Libya’da 17 Şubat Devrimi: Halk ayaklanması mı komplo mu?

Kaddafi’nin devrilmesinden 13 yıl sonra 17 Şubat Devrimi, hâlâ Libyalıları bölüyor

Devrik lider Muammer Kaddafi (Şarku’l Avsat)
Devrik lider Muammer Kaddafi (Şarku’l Avsat)
TT

Libya’da 17 Şubat Devrimi: Halk ayaklanması mı komplo mu?

Devrik lider Muammer Kaddafi (Şarku’l Avsat)
Devrik lider Muammer Kaddafi (Şarku’l Avsat)

Libya’daki geçici Ulusal Birlik Hükümeti (UBH), devrik Cumhurbaşkanı Muammer Kaddafi rejiminin sonunu getiren 17 Şubat devriminin 13. yıldönümü kutlamaları için hazırlıklarını sürdürürken, ülke halen devrimi bir halk hareketi olarak görenler ile hareketi komplo olarak görenler arasında bölünmüş durumda.

Ayrıca bu devrimin hedeflerinin gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin sürekli tekrarlanan sorular var; Gerçekten ülkeyi eskisinden daha iyi bir gerçekliğe taşıdı mı?

Bu soru, Libya’daki Johns Hopkins Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün üst düzey araştırmacılarından Hafız el-Gavil tarafından Facebook üzerinden yapılan bir paylaşımda ortaya koyuldu. Gavil, yaptığı açıklamada, “Tüm Libyalılar için en önemli soru şu; Bugün, 17 Şubat’tan 13 yıl sonra eskisinden daha iyi durumda mısınız?” ifadelerine yer verdi.

17 Şubat devriminin 13. yıldönümü kutlama hazırlıklarından bir fotoğraf (Şarku’l Avsat)
17 Şubat devriminin 13. yıldönümü kutlama hazırlıklarından bir fotoğraf (Şarku’l Avsat)

Devrimi ‘diktatörlük rejimini ortadan kaldıran bir halk ayaklanması’ olarak görenler ile ‘ülkeyi güvenlik kaosuna, siyasi ve silahlı çatışmalara ve ekonomik kayıpların sonuçlarına doğru sürükleyen bir komplo’ olarak görenler arasında devrimin şu ana kadarki tanımına ilişkin bir tutarsızlık mevcut. Ulusal Güçler Koalisyonu lideri Tevfik eş-Şehidi, “Yarattığı yeni gerçeklik nedeniyle ülke, milis örgütler olarak bilinen olguya da giderek bağımlı hale geldi. Ayrıca Libyalıların hayatlarında önemli bir iyileşmeye dair umutları da arttı ve gerçeklik değişti” dedi.

Şehidi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Bazıları, devrimin başlamasıyla birlikte Libya vatandaşlarına, eğer başarılı olursa ekonomik durumunun büyük ölçüde iyileşeceğinin sözünü verdi ve elbette bu sözler ve bireysel beklentiler yerine getirilmedi” dedi. Tevfik eş-Şehidi, “Eğitim ve sağlıkta reform yapılması, yeniden imarın başlatılması gibi üzerinde durulması gereken önemli sosyal ihtiyaçlar da yerine getirilmedi” ifadelerini kullandı. Ulusal Güçler Koalisyonu lideri, “Kaddafi’nin tugaylarına karşı savaşmak için oluşturulan bazı silahlı grupların sapkın davranışları sonucunda kaosun yayılmasıyla birlikte sokağın umutsuzluğu daha da arttı. Durum, Kaddafi’nin ölümünden ve Ekim 2011’de rejimin devrilmesinden sonra bile devam etti” şeklinde konuştu.

