ABD, Suriye ve Irak’ta Kürt gurupları korumaktan vazgeçecek mi?

Erbil’in İran destekli milislerin saldırılarını püskürtmek için ABD silahlarına yönelik talebi, bölgesel hesaplar tarafından sekteye uğratılıyor ve SDG açısından durum daha da zorlaşıyor.

Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı yürütülen savaş sırasında Suriye ve Irak’taki Kürt güçlerine silah sağladı (Independent Arabia)
Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı yürütülen savaş sırasında Suriye ve Irak’taki Kürt güçlerine silah sağladı (Independent Arabia)
TT

ABD, Suriye ve Irak’ta Kürt gurupları korumaktan vazgeçecek mi?

Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı yürütülen savaş sırasında Suriye ve Irak’taki Kürt güçlerine silah sağladı (Independent Arabia)
Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’a karşı yürütülen savaş sırasında Suriye ve Irak’taki Kürt güçlerine silah sağladı (Independent Arabia)

Gazze’de savaşın başlamasıyla birlikte Uluslararası Koalisyon’un askeri üsleri, kendilerini ‘Irak’taki İslami Direniş’ olarak tanımlayan İran’a bağlı milislerin yönlendirdiği roket güdümlü el bombaları ve patlayıcı insansız hava araçlarıyla yapılan saldırılara karşı savunmasız hale geldi. İlk saldırılar, 17 Ekim 2023’te Irak Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil yakınlarında bulunan el-Harir Hava Üssü’ne, bir diğeri ise Irak’ın batısındaki Ayn’ul Esad üssüne gerçekleşti.

İlan edilen bu oluşumun bu saldırıdan önce herhangi bir faaliyeti yoktu. Ancak bu isim, Sünni grupların Irak’ı işgal eden ABD askerlerine ve araçlarına saldırdığı 2003 yılında faaliyete geçen Sünni silahlı grupların adıyla örtüşüyor. Fakat daha sonra İran destekli Şii grupların ülkedeki Arap bölgelerinin çoğunun kontrolünü ele geçirmesiyle bu grubun faaliyetleri azaldı ve ortadan kayboldu.

Aynı şekilde Irak’taki mevcut İslami Direniş, aynı zamanda DEAŞ örgütünün 2014 yılında Irak’ta geniş alanları kontrol etmesi üzerine oluşturulmuş Haşdi Şabi oluşumlarından doğan etkili örgütleri içeriyor. Bu örgütlere, örgüte karşı savaşta Irak askeri ve güvenlik güçlerine destek sağlamak için Irak Şii otoritesi Ali es-Sistani’nin daveti üzerine kurulmasının ardından yasal şeklini alan diğer oluşumlara ek olarak Irak Hizbullah Tugayları, en-Nuceba Hareketi ve Ashab-ul Ehlul Hak gibi örgütler örnek gösterilebilir.

Irak oluşumundaki hizipler, İran’ın hareket ve faaliyetleriyle hiçbir ilgisinin olmadığını, amaçlarının işgalci ABD’yi ülkeden çıkarmak olduğunu belirtmesine rağmen bölgesel konulardaki gözlemciler ve uzmanlar, Irak’taki İslami Direniş’in, İran Devrim Muhafızları bünyesindeki Kudüs Gücü ile bağlantılı olduğuna ve talimatlarını ondan aldığına dikkati çekti. Aynı şekilde İran da Ortadoğu’daki ABD üslerini ve çıkarlarını hedef alan herhangi bir saldırının arkasında olduğunu yalanlarken, Yemen’deki Ensarullah Husi hareketinin ve Lübnan’daki Hizbullah’ın da aralarında bulunduğu bu hiziplerin, saldırı düzenleme konusunda kendi bağımsız kararları olduğunu savunuyor.

