Sudan’da 11 ay süren savaşın kanlı bilançosu

Raporlara göre 3 bin 250’si askeri çatışmada olmak üzere 12 binden fazla kişi öldü. Yaklaşık 8,6 milyon kişi ülke içinde ve dışında yerinden edildi.

Hartum'daki Büyük Nil Petrol Petrol Şirketi'nin kulesinde yangın çıktı (AFP)
Hartum'daki Büyük Nil Petrol Petrol Şirketi'nin kulesinde yangın çıktı (AFP)
TT

Sudan’da 11 ay süren savaşın kanlı bilançosu

Hartum'daki Büyük Nil Petrol Petrol Şirketi'nin kulesinde yangın çıktı (AFP)
Hartum'daki Büyük Nil Petrol Petrol Şirketi'nin kulesinde yangın çıktı (AFP)

Sudan İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre Silahlı Çatışma Yerleri ve Olayları Veri Projesi, Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında geçtiğimiz nisan ortasında savaşın başlamasından bu yana Sudan'da çoğu sivil olmak üzere 3 bin 250'den fazla askeri çatışma ve 12 bin 190'dan fazla ölüm kaydetti. Bu, her iki tarafın da yaptığı her savaşta çoğu sivil olmak üzere ortalama dört ölüm anlamına geliyor.

Ölüm ve yerinden edilme

Uluslararası ve yerel raporlara göre, çatışmalarda yaşamınıı yitrenlerin bilançosunu tutan Armed Conflict Location and Event Data Project (ACLED) örgütünün araştırmalarına göre, Sudan savaşı geçen aralık ayının başına kadar 12 binden fazla ölüme neden oldu.

Birleşmiş Milletler (BM) Sözcüsü Stephane Dujarric'e göre, bu durum ülke içinde 7,1 milyon kişinin yerinden edilmesine yol açarken, 1,5 milyondan fazla kişinin de komşu ülkelere sığınmasıyla dünyadaki en büyük yerinden edilme krizi yaşandı.

En son ABD yardım raporu, toplam ölüm sayısının yaklaşık 13.752 kişi, ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin yaklaşık 6,1 milyon ve yardıma ihtiyacı olanların ise 24,8 milyon kişi olduğunu tahmin ediyor.

Sudan'ın başlıca şehirlerindeki kanlı çatışmalar, BM’nin tahminlerine göre 13 binden fazla insanın ölmesine neden oldu. Aynı zamanda, ülke içinde ve dışında 7,4 milyondan fazla insanın açlık çekmesine ve yerinden edilmesine yol açtı. Bu sayının içinde, en az 1,4 milyon kişi ülke dışına kaçtı. Bu durum Sudan'ı, içeride en fazla yerinden edilen insanın bulunduğu ülke haline getirdi. Şimdiye kadar savaş ve çatışmaların etkisi ve kurbanlar, hangi şehirleri nasıl etkiledi?

Başkentin acısı

Başkent Hartum ve yanındaki iki şehir, Umdurman ve Hartum Bahri'de, Beyaz Nil ve Mavi Nil'in birleştiği bölgede (el-Makran) bulunan ve güney sınırını Cezire Eyaleti ve kuzey sınırını Nil Nehri Eyaleti ile paylaşan başkent üçgeni olarak bilinen bölgede, 10 aydan fazla bir süredir ordu ile HDK arasındaki savaş durulmadı. Bu şehirlerin nüfusu son zamanlarda büyük ölçüde arttı ve yaklaşık 11 milyon kişiyi aştı.

Sudan İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre Sudan başkentindeki ölü sayısının en az dört bin olduğu tahmin ediliyor ve savaşın başlamasından bu yana on binlerce kişi yaralandı, gerçek sayının çok daha yüksek olması bekleniyor.

Gözlemevi’nin raporunda ayrıca, Birleşmiş Milletler Misyonu’nun, 7 Mayıs'tan 13 Eylül'e kadar başkentin üç şehrinde düzenlenen hava saldırıları sonucunda en az 467 sivilin öldürüldüğünü ve yaklaşık 294 kişinin de yaralandığını belgelediğini ortaya koydu. Sudan Savunucuları Adli Yardım Merkezi ayrıca Hartum Eyaleti'nin çeşitli bölgelerinde 533'ten fazla kişinin ölümüne yol açan 118 bombalama olayını da belgeledi.