Libyalıların geçen yıl 17 Şubat devriminin yıldönümünde Trablus’un merkezindeki kutlamalarından bir fotoğraf (Şarku’l Avsat)
Libyalıların geçen yıl 17 Şubat devriminin yıldönümünde Trablus’un merkezindeki kutlamalarından bir fotoğraf (Şarku’l Avsat)

Libya Siyasi Diyalog Forumu üyesi Ahmed eş-Şarkasi ise “Devrim konusunda devam eden anlaşmazlık, Libyalıların çoğunluğunun, devrimin ilk yıllarından itibaren, ister silahlı oluşumların üyeleri ve liderleri, isterse yaşam koşullarındaki iyileşme eksikliği karşılığında o dönemdeki siyasi ve güvenlik kaosundan ve zayıf gözetimden yararlanan iş insanları olsun, bir sınıf oportünistin bundan çıkar sağladığını gözlemlemesinden kaynaklanmaktadır” dedi.

Şarku’l Avsat’a konuşan Şarkasi, “Bazılarının bu sapması, özellikle o dönemde ülkeyi yöneten ardışık hükümetler ülkenin zenginliğini israf etmeye devam ederken, birçok kişinin devrim hakkındaki görüşlerini değiştirmesine yol açtı. Devrim dönemleri arasındaki karşılaştırmalar otomatik olarak arttı. Bazılarına göre Kaddafi döneminde sahip oldukları göreceli istikrar, özgürlüklerden yoksun olsa bile en iyisiydi” ifadelerini kullandı.

Şubat Devrimi, Kaddafi’nin devrilmesinin üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen Libyalıları bölmeye devam ediyor (Şarku’l Avsat)
Şubat Devrimi, Kaddafi’nin devrilmesinin üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen Libyalıları bölmeye devam ediyor (Şarku’l Avsat)

Onların görüşlerine göre Kaddafi’nin destekçileri devrimden sonra yavaş yavaş Libya sahnesine dönmeyi başardı. Kaddafi’nin 42 yıllık hükümdarlığı sırasında Libyalıları ona karşı isyana sevk eden dezavantajlara ve ihlallere yapılan atıfları göz ardı ederek, meydana gelen tüm ihlallere ışık tutmaya başladılar.

Libyalı analist ve yazar Abdullah el-Kebir, dış müdahalenin ve siyasi güçlerin iktidar mücadelesinin ‘devrimin hedeflerine ulaşılmasını engellemedeki’ rolüne dikkati çekti. Kebir, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Kaddafi’nin isyancı halkla yüzleşmesini ve onları bastırmaya çalışmasını unutmamalıyız. Bu, devrimin militarizasyonuna ve aynı zamanda dış askeri müdahalenin kullanılmasına yol açtı. Bu durum ise devrimin başarısında önemli bir rol oynadı. Aynı zamanda meyvelerini toplamada da önemli bir ortak haline geldi ve giderek ülke işlerine yabancı müdahalenin yoğunluğu arttı” ifadelerini kullandı.

Abdullah el-Kebir, “Geçiş Konseyi’nin Ulusal Konferans oluşturmak için seçim yapma acelesinin yanı sıra devrimle bağlantılı isimler tarafından Kaddafi destekçilerine yönelik önemsiz ihlaller meydana geldi ve sivil siyasi güçler ile siyasal İslam hareketine bağlı güçler arasında fikir birliği eksikliği yaşandı” dedi.

Ulusal Geçiş Konseyi, Libya’da 17 Şubat 2011’de devrimin patlak vermesinden sonra Kaddafi rejimine karşı çıkan bir grup isim tarafından ülke işlerini yönetmek amacıyla kurulan ilk organdır.

Kaddafi rejiminin devrilmesiyle ilgili en büyük kutlamalara sahne olan Trablus’taki Şehitler Meydanı (Trablus Emniyet Müdürlüğü)
Kaddafi rejiminin devrilmesiyle ilgili en büyük kutlamalara sahne olan Trablus’taki Şehitler Meydanı (Trablus Emniyet Müdürlüğü)

Kebir, “Halife Hafter’in Nisan 2019’da başkenti kontrol etmek için askeri olarak ilerleme girişiminin ve 2020’nin sonu ve 2021’in başında Cenevre Siyasi Diyalog Forumu’nun düzenlenmesinin yanı sıra radikal örgütler, 2015 ortalarında Sirte gibi bazı şehirler üzerinde kontrollerini dayatmak üzere güç mücadelesi ortamından yararlandı” dedi.

