Irak’taki Şii güçler, ABD’nin ülkeden çekilmesini istemiyor mu?

Sünni Arap ve Kürtler yabancı güçlerin ülkeden çıkarılması talebine karşı mı?

ABD güçlerinden oluşan bir konvoy Suriye-Irak sınırında (Arşiv-Reuters)
ABD güçlerinden oluşan bir konvoy Suriye-Irak sınırında (Arşiv-Reuters)
TT

Irak’taki Şii güçler, ABD’nin ülkeden çekilmesini istemiyor mu?

ABD güçlerinden oluşan bir konvoy Suriye-Irak sınırında (Arşiv-Reuters)
ABD güçlerinden oluşan bir konvoy Suriye-Irak sınırında (Arşiv-Reuters)

Irak Temsilciler Meclisi’nde cumartesi günü, özellikle ABD’ninkiler olmak üzere ‘Irak’ın egemenliğine yönelik saldırıların’ tartışıldığı bir oturum düzenlendi.

Söz konusu oturumda, ABD’nin ülkeden çekilmesi konusundaki talebi yerine getirmede, başta Koordinasyon Çerçevesi adı altında birleşen Şii güçler olmak üzere, çoğu siyasi güç tarafından gösterilen ‘gevşeklik’ görüldü.

Temsilciler Meclisi Başkanvekili Muhsin Mendelavi’nin, yabancı güçlerin Irak’tan çıkarılmasına ilişkin yasa teklifinin tartışılmak üzere Hukuk, Güvenlik ve Savunma Komiteleri’ne havale edilmesi için 100 milletvekili tarafından sunulan bir talebin alındığına dair duyurusu hariç, oturumda bu konuda önemli bir başarı elde edilemedi.

FOTO: Irak Temsilciler Meclisi (Meclis Medyası)
Irak Temsilciler Meclisi (Meclis Medyası)

Oturuma katılan milletvekili sayısı, ABD kuvvetlerinin ülkeden çekilmesi konusunda siyasi güçler arasındaki bölünmüşlüğün boyutunu ortaya koydu.

Toplantıya toplam 329 milletvekilinden yaklaşık 105’inin katılması, Şii güçlerin çoğunun, ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon güçlerinin ülkeden çekilmesini desteklemediğinin bir göstergesi oldu.

Her ne kadar Şii güçlerin ve onlara bağlı silahlı grupların beyan ettiği temel taleplerden biri bu olsa da mecliste bu konunun desteklenmediği görüldü.

Koordinasyon Çerçevesi üyeleri, Şii temsilcilerin çoğunun cumartesi günkü oturuma katılmamasına gerekçe olarak ‘hükümetin Irak ile ABD arasındaki Askeri Teknik Komite toplantılarının pazar günü yeniden başlayacağını duyurmasını’ gösterdi.

Ancak gözlemciler, söz konusu oturuma katılmama sorununu ‘çoğu siyasi gücün ABD’nin yakın zamanda geri çekilmesi konusundaki isteksizliğine’ bağlıyor.

Bu tutum, Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid’in geçtiğimiz hafta, siyasi güçlerin çoğunu içeren ve hükümete liderlik eden ‘Devlet Yönetimi Koalisyonu’ önünde sunduğu vizyonla da tutarlı.

Söz konusu vizyona göre, Devlet Yönetimi Koalisyonu’nun tüm liderleri, Washington ile gerilimin tırmanmasına karşı ve iyi ilişkilerin sürdürülmesini destekliyor.

ABD’nin geçen hafta Bağdat’ta düzenlediği son saldırıda, Ketaib Hizbullah (Hizbullah Tugayları) lideri Ebu Bekir es Saadi öldürüldü.

Bazı gözlemciler, önümüzdeki gün ve haftalarda başka saldırıların da olacağını öngörüyor.

ABD’nin operasyonları çerçevesinde, Irak ve Suriye’deki ABD kuvvetlerine saldırı düzenlemekle suçlanan silahlı gruplardan 50’den fazla kişi hedef alındı.

Irak hükümeti, Uluslararası Koalisyon güçlerinin gelecekteki varlığı konusunda ABD’liler ile ikili diyaloglar yürütüyor.

