ABD, Suriye ve Irak’ta Kürt gurupları korumaktan vazgeçecek mi?

Erbil’in İran destekli milislerin saldırılarını püskürtmek için ABD silahlarına yönelik talebi, bölgesel hesaplar tarafından sekteye uğratılıyor ve SDG açısından durum daha da zorlaşıyor.

Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı yürütülen savaş sırasında Suriye ve Irak’taki Kürt güçlerine silah sağladı (Independent Arabia)
Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı yürütülen savaş sırasında Suriye ve Irak’taki Kürt güçlerine silah sağladı (Independent Arabia)
TT

ABD, Suriye ve Irak’ta Kürt gurupları korumaktan vazgeçecek mi?

Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı yürütülen savaş sırasında Suriye ve Irak’taki Kürt güçlerine silah sağladı (Independent Arabia)
Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı yürütülen savaş sırasında Suriye ve Irak’taki Kürt güçlerine silah sağladı (Independent Arabia)

Gazze’de savaşın başlamasıyla birlikte Uluslararası Koalisyon’un askeri üsleri, kendilerini ‘Irak’taki İslami Direniş’ olarak tanımlayan İran’a bağlı milislerin yönlendirdiği roket güdümlü el bombaları ve patlayıcı insansız hava araçlarıyla yapılan saldırılara karşı savunmasız hale geldi. İlk saldırılar, 17 Ekim 2023’te Irak Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil yakınlarında bulunan el-Harir Hava Üssü’ne, bir diğeri ise Irak’ın batısındaki Ayn’ul Esad üssüne gerçekleşti.

İlan edilen bu oluşumun bu saldırıdan önce herhangi bir faaliyeti yoktu. Ancak bu isim, Sünni grupların Irak’ı işgal eden ABD askerlerine ve araçlarına saldırdığı 2003 yılında faaliyete geçen Sünni silahlı grupların adıyla örtüşüyor. Fakat daha sonra İran destekli Şii grupların ülkedeki Arap bölgelerinin çoğunun kontrolünü ele geçirmesiyle bu grubun faaliyetleri azaldı ve ortadan kayboldu.

Aynı şekilde Irak’taki mevcut İslami Direniş, aynı zamanda DEAŞ örgütünün 2014 yılında Irak’ta geniş alanları kontrol etmesi üzerine oluşturulmuş Haşdi Şabi oluşumlarından doğan etkili örgütleri içeriyor. Bu örgütlere, örgüte karşı savaşta Irak askeri ve güvenlik güçlerine destek sağlamak için Irak Şii otoritesi Ali es-Sistani’nin daveti üzerine kurulmasının ardından yasal şeklini alan diğer oluşumlara ek olarak Irak Hizbullah Tugayları, en-Nuceba Hareketi ve Ashab-ul Ehlul Hak gibi örgütler örnek gösterilebilir.

Irak oluşumundaki hizipler, İran’ın hareket ve faaliyetleriyle hiçbir ilgisinin olmadığını, amaçlarının işgalci ABD’yi ülkeden çıkarmak olduğunu belirtmesine rağmen bölgesel konulardaki gözlemciler ve uzmanlar, Irak’taki İslami Direniş’in, İran Devrim Muhafızları bünyesindeki Kudüs Gücü ile bağlantılı olduğuna ve talimatlarını ondan aldığına dikkati çekti. Aynı şekilde İran da Ortadoğu’daki ABD üslerini ve çıkarlarını hedef alan herhangi bir saldırının arkasında olduğunu yalanlarken, Yemen’deki Ensarullah Husi hareketinin ve Lübnan’daki Hizbullah’ın da aralarında bulunduğu bu hiziplerin, saldırı düzenleme konusunda kendi bağımsız kararları olduğunu savunuyor.

İsminden de anlaşılacağı üzere yeni oluşturulan bu askeri yapı, bölgedeki ABD üslerine 170’e yakın saldırı düzenleyerek, özellikle Ürdün'ün kuzeydoğusundaki Kule-22 mevkiinde 3 ABD askerinin ölümüne ve onlarcasının yaralanmasına neden oldu. Ancak bu saldırılar, aynı zamanda hem Suriye’nin kuzeydoğusunda hem de hedef alınan ABD kuvvetlerinin üs ve noktalarının bulunduğu Irak Kürdistanı bölgesinde Kürt savaşçıların ölümüne ve yaralanmasına da yol açtı.