Cuneyna Faciası

Batı Darfur Eyaleti'nin başkenti el-Cuneyna şehri, Batı Sudan'da savaş alevlerinin vurduğu ilk şehirlerden biri oldu; zira HDK, Hartum'da savaşın başlamasından iki haftadan kısa bir süre sonra buraya girdi.

Yaklaşık bir milyon kişinin yaşadığı şehirde kanlı şiddet olayları 24 Nisan'dan 12 Haziran'a kadar devam etti. Bu süre zarfında HDK, şehir içindeki 15. Tümen'in karargahını ele geçirdi. Sonrasında saldırılar üçüncü kez yenilendi ve bu, 12 Kasım'da meşhur Ardamata Katliamı'na yol açtı.

Fotoğraf Altı: Savaş, Sudanlıları oldukça zor durumda bıraktı. (AFP)
Savaş, Sudanlıları oldukça zor durumda bıraktı. (AFP)

Dar Masalit Sultanlığı'nın raporuna göre Cuneyna şehrinde geçtiğimiz yıl 24 Nisan ile 12 Haziran tarihleri arasında yaşanan katliamlarda beş binden fazla kişi öldü ve en az sekiz bin kişi yaralandı. Yüz binlerce sivil Çad sınırına kaçtı ve Dar Masalit Sultanlığı'nın saray dahil olmak üzere 19 konut bölgesi ile 86 yerinden edilmişler için barınma merkezi ve Abu Zar, El Hacaj, Kalani ve Kirendang gibi yerlerin tamamı tahrip edildi ve yakıldı.

Bağımsız Birleşmiş Milletler Yaptırım Gözlemcileri raporuna göre Cuneyna şehrindeki ölü sayısı, HDK ve onlarla müttefik olan Arap milislerinin uyguladığı ırkçı şiddet eylemleri sonucunda 10 ila 15 bin arasında tahmin ediliyor. Bu veri, Birleşmiş Milletler'in tahminlerine göre, Sudan genelinde savaşın başlamasından bu yana öldürülen 12 binden fazla kişi sayısıyla karşılaştırıldığında oldukça yüksek.

Vad Medeni'nin şoku

Sudanlıları derinden şaşırtan ve ani bir şekilde, HDK, geçtiğimiz 18 Aralık’ta Cezire Eyaleti'nin başkenti olan Vad Medeni şehrini ele geçirdi. Bu şehir, savaşın başlangıç haftalarında Hartum Eyaleti'ndeki çatışmalardan kaçan on binlerce insan için bir sığınak haline gelmişti ve ülkenin başlıca sağlık ve ilaç merkezi haline gelmişti.

Yerel ve uluslararası raporlara göre, şehre yapılan saldırı sonucunda 300 ila 500 bin kişi yerlerinden edildi. Bu saldırılar sırasında birçok ihlal yaşandı. Bunlar arasında cinayetler, yağma, tehditler ve tecavüzler de yer alıyordu. Ayrıca pazarlar, depolar, ekonomik ve sağlık tesisleri yağmalandı. Ülke, BM Dünya Gıda Programı'nın depoları da dahil olmak üzere tüm ilaç stoklarını kaybetti.

Sudan Doktorlar Sendikası'nın ön komitesine göre şehirdeki ölü sayısı, düzinelerce kayıp kişinin yanı sıra üç doktor da dahil olmak üzere yaklaşık 300’e ulaştı.

Nyala şehri

Güney Darfur eyaletinin başkenti Nyala kentindeki ve 16. Tugay'ın uzun süre kuşatması sona erdiğinde, 26 Ekim'de HDK şehri ele geçirdi. Şehir, yaklaşık 3,4 milyon kişinin yaşadığı ve çeşitli toplumsal yapıların bir arada bulunduğu bir sembol haline gelmişti. Bu da toplumsal uzlaşma ve barış için bir simge oldu.