İsminden de anlaşılacağı üzere yeni oluşturulan bu askeri yapı, bölgedeki ABD üslerine 170’e yakın saldırı düzenleyerek, özellikle Ürdün'ün kuzeydoğusundaki Kule-22 mevkiinde 3 ABD askerinin ölümüne ve onlarcasının yaralanmasına neden oldu. Ancak bu saldırılar, aynı zamanda hem Suriye’nin kuzeydoğusunda hem de hedef alınan ABD kuvvetlerinin üs ve noktalarının bulunduğu Irak Kürdistanı bölgesinde Kürt savaşçıların ölümüne ve yaralanmasına da yol açtı.

Bölgedeki baskı

Özellikle 15 Ocak’ta İran Devrim Muhafızları’nın Erbil’deki bir yerleşim bölgesine balistik füzelerle saldırmasıyla Kürdistan bölgesi üzerindeki baskı iki katına çıktı. Devrim Muhafızları, bu alanın İsrail Mossad’ının bölgedeki karargâhı olduğunu iddia ediyor. Ancak saldırı, hedeflenen evde çalışan bir hizmetlinin yanı sıra Kürt bir iş adamı, kızı ve misafir edilen başka bir iş adamının da ölümüyle sonuçlandı. Bu durum, bölge tarafından hem resmi hem de halk düzeyinde kınandı ve İran’ın bölgedeki saldırganlığı olarak değerlendirildi.

Irak Kürdistanı’nın Iraklı milisler aracılığıyla İran- ABD hesaplaşmasının yapıldığı bir arenaya dönüşmesiyle birlikte Peşmerge karargâhları ve merkezleri ile Süleymaniye yakınındaki Kormor gaz sahası gibi hayati tesisler bu milislerin hedefi haline geldi. Bu durum bölgede öfkeli tepkilere yol açtı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Mesrur ​​Barzani’ye göre bu tekrarlanan saldırılar, bölgenin bütünlüğünü baltalamayı amaçlayan girişimler olarak nitelendirildi.

Artan destek ve koruma

Barzani, 8 Şubat’ta ABD merkezli NBC kanalına verdiği bir röportajda, ABD’ye daha fazla askeri, ekonomik ve siyasi yardım çağrısında bulundu. Barzani ayrıca, “Çünkü şu anda karşı karşıya olduğumuz zorluklar, birlikte karşılaştığımız DEAŞ tehditlerinden farklı ve ABD’den daha fazla yardım almayı bekliyoruz” açıklamasında bulundu.

Bu açık çağrı, özellikle Peşmerge’nin elindeki silahların niteliğinin bu saldırıları püskürtebilecek veya bölgelerindeki hayati üsleri ve tesisleri koruyabilecek gibi görünmemesi nedeniyle, bölgenin bu saldırılardan hissettiği tehdidin düzeyini ortaya koyuyor. Sayıları yaklaşık 170 bin olan bu savaşçıların, 160 bin çeşitli Kürt polisi ve 5 bin terörle mücadele kuvvetinin yanında, Batılı ve Doğulu olmak üzere iki tür silahı var. Ayrıca bunlar, 1991’den önce dağlarda Saddam Hüseyin rejimine karşı birlikte savaştıkları kişilerdi. Aynı şekilde Irak güçlerinin 2003 yılında Kuzey Irak’taki Kürt bölgelerinin yanı sıra Musul, Kerkük ve Diyala’daki büyük kamplardan çekilmesinin ardından mühimmat ve teçhizat elde ettiler. Bu teçhizatların arasında, bireysel silahlar, bir dizi ağır ve hafif top, T55 ve T62 türü tanklar ve askeri araçlar da vardı.

Batı silahlarına gelince; bunlar, 2014 yılında DEAŞ’a karşı yürütülen savaşta askeri yardım olarak sağlanan Humvee araçları ve tanksavar füzeleriydi. Uçaksavar silahları ise Peşmerge güçlerinin dağlık bölgelerde önceki Irak rejimlerine karşı devrimlerde kullandığı Sovyet döneminden kalma 37 mm otomatik tüfeklerdi. Bölgede gelişmiş bir hava savunma sistemi bulunmuyor. Irak’ın her yerinde olduğu gibi hava sahasını denetleyecek radar sistemlerinin yokluğundan bahsetmeye ise gerek dahi yok. Bölge semaları, savaş uçakları ve insansız hava araçlarına maruz kalıyor. Aynı şekilde Irak Kürdistanı’nın askeri ve güvenlik işleri uzmanı Korgeneral Cabbar Yaver’e göre Irak Kürdistanı’nda Süleymaniye ile Erbil arasında dağıtılmış, terörle mücadele ve trafik polisine bağlı ve yalnızca ulaşım amacıyla kullanılan yaklaşık 20 helikopter bulunuyor.

