Mali’nin Tuaregleri… Sahra’nın cini uyanacak mı?

Etnik kökenlerinin hizmetlerden ve kalkınmadan faydalanmaması için hükümetin, kendilerini topluma entegre olmaktan alıkoymaya çalıştığına inanıyorlar.

Silahlı eylemlerin yanı sıra hükümete karşı ayaklanmalar El-Kaide ve DEAŞ örgütleriyle de bağlantılı.
Silahlı eylemlerin yanı sıra hükümete karşı ayaklanmalar El-Kaide ve DEAŞ örgütleriyle de bağlantılı.
TT

Mali’nin Tuaregleri… Sahra’nın cini uyanacak mı?

Silahlı eylemlerin yanı sıra hükümete karşı ayaklanmalar El-Kaide ve DEAŞ örgütleriyle de bağlantılı.
Silahlı eylemlerin yanı sıra hükümete karşı ayaklanmalar El-Kaide ve DEAŞ örgütleriyle de bağlantılı.

Libya devrimi ve Albay Muammer Kaddafi’ye karşı başlatılan Arap Baharı ayaklanması, Sahra Çölü’nde sessizliği bozdu ve Kaddafi güçlerinin yanında savaşan yüzlerce Tuareg militanını bölgeye gönderdi. Tuaregler, 2011’in sonlarında, rejim düşmeden önce çatışmanın sonuna yaklaşılmasıyla evlerine dönmeye başladılar. Ayrıca anlaşmaya varılan mali ödemelerin yakında durdurulacağı onlar için açık hale geldi. Tuaregler, Mali’de Azavad Ulusal Kurtuluş Hareketi’ni kurmak üzere iki grubu birleştirerek, askeri koşullarını telafi etmeye çalıştılar.

Tuaregler, savaşmaya hazır ve silahlarla donatılmış olarak geri döndüğünde yerel halk paniğe kapıldı. Özellikle Mali, Nijer ve Çad’daki bölge hükümetleri, marjinalleşmeleri ve ‘bölge ülkelerinde bol miktarda bulunan uranyum ve petrol gibi değerli madenlerden elde edilen gelirlerden daha fazla pay alma’ talepleri nedeniyle on yıllar boyunca birçok Tuareg ayaklanmasına maruz kaldı. Silahlı eylemlere girişlerinin yanı sıra hükümete karşı ayaklanmaları, El-Kaide ve DEAŞ bağlantılıydı ve komşu Burkina Faso ile Nijer’e yayılan silahlı operasyonlarda binlerce sivil öldürüldü.

Tuaregleri aşırı İslamcı örgütlerle bağlantılı olmakla suçlamak, Batı hükümetlerinin dikkatini onlara çekti. Bu Batılı hükümetler, Afrika kıyılarına kadar uzanan Sahra bölgesinde Tuareglerin, özellikle bölgenin farklı coğrafyalarında savaş deneyimi kazanmaları ve Libya savaşından kalma silahlara sahip olmaları nedeniyle terörün tohumunu ekecekleri uyarısında bulundu.

Ancak Tuaregler, etnik kökenlerinin eğitim, sağlık ve kalkınma hizmetlerinden faydalanmaması için Mali hükümetinin, bağımsızlıktan bu yana Mali toplumuna entegre olmalarını engellemek için çalıştığına inanıyor. Aynı zamanda Azavad devletini kurmak için bağımsızlık mücadelesi veriyor. Ayrıca askeri cuntanın, isimlerini çarpıtarak para kazanmak için aşırı İslamcı örgütlerle ittifak kuran haydutları Tuareg olarak tanımladığına ve bu fikrin hükümet tarafından Tuareglere yönelik nefret ve düşmanlıklara gerekçe sunmak için Malililerden destek alarak geliştirildiğine inanıyorlar.

Ulusötesi etnik kökenler

Tuaregler, Sahra Altı Afrika ve Afrika Sahel ülkelerinin tüm bölgelerinde deve sürülerinden oluşan kervanlarıyla göçebe hayata alışmış, göçebe bir Berberi etnik grubu. Sayılarının bir milyondan fazla olduğu tahmin ediliyor. Tuaregler, Kuzey Afrika kökenli ve Libya’nın en güneybatısından güney Cezayir, Moritanya, Nijer, Mali ve Burkina Faso’ya kadar uzanan ulusötesi bir etnik grup. Derilerini de etkileyen mavi boyalı giysiler giydikleri için gezginlerin kendilerine verdiği isim olan ‘Mavi Adamlar’ olarak biliniyorlar. Ayrıca kendilerine ‘şerefli, özgür insanlar’ anlamına gelen ‘Imohag’ da diyorlar. Tamashek, Tamajak ve Tamahak gibi çeşitli lehçelerin dallandığı kendilerine ait bir dil konuşuyorlar.