Ülkedeki genel siyasi eğilimin, ABD kuvvetlerinin, İran destekli Şii Haşdi Şabi Güçleri’nin bazı karargahlarına ve silahlı gruplarla bağlantılı kişilere karşı başlattığı saldırılara rağmen, bu güçlerin ülkede kalması fikrine bağlı olduğu görünüyor.

FOTO: Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid (DPA)
Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid (DPA)

Şarku’l Avsat’a konuşan Koordinasyon Çerçevesi güçlerine yakın bir kaynak, konu hakkında şunları söyledi:

“Iraklı grupların saldırıları ve ABD’nin karşı saldırıları kartları karıştırıyor ve işleri oldukça karmaşık hale getiriyor. Direniş eksenindeki gruplar, ABD’lilerin ülkeden ayrılmasını talep eden gruplardır. Buna karşılık diğer siyasi güçler, bu talebin ülkenin yüksek çıkarlarıyla çatıştığına ve bölgedeki partilerden birinin çıkarına olabileceğine inanıyor. Bu, Şii çevredeki nispeten ılımlı eğilimler açısından kabul edilemez görünüyor.”

ABD’li güçlerin çekilmesini kim istiyor?

ABD kuvvetleri ve Uluslararası Koalisyon güçlerinin ülkeden çekilme meselesi, Şii güçlerin tamamı açısından muğlak ve belirsiz olsa da Bağdat’ta artık Sünni Arap ve Kürtlerin sesleri güçlü bir şekilde duyuluyor ve yabancı güçlerin ülkeden çıkarılması talebine karşı çıkıyorlar.

Sünni Arap ve Kürt siyasi güç ve figürler, bu talebi açıkça reddettiklerini ifade etmeye başladı.

Bu, Irak’ta şekillenen Washington karşıtı eğilimleri reddetmenin bir kuralı olduğu anlamına geliyor.

Eski milletvekili Mishaan el-Jubouri, X platformunda paylaştığı tweette konuya ilişkin şu ifadeleri kullandı:

“İran’a yakın Şii liderler, gruplar ve blokların sesleri, ABD kuvvetlerinin Irak’tan çekilmesi talebiyle yükseliyor. Sünni Arap ve Sünni Kürtlerin çoğunluğunun bu talebi desteklemediği ve ülkedeki ABD varlığının devam etmesi konusunda hemfikir olduğu bir sır değil.”

FOTO: Irak Başbakanlık Medya Ofisi tarafından yayınlanan bir fotoğrafta, Başbakan Muhammed Şiya Es-Sudani, Irak Silahlı Kuvvetleri ve Uluslararası Koalisyon’dan üst düzey yetkililerle görüşmede olduğu görülüyor (AFP)
Irak Başbakanlık Medya Ofisi tarafından yayınlanan bir fotoğrafta, Başbakan Muhammed Şiya Es-Sudani, Irak Silahlı Kuvvetleri ve Uluslararası Koalisyon’dan üst düzey yetkililerle görüşmede olduğu görülüyor (AFP)

Jubouri, yönetimde dengenin olmayışı ve Şii siyasi karar vericilerin devlete zorla tek taraflı kimlik dayatması ışığında, Sünni Arap ve Kürtlerin bu tutumunu, ABD’nin varlığının kendileri için bir güvenlik unsuru teşkil ettiğine dair hislerine bağladı.

Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesut Barzani’nin siyasi danışmanı Arafat Kerim, bazı Şii milletvekillerinin cumartesi günkü oturuma katılmaması nedeniyle Sünni ve Kürtlere yönelik eleştirilerine yanıt olarak şunları söyledi:

“Hiçbir taraf, ithal dini ideolojisine göre bir ülkenin kaderini kontrol edemez. ABD saldırısında egemenliği hatırlıyorlar, İran saldırısında ise unutuyorlar.”



Hamas yetkilisi: Silahların "dondurulması veya depolanması" konusunu görüşmeye hazırız

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan, (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan, (AP)
TT

Hamas yetkilisi: Silahların "dondurulması veya depolanması" konusunu görüşmeye hazırız

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan, (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan, (AP)

Hamas'tan üst düzey bir yetkili dün yaptığı açıklamada, hareketin İsrail ile varılan ateşkes anlaşması kapsamında silah cephaneliğinin "dondurulması veya depolanması" konusunu görüşmeye hazır olduğunu belirtti. Yetkili, böylece ABD arabuluculuğundaki anlaşmanın en karmaşık konularından birini çözmek için olası bir formül önerdiğini söyledi.