Peşmerge saha deneyimi

Onlarca yıl boyunca önceki Irak rejimlerine karşı yüzlerce savaşta yer alan bir askeri güç olarak uzun geçmişine rağmen bu, bir gerilla savaşı biçimindeydi. 2014 yılında ön saflarda DEAŞ’a karşı verilen uzun savunma savaşında deneyim kazanırken, İran sınırındaki Hanekin’den Suriye sınırındaki Süheyle ve Sincar’a kadar uzunluğu yaklaşık bin 200 kilometreye ulaştı. Bu bağlamda Korgeneral Yaver, bunun DEAŞ’ın bölgeye girmesini önlemek için uzun bir savunma hattını genişletme konusunda Peşmerge açısından türünün ilk deneyimi olduğuna dikkati çekti. Bu savaş, aynı zamanda ona şehirlerde savaşma, bombalı araçlara ve intihar bombacılarına karşı koyma deneyimini de kazandırdı ve koalisyon güçlerinin eğitmenleri de bu deneyimin kazanılmasına katkıda bulundu. Bu çatışmalarda Peşmerge’den yaklaşık bin 810 kişi ölürken 10 bin 740 savaşçı da yaralandı.

Korunma ihtiyacı

Askeri ve güvenlik uzmanı, bölge başbakanının ABD’den askeri yardım istemesinin nedenlerini, bölgeye yakın alanlarda DEAŞ hücre faaliyetlerinden ve bölge topraklarında PKK’nın eylemlerinden kaynaklanan bir dizi somut askeri ve güvenlik baskısından kaynaklandığını söyledi. Uzman ayrıca, İran’ın da uçak veya füzeleriyle bölgenin çeşitli yerlerini bombaladığını ve son olarak bölgenin, İran’a bağlı milislerin hedef olduğunu dile getirdi.

Bağdat ile Kürtler arasındaki anlaşmazlıklar, özellikle muhaliflerin bu anlaşmazlıklardan yararlanması ve dolayısıyla bölgenin mevcut imajını etkilemesi nedeniyle Irak Kürdistanı üzerindeki bu baskıların güçlenmesinin nedeni gibi görünüyor. Yaver’e göre iki ana Kürt partisinin kendi güçlerine sahip olması ve Peşmerge Bakanlığı’nda birleşmemiş olmaları, 1994- 1998 yıllarında olduğu gibi, aralarında doğrudan çatışma çıkması korkusu nedeniyle halk için sürekli bir endişe kaynağı.

Bağdat’tan Erbil’e engel

Barzani’nin talebi Erbil- Bağdat ilişkilerine dair soru işaretlerine yol açıyor. Merkez ile bölge arasındaki federal ilişkinin biçimini belirleyen anayasanın belirleyici bir faktör olmasına rağmen yaklaşık yirmi yıldır bu ilişkide barış ve istikrar sağlanamadı. Kürt yazar ve siyaset araştırmacısı Keffah Mahmud, 2005 yılında kabul edilen Irak Anayasası’nda Peşmerge güçlerinin Irak askeri sisteminin önemli bir parçası olarak kabul edildiğine dikkat çektiği açıklamasında şunları söyledi:

“Bu, diktatörlük rejimleriyle mücadelede ulusal ve mesleki geçmişi olan en eski düzenli askeri kurumlardan biridir. O tarihten bu yana federal hükümet bu güçlere silah, teçhizat ve para desteği sağlamadı. Aksine ne yazık ki tam tersi oldu; onları ihmal etti, yabancı güç olarak gördü ve onlarla savaşlarda çatıştı. Silahları Bağdat üzerinden gönderen Uluslararası Koalisyon’un kendisine ulaşmasının engellenmesinden ve oradaki etkili tarafların, özellikle 2014’ten sonra terörle savaşta bu silahların ulaşmasını engellemeye veya milislere vermeye çalıştıklarından bahsetmiyorum bile…”