Bölgedeki baskı

Özellikle 15 Ocak’ta İran Devrim Muhafızları’nın Erbil’deki bir yerleşim bölgesine balistik füzelerle saldırmasıyla Kürdistan bölgesi üzerindeki baskı iki katına çıktı. Devrim Muhafızları, bu alanın İsrail Mossad’ının bölgedeki karargâhı olduğunu iddia ediyor. Ancak saldırı, hedeflenen evde çalışan bir hizmetlinin yanı sıra Kürt bir iş adamı, kızı ve misafir edilen başka bir iş adamının da ölümüyle sonuçlandı. Bu durum, bölge tarafından hem resmi hem de halk düzeyinde kınandı ve İran’ın bölgedeki saldırganlığı olarak değerlendirildi.

Irak Kürdistanı’nın Iraklı milisler aracılığıyla İran- ABD hesaplaşmasının yapıldığı bir arenaya dönüşmesiyle birlikte Peşmerge karargâhları ve merkezleri ile Süleymaniye yakınındaki Kormor gaz sahası gibi hayati tesisler bu milislerin hedefi haline geldi. Bu durum bölgede öfkeli tepkilere yol açtı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Mesrur ​​Barzani’ye göre bu tekrarlanan saldırılar, bölgenin bütünlüğünü baltalamayı amaçlayan girişimler olarak nitelendirildi.

Artan destek ve koruma

Barzani, 8 Şubat’ta ABD merkezli NBC kanalına verdiği bir röportajda, ABD’ye daha fazla askeri, ekonomik ve siyasi yardım çağrısında bulundu. Barzani ayrıca, “Çünkü şu anda karşı karşıya olduğumuz zorluklar, birlikte karşılaştığımız DEAŞ tehditlerinden farklı ve ABD’den daha fazla yardım almayı bekliyoruz” açıklamasında bulundu.

Bu açık çağrı, özellikle Peşmerge’nin elindeki silahların niteliğinin bu saldırıları püskürtebilecek veya bölgelerindeki hayati üsleri ve tesisleri koruyabilecek gibi görünmemesi nedeniyle, bölgenin bu saldırılardan hissettiği tehdidin düzeyini ortaya koyuyor. Sayıları yaklaşık 170 bin olan bu savaşçıların, 160 bin çeşitli Kürt polisi ve 5 bin terörle mücadele kuvvetinin yanında, Batılı ve Doğulu olmak üzere iki tür silahı var. Ayrıca bunlar, 1991’den önce dağlarda Saddam Hüseyin rejimine karşı birlikte savaştıkları kişilerdi. Aynı şekilde Irak güçlerinin 2003 yılında Kuzey Irak’taki Kürt bölgelerinin yanı sıra Musul, Kerkük ve Diyala’daki büyük kamplardan çekilmesinin ardından mühimmat ve teçhizat elde ettiler. Bu teçhizatların arasında, bireysel silahlar, bir dizi ağır ve hafif top, T55 ve T62 türü tanklar ve askeri araçlar da vardı.

Batı silahlarına gelince; bunlar, 2014 yılında DEAŞ’a karşı yürütülen savaşta askeri yardım olarak sağlanan Humvee araçları ve tanksavar füzeleriydi. Uçaksavar silahları ise Peşmerge güçlerinin dağlık bölgelerde önceki Irak rejimlerine karşı devrimlerde kullandığı Sovyet döneminden kalma 37 mm otomatik tüfeklerdi. Bölgede gelişmiş bir hava savunma sistemi bulunmuyor. Irak’ın her yerinde olduğu gibi hava sahasını denetleyecek radar sistemlerinin yokluğundan bahsetmeye ise gerek dahi yok. Bölge semaları, savaş uçakları ve insansız hava araçlarına maruz kalıyor. Aynı şekilde Irak Kürdistanı’nın askeri ve güvenlik işleri uzmanı Korgeneral Cabbar Yaver’e göre Irak Kürdistanı’nda Süleymaniye ile Erbil arasında dağıtılmış, terörle mücadele ve trafik polisine bağlı ve yalnızca ulaşım amacıyla kullanılan yaklaşık 20 helikopter bulunuyor.

Peşmerge saha deneyimi

Onlarca yıl boyunca önceki Irak rejimlerine karşı yüzlerce savaşta yer alan bir askeri güç olarak uzun geçmişine rağmen bu, bir gerilla savaşı biçimindeydi. 2014 yılında ön saflarda DEAŞ’a karşı verilen uzun savunma savaşında deneyim kazanırken, İran sınırındaki Hanekin’den Suriye sınırındaki Süheyle ve Sincar’a kadar uzunluğu yaklaşık bin 200 kilometreye ulaştı. Bu bağlamda Korgeneral Yaver, bunun DEAŞ’ın bölgeye girmesini önlemek için uzun bir savunma hattını genişletme konusunda Peşmerge açısından türünün ilk deneyimi olduğuna dikkati çekti. Bu savaş, aynı zamanda ona şehirlerde savaşma, bombalı araçlara ve intihar bombacılarına karşı koyma deneyimini de kazandırdı ve koalisyon güçlerinin eğitmenleri de bu deneyimin kazanılmasına katkıda bulundu. Bu çatışmalarda Peşmerge’den yaklaşık bin 810 kişi ölürken 10 bin 740 savaşçı da yaralandı.