General Halife Hafter liderliğindeki Ulusal Ordu, Trablus’u silahlı gruplardan ve terör örgütlerinden kurtarmayı amaçladığını söylediği bir savaş başlattı, ancak bu savaş Haziran 2020’nin başlarında geri çekilmesiyle sona erdi.

Abdullah el-Kebir, bu siyasi ve silahlı çatışmalar sırasında ‘herkesin devrimi, hedeflerini ve Libyalıların daha iyi bir gerçeklik hayalini unuttuğunu’ dile getirdi.



İsrail’in Suriye'deki tehlikeli stratejisi: “Azınlıkları korumak”

İsrail'i ziyaret eden 100 kadar Dürzi din adamı için düzenlenen karşılama töreninde Dürzi bayrağı göndere çekildi, 14 Mart 2025 (Reuters)
İsrail'i ziyaret eden 100 kadar Dürzi din adamı için düzenlenen karşılama töreninde Dürzi bayrağı göndere çekildi, 14 Mart 2025 (Reuters)
TT

İsrail’in Suriye'deki tehlikeli stratejisi: “Azınlıkları korumak”

İsrail'i ziyaret eden 100 kadar Dürzi din adamı için düzenlenen karşılama töreninde Dürzi bayrağı göndere çekildi, 14 Mart 2025 (Reuters)
İsrail'i ziyaret eden 100 kadar Dürzi din adamı için düzenlenen karşılama töreninde Dürzi bayrağı göndere çekildi, 14 Mart 2025 (Reuters)

Michael Horowitz

Suriyeli Dürzilerin onlarca yıl sonra ilk kez İsrail'e girişine izin verildi. Dürzilerin 1928-1993 yılları arasında ruhani liderliğini yapan Şeyh Emin Tarif'in türbesine doğru yola çıkan otobüsler, İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Dürziler tarafından karşılandı. Dürzi bayraklarının yolun her iki tarafında dalgalandığı ziyarete iki ülke arasındaki sınırlar ve düşmanlıkla ayrılmış aynı topluluktan iki grubun yeniden bir araya gelmesi nedeniyle hissedilir bir coşku eşlik etti. Ancak bu an İsrail, Suriye ve Lübnan olmak üzere üç ülkeye yayılmış olan Dürziler için bir yandan yeni fırsatların kapısını aralarken, diğer yandan büyük riskler de taşıyor. Ziyarete gelen Dürzi heyetinin başkanı da konuşmasında bu durumu kabul ederek, bu anı ‘hassas’ olarak nitelendirdi.

Bu, İsrail'in Suriyeli Dürzileri etkilemeye yönelik kayda değer çabalarının son kanıtıydı. İsrail, Suriye’de Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden beri gerek Dürziler, gerek Kürtler, gerekse Aleviler ve Hıristiyanlar olsun, kendisini azınlıkların savunucusu olarak konumlandırmaya çalışıyor. Suriyeli Dürziler, İsrail'e coğrafi olarak yakın olmaları ve İsrail'in Suriye’deki Dürzileri koruduğunu iddia edebilmesi nedeniyle bu çabaların merkezinde yer alıyor. İsrail bu çabaların bir parçası olarak, Suriye'nin güneyindeki Dürzilere insani yardım dağıttı ve İsrail'de çalışma hakkı vermeyi taahhüt etti. Daha da önemlisi İsrailli yetkililer, Şam'ın güneyinde Dürzilerin yaşadığı Ceramana kenti sakinleri ile yeni Suriye hükümetine bağlı güçler arasında çatışmalar patlak verdiğinde, Dürzileri koruma sözü verirken yeni hükümete bağlı güçlerin kente girmesine izin vermeyeceği uyarısında bulundular.