Fotoğraf Altı: Yerel halk, savaşa hazır ve silahlarla donatılmış Tuareglerin geri dönüşü ile ilgili olarak paniğe kapıldı. (Getty)
Yerel halk, savaşa hazır ve silahlarla donatılmış Tuareglerin geri dönüşü ile ilgili olarak paniğe kapıldı. (Getty)

Tuareglerin, ilk kraliçeleri Tin Hinan’ın hükümdarlığı sırasında, MS 400 civarında çöle göç ettiklerine inanılıyor. Orta Çağ boyunca Tuaregler, Sahra ötesi ticaret yollarını kontrol ediyordu. Kuzey Mali’deki Timbuktu şehri 12’nci yüzyılda kuruldu. Burası köle, fil dişi ve tuz ticaretinin geliştiği önemli bir ticaret merkezi olarak biliniyordu. Aynı zamanda bir İslam merkezi olarak da ünlüydü. 19’uncu yüzyılın sonunda Fransızların gelişinden sonra Tuareglerin servetleri azaldı ve Mali’nin 1960’taki bağımsızlığından sonra etnik kökenleri sınır çizgileriyle ayrıldı.

Bağımsızlık aynı zamanda belirli bir mülkiyeti olmayan, ancak Tuareg kontrolü altında olan ve Mali ile Nijer hükümetleri tarafından hak iddia edilen topraklar konusunda da bir anlaşmazlığa yol açtı. Ancak Tuaregler, kuzey Mali dağlarında hükümete karşı bir gerilla savaşı başlatmakla karşı karşıya kaldılar. Ama Mali ordusu, 1964’te onları hezimete uğrattı.

Titrek zemin

Sonraki yıllarda Tuareglerin yaşam tarzı değişti ve daha da zorlaştı. Kuraklık, çölleşme ve kıtlık dalgaları 1980’lerde Afrika’yı vurarak onların Libya ve Cezayir’e göç etmelerine neden oldu. Geri dönüşlerinden sonra nüfus artışı ve kentsel genişleme nedeniyle yer değiştirip onların yerlerine yerleşen diğer etnik kökene sahip çiftçilerle çatıştılar. Ayrıca ticaretin Sahra boyunca kara yollarından deniz ticaretine kaymasının etkilerine maruz kaldılar. Bu durum ise onları Kuzey ve Batı Afrika’da yüzyıllardır devam eden gelirlerinden mahrum bıraktı ve onları yasa dışı mal taşımaya ve geçimlerini sağlamanın başka yollarını aramaya itti.

2012 yılında Azavad Ulusal Kurtuluş Hareketi, Mali’nin kuzeyindeki Azavad adlı çöl bölgesinin bağımsız bir devlet olduğunu ilan etti. Bayrağını tarihi Timbuktu şehri ile Gale ve Kidal şehirleri üzerinde dalgalandırdı. Ancak ayrılık uluslararası düzeyde tanınmadı ve ciddi bir insani krize yol açtı. Bu ise binlerce kişinin yerinden edilmesine ve Mali’deki sosyal dokunun ciddi şekilde zarar görmesine neden oldu.

Fotoğraf Altı: Tuaregler, gezginlerin kendilerine verdiği isim olan Mavi Adamlar olarak biliniyorlar. (Getty)
Tuaregler, gezginlerin kendilerine verdiği isim olan Mavi Adamlar olarak biliniyorlar. (Getty)

2014 yılında ateşkes anlaşması imzalandıktan sonra 2015 yılında Tuareg etnik grubundan çeşitli hareketlerinden oluşan ve Azavad Hareketleri Koordinasyonu olarak bilinen bir ittifak, hükümet ve ona sadık gruplarla Cezayir Anlaşması olarak bilinen yeni bir barış anlaşması imzaladı. Anlaşma, Azavad Hareketleri Koordinasyonu’ da dahil olmak üzere silahlı hareketlerden savaşçıların kuzeyde yeniden oluşturulan savunma ve güvenlik güçlerine entegrasyonunu sağlayarak bölgeye daha fazla özerklik imkanı verdi.