Korunma ihtiyacı

Askeri ve güvenlik uzmanı, bölge başbakanının ABD’den askeri yardım istemesinin nedenlerini, bölgeye yakın alanlarda DEAŞ hücre faaliyetlerinden ve bölge topraklarında PKK’nın eylemlerinden kaynaklanan bir dizi somut askeri ve güvenlik baskısından kaynaklandığını söyledi. Uzman ayrıca, İran’ın da uçak veya füzeleriyle bölgenin çeşitli yerlerini bombaladığını ve son olarak bölgenin, İran’a bağlı milislerin hedef olduğunu dile getirdi.

Bağdat ile Kürtler arasındaki anlaşmazlıklar, özellikle muhaliflerin bu anlaşmazlıklardan yararlanması ve dolayısıyla bölgenin mevcut imajını etkilemesi nedeniyle Irak Kürdistanı üzerindeki bu baskıların güçlenmesinin nedeni gibi görünüyor. Yaver’e göre iki ana Kürt partisinin kendi güçlerine sahip olması ve Peşmerge Bakanlığı’nda birleşmemiş olmaları, 1994- 1998 yıllarında olduğu gibi, aralarında doğrudan çatışma çıkması korkusu nedeniyle halk için sürekli bir endişe kaynağı.

Bağdat’tan Erbil’e engel

Barzani’nin talebi Erbil- Bağdat ilişkilerine dair soru işaretlerine yol açıyor. Merkez ile bölge arasındaki federal ilişkinin biçimini belirleyen anayasanın belirleyici bir faktör olmasına rağmen yaklaşık yirmi yıldır bu ilişkide barış ve istikrar sağlanamadı. Kürt yazar ve siyaset araştırmacısı Keffah Mahmud, 2005 yılında kabul edilen Irak Anayasası’nda Peşmerge güçlerinin Irak askeri sisteminin önemli bir parçası olarak kabul edildiğine dikkat çektiği açıklamasında şunları söyledi:

“Bu, diktatörlük rejimleriyle mücadelede ulusal ve mesleki geçmişi olan en eski düzenli askeri kurumlardan biridir. O tarihten bu yana federal hükümet bu güçlere silah, teçhizat ve para desteği sağlamadı. Aksine ne yazık ki tam tersi oldu; onları ihmal etti, yabancı güç olarak gördü ve onlarla savaşlarda çatıştı. Silahları Bağdat üzerinden gönderen Uluslararası Koalisyon’un kendisine ulaşmasının engellenmesinden ve oradaki etkili tarafların, özellikle 2014’ten sonra terörle savaşta bu silahların ulaşmasını engellemeye veya milislere vermeye çalıştıklarından bahsetmiyorum bile…”

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre yardımların ulaştırılmasındaki bu engellemeyle ABD ve Uluslararası Koalisyon, Peşmergelerin eğitim ve silahlandırılmasına katkıda bulundu. Bu silahların büyük bir kısmı savunma silahları, zırhlı araçlar ve ulaşım araçlarıdır. Bu güçlerin, İran ve Irak’taki milisleri tarafından haftalık olarak fırlatılan insansız hava araçlarına ve füzelere direnmek için hâlâ gelişmiş ve kaliteli silahlara ihtiyacı var.

Kürt araştırmacı, ülkenin istikrarsızlığını ve bağımsızlığını ‘İran’ın Bağdat hükümeti üzerindeki doğrudan nüfuzuna ve bu durumun sorunların çözümüne engel teşkil etmesine’ bağlarken, “Bu milisler, ülkenin anayasal demokratik federal sistemini hiçe sayarak bölgeyi kuşatmaya, ilerlemesini engellemeye ve hatta ortadan kaldırmaya çalışıyor” dedi.

