledi.

Dosyada resmi temaslar

Ailenin evinde şaşkınlık ve belirsizlik hâkim. Dosyanın resmi makamlarca ele alınması ise, Şii Yüksek İslam Konseyi Başkan Yardımcısı Şeyh Ali el-Hatib’in Cumhurbaşkanı Joseph Avn ve İçişleri Bakanı Ahmed el-Haccar ile temasa geçmesinin ardından hız kazandı. Abdüsselam Şükr, Cumhurbaşkanı Avn’ın güvenlik ve yargı makamlarından soruşturmanın genişletilmesini ve olayın aydınlatılmasını istediğini aktardı. Ayrıca Emel Hareketi yetkililerinin de Meclis Başkanı Nebih Berri ile dosya konusunda temas halinde olduğunu belirtti.

Kayıp gizemi

Abdüsselam Şükr, “Ron Arad dosyasıyla ilişkilendirmeye dair sızıntıların doğru olup olmadığının yargı ve güvenlik makamlarınca net biçimde açıklanmasını istiyoruz. Bizi ilgilendiren, Genel Güvenlik ve İç Güvenlik Güçleri Bilgi Şubesi’nin resmi bulgularıdır” dedi.

Şükr, kayboluşun kilit isminin Kinşasa’da yaşayan ve Güney Lübnan’ın Kana kasabasından olduğu belirtilen (A.M.) olduğunu savundu. “Devlet, Interpol üzerinden bu kişinin yakalanmasını ve Lübnan’a getirilmesini sağlamalı” diyen Şükr, söz konusu kişinin telefonlarına cevap vermediğini, hakkında elde edilen tüm bilgi ve video kayıtlarının güvenlik birimlerinin elinde bulunduğunu ifade etti.

Aile, gurbetçi A.M.’nin “Mossad ile planı kuran ve operasyonu profesyonelce yürüten” kişi olduğuna inanıyor. Lübnanlı güvenlik kaynaklarından aktarılan bilgilere göre, kaçıranlar ne Zahle’nin Duhur bölgesindeki evde ne de Şuveyfat’taki dairede parmak izi bıraktı; kullanılan araç da henüz tespit edilemedi.


Gazze’nin imarı denkleminde sessiz rekabet: Mısır ve ABD planları

Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’ndan bir kare (AFP)
Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’ndan bir kare (AFP)
TT

Gazze’nin imarı denkleminde sessiz rekabet: Mısır ve ABD planları

Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’ndan bir kare (AFP)
Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’ndan bir kare (AFP)

Kahire ile Washington’un Gazze’nin yeniden imarı için bir planın hayata geçirilmesi gerektiği konusunda uzlaşmasına rağmen, izlenecek yol haritası hâlâ belirsizliğini koruyor. Ayrıca bu kapsamda düzenlenmesi planlanan konferansın tarihi de netleşmiş değil.

İsrail basınında “kısmi imar” seçeneğine dair girişimlere ilişkin sızıntılar gündemdeki yerini korurken, Washington’un bu İsrail çizgisiyle örtüşen yeni bir yaklaşım geliştirdiği görülüyor. Buna karşın ABD’nin, Gazze’nin tam ve kapsamlı yeniden inşasını öngören Mısır planını açık biçimde dışlamadığı da dikkat çekiyor. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Temim Hilaf, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Kahire’nin hedefinin “Gazze’nin yeniden imarı konusunda entegre bir sürecin başlatılması” olduğunu vurguladı.

ABD Dışişleri Bakanlığı da Şarku’l Avsat’a, Gazze’nin yeniden imarı konusunda ortaklarla etkin şekilde temas hâlinde olunduğunu doğruladı.

Birinci yol: Mısır girişimi

Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının 10 Ekim’de yürürlüğe girmesinin ardından iki ayrı hat ortaya çıktı: Biri Mısır öncülüğünde, diğeri ise İsrail yaklaşımıyla uyumlu görünen ABD hattı. Her iki yaklaşım da yaklaşık iki yıldır İsrail saldırılarıyla büyük ölçüde yıkılan Gazze’nin yeniden imarına dair sahadaki tasavvurları şekillendiriyor.

Ateşkesin ardından daha hızlı devreye giren Mısır hattında, Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi Gazze’nin yeniden imarı için bir konferans düzenleneceğini yineledi. Kasım ayı sonu olası tarih olarak telaffuz edilse de konferans gerçekleşmedi. Mısır Dışişleri Sözcüsü, haftalar önce yaptığı açıklamada, gecikmenin nedenini “erken toparlanma ve yeniden imar konferansının başarısı için uygun ortamın hazırlanması” olarak açıkladı.

Süreci hızlandırmak amacıyla Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdülati, Aralık ayı başında Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlenen basın toplantısında, “ABD ile yeniden imar konferansı için ortak başkanlık oluşturulmasını görüşüyoruz ve en kısa sürede tarih üzerinde uzlaşmayı umuyoruz” dedi.

fg
Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus’ta, sert hava koşulları altında kurulan yerinden edilmiş kişilere ait çadırların genel görünümü, 18 Aralık 2025. (Reuters)

4 Mart’ta Kahire’de düzenlenen “Arap Olağanüstü Zirvesi”nde kabul edilen “Gazze’nin Yeniden İmarı ve Kalkınması Planı”, Filistinlilerin yerinden edilmeden erken toparlanma ve yeniden inşa sürecini öngörüyor. Beş yıla yayılan planın maliyetinin yaklaşık 53 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Kahire ayrıca, Birleşmiş Milletler koordinasyonunda uluslararası bir bağış konferansı çağrısında bulundu.