Hareketin siyasi büro (karar alma organı) üyesi Basem Naim'in açıklamaları, tarafların anlaşmanın ikinci ve daha karmaşık aşamasına geçmeye hazırlandığı bir zamanda geldi.

Naim, hareket liderlerinin çoğunun bulunduğu Katar'ın Doha kentinde Associated Press'e (AP) verdiği demeçte, "Daha fazla gerilimi veya daha fazla çatışma veya patlamayı önlemek için kapsamlı bir yaklaşım benimsemeye açığız" ifadelerini kullandı.

Naim, Hamas'ın "direnme hakkını" koruduğunu, ancak hareketin Filistin devleti kurma sürecinin bir parçası olarak silah bırakmaya hazır olduğunu ifade etti. Naim, bunun nasıl uygulanacağı konusunda ayrıntı vermese de müzakerelere olanak sağlamak için beş ila on yıllık uzun vadeli bir ateşkes önerdi.

Naim, "bu sürenin ciddi ve kapsamlı bir şekilde kullanılması gerektiğini" vurgulayarak, Hamas'ın silahlarıyla ilgili mevcut seçeneklere "çok açık" olduğunu belirtti. Naim, "Filistin'in ateşkes veya müzakere süresince silahların hiçbir şekilde kullanılmayacağına dair garanti vermesiyle, silahların dondurulması, depolanması veya imha edilmesi hakkında konuşabiliriz" ifadesini kullandı.

Ateşkes, ABD Başkanı Donald Trump'ın ekim ayında sunduğu ve "garantör devletler" olarak hareket eden uluslararası tarafların da katılımıyla hazırlanan 20 maddelik bir plana dayanıyor. Naim, "planın çok fazla açıklığa kavuşturulması gerektiğini" belirtti.

Uluslararası bir istikrar gücünün konuşlandırılması şu anda en acil endişeler arasında.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre en önemli konulardan biri, bu gücün Hamas'ı silahsızlandırmaktan sorumlu olup olmayacağı.

Naim, bunun Hamas için kabul edilemez olduğunu ve hareketin, söz konusu gücün anlaşmanın uygulanmasını izlemesini beklediğini vurguladı. Naim, "Ateşkes anlaşmasını izlemek, ihlalleri bildirmek ve olası bir gerilimi önlemek için sınıra yakın bir BM gücünün bulunmasını memnuniyetle karşılıyoruz" dedi. "Ancak, bu güçlere Filistin topraklarında silahsızlanma veya bu tür eylemlerde bulunma yetkisi verilmesini kabul etmiyoruz" diye ekledi.

Naim, ilerlemenin bir işareti olarak, Hamas ve rakibi Filistin Yönetimi'nin, Gazze'deki günlük işleri yönetecek yeni teknokrat komiteyi kurma konusunda ilerleme kaydettiğini açıkladı.

Yönetim ve Hamas'ın, Batı Şeria'da ikamet eden ancak aslen Gazzeli olan Filistin hükümetinden bir bakanın komiteye başkanlık etmesi konusunda anlaştıklarını söyledi.


Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
TT

Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçişin yakın olduğunu öngörmesine rağmen, bunu Hamas'ın iktidarının sona ermesine bağladı.

Netanyahu, dün İsrail'de Almanya Başbakanı Friedrich Merz ile düzenlediği basın toplantısında, "Kimse Trump'ın rehineleri serbest bırakması için Hamas'a baskı yapmasını beklemiyordu ama başardık. Şimdi ikinci aşama, Hamas'ı ve Gazze'yi silahsızlandırmak" ifadelerini kullandı.