Sudan İnsan Hakları Gözlemevi ve insan hakları örgütleriyle konuşan görgü tanıkları ve insan hakları örgütlerine göre Darfur Barosu, Güney Darfur'un Nyala şehrindeki mevcut savaşta yüzlerce sivil yaşamını yitirdi. Patlayıcı varillerle gerçekleştirilen hava saldırıları, en az 118 sivilin ölümüne ve yaralanmasına neden oldu.

Dain’den çekilme

Geçtiğimiz 21 Kasım'da, HDK, Doğu Darfur eyaletinin başkenti el-Dain'in düştüğünü ilan etti ve Sudan ordusunun 20. Tümen karargahına girdi. Şehir birkaç gün boyunca kuşatıldı. Bu adım, askeri birliklerin şehirden çekilmesi ve yerel yönetimlerin çağrıları üzerine, kan dökülmesini önlemek ve şehrin tahrip edilmesini engellemek amacıyla atıldı.

Yerel kaynaklara göre sivil idarenin kent içinde çatışmaları önleme çabalarının başarısına rağmen kentte ölen sivil sayısının 22 olduğu tahmin ediliyor.

Babanusa’da tıkanıklık

Batı Kurdufan eyaletindeki Babanusa şehrinde, şehirdeki 22. Tugay ile HDK arasındaki çatışmalar sonucunda 32 kişi öldü ve 40'tan fazla kişi yaralandı. Şehir acil durum odasına göre iletişim ağının kesintiye uğramasının yanı sıra mağdur sayısında da bir artışa işaret ediliyor.

El-Ubeyd çatışmaları

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre ülkenin batısındaki Kuzey Kurdufan Eyaleti'nin başkenti el-Ubeyd şehri, HDK’nın şehrin iç kesimlerine, özellikle de batı mahallelerine sızmaya yönelik tekrarlanan girişimleri sonucunda aralıklarla şiddetli çatışmalar yaşadı.

Şehir halen ordunun kontrolünde olmasına rağmen, çatışmaların ilk günlerinden itibaren HDK’nın uyguladığı kuşatma, insani ve ekonomik durumu zorlaştırdı.  Pazarlarda mal fiyatları hızla yükseldi.

Fotoğraf Altı: Milyonlarca Sudanlı savaş nedeniyle yerinden edildi. (AFP)​​​​​
Milyonlarca Sudanlı savaş nedeniyle yerinden edildi. (AFP)​​​​​

HDK, Darfur ve Kurdufan bölgelerini birbirine bağlayan stratejik konumu nedeniyle kent içinde ve çevresinde ordunun 5'inci Piyade Tümeni'ne (Hicana) karşı aylardır şiddetli çatışmalar yürütüyor ve çok sayıda sivilin ölümüne neden oluyor.

Şehir hastanesinin Acil Durum ve Kaza Dairesi'ne göre, iki taraf arasındaki karşılıklı bombardıman sonucu en az 36 kişi öldü ve çok sayıda yaralandı.

El-Faşir Çatışmaları

Kuzey Darfur eyaletinin ve bölgenin başkenti el-Faşir şehri ise sivil ve toplumsal yönetimlerin Faşir şehrini savaş ve yıkımdan kurtarmak için yaptığı girişimlere rağmen halen iki taraf arasında sık sık gerilim ve çatışmalara sahne oluyor.

Faşirr Şehri Direniş Komiteleri’ne göre şehir, üçüncü bir taraf ve silahlı hareketlerin ortak güçlerine ek olarak kuzey mahallelerde ordu ve HDK mevzileri arasında çatışmalara tanık oluyor. Çatışmalar, HDK’nın attığı top mermileri kuzeydoğudan güneydeki mahallelere büyük bir göçe neden oldu.

Yerel kaynaklar, tekrarlanan çatışmalarda sivil mağdurların toplam sayısının 40'ı aştığını belirterek, bu sayının askeri ölümlerin sayısından daha fazla olduğunu bildirdi.

Zalingei şehri

HDK ekim ayının sonunda, Nyala şehrinin düşmesinden bir haftadan kısa bir süre sonra, 21. Ordu Tümeni'nin şehirden çekilmesiyle Orta Darfur Eyaleti'nin başkenti Zalingei şehrinin ele geçirildiğini duyurdu.

Düşüşünden bir gün önce şehir, yerleşim bölgelerinde ordu ile HDK arasında şiddetli çatışmalara tanık oldu.