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre yardımların ulaştırılmasındaki bu engellemeyle ABD ve Uluslararası Koalisyon, Peşmergelerin eğitim ve silahlandırılmasına katkıda bulundu. Bu silahların büyük bir kısmı savunma silahları, zırhlı araçlar ve ulaşım araçlarıdır. Bu güçlerin, İran ve Irak’taki milisleri tarafından haftalık olarak fırlatılan insansız hava araçlarına ve füzelere direnmek için hâlâ gelişmiş ve kaliteli silahlara ihtiyacı var.

Kürt araştırmacı, ülkenin istikrarsızlığını ve bağımsızlığını ‘İran’ın Bağdat hükümeti üzerindeki doğrudan nüfuzuna ve bu durumun sorunların çözümüne engel teşkil etmesine’ bağlarken, “Bu milisler, ülkenin anayasal demokratik federal sistemini hiçe sayarak bölgeyi kuşatmaya, ilerlemesini engellemeye ve hatta ortadan kaldırmaya çalışıyor” dedi.

Kürt partilerinin haritası

Irak Kürt bölgesi, İkinci Körfez Savaşı’nın ardından 1991’den bu yana Irak haritasında gerçek bir rol oynadı. Askeri oluşumlar ve siyasi partiler, iç savaşa yol açan uzun yıllar süren anlaşmazlıklardan geçerek, Saddam Hüseyin rejimi güçlerinin üç ana vilayette (Süleymaniye, Erbil ve Duhok) geri çekildiği alanlar üzerindeki kontrollerini genişletmeyi başardılar. Madeleine Albright liderliğindeki ABD Dışişleri Bakanlığı, 1998 yılında bölgedeki iki ana partinin liderleri Mesut Barzani ile Celal Talabani arasında uzlaşı ve anlaşmaya varmayı başarmıştı. Daha sonra bölgenin iki parti (Kürdistan Demokratik Partisi-KDP ve Kürdistan Yurtseverler Birliği-KYB) tarafından ortaklaşa ve bölgedeki etnik ve dini unsurlar da dahil olmak üzere diğer partilerin katılımıyla bir hükümet ve parlamento aracılığıyla yönetilmesi konusunda mutabakata varıldı. Bölgenin şekli de siyasi organları aracılığıyla gelişti ve 2003 Irak Savaşı’ndan sonra yeni Irak anayasasında onaylandı.

Bölgedeki ana parti olarak kabul edilen KDP, 1946 yılında partinin şu anki lideri Mesud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani önderliğinde kuruldu. Ardından Celal Talabani liderliğinde 1975 yılında kurulan KYB geldi. Keldanileri, Süryanileri, Türkmenleri ve Ermenileri temsil eden diğer milliyetçi partilerin yanı sıra sol ve İslami partiler de mevcut. Aynı şekilde bloklar ve bağımsız isimler arasında dağılmış 111 üyeden oluşan bölgesel parlamento da bu parti oluşumunun imajını yansıtıyor. Aynı şekilde parlamentonun mevcut oturumunun anayasal olarak görev süresinin sonu olduğu kabul ediliyor ve yaklaşan seçimler bekleniyor.