Merz'in İsrail ziyareti, Netanyahu'nun Gazze Savaşı'nın ardından yaşadığı göreceli Avrupa izolasyonuna son verdi. Merz, Tel Aviv'in yanında durmanın "Almanya politikasının ayrılmaz ve temel bir parçası olduğunu ve öyle kalacağını" belirtti, ancak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze'de işlendiği iddia edilen savaş suçları nedeniyle çıkardığı tutuklama emrine atıfta bulunarak, Netanyahu'ya Berlin'i ziyaret daveti göndermeyi reddetti.


Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
TT

Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)

Tony Bouloss

Lübnan, ekranlarımızda gördüğümüz bakanlar, başkanlar ve milletvekilleri tarafından yönetilmiyor. Lübnan, Taif Anlaşması'ndan bu yana ülkeyi kontrol eden, ekonomik, ailevi ve feodal çıkarlara sahip, köklü ve iç içe geçmiş bir siyasi sınıftan oluşan derin bir devlet tarafından yönetiliyor. Bu sınıf dün savaştı ve bugün de yönetim oyununu oynuyor, ne var ki gizlenme, manipülasyon, belirsizlik ve siyasi suikast, başarılı oldukları için değil, içeriden reform edilmesi imkânsız bir sistem kurdukları için iktidardan hiç ayrılmamış partiler gibi savaş taktiklerini devletin merkezinde tutmayı sürdürdü. Bahsi geçen sistem de krizlerden beslenen ve meşruiyetini kaostan alan bir sistem.

Karşımızda bir “akıllı görünme” cumhuriyeti var ve bu hesaplı belirsizlikler, sistematik yalanlar, çok yüzlü oyunlar ve yönetim politikası olarak zaman kazanma cumhuriyetidir.

Bu cumhuriyette, kimse çıkıp Lübnan halkına açıkça bir şey söylemiyor. Her dosya, her müzakere ve her anlaşma iki yüzle yönetiliyor; halka güven verici bir yüz ve muğlak bir diplomatik yüz. Üçüncü bir yüz ise, kirli anlaşmaların yapıldığı kapalı kapılar ardında ortaya çıkıyor.

Yetkililer halkın önünde egemenlikten bahsederken, diplomatlara farklı bir anlatı sunuyorlar. Uluslararası kurumlara asla tutmayacakları sözler veriyorlar ve kapalı kapılar ardında siyasi güçler karşılıklı yalanlar söyleyip, gizli anlaşmalar yapıyorlar. Siyasi yalancılık Lübnan'da bir anormallik değil; yönetim sisteminin özü. Bu sistem, istikrarının gerçeğe değil aldatmacaya; tek bir net karara değil, çelişkili yorumlara dayandığını onlarca yıl önce keşfetti.

Her şey ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğu için Lübnan'da gerçek bir çözüm yok, hiçbir krizden kesin bir çıkış yolu yok; çünkü gerçeğin itirafı, iktidar yapısı için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu sınıf, açık diyalogla değil, karşılıklı yalanlarla yönetiyor. Net kararlar değil, belirsizlikle yönetiyor. Bu nedenle her dosya hiçbir şeyle sonuçlanmıyor.

Yüzü olmayan bir devlet

Kağıt üzerinde, Lübnan devleti, güçler ayrılığı, denetim kurumları ve net anayasasıyla ideal bir devlet. Ancak bu kağıdın ardında, gerçek karar alma süreçlerinin dizginlerini elinde tutan bir gölge güç yatıyor. 40 yılı aşkın süredir her hükümette yer alan güçler, Lübnan'dan geçen her gücün elinde birer araç olarak hareket etmeyi başardı. Bunlar önce Filistin Kurtuluş Örgütü’nün müttefikiydiler, sonra Suriye vesayetinin başlıca ortağı oldular, bugün de Hizbullah tarafından kurulan İran nüfuz ağının bir parçası konumundalar.

Bu güçler, özlerini veya araçlarını değiştirmeden, söylemlerini ve dillerini siyasi ihtiyaçlarına göre değiştiriyorlar. Lübnan çıkmazının özü, yüzleşmenin ve faillerin isimlerinin açıklanmasının engellemesidir. Gerçeğe yaklaştığınız her an, komiteler, medyatik tiyatrolar ve çelişkili yorumlar ile sabote ediliyor.