Kürt partilerinin haritası

Irak Kürt bölgesi, İkinci Körfez Savaşı’nın ardından 1991’den bu yana Irak haritasında gerçek bir rol oynadı. Askeri oluşumlar ve siyasi partiler, iç savaşa yol açan uzun yıllar süren anlaşmazlıklardan geçerek, Saddam Hüseyin rejimi güçlerinin üç ana vilayette (Süleymaniye, Erbil ve Duhok) geri çekildiği alanlar üzerindeki kontrollerini genişletmeyi başardılar. Madeleine Albright liderliğindeki ABD Dışişleri Bakanlığı, 1998 yılında bölgedeki iki ana partinin liderleri Mesut Barzani ile Celal Talabani arasında uzlaşı ve anlaşmaya varmayı başarmıştı. Daha sonra bölgenin iki parti (Kürdistan Demokratik Partisi-KDP ve Kürdistan Yurtseverler Birliği-KYB) tarafından ortaklaşa ve bölgedeki etnik ve dini unsurlar da dahil olmak üzere diğer partilerin katılımıyla bir hükümet ve parlamento aracılığıyla yönetilmesi konusunda mutabakata varıldı. Bölgenin şekli de siyasi organları aracılığıyla gelişti ve 2003 Irak Savaşı’ndan sonra yeni Irak anayasasında onaylandı.

Bölgedeki ana parti olarak kabul edilen KDP, 1946 yılında partinin şu anki lideri Mesud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani önderliğinde kuruldu. Ardından Celal Talabani liderliğinde 1975 yılında kurulan KYB geldi. Keldanileri, Süryanileri, Türkmenleri ve Ermenileri temsil eden diğer milliyetçi partilerin yanı sıra sol ve İslami partiler de mevcut. Aynı şekilde bloklar ve bağımsız isimler arasında dağılmış 111 üyeden oluşan bölgesel parlamento da bu parti oluşumunun imajını yansıtıyor. Aynı şekilde parlamentonun mevcut oturumunun anayasal olarak görev süresinin sonu olduğu kabul ediliyor ve yaklaşan seçimler bekleniyor.

Durum Suriye’de daha zayıf

Suriye’de Kürt siyasi sahnesi Irak Kürdistanı’na göre daha zayıf görünüyor. Uzmanlara göre Kürt milliyetçi siyasi hareketi, nesnel ve öznel nedenlerle Kürtleri ülke anayasasına dahil etmeyi başaramadı. Ayrıca 1957’de ilk Suriye Kürt partisini kurdu. Ancak 2011 yılında ülkede yaşanan krizin ardından Halk Savunma Birlikleri’nin siyasi kanadı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD), Kürt siyaset sahnesinde ön plana çıktı. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin siyasi arayüzünü temsil eden Suriye Demokratik Konseyi’nin yanı sıra Özerk Yönetim’in en önemli bileşeni olarak kabul ediliyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrol ettiği tüm bölgeleri kapsayan bir bölgeye dönüştü. Bu, yasaları onaylayan ve Özerk Yönetim’in çalışmalarını düzenleyen bir parlamento olarak kabul edilen Kuzeydoğu Suriye Bölgesi Demokratik Halk Konseyi’nin geçen aralık ayında yeni toplumsal sözleşmeyi onaylamasının ardından gelişti. Toplumsal sözleşme metnine göre halkların temsilcileri, Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler, Çerkezler ve Çeçenler olup kadınların oranı yüzde 50’dir. Aynı zamanda Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi çatısı altında Müslüman, Hıristiyan, Ezidiler ve diğerleri gibi ideolojik ve kültürel grupları da temsil ediyor.

Kürt siyasi oluşumu olan Kürt Ulusal Konseyi, Özerk Yönetime karşı çıkan bir taraf iken ABD himayesindeki Özerk Yönetim ve SDG lideri ile uzun müzakerelere girdi. Ancak bu müzakereler sonuç vermedi ve 2020 yılı sonunda durduruldu.

Suriye’nin kuzeyi ve doğusu, 13 yıldır karmaşık askeri ve güvenlik sorunları yaşıyor. Bunların başında 2012 sonundan bu yana Suriyeli silahlı gruplarla yaşanan çatışmalar ve ardından SDG’nin DEAŞ’a karşı yürüttüğü ve artık hücreleriyle mücadeleye ve 10 binden fazla DEAŞ savaşçısının bulunduğu hapishanelerin yanı sıra DEAŞ mensuplarının Suriyeli ve yabancı ailelerinin yaşadığı el-Hol ve Roj kamplarını kontrol etmeye dönüşen savaş geliyor. Aynı şekilde Türkiye destekli grupların ön saflarında da neredeyse her gün çatışmalar yaşanıyor. SDG liderliği, askeri merkezler ve hayati tesisleri son dönemde Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının operasyonlarında hedef haline geliyor.

Geçtiğimiz yaz Deyrizor kırsalında yaşanan olaylar, SDG’nin yürüttüğü çatışmaya yeni bir boyut kazandırdı. SDG tarafından Suriye rejimi ve İranlı milislerle bağlantılı olduğu değerlendirilen aşiret grupları, SDG mevzilerine saldırılar düzenledi. Son olarak bölgedeki ABD üslerine yönelik füze savaşlarının yanı sıra SDG’ye ait bir bölge hedef alındı. Saldırı, SDG’ye mensup altı unsurun ölmesine ve onlarcasının yaralanmasına yol açtı.