Durum Suriye’de daha zayıf

Suriye’de Kürt siyasi sahnesi Irak Kürdistanı’na göre daha zayıf görünüyor. Uzmanlara göre Kürt milliyetçi siyasi hareketi, nesnel ve öznel nedenlerle Kürtleri ülke anayasasına dahil etmeyi başaramadı. Ayrıca 1957’de ilk Suriye Kürt partisini kurdu. Ancak 2011 yılında ülkede yaşanan krizin ardından Halk Savunma Birlikleri’nin siyasi kanadı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD), Kürt siyaset sahnesinde ön plana çıktı. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin siyasi arayüzünü temsil eden Suriye Demokratik Konseyi’nin yanı sıra Özerk Yönetim’in en önemli bileşeni olarak kabul ediliyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrol ettiği tüm bölgeleri kapsayan bir bölgeye dönüştü. Bu, yasaları onaylayan ve Özerk Yönetim’in çalışmalarını düzenleyen bir parlamento olarak kabul edilen Kuzeydoğu Suriye Bölgesi Demokratik Halk Konseyi’nin geçen aralık ayında yeni toplumsal sözleşmeyi onaylamasının ardından gelişti. Toplumsal sözleşme metnine göre halkların temsilcileri, Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler, Çerkezler ve Çeçenler olup kadınların oranı yüzde 50’dir. Aynı zamanda Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi çatısı altında Müslüman, Hıristiyan, Ezidiler ve diğerleri gibi ideolojik ve kültürel grupları da temsil ediyor.

Kürt siyasi oluşumu olan Kürt Ulusal Konseyi, Özerk Yönetime karşı çıkan bir taraf iken ABD himayesindeki Özerk Yönetim ve SDG lideri ile uzun müzakerelere girdi. Ancak bu müzakereler sonuç vermedi ve 2020 yılı sonunda durduruldu.

Suriye’nin kuzeyi ve doğusu, 13 yıldır karmaşık askeri ve güvenlik sorunları yaşıyor. Bunların başında 2012 sonundan bu yana Suriyeli silahlı gruplarla yaşanan çatışmalar ve ardından SDG’nin DEAŞ’a karşı yürüttüğü ve artık hücreleriyle mücadeleye ve 10 binden fazla DEAŞ savaşçısının bulunduğu hapishanelerin yanı sıra DEAŞ mensuplarının Suriyeli ve yabancı ailelerinin yaşadığı el-Hol ve Roj kamplarını kontrol etmeye dönüşen savaş geliyor. Aynı şekilde Türkiye destekli grupların ön saflarında da neredeyse her gün çatışmalar yaşanıyor. SDG liderliği, askeri merkezler ve hayati tesisleri son dönemde Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının operasyonlarında hedef haline geliyor.

Geçtiğimiz yaz Deyrizor kırsalında yaşanan olaylar, SDG’nin yürüttüğü çatışmaya yeni bir boyut kazandırdı. SDG tarafından Suriye rejimi ve İranlı milislerle bağlantılı olduğu değerlendirilen aşiret grupları, SDG mevzilerine saldırılar düzenledi. Son olarak bölgedeki ABD üslerine yönelik füze savaşlarının yanı sıra SDG’ye ait bir bölge hedef alındı. Saldırı, SDG’ye mensup altı unsurun ölmesine ve onlarcasının yaralanmasına yol açtı.

SDG savunma desteği istiyor

Son olayın ardından SDG lideri Mazlum Abdi, ABD’ye kamplarını korumak için daha fazla hava savunması konuşlandırması çağrısı yaptı. Abdi, İran milislerinin askeri akademiye saldırısını tehlikeli bir gelişme olarak nitelendirdi.

Bu talepler ve karmaşık askeri ortam hakkında yorum yapan PYD Halkla İlişkiler Bürosu Eş Başkanı Sihanuk Dibo, SDG’nin güç ve birlik halinde hayatta kalmasının, DEAŞ’ın hayatta kalmasını ve zayıflamamasını isteyenler dışında herkesin çıkarına olduğunu savundu. Dibo, SDG güçlerine ileri düzeyde silah sağlanmasının doğru bir stratejik tercih olduğunu vurguladı.

Dibo, DEAŞ’ın tamamen ortadan kaldırılması, üyelerinin yargılanması ve örgüt ailelerinin topluma yeniden kazandırılması için birçok olanağın sağlanmasının önemli bir stratejik gereklilik olduğunu dile getirdi. Aynı zamanda Suriye krizine 2254 sayılı uluslararası karara dayanan siyasi bir sürece göre çözüm bulunmasının acilen gerekli olduğunu vurgulayan Dibo, “Ancak Özerk Yönetim ve SDG’nin Suriye siyasi sürecine ciddi katılımı ve müdahalesi olmadan bu mümkün değil” dedi.