50 bini aşkın nüfusuyla Zalingei, batıda Çad eyaletine, güneyde ise Orta Afrika'ya komşu olması nedeniyle ekonomik ve askeri açıdan Nyala'dan sonra ikinci önemli şehir olarak kabul ediliyor. Bu, onu insani yardımın ulaştırılması için önemli bir bağlantı ve savaştan kaçan insanların bir araya geldiği en büyük merkezlerden biri haline getiriyor.

Sivil kaynaklar, HDK’nın şehrin merkezine topçu ateşiyle düzenlediği saldırılarda en az 54 kişinin öldüğünü bildirdi. Yaşamını yitirenelr arasında, yerinden edilenlerin sığındığı en büyük kamp olan el-Hassasiya’da yer alanlar da bulunuyor.

*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?

Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
TT

Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?

Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)

Tony Bouloss

Lübnan'daki her dönüm noktasında ve her büyük siyasi dönüşümün öncesinde, terör örgütü DEAŞ yeniden ortaya çıkıp uyuyan hücreleri faaliyete geçiyor ve böylece bölgesel nüfuz oyununda değişime maruz kalan ve gerileyenlerin çıkarlarının kesiştiği bir halka oluşturuyor. Lübnan güvenlik güçlerinin geçtiğimiz günlerde DEAŞ hücrelerini çökerttiğini açıklaması, bu bağlamdan bağımsız ve sıradan bir olay değildi.

Güvenlik güçleri dikkat çekici bir zamanda, Şam'daki bir kiliseye yönelik kanlı terör saldırısından birkaç gün sonra, yurt içinde terör eylemi düzenlemeye hazırlanan terör hücrelerini durdurduklarını açıkladı. Bu gelişme, radikal örgütün hem güvenlik hem de bölgesel gündemin ön saflarına geri dönmesine neden oldu.

DEAŞ’ın insansız hava araçları (İHA) üretiminde uzman bir saha liderine dönüşen ‘Kasura’ lakaplı Lübnanlı kimya öğretmeniyle ilgili haber, Şam'ın merkezinde Mar Elias Kilisesi'ndeki kanlı olay ve bu olaydan sadece birkaç saat önce ülkenin güney banliyölerinde düzenlenen Aşure etkinliğine bombalı saldırı düzenlemeyi planlayan bir hücrenin yakalandığına dair haberlerin basında yer alması, birdenbire DEAŞ neden şimdi ortaya çıktı? DEAŞ’ın geri dönüşü geçici bir güvenlik tesadüfü mü, yoksa bölgedeki kartları karmak ve aktörlerin konumlarını yeniden belirlemek için gerektiğinde kullanılacak bir siyasi koz mu?’ sorularının gündeme gelmesine neden oldu.

Lübnanlı güvenlik kaynaklarına göre DEAŞ’ın ‘Lübnan Vilayeti’ olarak bilinen biriminde faaliyet gösteren tutukluların ifadeleri, örgütün Lübnan'ı ‘cihat için doğrudan bir savaş alanı değil, destek ve lojistik yardımın sağlandığı bir ülke’ olarak gördüğünü ortaya koydu. Bu durum, söz konusu tutukluların üstlendiği görevlerin niteliğinden de anlaşılıyor. Bu kişilerin, lojistik ihtiyaçların karşılanması ve Suriye'ye nakledilmesiyle sınırlı görevleri vardı.

Kasura

Tutuklananların en önemlilerinden biri Kasura olarak bilinen, 1997 doğumlu ve Bekaa'nın (doğu) Kamd el-Luz kasabasından gelen, kimya alanında yüksek lisans derecesine sahip ve özel öğretmen olarak çalışan bir kişidir. Bu durum, terör örgütlerinin bilimsel kadroları kendilerine çekmedeki karmaşık boyutunu yansıtmaktadır. Başlangıçta Lübnan'da ‘DEAŞ vali yardımcısı’ görevini üstlenen Kasura, daha sonra terfi ederek Lübnan'ı olası hedefler listesine alan ağlardan ve hücrelerden sorumlu ‘vali’ görevine getirildi. Kasura, bu görevi üstlendikten sonra çeşitli bölgelerde emrinde çalışan yaklaşık 15 kişiden oluşan gizli bir ağı yönetti ve Lübnan'ı özel operasyonlar için olası hedefler listesine dahil etti.