SDG savunma desteği istiyor

Son olayın ardından SDG lideri Mazlum Abdi, ABD’ye kamplarını korumak için daha fazla hava savunması konuşlandırması çağrısı yaptı. Abdi, İran milislerinin askeri akademiye saldırısını tehlikeli bir gelişme olarak nitelendirdi.

Bu talepler ve karmaşık askeri ortam hakkında yorum yapan PYD Halkla İlişkiler Bürosu Eş Başkanı Sihanuk Dibo, SDG’nin güç ve birlik halinde hayatta kalmasının, DEAŞ’ın hayatta kalmasını ve zayıflamamasını isteyenler dışında herkesin çıkarına olduğunu savundu. Dibo, SDG güçlerine ileri düzeyde silah sağlanmasının doğru bir stratejik tercih olduğunu vurguladı.

Dibo, DEAŞ’ın tamamen ortadan kaldırılması, üyelerinin yargılanması ve örgüt ailelerinin topluma yeniden kazandırılması için birçok olanağın sağlanmasının önemli bir stratejik gereklilik olduğunu dile getirdi. Aynı zamanda Suriye krizine 2254 sayılı uluslararası karara dayanan siyasi bir sürece göre çözüm bulunmasının acilen gerekli olduğunu vurgulayan Dibo, “Ancak Özerk Yönetim ve SDG’nin Suriye siyasi sürecine ciddi katılımı ve müdahalesi olmadan bu mümkün değil” dedi.

Sihanuk Dibo sözlerini şöyle sürdürdü:

“Terörizme karşı Uluslararası Koalisyon ile SDG arasındaki ortaklığın sadece askeri boyutla sınırlı kalmayıp bunun ötesine geçerek siyasi ve ekonomik boyutunun yanı sıra tekrarlanan teröre tamamen son verilmesini sağlayacak diğer boyutları da kapsayacak şekilde geliştirilmesi önemlidir.”

Washington’ın karmaşık hesaplamaları

Kürtlerin hem Irak Kürdistanı hem de Kuzeydoğu Suriye’deki umutları ve talepleri zor görünüyor. Türkiye ve Irak hükümeti gibi müttefikleriyle ilgili olan koşullar, Kürt güçlerinin doğası ve Washington’un bakış açısından görevleriyle ilgili olan koşullar da dahil olmak üzere karmaşık ABD hesaplamalarına tabi olarak değerlendiriliyor.

Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Schenker, Kürt Çalışmaları Merkezi’nin düzenlediği sempozyumda Independent Arabia’ya verdiği röportajda, Irak Kürdistan bölgesiyle ilgili bu adımın atılmasının Irak hükümeti aracılığıyla gerçekleşmesi gerektiğini ve bu silahların gönderilmesinin ABD Kongresi’nin onayına tabi olması gerektiğini vurguladı. Schenker sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bildiğimiz gibi Irak hükümeti ile Irak Kürdistanı arasındaki ilişkiler bugün en iyi durumda değil. Eğer hükümet bu silahları ele geçirirse, bunlarla ne yapabileceklerini, nasıl kullanacaklarını bilmiyoruz. Örneğin İran müdahalesine karşı kullanamayabilirler.”

Schenker, SDG ile ilgili olarak da şunları söyledi:

“Washington açısından düzensiz silahlı bir grup olduğu için bu konu, yönetmelik ve kanunlar açısından net değil. Patriot sistemleri pahalı. ABD hükümetinin bu anlaşmayı tamamlayıp tamamlayamayacağı, konunun Ankara’yı kızdırıp kızdırmayacağı, bu tür sistemlerin SDG’ye teslimi ve kullanılması konusunda anlaşmaya varılıp varılmayacağı belli değil.”

*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



Suriye'nin Humus kentindeki bir camide patlama: 8 ölü, saldırıyı Saraya Ensar el-Sünne üstlendi

Patlama sonucu Suriye’nin orta kesimindeki Humus kentinde bulunan bir caminin içinde meydana gelen yıkım (SANA)
Patlama sonucu Suriye’nin orta kesimindeki Humus kentinde bulunan bir caminin içinde meydana gelen yıkım (SANA)
TT

Suriye'nin Humus kentindeki bir camide patlama: 8 ölü, saldırıyı Saraya Ensar el-Sünne üstlendi

Patlama sonucu Suriye’nin orta kesimindeki Humus kentinde bulunan bir caminin içinde meydana gelen yıkım (SANA)
Patlama sonucu Suriye’nin orta kesimindeki Humus kentinde bulunan bir caminin içinde meydana gelen yıkım (SANA)

Suriye’nin orta kesimindeki Humus’ta, Alevi çoğunluğun yaşadığı bir mahallede bulunan camide cuma namazı sırasında meydana gelen patlamada en az sekiz kişi hayatını kaybetti. Saldırıyı Saraya Ensar el-Sünne üstlenirken, yetkililer faillerin hesap vereceğini bildirdi.