Sihanuk Dibo sözlerini şöyle sürdürdü:

“Terörizme karşı Uluslararası Koalisyon ile SDG arasındaki ortaklığın sadece askeri boyutla sınırlı kalmayıp bunun ötesine geçerek siyasi ve ekonomik boyutunun yanı sıra tekrarlanan teröre tamamen son verilmesini sağlayacak diğer boyutları da kapsayacak şekilde geliştirilmesi önemlidir.”

Washington’ın karmaşık hesaplamaları

Kürtlerin hem Irak Kürdistanı hem de Kuzeydoğu Suriye’deki umutları ve talepleri zor görünüyor. Türkiye ve Irak hükümeti gibi müttefikleriyle ilgili olan koşullar, Kürt güçlerinin doğası ve Washington’un bakış açısından görevleriyle ilgili olan koşullar da dahil olmak üzere karmaşık ABD hesaplamalarına tabi olarak değerlendiriliyor.

Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Schenker, Kürt Çalışmaları Merkezi’nin düzenlediği sempozyumda Independent Arabia’ya verdiği röportajda, Irak Kürdistan bölgesiyle ilgili bu adımın atılmasının Irak hükümeti aracılığıyla gerçekleşmesi gerektiğini ve bu silahların gönderilmesinin ABD Kongresi’nin onayına tabi olması gerektiğini vurguladı. Schenker sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bildiğimiz gibi Irak hükümeti ile Irak Kürdistanı arasındaki ilişkiler bugün en iyi durumda değil. Eğer hükümet bu silahları ele geçirirse, bunlarla ne yapabileceklerini, nasıl kullanacaklarını bilmiyoruz. Örneğin İran müdahalesine karşı kullanamayabilirler.”

Schenker, SDG ile ilgili olarak da şunları söyledi:

“Washington açısından düzensiz silahlı bir grup olduğu için bu konu, yönetmelik ve kanunlar açısından net değil. Patriot sistemleri pahalı. ABD hükümetinin bu anlaşmayı tamamlayıp tamamlayamayacağı, konunun Ankara’yı kızdırıp kızdırmayacağı, bu tür sistemlerin SDG’ye teslimi ve kullanılması konusunda anlaşmaya varılıp varılmayacağı belli değil.”

*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



Petrol zengini Babnusa'dan sonra HDK’nin yeni hedefi Kadugli mi, el-Ubeyd mi?

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
TT

Petrol zengini Babnusa'dan sonra HDK’nin yeni hedefi Kadugli mi, el-Ubeyd mi?

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)

İki yılı aşkın süredir devam eden şiddetli çatışmaların ardından Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) geçtiğimiz pazartesi günü, Orta Sudan’daki Batı Kordofan eyaletinin merkezi Babnusa şehrinde, Sudan ordusunun son kalesi olan 22. Piyade Tugayı üzerinde ‘tam kontrol’ sağladığını duyurdu. Bu arada bazı askeri uzmanlar, petrol zenginliği ve süt ürünleri üretimi ile tanınan stratejik şehrin düşmesinin, kuzey ve güneydeki diğer bölgelere yönelik yeni saha kazanımları için bir sıçrama noktası haline gelebileceğini öngörüyor. Olayın üzerinden iki gün geçmesine rağmen Sudan ordusundan resmi bir açıklama gelmezken, orduya yakın platformlarda, şehirdeki birliklerin aynı eyaletteki Heglig bölgesine çekildiği iddiaları paylaşıldı.

Kordofan şehirleri sallantıda

Kordofan’daki büyük şehirler, HDK’nin baskılarının artmasıyla sallantıda. Sudan ordusunun elinde sadece, Batı Kordofan’da Nuhud ve Babnusa’nın düşmesinin ardından Kuzey Kordofan eyaletinin el-Ubeyd ve Um Ruvabe şehirleri ile Batı Kordofan’daki petrol zengini Heglig kaldı. Güney Kordofan eyaletinde ise ordu Kadugli ve Deleng’i kontrol ederken, HDK ed-Dubeybat’ta hakimiyet kurmuş durumda. Diğer yandan HDK’nin müttefiki olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin Abdulaziz el-Hilu kanadı, Güney Kordofan’daki Nuba Dağları’ndaki Kauda şehrini kontrol ediyor.