Aynı güvenlik kaynağına göre bu veriler Suriye'deki güvenlik açısından zayıf bölgeler ile DEAŞ’ın Lübnan'ın iç kesimlerindeki uzantıları arasındaki yakın bağlantıyı yeniden teyit ederken bu durum güvenlik güçlerini DEAŞ ideolojisini benimseyen hücrelerin olası geri dönüşü karşısında ek zorluklarla karşı karşıya getiriyor.

İhvan kapısı

Siyasi analist ve yazar Nebil Ebu Mansur, DEAŞ'ın yeniden ortaya çıkmasının özellikle de bazı tekfirci grupların sınır ötesi bir baskı aracı veya terör aracı haline geldiği durumlarda bölgesel nüfuz mücadelelerinden ayrı düşünülemeyeceğini vurguladı. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın (İhvan-ı Müslimin) birçok durumda ılımlı bir siyasi yüz göstermiş olmasına rağmen, şiddet yanlısı katı akımların gelişmesi için entelektüel bir deney alanı olmaya devam ettiğini belirten Ebu Mansur, Müslüman Kardeşler'in geleneksel siyasi faaliyetlerindeki projeleri başarısızlığa uğradığında, aşırı uçlar daha radikal cihatçı başlıklar altında yeniden ortaya çıkıyor ve DEAŞ ve benzeri örgütler, olası bir istikrar sürecini bozmak için son çare olarak kalıyor.

Özellikle Lübnan’da DEAŞ hücrelerinin yeniden harekete geçmesinin her zaman büyük dönüşümler veya iç siyasi tıkanıklıklarla aynı zamana denk geldiğine dikkati çeken Ebu Mansur, “Suriye'de ise bu tür hücreler zaman zaman eski dengeleri korumak veya herhangi bir kesin siyasi çözümü geciktirmek için kanlı bir mesaj olarak kullanılıyor” dedi. DEAŞ'ın şu anda izole bir durumdan ziyade, ‘İhvan-ı Muslimin’ adlı entelektüel ve siyasi hastalığın kronik bir belirtisi olduğu söyleyen Ebu Mansur, “Zira bu grup, koşullar gerektirdiğinde yeni nesil radikaller yetiştirmeye devam edebiliyor” diye ekledi.

İdeolojik bağ

Öte yandan Maşrık Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Sami Nadir, doğrudan ideolojik bağ olduğu savını çürütmeye çalıştı. Müslüman Kardeşler ekolünün, El Kaide ve DEAŞ gibi grupların ortaya çıkmasından önce küresel cihada ilk teorik gerekçeyi sağlayan ekol olduğunu söyleyen Nadir, “Bazı çevreler, Müslüman Kardeşler örgütü içinde Londra, Şam ve diğer kanatlar arasında yaşanan çatlakların, istikrarı sarsmak veya gri alanlara baskı uygulamak gerektiğinde kullanılabilecek ideolojik temeli ortadan kaldırmadığını düşünüyor” dedi. DEAŞ'ın bugün Lübnan ve Suriye'de yeniden ortaya çıkmasının zamanlamasının tesadüf olmadığının altını çizen Nadir, “Bir yandan güvenlik boşlukları bu kartlarla doldurulurken, diğer yandan DEAŞ'ın geri dönüşünün siyasi kartları yeniden karacağı ve bölge ülkelerini terör endişelerinin esiri haline getireceğini bilen bölgesel aktörler var. Bu da bölgesel müzakerelere yeni boyutlar kazandırıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Emekli Tuğgeneral George Nadir ise değerlendirmesinde şunları söyledi:

“Lübnan'da radikalizm için verimli olan bataklığın hiçbir zaman kurumadığını, yoksulluğun artması, devlete güvenin zayıflığı ve resmî kurumların dışında silahların varlığının devam etmesi, ulusal güvenliğin duvarında delikler açmaya yetecek faktörlerdir.”