Bu bağlamda İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, İsrail ordusuna şehri savunmak için hazırlık yapması talimatı verdi. Hükümetinin Suriye'deki radikal İslamcı rejimin Dürzilere zarar vermesine izin vermeyeceğini vurgulayan Katz, “Eğer verirse, onu vururuz” diyerek tehdit etti. Hatta İsrail savaş uçakları gövde gösterisi için nüfusunun çoğunluğunu Dürzilerin oluşturduğu birçok bölgenin üzerinde uçuşlar gerçekleştirdi. Ancak yeni Suriye hükümetine bağlı güçler, herhangi bir şiddet olayı ya da İsrail’in müdahalesi olmadan Ceramana'ya girdi.

Suriyeli Dürziler ve Şam’daki yeni yönetim

Gerçek şu ki, Suriye'nin Dürzileri kendilerini iki tehlike arasında kalmış hissediyor. Bazıları Şam'da Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara liderliğindeki yeni otoriteden korktuklarını dile getirirken, bizzat Ahmed eş-Şara tarafından yönetilen Nusra Cephesi'nin (Heyet Tahrir eş-Şam’ın [HTŞ] eski adı) Dürzilere karşı saldırılar gerçekleştirdiğini hatırlıyor. DEAŞ’ın Suveyda’da gerçekleştirdiği katliamı ve onlarca insanın rehin alındığı olayı yaşadıkları en kötü saldırılardan biri olduğunu söylerken, Şara ve DEAŞ’ın artık ezeli rakipler olması ve yıllardır birbirleriyle savaşıyor olmaları endişelerini azaltmıyor.

İsrail’in şu an Suriye’nin güneyindeki Dera ve Kuneytra illerinde, sınıra yakın köylerde devam eden varlığına karşı halkın öfkesi giderek artıyor.

Suriye'nin kuzeybatısında son haftalarda yaşanan şiddet olayları bu endişeleri daha da körükledi. Çatışmalar, hükümet güçlerine saldıran devrik lider Esed yanlısı hücreler tarafından başlatıldı. Suriyeli eski muhalifler, Şam'daki yeni hükümetin verdiği tüm güvencelere rağmen, Alevilere karşı şiddet eylemlerinde bulundular. Ahmed eş-Şara bu olayı kınadı. Devrik lider Esed yanlısı hücreler muhtemelen mezhepçi bir kaosu kışkırtmayı amaçlıyordu, ancak eski muhalifler içindeki bazı aktörler bu durumu, devreye girip karşılık vermek için bir fırsat olarak gördü. Bu gelişme, yeni hükümetin tüm eski muhalifleri kontrol edemediğini ortaya koydu.

İsrail'in kuzeyindeki Culis köyünde iki Dürzi din adamı, 14 Mart 2025 (Reuters)İsrail'in kuzeyindeki Culis köyünde iki Dürzi din adamı, 14 Mart 2025 (Reuters)

İsrail'in ‘Dürzileri koruma’ vaatleri Suriye'deki Dürzilere bir nebze güvence sağlayabilir, ancak bu aynı zamanda önemli bazı riskler de taşıyor. İsrail kendisini Dürzilerin koruyucusu olarak konumlandırarak istemeden de olsa Dürzileri hedef gösterirken, topluluğun bazı üyelerinin Suriye'ye sadık kalmak yerine İsrail'e bağlılığı tercih edebileceğine dair şüpheleri artırdı.

Suriye’de yıllarca süren iç savaş ve merkezi otoritenin çöküşü Dürzilerin kendi kendilerine yetmelerine yol açarak fiilen yarı özerk bir bölge yarattı. Dürziler bağımsızlıklarını almaya dair herhangi bir ışık göstermemiş olsa da bu özerklik biçimi ayrı bir yapı olma arayışında olabileceklerine dair korkuları artırdı. Dürzi liderler bu tür iddiaları ve Suriye'yi bölmeye yönelik her türlü girişimi kategorik olarak reddettiklerini ve Suriye'nin birliğine bağlı olduklarını vurguladılar. Dürziler bugüne kadar ister İsrail'de ister Lübnan'da isterse Suriye'de olsun, bölgenin her yerinde kendi vatanlarının sadık vatandaşları oldular. İsrailli Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Tarif bile ziyarete gelen Suriyeli Dürzi heyetini kabulünde Suriye'nin birliğini desteklediğini vurguladı.