“Tehcir olmadan imar”

Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve akademisyen Ahmed Fuad Enver’e göre Mısır, hangi plan uygulanırsa uygulansın Gazze’nin “yaşanabilir bir yer” hâline getirilmesini ve bunun Mısır’ın ulusal güvenliğini tehdit edecek bir tehcire yol açmamasını hedefliyor. Enver, “Mısır diplomasisi, daha önce Şarm eş-Şeyh Barış Konferansı’nda olduğu gibi bu süreçte de başarı sağlayabilir” değerlendirmesinde bulunuyor.

Enver’e göre Mısır’ın önceliği, Filistinliler için bir “can simidi” oluşturmak ve ortaklarla ciddi iş birliği içinde yeniden imar için gerekli ivmeyi sağlamak. Bu yaklaşımın, Filistinlilerin haklarına zarar vermemesi ve güvenlik kaygılarını artırmaması temel şart olarak görülüyor.

İkinci Yol: ABD–İsrail uyumlu hat

ABD hattının ilk işaretleri 21 Ekim’de ortaya çıktı. Donald Trump’ın damadı Jared Kushner, İsrail’de düzenlediği basın toplantısında, İsrail ordusunun kontrolündeki bölgelerde Gazze’nin yeniden imarının “titizlikle ele alındığını” söyledi. Kushner, “Hamas’ın kontrolünde olan bölgelere herhangi bir yeniden imar fonu tahsis edilmeyecek” ifadesini kullandı.

Bu hafta başında Wall Street Journal’da yayımlanan bir haberde ise Kushner ve ABD Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından hazırlandığı belirtilen “Gündoğumu Projesi”nden söz edildi. Plana göre, Hamas’ın silahsızlandırılması şartıyla, yeniden imar süreci 10 yıla yayılacak ve güneyde Refah’tan başlayacak. “Yeni Refah” olarak adlandırılan bu yaklaşımda, yaklaşık 2 milyon Filistinlinin yeniden inşa sürecinde nerede yaşayacağına dair net bir çerçeve bulunmuyor.

Enver, bu ABD yaklaşımını “İsrail’in taleplerini önceleyen, müzakereci bir paket” olarak nitelendiriyor ve Kahire ile Tel Aviv arasında temel vizyon farkı olduğuna dikkat çekiyor.

Hangi Yol ağır basacak?

Bu farklı yaklaşımlar sürerken, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da cumartesi günü yaptığı açıklamada, “İsrail’in katı tutumuna rağmen umut verici bazı mutabakatlar bulunduğunu” belirtti. Fidan, Gazze’nin yeniden imarına dair “ön değerlendirme niteliğinde bir çalışmanın” ele alındığını söyledi.

fg
Filistinli işçiler, birkaç gün önce Gazze Şeridi’nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaş nedeniyle zarar gören bir yolu onarıyor. (AFP)

Öte yandan Bloomberg, ABD ve müttefiklerinin Gazze’nin yeniden imarı için gelecek ay başında bir konferans düzenlemeyi değerlendirdiğini, toplantının Washington, Mısır ya da başka bir merkezde yapılabileceğini yazdı. Mısır Dışişleri Sözcüsü Hilaf, bu haberlere ilişkin olarak “Mısır ve ABD dâhil olmak üzere ilgili tüm taraflar arasında istişare ve koordinasyonun sürdüğünü” vurguladı.

ABD Dışişleri Bakanlığı ise konuya ilişkin ayrıntı vermekten kaçınarak, “Ortaklarla etkin temas hâlindeyiz, şu aşamada resmî bir açıklama yok” demekle yetindi.

Ahmed Fuad Enver’e göre, devam eden müzakereler ışığında Mısır hattının başarı şansı daha yüksek. Enver, Washington’un sürecin ikinci aşamasında İsrail’e tamamen angaje olma riskini göze almayacağını ve Mısır–Arap önerilerine daha açık bir yaklaşım geliştirebileceğini savunuyor.


Netanyahu, Refah'taki patlamada bir subayın yaralanmasının ardından Hamas'ı tehdit etti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
TT

Netanyahu, Refah'taki patlamada bir subayın yaralanmasının ardından Hamas'ı tehdit etti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bugün yaptığı açıklamada, Refah'ta bir İsrail ordu subayının patlayıcı cihazla yaralanmasının ardından Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşmasını ihlal ettiğini söyledi.

Netanyahu, Hamas'ın "iktidardan uzaklaştırılması, silahsızlandırılması ve aşırıcılığın ortadan kaldırılması"nı içeren ateşkes anlaşmasına uyması gerektiğini belirterek, hareketin silahsızlanmayı açıkça ve sürekli olarak reddetmesinin "açık ve devam eden bir ihlal" olduğunu vurguladı.

Netanyahu açıklamasında, "İsrail, askerin yaralanmasına neden olan hareketin ihlallerine karşılık verilecektir" uyarısında bulundu.

Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşması geçen ekim ayında yürürlüğe girmişti ve ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, Hamas'ın silahsızlandırılmasını da içermesi beklenen anlaşmanın ikinci aşamasına geçmeyi hedefliyor.

Anlaşmanın ikinci aşaması, İsrail'in Gazze'nin bazı bölgelerinden daha fazla çekilmesini, uluslararası bir istikrar gücünün konuşlandırılmasını ve Trump liderliğindeki "barış konseyini" içeren yeni bir yönetim yapısının uygulanmasını içeriyor.Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre planlanan uluslararası gücün, şu anda İsrail askeri kontrolü altında bulunan Gazze Şeridi'nin bir bölümüne konuşlandırılması bekleniyor.