Bu saldırı, geçiş yönetiminin yaklaşık bir yıl önce iktidara gelmesinden bu yana bir ibadethaneyi hedef alan ikinci saldırı oldu. Haziran ayında Şam’da bir kilisede düzenlenen intihar saldırısında 25 kişi yaşamını yitirmiş, o saldırıyı da yine aşırıcı Saraya Ensar el-Sünne üstlenmişti.

Suriye İçişleri Bakanı Enes Hattab, Humus’taki patlamanın arkasındaki tarafın “kim olursa olsun” adalet önüne çıkarılacağını belirterek, saldırının Suriye’de güvenlik ve istikrarı sarsmayı hedeflediğini söyledi. İbadethanelerin hedef alınmasını “alçakça ve korkakça bir eylem” olarak niteledi.

Şarku’l Avsat’ın Resmi Suriye Haber Ajansı SANA’dan aktardığı habere göre ülkenin üçüncü büyük kenti Humus’ta Vadi ez-Zeheb Mahallesi’ndeki İmam Ali bin Ebu Talib Camii’nde meydana gelen patlamada sekiz kişi hayatını kaybederken 18 kişi yaralandı.

Patlamada başı ve sırtı şarapnel parçalarıyla yaralanan ve Humus’taki Karam el-Luz Hastanesi’nde tedavi gören 47 yaşındaki Usame İbrahim, AFP’ye, “Cuma namazındaydım; yalnızca güçlü bir patlama ve yoğun bir basınç duydum” dedi. Başındaki bandajları işaret eden İbrahim, “Her yer gözümde kıpkırmızı oldu… Yere düştüm, başımdan kan aktığını gördüm… O an ne olduğunu anlayamadım” diye konuştu. Kan izleri arasında caminin kapısına doğru ilerlediğini, cemaatten yükselen çığlıklar ve inlemeler eşliğinde gençler tarafından hastaneye götürüldüğünü anlattı.

İçişleri Bakanlığı, “terör saldırısının” namaz sırasında gerçekleştiğini belirterek, “ilgili birimlerin failleri yakalamak üzere soruşturma ve delil toplama çalışmalarına başladığını” açıkladı.

Saraya Ensar el-Sünne, Telegram’da yayımladığı mesajda, “Sarayâ Ensar el-Sünne mücahitleri, başka bir gruptan mücahitlerle birlikte, Nusayrilere ait Ali bin Ebu Talib içinde bir dizi patlayıcıyı infilak ettirdi” ifadelerini kullandı. Beşar Esad yönetiminin 2024 sonunda devrilmesinin ardından kurulduğunu belirten grup, “Saldırılarımız artarak sürecek ve tüm kâfirler ile mürtedleri hedef alacak” dedi.

SANA’nın bir güvenlik kaynağına dayandırdığı habere göre, ilk bulgular patlamanın cami içine yerleştirilen patlayıcı düzeneklerden kaynaklandığını gösteriyor. Olay yerinden yayımlanan görüntülerde, caminin bir köşesindeki duvarın alt kısmında bir gedik, duvarın bir bölümünü kaplayan siyah duman izleri, etrafa saçılmış halı parçaları ve kitaplar ile kırılmış pencere camları görüldü. Güvenlik güçleri caminin çevresini kordon altına aldı; içerideki ekipler, patlamanın olduğu alanı kırmızı şeritle çevreledi.

“Etrafımda şarapnel parçaları”

Ayağından yaralanan ve hastanede tedavi gören seyyar kitap satıcısı 38 yaşındaki Gadi Maruf da AFP’ye, patlamanın imamın hutbe için minbere çıkmasıyla meydana geldiğini söyledi. Maruf, “Çok büyük bir patlamaydı; etrafımda şarapnel parçalarının uçuştuğunu gördüm” dedi.

Suriye Dışişleri Bakanlığı, yayımladığı açıklamada “korkakça suç eylemini” kınayarak, bunun “güvenliği ve istikrarı bozma, Suriye halkı arasında kaos yayma girişimlerinin bir parçası” olduğunu vurguladı. Açıklamada, “terörle her tür ve biçimde mücadele” konusundaki kararlılık yinelenirken, “bu tür suçların devletin güvenliği tesis etme, vatandaşları koruma ve failleri hesap verme çabalarını durduramayacağı” ifade edildi.