İsrail’in şu an Suriye’nin güneyindeki Dera ve Kuneytra illerinde, sınıra yakın köylerde devam eden varlığına karşı halkın öfkesi giderek artıyor. Bölge, halkın değişen ruh halinin açık bir göstergesi olan protesto gösterilerine sahne oldu. İsrail'in Suriye’deki iç savaş yılları boyunca, yaralı Suriyelileri tedavi için hastanelerine naklettiği ve ‘İyi Komşu Operasyonu’ olarak bilinen operasyonla biriktirdiği sempatinin önemli bir kısmını kaybettiğine şüphe yok.

İsrailli bazı analistlere göre İsrail, Ahmed eş-Şara ile Ankara arasındaki geçmişten gelen ilişkilere dayanarak yeni Suriye hükümetinin Türkiye'nin fiili bir ‘vasalı’ haline gelebileceği endişesi taşıyor.

İsrail, Dürzileri koruduğunu iddia ederek, Dürzileri Suriye'deki pek çok kişinin İsrail'in ülkede yeni bölgeleri ilhak etme çabası olarak gördüğü eylemleriyle ilişkilendirdi. İsrail, Beşşar Esed rejiminin düşüşünü takip eden haftalarda Suriye'nin güneyine girerek, iki ülke arasındaki tampon bölgenin büyük bölümünü kontrol altına aldı ve birkaç kilometre kadar içeriye ilerledi. İsrail'in yeni savunma hatları inşa ettiği ve bu hatların geçici olmadığı açıkça görülüyor. İsrailli yetkililer de İsrail'in Suriye içinde ele geçirdiği bölgelerde sonsuza kadar kalacağını söyleyerek, Suriyelilerin şüphelerini doğruladı.

İsrail'in hedefi

Niyetini açıkça ortaya koymayan İsrail’ın potansiyel tehditleri etkisiz hale getirmek için attığı bazı adımlar, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırıdan sonra hâkim olan aşırı güvenlikçi zihniyetle açıklanabilir. Hizbullah uzun zamandır sınırda askeri bir yapı kurdu. Özellikle de ‘Golan dosyası’ olarak bilinen seçkin bir hücre ağı bulunuyor. Bu durum İsrail için gerçek bir tehdit oluşturuyor. Zira Hizbullah mevcut kaostan faydalanarak saldırılar gerçekleştirebilir. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara yönetimine bağlı güçler içindeki aşırılık yanlısı unsurlardan duyulan korku, İsrail'e mevcut yaklaşımını meşrulaştırması için ilave bir bahane sağlıyor. İsrailli yetkililer, bunu önleyici güvenlik yaklaşımı olarak tanımlıyor.

Ancak İsrail'in Suriye'nin derinliklerinde hava saldırılarına devam etmesi, Suriye’nin yeni yönetimiyle -resmi olmayan kanallar aracılığıyla bile- ilişki kurmayı kategorik olarak reddetmesi ve Suriyeli azınlıkları kutuplaştırma çabası, stratejisinin sadece güvenlik önlemleri almanın ötesine geçebileceğini gösteriyor.