Bu sınıf, yalnızca bir partiler topluluğu değil, çelişkiler ile kendisini gizleyen bir sistem. Gündüzleri reform bayrağını taşıyor, geceleri ise fiili güçlerle veya yabancı taraflarla anlaşmalar yapıyor. Halka bir şey söylerken, diplomatlara tam aksini söylüyor. Bu davranış kendiliğinden ortaya çıkan bir davranış değil, aksine etkili bir yönetim aracı.

İkiyüzlülük belirsizlik üretiyor ve belirsizlik de otoriteyi koruyor. Böylece “siyasi yalan”, yalnızca söylemde bir sapma değil, kimseyi hiçbir şeye mecbur bırakmadığı ve hesap sormaya kapıyı kapattığı için denklem içinde dengeyi koruyan stratejik bir yapı haline geliyor.

Bu bağlamda, yönetici sınıf metinleri siyasi olarak yorumlamada ustalaştı. Onun için anayasa bir referans noktası değil, yorumlama malzemesidir. 1559'dan 1701 ve 1680'e kadar BM kararları, metinlerine göre değil, siyasi heveslere göre yorumlanır. Taif Anlaşması bile herkes tarafından istediği gibi yorumlandığından, “egemenlik” esnek bir terim, “silahsızlandırma” ertelenebilir bir hedef ve “geçiş aşaması” kalıcı bir aşama haline gelir. Böylece metinler hukuki ilkelere değil, siyasi araçlara dönüşür.

Lübnan'da çözüm tek bir yüzün olmasını gerektiriyor. Ancak yönetimin on yüzü var. Her yüzün bir anlatısı ve her anlatının bir dinleyicisi bulunuyor. Yetkililer, savaştan ziyade, gerçeklerin kendisinden korkarlar, çünkü gerçek belirleyicidir ve kararlılık belirsizliği ortadan kaldırır. Oysa Lübnan'da belirsizlik bir kusur değil, sistemi korumayı, hesap sormayı engellemeyi ve meseleleri çözümsüz bırakmayı amaçlayan kasıtlı bir siyasi stratejidir.

Gerçeksiz bir patlama

 Beyrut Limanı’ndaki patlama sadece bir felaket değildi; sistemin özü için bir sınavdı. Normal bir ülkede, bu büyüklükte bir patlamanın ardından mahkemeler toplanır ve hükümet istifa ederdi. Lübnan'da medya aktif, ancak gerçek gizli kalıyor.

Binlerce belge, yüzlerce celp, değiştirilen yargıçlar, engellenen soruşturmalar ve tek bir sonuç; hiçbir şey. Çünkü gerçek ortaya çıkarsa, sistem sarsılır. Bu nedenle dava gri bir alanda tutulmaya devam ediliyor; ne resmen kapatılıyor ne de resmen tamamlanıyor. İnsanlar yorulana ve gerçek kaybolana kadar askıda bırakılıyor.

Burada sistemin en belirgin özelliklerinden birini görüyoruz, o da cezadan kurtulma kültürü. Lübnan'da siyasi suikastlar medyatik bir hadiseye dönüşüyor ve ardından hukuken unutuluyor. Refik Hariri suikastından Lokman Selim, Joe Bejjani ve diğer suikastlara, herkes içten içe kimin bundan çıkar sağladığını bilse bile, katil her zaman meçhul.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre bankacılık krizi yalnızca finansal bir olay değil, tamamen politik bir olay. Ortadan kaybolan para boşa gitmedi; bizzat yönetimdeki ağların cebine girdi. Siyasi liderlere, seçim finansmanına, finansal mühendislik planlarına, kaçakçılık ağlarına, partizan çıkarlara ve yabancı kuruluşlarla yapılan anlaşmalara gitti. Bu nedenle, gerçek bir yargılamaya şahit olmamız imkânsız, çünkü bu bir tür kolektif siyasi intihar olurdu.

Böylece, bir kaos ekonomisi yerleşti. Rejim, gerçek bir finansal düzenlemeden vazgeçerek kaçakçılığın tamamen entegre bir ulusal ağ haline gelmesine, bankacılık sisteminin dışında bir nakit ekonomisinin gelişmesine, gerçek sahipleri bilinmeyen paravan şirketlerin türemesine, nakitin günlük hayatın fiili para birimi haline gelmesine izin verdi. Hiçbir kural, hiçbir yasa, hiçbir şeffaflık yok; sadece çöküşten nasıl kâr elde edeceğini bilenlerin çıkarlarına hizmet eden üretken bir kaos var.