Anlaşma, siyasi ve askeri- güvenlik açısından zayıf bir zeminde devam etti. Ardından silahlı gruplar, ağustos ayından itibaren ülkenin kuzeyindeki Mali ordusuna yönelik askeri operasyonlarına yeniden başladı. Askeri Konsey, geçtiğimiz perşembe günü Mali'de son yıllarda dinmeyen karışıklığın Sahra'nın bazı kısımlarını da tahrip edebileceğini belirterek "anlaşmanın derhal geçerli olmak üzere feshedildiğini" duyurdu.

İsyan serisi

Sahel ve Sahra bölgelerindeki çeşitli etnik gruplar, marjinalleşme, kaynak eşitsizliği ve özerklik arzusu arasındaki karmaşık ve iç içe geçmiş koşullar nedeniyle bir dizi isyana kalkıştı. Bu isyanlar, bölge ülkelerindeki yetkililerle çatışmalarını körükledi. Aynı zamanda özellikle bu etnik gruplar birçok ülkenin ulusal sınırları içerisinde azınlık olarak ortaya çıktıkları için bazı hükümetlerin kendi ülkelerinin hükümetleriyle olan anlaşmazlıklarını çözme konusunda bu etnik grupları sömürmesi veya onlardan paralı asker olarak faydalanması için de bir araç oldu.

Öyle görünüyor ki Kaddafi, Ömer el-Beşir rejimine karşı isyan tarihinin bir bölümünde Sudan silahlı hareketlerine ve Çad rejimine karşı Tebu kabilelerine destek sağladığı için bundan faydalanan en şanslı kişiydi. Tuareglere gelince, Kaddafi bunların bir kısmını İslam Lejyonu’na dahil etti. Bu lejyon, Kaddafi’nin 1972 yılında Afrika Birleşik Devletleri’ni kurma vizyonunu gerçekleştirmek için kurduğu özel askeri alay olarak biliniyor. Ancak Lejyon, Çad’daki yenilginin ardından 1987’de dağıtıldı.

Bu silahlı isyancı grupların ilk etapta öne çıkan temel özellikleri, ötekileştirilmeye maruz kalan ve devletin gölgesi dışında yaşayan etnik gruplardan oluşan silahlı grupların, geçimlerini sağlama isteğidir. Tuareg ile El-Kaide ve DEAŞ arasındaki iş birliği, ideolojik bağlardan ziyade ekonomik çıkarlara dayanıyordu. Öyle ki, iki gruptan da seçilen Tuareg gençleri, Batılıları kaçırıp onlara teslim etmenin karlı bir iş olduğuna inanıyordu.

Fotoğraf Altı: Kendilerinei ‘şerefli, özgür insanlar’ anlamına gelen ‘Imohag’ olarak da tanımlıyorlar. (Getty)
Kendilerinei ‘şerefli, özgür insanlar’ anlamına gelen ‘Imohag’ olarak da tanımlıyorlar. (Getty)

İkinci olarak bu grupların her biri, isyanını meşrulaştıran bir mağdur olarak kendini gösteriyor. Batı’nın insan hakları duyarlılığına hitap etmeye çalışıyor. Çünkü kendilerini öne çıkarma fırsatı bulduklarında, devlet sınırları içindeki nüfus karşısında ikilikle karşılaşıyorlar. Sahel- Sahra bölgesindeki ülkelerin hiçbiri bu ikiliklerden kurtulamadı: Mesela tek ülke içinde kuzey ve güney, Sahra’nın kuzeyi ve güneyi, beyazlar ve siyahlar. Kabilelerin azınlıkları temsil ettiği Darfur’da olduğu gibi, tek bir bölgede bile bu farklılıklar açıkça görülebiliyor. Diğer grupların zulmettiği ve yerinden edilen Masalitler gibi ‘azınlıklar içinde azınlıklar’ da var. Bu durum son olarak Sudan savaşında yaşandı. Tuaregler arasında koyu tenli Tuareglerin torunları kendi dillerinde ‘Iklan’ olarak biliniyor ve yüksek statülü, açık tenli Tuareglerin mülkiyetinde olabiliyorlar.