Riyad, Beyrut ve Amman başta olmak üzere birçok başkent saldırıyı kınadı. Saldırı, son aylarda yaşanan şiddet olaylarının ardından Suriye’deki azınlıkların endişelerini artırdı.

sx scx
Patlama sonucu Humus’un Vadi ez-Zeheb Mahallesi’ndeki İmam Ali bin Ebu Talib Camii’nin içinde meydana gelen yıkım görülüyor (SANA)

Sünni çoğunluğa sahip Humus’ta Alevi çoğunluklu mahalleler de bulunuyor. 2011’de başlayan Suriye iç savaşının ilk yıllarında şiddetli çatışmalara sahne olan kentte, geçen ay kırsaldaki bir köyde bir çiftin öldürülmesinin ardından mezhepsel gerginlik ve çatışmalar yaşanmış; çiftin aşireti suçu Alevilere atfetmişti. Ancak İçişleri Bakanlığı daha sonra olayın adli saiklerle işlendiğini açıklamıştı.

Bu cinayetin ardından Lazkiye kıyı kentinde ve Alevi çoğunluklu diğer bölgelerde binlerce Alevi, Humus ve başka yerlerde azınlıklara yönelik saldırıları protesto etmişti. Esad yönetiminin devrilmesinden bu yana, Esad’ın mensubu olduğu Alevi topluluğuna yönelik saldırıların arttığı belirtiliyor.

Mart ayında Suriye kıyı kesiminde mezhepsel arka planlı şiddet olaylarında, Suriye medyasına göre çoğu Alevi olmak üzere yaklaşık 1700 kişi hayatını kaybetti. Yetkililerce görevlendirilen bir soruşturma komisyonu, Temmuz ayında, şiddet olaylarına karıştığı şüphesi bulunan 298 kişinin kimliğinin belirlendiğini; isimleriyle birlikte 1426 Alevinin yanı sıra 238 güvenlik ve ordu mensubunun öldürüldüğünü açıkladı.

Gözaltındakilerin serbest bırakılması

Şiddet olaylarından önce ve sonra, eski yönetimle bağlantı iddiasıyla Alevi çoğunluklu bölgelerde geniş çaplı gözaltılar yapılmıştı. Resmî Suriye televizyonu, cuma günü Lazkiye’de “savaş suçlarına karışmadıkları tespit edilen” 70 kişilik ilk grubun serbest bırakıldığını, devamının geleceğini duyurdu.

Temmuz ayında, güneydeki Süveyda vilayetinde Dürzi azınlığa yönelik mezhepsel şiddet olaylarında, Suriye medyasına göre 789’u Dürzi sivil olmak üzere iki binden fazla kişi hayatını kaybetti. Haziran ayında ise Şam’ın Duveyla semtindeki Mar İlyas Kilisesi’nde namaz sırasında düzenlenen intihar saldırısında 25 kişi ölmüştü. Yetkililer, ülkede birlikte yaşamı ve tüm bileşenlerin korunmasını vurgulamayı sürdürüyor.

Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Esad’ın devrilmesinin birinci yıl dönümünde yaptığı konuşmada, “güçlü bir Suriye” inşa etmek için Suriyelilerin çabalarını birleştirmesinin önemine dikkat çekti ve halkın fedakârlıklarına “yakışır” bir gelecek çağrısı yaptı. İktidardaki ilk yılını geride bırakan Şara, yönetimini pekiştirmek için çeşitli adımlar atsa da, ülkenin birliğini koruma ve güvenliği tüm topraklarda tesis etme konusunda ciddi bir sınavla karşı karşıya bulunuyor.


İsrail polisi: Filistinlilerin saldırısında iki kişi öldü

İsrail polis araçları, Batı Şeria'da düzenlenen bir baskın sırasında (Arşiv-Reuters)
İsrail polis araçları, Batı Şeria'da düzenlenen bir baskın sırasında (Arşiv-Reuters)
TT

İsrail polisi: Filistinlilerin saldırısında iki kişi öldü

İsrail polis araçları, Batı Şeria'da düzenlenen bir baskın sırasında (Arşiv-Reuters)
İsrail polis araçları, Batı Şeria'da düzenlenen bir baskın sırasında (Arşiv-Reuters)

İsrail yetkilileri bugün, kuzey İsrail'de bir Filistinli tarafından gerçekleştirilen bıçaklı ve araçla saldırıda iki kişinin öldüğünü açıkladı.

 İşgal altındaki Batı Şeria'da İsrail polisi (Reuters)Batı Şeria'da İsrail polisi (Reuters)

İsrail acil servisleri, yaklaşık 68 yaşında bir adamın araç çarpması sonucu hayatını kaybettiğini bildirdi.