İsrailli bazı analistlere göre İsrail, Ahmed eş-Şara ile Ankara arasındaki geçmişten gelen ilişkilere dayanarak yeni Suriye hükümetinin Türkiye'nin fiili bir ‘vasalı’ haline gelebileceği endişesi taşıyor. İsrail son olarak Türkiye'nin yakında hava savunma sistemleri yerleştirebileceği iddia edilen Humus kırsalındaki bir hava üssüne hava saldırısı düzenledi. İsrail basınında yer alan haberlere göre bu saldırı Ankara'ya doğrudan bir ‘mesaj’ niteliğindeydi ve İsrail'in İran'ın nüfuzuna karşı yaptığına benzer bir şekilde Türkiye'nin Suriye'ye girmesini engellemeye yönelik bir ilk girişim olarak görüldü.

Ancak Suriye'nin kaçınılmaz olarak Türkiye'nin vasalı haline geleceği düşüncesi, karmaşık gerçekliğin aşırı basitleştirilmesi gibi görünüyor. Esed rejimi düşmeden önce iki taraf arasında var olan gerilimleri ve Şara'nın Türkiye'nin nüfuzunu dengelemek için Arap devletleriyle daha yakın ilişkiler kurma çabaları göz ardı ediliyor.

İsrail’in işgali altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri’nde bulunan Mecdel Şems beldesinde Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından Sultan Paşa el-Atraş'ın heykeline yeni Suriye bayrağı asan bir Suriyeli, 8 Aralık 2024 (Reuters)İsrail’in işgali altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri’nde bulunan Mecdel Şems beldesinde Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından Sultan Paşa el-Atraş'ın heykeline yeni Suriye bayrağı asan bir Suriyeli, 8 Aralık 2024 (Reuters)

Öte yandan Şam'a karşı düşmanca bir yaklaşım benimsemek ters etki yaratabilir. Özellikle Suriye'nin askeri yeteneklerini yeniden inşa etmeye çalışan Şara'yı mecburen Türkiye'nin kucağına itebilir. İsrail'in politikaları Türkiye'nin Suriye'deki nüfuzunu zayıflatmak yerine, Şam'daki yeni yönetimin Ankara'ya olan bağımlılığını arttırabilir.

İsrail, kendisini 'azınlıkların koruyucusu' olarak göstererek yeni Suriye hükümeti üzerinde nüfuz sahibi olmayı amaçlıyor olabilir. İsrail, Suriye’deki iç savaşın başlangıcında büyük ölçüde tarafsız kalmayı tercih etti ve o dönemde özellikle yaygın savaş suçları işlemekle suçlanan Esed'in hava kuvvetlerini etkisiz hale getirmesi için müdahale etmesi çağrılarına rağmen hiçbir müdahalede bulunmadan çatışmanın gelişmesine izin verdi. Ancak İsrail, Suriye topraklarına olan coğrafi yakınlığın göz ardı edilemeyeceğini ve bir güç boşluğunun uzun süre devam edemeyeceğini anlayınca bu tutum kısa sürede sürdürülemez hale geldi. İran ve Hizbullah hiç gecikmeden, Beşşar Esed'i desteklemek için müdahale ederek ve İran'dan Lübnan'a bir kara koridoru oluşturarak kaostan faydalandı. Sonuç olarak İsrail, Suriye içinde yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek ve tepkisel bir ‘mobil saldırı’ politikası izleyerek ‘zamana oynamak’ zorunda kaldı. Ayrıca topraklarına yönelik olası saldırıları caydırmak amacıyla Suriye'nin Golan Tepeleri civarındaki muhalif gruplarla ilişki kurmayı amaçlayan İyi Komşu Operasyonu’nu başlattı.

Bu deneyim sayesinde İsrail, angajmana girmemenin artık geçerli bir seçenek olmadığı sonucuna varmış ve şimdi Şam'daki yeni yönetimin elini zayıflatmak ve Suriye'yi gelecekteki bir tehdit olmaktan çıkarmak için azınlıkları destekleme üzerine oynuyor olabilir. Bu yaklaşım, İsrail'in ‘güvenlik garantisi’ olarak tanımladığı önlemlerini Suriye’deki Kürt azınlığı da kapsayacak şekilde genişletmesini de açıklıyor. Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) özellikle de Suriye'nin kuzeydoğusunda kontrol ettikleri topraklar zaten yarı özerk bir yapı olarak işlev gördüğünden, kendi özerk bölgelerini oluşturmak için benzersiz bir konuma sahip. SDG, Irak'taki Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) benzer şekilde Suriye’de ‘Kürt Bölgesel Yönetimi’ kurmayı hedefleyebilir. İsrail için SDG, Şam'ın zayıflatılmasında potansiyel bir ortak ve Türkiye'nin bölgedeki nüfuzuna karşı bir denge unsuru olarak iki kat daha önem kazanıyor.