Üçüncü özelliğe gelince; silahlı hareketlerin tek bir davası olsa bile hiçbir konuda anlaşamıyorlar. Hükümete karşı mücadele ettiğinde birlik içinde değiller, bölünmelere ve anlaşmazlıklara maruz kalıyorlar, kutuplaşmaya açık durumdalar ve hakim ayrılıkçı eğilimin acısını çekiyorlar. Sudan’da Darfur, Çad ve Libya’da Tebu, Mali ve Nijer’de Tuareg hareketlerini oluşturan çeşitli kabilelerin her biri çeşitli kabile ve klan kategorilerine bölünmüş durumda. Her grup diğerlerini etnik köken adına konuşmak için meşru hakka sahip olmamakla suçluyor.

Anlaşmanın feshi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre özellikle ordunun darbelerle otoritesini sağlamlaştırmasının ardından bazı Sahra ülkelerinde merkezi otorite ile ayrılıkçılar arasındaki gerilimin sona ermesi beklenmiyor. Örneğin Mali’de olduğu gibi Birleşmiş Milletler (BM) barış güçlerinin ayrılması ve Fransız kuvvetlerinin sınır dışı edilmesinin yarattığı güvenlik boşluğuna ek olarak ordu, Rus Wagner grubuyla iş birliği yaptı.

Azavad Hareketleri Koordinasyon Cephesi şemsiyesi altındaki ayrılıkçılar, Temmuz 2022’de askeri cuntayı Cezayir Anlaşması’na uymamakla suçlamış ve bir süre önce Mali’de iktidardaki orduyla savaş halinde olduğunu açıklamıştı. Fransız ve BM güçlerinin bölgeyi terk edip bu alanlar üzerinde rekabete girmesinin ardından, gerginlik, kontrolü altındaki bölgelerdeki askeri üsleri yönetme sorumluluğu konusundaki anlaşmazlıklar sonrasında da devam etti.

Fotoğraf Altı: Tuaregler Orta Çağ boyunca Sahra ötesi ticaret yollarını kontrol ediyordu. (Getty)
Tuaregler Orta Çağ boyunca Sahra ötesi ticaret yollarını kontrol ediyordu. (Getty)

Geçtiğimiz eylül ayında askeri çatışmaların yoğunluğu arttı. Hareket, Mali ordusuna ait iki askeri kışlayı hedef alan, bunların kontrolünü ele geçiren, bir ordu uçağını düşüren ve aynı zamanda Mali ordusuyla yaşanan çatışmaların ardından Gao ile Timbuktu arasındaki ana kasaba Bourem’in kontrolünü ele geçiren saldırının sorumluluğunu üstlendi. Bu gelişmeler, hükümetin Cezayir Anlaşması’nı iptal etmesine yol açtı.

Mali hükümeti açısından anlaşmanın sonlanmasıyla birlikte Azavad Hareketleri Koordinasyon Cephesi, özellikle son dönemde artan baskılara maruz kaldıktan sonra bu sorunu çözebilecektir. Mali hükümeti ayrıca, herhangi bir gerilimi tırmandırmanın başka bir cephe açacağını ve aşırı gruplarla mücadele eden ordu üzerindeki baskıyı artıracağını da dikkate alacak. Aynı şekilde Mali Askeri Konseyi, Tuareg’i tercih etmekle ve topraklarını Askeri Konsey karşıtı kişilerin toplantılarına açmakla suçladığı ve bunu iç işlerine müdahale olarak nitelendirdiği Cezayir gibi bazı komşularını da kaybedebilir.

Sahra Altı ayrılıkçı hareketlerin siyasi katılımının sağlanması, barış mümkün görünse ve bu ülkelerin silahlı kuvvetlerine entegre edilmeye çalışılsa bile isyanları sonlandıracak gibi görünmüyor. Gerçekten de son yirmi yıl, bu silahlı grupların çoğunun, kazanım elde edemeseler de hükümetler üzerinde uyguladıkları baskı yoluyla başkalarını kendilerine çektiklerini kanıtlıyor. Çünkü daha fazla baskının onları ya istediklerini elde etmeye yönlendireceğine ya da hükümetlerini istikrarsızlaştıracağına inanıyorlar.