Tuğgeneral Nadir’e göre devletin egemenlik meselesi olarak büyük önem taşıyan Hizbullah’ın silahları, devletin boşluğunu, iç çelişkileri ve güç dengesindeki adaletsizliği istismar eden terörist hücrelerin istismarına açık hale getiriyor.

scdvfghy
Lübnan iç güvenlik güçleri, 2022 yılında DEAŞ'tan ele geçirdiklerini söyledikleri silahları sergiliyor (AFP)

Avukat Muhammed Sabuh da dosyanın belirli bir anlatıyı doğrulamak için siyasi bir belgeye dönüştüğünü söyledi. Basın mensupları önünde yaptığı açıklamada “Sıradan bir okulda kimya öğretmeni olan bir kişi, Irak ve Suriye'de DEAŞ'ın bile başaramadığı roket üretiminde nasıl uzmanlaşabilir? Irak ve Suriye'deki DEAŞ'ın bile başaramadığı bir şeyi nasıl başarabilir?” sorularını sıralayan Sabuh, gerçek tehlike iddia edilenden daha az olsa bile Lübnan'daki ‘derin devletin’ Batılı müttefiklerine terörle ‘açıkça savaş halinde’ olduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge aradığını belirtti.

Olayların karmaşık bölgesel bağlamları

Şam'daki kilise saldırısı ile Beyrut'taki DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılması, olayı yerel ölçekten daha geniş bir bölgesel ölçeğe taşıdı. İstihbarat ve diplomatik raporlara göre Şam'daki terör saldırısı, DEAŞ’a destek veya kaos ortamında dağınık unsurlarını yeniden bir araya getirme kabiliyetine dair eski mesajları yeniden gündeme getirdi.

Batı taraflarca yapılan bazı analizler, bu durumu doğrudan İran’ın bölgesel projesi olan direniş ekseninin birçok alanda yaşadığı boşluk dönemiyle ilişkilendiriyor. Direniş ekseninin Suriye'de ve uluslararası baskıların Hizbullah üzerinde yarattığı etkilerle üst üste aldığı darbeler, bazı aktörleri yedek kartlarını oynamaya itti. Bu kartlar arasında, onlarca yıldır sıcak bölgeleri meşgul etmek ve silahların ve devlete paralel sistemlerin varlığını haklı çıkarmak için güvenlik söylemini canlı tutmak için kullanılan aşırı uçlardaki kartlar da bulunuyor.

İslamcı gruplar üzerine uzmanlaşmış merkezlerin güvenlik raporları ve araştırmaları, Müslüman Kardeşler ile İran destekli direniş ekseni arasında çıkarların örtüştüğünü ve böylece DEAŞ’ın, Suriye ve Lübnan'da iktidara karşı harekete geçirilerek İran ile dolaylı olarak anlaşmazlıkları veya uzlaşmaları olan birçok tarafın ortak noktası olan istikrarı bozmayı ve gerginliği sürdürmeyi amaçlandığını belgeliyor.

Söz konusu raporlar, Hamas Hareketi’nin dini referansları farklı olsa da, İran'dan finansman alan ve direniş ekseni içinde faaliyet gösteren radikal grupların bir araya geldiği açık bir örnek olduğuna işaret ediyor.

Hizbullah'ın anlatısı

Bu karmaşık ortamda, eski bir soru olan ‘Hizbullah’ın DEAŞ’ın bu ani ortaya çıkışından faydalanıyor mu?’ sorusu yeniden gündeme geldi. Bu sorunun birden fazla cevabı var. Hizbullah sahadaki tüm değişiklikleri mutlak olarak kontrol etme gücüne sahip değilse de sürekli bir terör tehlikesi olduğu söyleminin, silahların Lübnan’ı koruduğu söylemini desteklediği inkâr edilemez.

Öte yandan DEAŞ'ın bu hareketliliğinin, ABD'nin Lübnan devletinden Hizbullah'ı silahsızlandırmak ve güvenlik ve askeri konumunu sona erdirmek için net bir plan ortaya koymasını istediği sürenin bitmesine birkaç gün kala başlaması dikkati çekti. DEAŞ'ın hassas bir dönemde ‘dramatik’ bir şekilde ortaya çıkması ve sahada terör eylemlerinin yapılması, silahların ve İHA’ların ele geçirilmesi, Hizbullah’ın Lübnan'ın güvenliğinin ordunun tek başına caydıramayacağı gruplar tarafından tehdit edildiği yönündeki söylemini güçlendiriyor.