İsrail'in seçenekleri ve tehlikeler

İsrail'in Suriye'deki iç savaştan dersler çıkarması gerekiyordu, ancak Suriye'nin gerçekliğini sınırlı bir şekilde anladığını ortaya koyarak yanlış dersler çıkarıyor gibi görünüyor. Suriye’de on yılı aşkın bir süre boyunca devam eden iç savaşın ardından Suriyelilerin yeni bir şiddet döngüsüne tahammülü yok. Azınlıklar gelecekte Suriye'deki konumları konusunda haklı olarak endişe duysalar da özerk yapılar kurma niyetinde değiller. Bu yönde atılacak herhangi bir adımın yeni bir çatışmayı tetikleyeceğinin farkındalar. Örneğin SDG, bağımsızlık arayışının Türkiye'nin doğrudan askeri müdahalesini beraberinde getirebileceğini biliyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu da Türkiye'nin Suriye'deki nüfuzunu azaltmak yerine güçlendireceği için İsrail'in stratejisinin ters etki yaratabileceği yönündeki argümanımızı teyit ediyor.

İsrail’in 7 Ekim sonrası edindiği zihniyet, İsrail hükümetini, diplomasi araçlarını marjinalleştiren ve daha kapsamlı yaklaşımlara kapıyı kapatan dar görüşlü bir güvenlik stratejisi benimsemeye itti.

Tüm bunlar, İsrail'in kendi tanımıyla ‘güvenlik garantilerinin’ güvenilirliği konusunda ciddi soruları gündeme getiriyor. İsrail, kendisini azınlıkların koruyucusu olarak konumlandırsa da bunun bir söylem olmanın ötesine geçip Dürzileri, Kürtleri, Alevileri veya Hıristiyanları savunmak için askeri bir çatışmaya girmeye gerçekten istekli olup olmadığı sorusunun sorulmasına neden oluyor.

İsrail'in şimdiye kadar verdiği sözler anlamlı pratik adımlara ve verdiği ‘garantiler’ somut eylemlere dönüşmedi. İsrail, askeri üsleri hedef almaya odaklanırken, azınlıkları korumak için gerçek bir adım atmadı. Her ne kadar İsrail'de bu grupların içinde bulunduğu kötü duruma karşı halk arasında bir sempati olsa da İsraillilerin gerçek fedakarlıklar yapmaya istekli olduğuna dair işaretler -özellikle de bir yılı aşkın süredir devam eden çok cepheli savaşların ardından- neredeyse yok denecek kadar az. Uzun vadede hayatta kalmak için İsrail'e bel bağlayan tüm azınlıklar hayal kırıklığına uğrayabilir.

İsrail’in 7 Ekim sonrası edindiği zihniyet, İsrail hükümetini, diplomasi araçlarını marjinalleştiren ve Suriye’deki yeni yönetime ihtiyatlı bir açılımı veya Şam'ın Türkiye'nin nüfuz alanına girmesini önlemek için diğer Arap ülkeleriyle koordinasyonu içerebilecek daha kapsamlı yaklaşımlara kapıyı kapatan dar görüşlü bir güvenlik stratejisi benimsemeye itti.

Daha geniş kapsamlı bir diplomatik yaklaşımın hayal kırıklıkları olabilir. Fakat sadece güvenliğe odaklanmak, bu hayal kırıklıklarını kaçınılmaz kılar ve uzun vadede daha da maliyetli hale getirir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.