Burada iki yüzlülük son derece etkili bir şekilde işliyor:

Yetkililer halkın önünde “mevduatların geri alınmasından” bahsediyorlar.

Diplomatların önünde “gerçekçi çözümlerden” bahsediyorlar.

Ancak kapalı kapılar ardında kayıplar paylaşılıyor ve asıl yararlananlar korunuyor.

İşte siyasi yalanın anlamı budur; biri halka özel, biri uluslararası topluma özel, üçüncüsü ise arka planda gizlice yürütülen anlaşmalara özel bir söylem.

Açıklaması olmayan bir anlaşma

İsrail ile yapılan ateşkes anlaşmasında bile aynı senaryo tekrarlanıyor; yetkililer bir şey duyuruyor, başka bir şey uyguluyor ve üçüncü bir şeyi gizliyor. Hizbullah taahhütlerinin sadece Litani Nehri'nin güneyini kapsadığını iddia ederken, devlet kontrolü dışında hiçbir silahın olmayacağını söylüyor. Ordu, mevzilerin yüzde 90'ının, sonra yüzde 80'inin, sonra da yüzde 85'inin dağıtıldığından bahsediyor; sanki rakamlar bir şans oyunuymuş gibi.

Kimse çıkıp açıklamıyor çünkü açıklama kararlı bir duruş gerektiriyor ve kararlı bir duruş da sorumluluk almak anlamına geliyor ve Lübnan'da sorumluluk büyük bir siyasi suç.

Burada sistemin bir başka yönü ortaya çıkıyor; otoritenin manipülatif dili. “Mekanizma”, “yol haritası”, “teknik açıklama”, “ortak komite” ve “istisnai durumlar” gibi terimler herhangi bir özden yoksun, içi boş terimler. Tek bir şeyi, yani karar almamayı maskeleyen güzel sözler. Hayır demek yerine, “bir mekanizmaya ihtiyacımız var” diyorlar. Evet demek yerine, “teknik bir açıklama bekliyoruz” diyorlar. Bu, boşluğu güzelleştirmek için kullanılan bir dil.

Lübnan'daki sistem çöküşe rağmen yönetmiyor; çöküş aracılığıyla yönetiyor. Her çöküş yeni sadakatler doğuruyor ve halkın gerçeği talep etme gücünü zayıflatıyor. Elektrik sektörünün çöküşü jeneratörler için aracılar, liranın çöküşü karaborsalar ve yargının çöküşü de güçlünün iktidarını doğuruyor. Lübnan'da çöküş bir hata veya başarısızlık değil, bir yönetim aracı.

Lübnan, belirsizliği yönetim doktrini, yalanı hayatta kalma aracı ve ikiyüzlülüğü resmi dil haline getirmiş bir siyasi sistem altında yaşıyor. Hiçbir kriz çözülmüyor, sadece yönetiliyor. Hiçbir gerçek konuşulmuyor, sadece gizleniyor. Hiçbir sorumluluk üstlenilmiyor, sadece erteleniyor.

Lübnan'ın normal bir devlet olmasını engelleyen şey çözümlerin yokluğu değil, belirsizliğe karşı netliği seçme iradesinin yokluğudur. Siyasi sınıf iki yüzlülük sanatında usta olduğu sürece, her konu yeni bir krize, her kriz de geleceği inşa etmek yerine zaman kazanma fırsatına dönüşecektir.

Yetkililer gerçekle tek bir yüzle yüzleşip halka açıkça “neler olduğunu”, “kimin yaptığını” ve “nasıl düzelteceğimizi” söyleyene kadar Lübnan yeniden ayağa kalkamayacak. O zamana kadar, Lübnanlılara karşı dürüst olmayı reddeden bu “akıllı görünme” cumhuriyeti, krizleri çözmek yerine yönetmeye, çatışmayı önlemek yerine ertelemeye ve devlet kurmak yerine kaosa yatırım yapmaya devam edecektir.