Kritik bir süreç

Siyasi kaynaklara göre Lübnan'da DEAŞ hücrelerinin durdurulmasıyla eş zamanlı olarak Hizbullah, kendisini ve İran'ı DEAŞ hücrelerinin eylemleriyle ilişkilendiren herhangi bir analizi, yerel ve bölgesel siyasi konumuna hizmet edecek şekilde uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu bağlamda Hizbullah’a bağlı medya kuruluşları, soruşturmaların DEAŞ’a bağlı hücrenin İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad’la bağlantısını kanıtladığını ve üyelerinin telefonlarında İsrail istihbaratıyla iletişim kurmak için kullanılan uygulamalar keşfedildiğini iddia eden bir haber yayınladı. Ancak bu iddialara ilişkin henüz resmi bir doğrulama yapılmadı.

Gazeteci Ali el-Emin, söz konusu haberle ilgili yorumunda resmi makamların bu grubun gerçek kimliğini açıklaması gerektiğini ve soruşturma sonuçlarını beklediklerini söyledi. Ancak bunun, bu hücrenin ortaya çıkarılmasının özellikle ateşkes anlaşmasının geri kalan kısmının uygulanması için bir plan hazırlanması konusunda hükümet ve Hizbullah üzerinde baskı yaratan siyasi gelişmelerle bağlantılı olduğu gerçeğini zayıflatamayacağını vurgulayan Emin, “Bu eylem, Hizbullah’ın kendi çevresinde gayri resmi olarak yaydığı, Lübnan ve Hizbullah çevrelerine yönelik terör tehlikesi argümanını güçlendiriyor” dedi. Böyle bir hücrenin çökertilmesinin kritik bir siyasi dönemde bu fikri desteklediğine dikkati çeken Emin, “Bununla birlikte bu hücrenin DEAŞ'a bağlı olduğunu doğrulayan bilgilerin doğruluğu konusunda da birtakım soru işaretleri var. DEAŞ’ın bölgedeki yükselişi ve düşüşü, her zaman Suriye, Irak ve diğer ülkelerde yaşanan bölgesel ve uluslararası çatışmalarla bağlantılıydı ve görevinin sona erdiğine dair işaretler vardı” yorumunda bulundu.

Radikal düşünceleri besleyen ortam

Diğer yandan siyasi analist Ali es-Sibiti, Hizbullah'ın siyasi zamanlamaya göre DEAŞ hücrelerini harekete geçirdiği yönündeki söylentilerin, onun imajını zedelemek ve terörle mücadelede oynadığı gerçek rolü gözden kaçırmak için yapılan bir girişimden ibaret olduğunu öne sürdü.

Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Hizbullah’ın ‘Suriye ve Lübnan'da tekfirci gruplarla mücadelede büyük bedeller ödediğini ve DEAŞ kartını kullanmaya gerek duymadığını, aksine sahada bu gruplara karşı savaştığını söyleyen Sibiti, “DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılmasının zamanlaması ile Hizbullah’ın bu hücreleri kullandığı suçlaması arasında bir bağlantı kurmak, gerçekçi veya güvenlik açısından hiçbir temeli olmayan siyasi bir sonuçtur. Çünkü bu hücrelerin üyelerini tutuklayan ve soruşturmayı yapan devletin yasal kurumlarıdır. Terörle mücadele için etkili bir güvenlik ve siyasi destek olmasaydı, ordunun istihbarat müdürlüğü, karmaşık ve tehlikeli bir ağı yöneten Kasura gibi bir kişiyi tutuklayamazdı” şeklinde konuştu.

Sibiti, son olarak şunları söyledi:

“DEAŞ'ın bugün oluşturduğu tehlike, radikal düşünceleri besleyen ortamın halen var olduğunu teyit ediyor. Fakat bu ortam Hizbullah tarafından yaratılmamış ve onun çıkarlarına da hizmet etmiyor. Aksine, Lübnan'ın düşmanları tarafından Lübnan'a baskı uygulamak için kullanılıyor. Hizbullah ise bu terörizmi beslemek yerine caydırmak için çaba harcıyor.”