*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



ABD'nin silahların kontrolüne ilişkin belgesine karşı Hizbullah'tan farklı bir Lübnan pozisyonuna doğru eğilim

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında (EPA)
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında (EPA)
TT

ABD'nin silahların kontrolüne ilişkin belgesine karşı Hizbullah'tan farklı bir Lübnan pozisyonuna doğru eğilim

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında (EPA)
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında (EPA)

Hizbullah, Lübnan’da silahların yalnızca resmi güvenlik kurumlarının elinde bulunmasına yönelik yerel ve uluslararası taleplere karşı ‘varoluşsal tehdit’ kartını öne sürdü. Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım dün akşam yaptığı konuşmada, ‘ulusal güvenlik stratejisinin’ tartışılmasına başlanmadan önce bu tehdidin ortadan kaldırılması şartını koştu. Bu durum, Lübnan devleti ile Hizbullah arasında bir ‘farklılaşmaya’ işaret ediyor. Zira devlet, ABD’li arabulucu Tom Barrack’ın önerisini ‘olumlu şekilde ele alacakken’ Hizbullah farklı bir tutum sergiliyor.

Kasım’ın son açıklaması, silahlarını teslim etme mekanizmalarının tartışılmasına karşılık daha önce öne sürdüğü şartlara eklenen yeni bir koşul olarak görülüyor. Bu şartların başında ise, İsrail’in ateşkes anlaşmasındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi koşuluyla Hizbullah’ın silah konusunu görüşmeye hazır olacağı yönündeki talep geliyor. Her ne kadar Lübnan’daki resmi çevreler, Hizbullah’ın bu dosyada ‘esnek davrandığını’ ve ‘ağır silahlarını (nokta atışlı füzeler ve insansız hava araçları) teslim etmeye hazır olduğunu’ ifade etse de, konuya yakın kaynaklara göre Hizbullah, İsrail’in önceden bazı adımlar atmasını şart koşuyor.

Hizbullah, ABD'nin İsrail'e son savaştan bu yana Lübnan içinde işgal ettiği beş noktadan çekilmesi, elindeki 16 kişiyi serbest bırakması, Lübnan topraklarına yönelik ihlal ve saldırıları durdurması ve son savaşta yıkılan yerleri yeniden inşa etme görevine başlaması için baskı yapmasını talep ediyor.

ABD elçisi yeniden geliyor

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın, Lübnanlı yetkililer tarafından geçtiğimiz pazartesi günü Beyrut'taki ABD Büyükelçiliği'nden teslim alınan ve Lübnan'dan önümüzdeki aralık ayında sona erecek bir süre içerisinde silahların geri çekilmesi için ‘net’ bir takvim taahhüt etmesini talep eden ABD belgesine resmi bir yanıt almak üzere üçüncü bir ziyaret için yakında Beyrut'a gelmesi bekleniyor. Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Meclis Başkanı Nebih Berri ve Başbakan Nevvaf Selam'ın temsilcilerinden oluşan komite, Lübnan'ın iki hafta önce Beyrut'ta ABD elçisine verdiği bir belgeye ilişkin gözlemleri içeren belgeyi inceliyor. Başbakan Selam'ın bu hafta Meclis Başkanı Berri ile bir araya gelerek Lübnan'ın vereceği yanıtın ayrıntılarını görüşmesi bekleniyor.

Hükümetin esnekliği

Lübnan makamları, Amerikan taleplerini içeren belgeye karşı esnek bir tutum sergiliyor. Bununla beraber Amerikan heyetiyle yürütülen temaslara aşina kaynakların Şarku’l Avsat’a aktardığına göre Lübnan makamları, Washington’un talep ettiği şekilde Karz-ı Hasen Vakfı ile ilgili tedbirleri artırmak, mali ve idari reformları uygulamak gibi kendisine düşen görevleri de yerine getiriyor. Hizbullah ise silah meselesinde daha katı bir tutum sergiliyor.

Kaynaklar, ABD'nin yanıtını incelemekle görevlendirilen komitenin görevinde önemli ilerleme kaydettiğini belirterek, Lübnan devletinin Amerikan anlaşmasına olumlu yaklaşacağını ve hükümetin silahlanmada tekelleşmeyi aşamalı olarak uygulama sözü vereceğini ifade etti. Kaynaklara göre Lübnan'ın resmi yanıtı Hizbullah'ın taleplerindeki sert tutumundan farklı olacak. Kaynaklar, Hizbullah'ın garantiler talep ettiğini ve Kasım'ın açıklamalarının da gösterdiği gibi son zamanlarda tutumunu sertleştirdiğini belirtti.