İsrail kamu yayın kuruluşu Kan ise yaklaşık 20 yaşında bir kadının bıçaklanarak öldürüldüğünü duyurdu.

 Ayrıca, iki kişinin de hafif yaralandığı belirtildi.

İsrail polisi, şüpheli saldırganın işgal altındaki Batı Şeria'da yaşayan bir Filistinli olduğunu açıkladı.

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, orduya saldırganın memleketi olan Batı Şeria'daki Kabatiye kasabasında operasyon başlatma emri verdi.

Ofisinden yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Savunma Bakanı Yisrael Katz, cani teröristin geldiği Kabatiye’ye karşı İsrail ordusuna güçlü ve derhal harekete geçme talimatı verdi. Amaç, tüm teröristleri tespit edip etkisiz hale getirmek ve kasabadaki terörist altyapıyı çökertmektir."


Suriye Dışişleri Bakanlığı: SDG ile yapılan görüşmeler somut sonuç vermedi

Kamışlı şehrinde düzenlenen askeri geçit töreninde SDG mensupları, (Arşiv- Reuters)
Kamışlı şehrinde düzenlenen askeri geçit töreninde SDG mensupları, (Arşiv- Reuters)
TT

Suriye Dışişleri Bakanlığı: SDG ile yapılan görüşmeler somut sonuç vermedi

Kamışlı şehrinde düzenlenen askeri geçit töreninde SDG mensupları, (Arşiv- Reuters)
Kamışlı şehrinde düzenlenen askeri geçit töreninde SDG mensupları, (Arşiv- Reuters)

Suriye Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir yetkili bugün yaptığı açıklamada, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yapılan görüşmelerin henüz somut sonuç vermediğini belirterek, ülkenin kuzeydoğusundaki kurumların devlet kurumlarına entegre edilmesi konusundaki söylemlerin, icraat adımları atılmadan teorik ifadelerden ibaret kaldığını kaydetti.

Suriye Haber Ajansı'na (SANA) konuşan kaynak, Suriye'nin birliğine yapılan tekrarlanan vurgunun, ülkenin kuzeydoğusundaki gerçeklikle çeliştiğini, burada devlet çerçevesinin dışında ayrı ayrı yönetilen idari, güvenlik ve askeri kurumların bulunduğunu ve bunun da sorunu çözmek yerine "bölünmeyi sürdürdüğünü" söyledi.

 SDG mensupları, Suriye'nin kuzeydoğusunda (AFP)SDG mensupları, Suriye'nin kuzeydoğusunda (AFP)

Sözlerine şöyle devam etti: "SDG liderliğinin Suriye devletiyle diyaloğun devam edeceğine dair sürekli işaretlerine rağmen, bu görüşmeler somut sonuçlar vermedi. Bu söylemin, gerçek bir durgunluk ve uygulamaya geçme konusunda gerçek bir irade eksikliği ışığında, medya amaçlı ve siyasi baskıları absorbe etmek için kullanıldığı görülüyor."

Sözlerine şöyle sürdürdü: “Kuzeydoğu Suriye'deki kurumların devlet kurumlarına entegre edilmesiyle ilgili konuşmalar, somut adımlar veya net zaman çizelgelerinden yoksun, teorik ifadeler alanında kalmıştır. Bu durum, SDG ile imzalanan 10 Mart anlaşmasına olan bağlılığın ciddiyeti konusunda şüpheler uyandırıyor.”

Petrol dosyasına gelince, Dışişleri Bakanlığı'ndaki resmi kaynak, SDG liderliğinin petrolün tüm Suriyelilere ait olduğu yönündeki tekrarlanan iddialarının, “devlet kurumları içinde yönetilmediği ve gelirleri genel bütçeye dahil edilmediği sürece” güvenilirliğini kaybettiğini belirtti.

Şarku’l Avsat’ın SANA’dan aktardığına göre kaynak, görüşlerin yakınlaşmasından bahsetmenin, “zaman sınırlı uygulama mekanizmalarına sahip net, resmi anlaşmalara dönüştürülmedikçe anlamsız kaldığını” vurguladı.

Ayrıca, askeri dosyadaki anlaşmalardan bahsetmenin, "Suriye ordusu çerçevesinin dışında, bağımsız liderliğe ve yabancı bağlara sahip silahlı grupların varlığının devam etmesiyle bağdaşmadığını, bunun egemenliği zayıflattığını ve istikrarı engellediğini" ifade etti.

Suriye Dışişleri Bakanlığı kaynağı, aynı durumun "sınır geçişlerinin tek taraflı kontrolü ve bunların pazarlık kozu olarak kullanılması için de geçerli olduğunu, bunun da ulusal egemenlik ilkelerine aykırı olduğunu" belirtti.