Refik Huri
Gazze savaşı, sonuna yönelik net bir ufuk olmadan beşinci ayına girdi. İran asıllı Fransız siyaset bilimci Bertnard Badie'nin dediği gibi, “1943'ten bu yana sömürgeci bir devlet ile toplumların işgalden ve sömürgeciliğin kontrolünden kurtulma arzusunu ifade eden savaşçılar arasındaki hiçbir asimetrik savaş, nihayetinde devletin zaferi ile sonuçlanmadı.’ Ancak İsrail, savaşın başında deklare ettiği Hamas'ı ortadan kaldırma hedefine ulaşamasa da kazanmaya kararlı. Hamas da ‘stratejik bir zafer’ elde etmeye kararlı. Savaşta ne olursa olsun yaşananlardan sonra Hamas'ın Gazze'yi yönetmeye devam etmesi zor olacak. Aynı şekilde Binyamin Netanyahu'nun savaştan sonra başbakan olarak kalması da zor. Uzak tarihten önce yakın tarih, bu konuda gerçekçi dersler veriyor.
Mısır ile Suriye’nin birlikte İsrail'e karşı giriştikleri 1973 Ekim Savaşı, Yüksek Mahkeme Başkanı Yargıç Şimon Egranat başkanlığındaki ‘Egranat Komitesi’nin raporunun ardından İsrail'i kuran İşçi Partisi'nin iktidardan düşmesine yol açmıştı. Raporda, İsrail'in stratejik başarısızlığına 4 neden gösterilmişti; istihbari açıdan bir bilgi eksikliği yoktu, sahip olunan bilgiler siyasi olarak analiz edilememişti. İstihbarat, 1967 savaşından sonra kök salan bir anlayışı benimsemişti. Bu anlayışa göre Arap ülkeleri iki koşul olmadan İsrail ile savaşa girişemezlerdi. Bu koşulların ilki, Suriye’nin Mısır olmadan saldırmayacağı, Mısır’ın da hava üstünlüğüne sahip olmadan saldırmayacağıydı. Son nedenler, Sina'daki askeri güçlerin Mısır kuvvetlerinin Süveyş Kanalı'nı geçmesini engelleyememesi ve yedeklerin seferber edilmesinde geç kalınmasıydı. Aksa Tufanı sonrasında patlak veren Gazze savaşının da ilk kez 1977'de iktidara gelen Likud yönetimine son vermesi muhtemel. Likud yönetiminin düşüşü herhangi bir soruşturma komisyonu başarısızlığın nedenlerini belirlemeden önce parlamento seçimleri ile gerçekleşebilir.
Beyaz Saray'a dönmek isteyen Donald Trump karşısında Başkan Joe Biden'ın önümüzdeki sonbaharda yapılacak başkanlık seçimlerinden sonra başkanlıkta ikinci bir dönem kalıp kalmayacağını kimse bilmiyor. Bununla beraber Biden, ABD'nin Ortadoğu politikasında stratejik bir değişiklik yapacağını öne sürüyor. New York Times yazarı Thomas Friedman da ‘Biden Doktrini’ adını verdiği bir plandan bahsediyor. Görev süresinin sonunda bir doktrin açıklamak, gerçekten garip bir durum. Ancak Friedman, bölgedeki mevcut durumun ‘kapsamlı bir felakete’ dönüşmeyeceğine dair kesin bir güvenceden yola çıkan bu doktrinin üç eksene dayandığını belirtiyor. Birinci eksen, İran'a karşı güçlü, kararlı bir duruş göstermek ve bölgedeki vekillerine karşı askeri misillemede bulunmaktır. İkincisi, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde Washington tarafından tanınmış silahsızlandırılmış bir Filistin devleti kurmaya yönelik Amerikan girişimidir. Üçüncüsü ise girişimin devamını ve başarısını sağlamak için Filistin, İsrail, ABD ve bölge ülkeleri arasında geniş bir güvenlik ittifakı kurmaktır.
Bunun pratik denklemi şudur: Hamas tarafından yönetilmeyen bir Gazze. Netanyahu hükümeti tarafından yönetilmeyen bir İsrail. Sembolik bir konumda kalacak olan Başkan Mahmud Abbas'ın halefiyle yenilenmiş bir Filistin Otoritesi. Ama mesele kolay değil. Gazze'de barbarca bir savaşa karşı direnen Hamas, denizden nehre kadar özgürleştirmek istediği tarihi Filistin'in bir bölümünde silahsızlandırılmış bir Filistin devleti uğruna kendini feda etmeye hazır değil. Netanyahu, iktidarda kalmak ve kendisine yönelik suçlamaların düşürülmesi karşılığında Biden'ı değiştiğine ve Amerikan barış planını pazarlamaya hazır olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Abbas, Hamas ile İslami Cihad’ın katılımıyla Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile Filistin Otoritesi’ni genişletmeye hazırlanırken, Filistin Otoritesi’ne olduğu gibi ve FKÖ’ye de içindekiler ile birlikte sıkı sıkı tutunuyor.
Yukarıda bahsedilenlerin tümü, eğer gerçekleşirse, ayrıca ABD ve İran'ın, bölgede İran coğrafyasına kadar uzanacak kapsamlı bir savaşa doğru ilerlemekten ortaklaşa kaçınmalarını da gerektiriyor. Hem Washington'da hem de Tahran'da resmi olarak böyle bir savaşın arzu edilmediği söyleniyor. Ancak Mollalar Cumhuriyeti'nin stratejik hedefi, Amerikan güçlerini ‘Batı Asya’ olarak adlandırdığı bölgeden uzaklaştırıp, bu bölgeye hâkim olmaktır. Peki böyle bir durumda ne yapılmalı? İran bu hedeften geri adım mı atmalı, yoksa Washington bunun tam aksi bir hedefe doğru mu ilerlemeli yahut hedef sadece bir slogan olarak mı kalmalı?
Geçtiğimiz yüzyılın başından bu yana çatışmalarla boğuşan bu bölgede barış oyunu, savaş oyununa göre çok daha zor.
*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.