Varoluşsal tehdit

Kasım dün akşam yaptığı konuşmada, “Hizbullah, Emel Hareketi, direniş ve Lübnan'ın bağımsızlığını isteyen ve Lübnan'ın Lübnanlılar için nihai bir vatan olduğuna inanan egemen bir hat olarak bizler, direnişe, çevresine ve bir bütün olarak Lübnan'a yönelik varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu hissediyoruz” ifadesini kullandı.

Görsel kaldırıldı.Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım dün akşam yaptığı konuşmada (Hizbullah medyası)

Kasım, “Lübnan'ın karşı karşıya olduğu üç gerçek tehlike var: güney sınırında İsrail, doğu sınırında DEAŞ ve Lübnan'ı kontrol etmeye, üzerinde vesayet kurmaya çalışan ve Lübnan'ın hareket ve yaşama kabiliyetini yok etmek isteyen Amerikan zorbalığı” dedi.

Kasım, Lübnanlılara hitaben şunları söyledi: “Sözümüz bir olsun ve öncelik için çalışalım. Tehlikeyi ortadan kaldırdıktan sonra savunma stratejisini ve ulusal güvenlik stratejisini tartışmaya hazırız. Sizi İsrail'e iyilik yapmamaya çağırıyorum. Çatışma halinde ABD hedeflerine ulaşamaz.”

Hizbullah silahlarına sarılıyor

Lübnan Kuvvetleri Partisi kaynaklarının Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamaya göre Kasım'ın son tutumu ‘silahlarına sarılma meydanından henüz ayrılmadığı, yani halen aynı noktada olduğu’ şeklinde değerlendiriliyor. “Bu tutum görünüşte çevresine yönelik ve üstü kapalı tavizler mi içeriyor?” diye soran kaynak, başkanlar (Avn, Berri ve Selam) tarafından dile getirilen bazı hususların işlerin kolay olduğuna işaret ettiğini hatırlattı.

Görsel kaldırıldı.Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile yaptığı görüşme sırasında (Reuters)

Kaynaklar, “Şu ana kadar görünen o ki, Hizbullah silah bırakmamakta ısrar ediyor. Hizbullah'ın maksimum yapabileceği şey Litani Nehri’nin güneyinden çekilmek. Savunma stratejisi diye bir şey yok. Ondan istenen, silahlarını teslim etmesi” ifadelerini kullandı. Kaynaklar, ‘Hizbullah'ın şimdiye kadar, varoluşsal tehditler konusunda aynı söylemleri sürdürdüğünü, hâlbuki bu silahlar ve destek savaşı aracılığıyla Lübnan’a varoluşsal bir tehdit teşkil edenin bizzat kendisi olduğunu ve silahları yüzünden savaşları ülkeye çektiğini’ ifade etti.

Kaynaklar, Hizbullah’ın yetkilileri aracılığıyla yaptığı açıklamalarda ‘ABD’ye İsrail sınırını korumaya hazır olduklarını, bunu da Litani’nin güneyinden tamamen çekilerek ve silah meselesini Litani’nin kuzeyinde hükümetle müzakere ederek yapabileceklerini anlatmak istediklerine’ dikkat çekti. Kaynaklar, ‘bu durumun ABD tarafından reddedildiğini, Washington’ın hamle karşılığında hamle ilkesine bağlı kaldığını, yani İsrail’in aşamalı olarak çekilmesi, esirlerin serbest bırakılması ve hedef almayı durdurması karşılığında devletin de Hizbullah’ın askerî yapısını dağıtarak egemenliğini tesis etmesini istediğini’ vurguladı.

Lübnan Kuvvetleri Partisi’ne yakın kaynaklar, ‘Hizbullah’ın artık bu yönde bir adım atmazsa hem kendisini hem de tüm Lübnan halkını yeni bir savaşa sürükleyeceğinin farkında olduğunu, eylül ayında önceki ABD temsilcisi Amos Hochstein’ın sunduğu fırsatı değerlendirmediğinde savaşla karşılaştığını ve şimdi Tom Barrack’ın sunduğu fırsatı değerlendirmemesi halinde Lübnan’ı tehlikeye atacağını bildiğini’ ifade etti. Kaynaklar, Lübnan’ın yeni şiddet sahnelerine sürüklenmemesi konusunda uyardı.