Babnusa’nın önemi

Batı Kordofan eyaletinde, Doğu Darfur sınırına yakın konumda bulunan Babnusa, başkent Hartum’a yaklaşık 600 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Sudan demiryolu ağının en önemli kavşaklarından biri olan şehir, ülkenin batısı ile doğusu ve kuzeyini birbirine bağlıyor. Babnusa, Sudan’ın önde gelen süt fabrikalarına ev sahipliği yapmasının yanı sıra petrol zenginliği ile ekonomik açıdan stratejik bir şehir olarak kabul ediliyor.

dfvg
El-Faşir'in Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) eline geçmesinin ardından şehirden kaçmak zorunda kalan yerlerinden edilmiş Sudanlılar, 26 Ekim 2025 (AFP)

HDK, Babnusa’nın düşüşünün ardından izleyeceği net stratejiyi henüz açıklamamış olsa da, eski Sudan ordusu askerleri olası senaryolar üzerinde değerlendirmelerde bulundu. İsminin açıklanmasını istemeyen eski bir Sudan ordusu subayı, Babnusa’nın hem askeri hem de coğrafi açıdan büyük öneme sahip olduğunu, düşmesinin savaşın gidişatında kritik bir dönüm noktası oluşturabileceğini ve bunun, Güney Kordofan’ın başkenti Kadugli, Deleng ve ordunun hâlâ kontrolünde tuttuğu diğer bölgelerin ele geçirilmesine kapı açabileceğini belirtti. Subay, “HDK, Kuzey Kordofan eyaletinin başkenti el-Ubeyd’i öncelikli askeri hedefleri arasına almış ve sürekli saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. Kuvvetlerini stratejik noktalara yaymaları, şehre yönelik bir saldırının her an gerçekleşebileceğini gösteriyor” dedi.

HDK ateşkese uymadı

Kaynak, HDK’nin tek taraflı bir ateşkes ilan etmiş olmasına rağmen buna uymadığını ve 22. Piyade Tugayı’na bağlı askerlerin mevzilerine yönelik saldırılarına devam ederek şehri ele geçirdiğini belirtti. Bu durum, grubun askeri hedeflerinin henüz tamamlanmadığını ortaya koyuyor.

Askeri uzmanlara göre HDK’nin bu bölgeyi ele geçirmesi, ona daha fazla askeri operasyon için iyi bir üs sağlıyor. Uzmanlar, kuvvetlerin müttefiki olan Abdulaziz el-Hilu liderliğindeki Halk Kurtuluş Hareketi’ni destekleyerek, Güney Kordofan eyaletinin başkenti Kadugli’yi ele geçirmeye çalışmasının muhtemel olduğunu belirtiyor. Bu, ordunun eyaletteki önemli bazı kasabaları ele geçirmesinin ardından gelen stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor.

Sudan ordusunun eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve sözcüsü Tümgeneral Muhammed Beşir Süleyman, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Babnusa’nın HDK’nin eline geçmesinin beklenen bir gelişme olduğunu ve kenti kontrol eden tarafın operasyonel manevra alanını büyük ölçüde genişleteceğini söyledi. Süleyman, “Babnusa, petrol zenginliğiyle ekonomik açıdan önemli bir eyalette yer alıyor. Ayrıca demografik yapısı, HDK’nin sosyal tabanlarını oluşturuyor. Bu durum, onlara siyasi bir boyut kazandırıyor; özellikle Darfur bölgesi ile bağlantılı olarak kontrol alanlarını genişletmek ve Kordofan’da savaşçılar için lojistik destek sağlamak amacıyla bir tür geçici yönetim oluşturma stratejisi izliyorlar” ifadelerini kullandı.

efrf
El-Faşir'den gelen Sudanlı mülteciler, Tine Mülteci Kampı (Reuters)

Süleyman, HDK’nin Babnusa’yı ele geçirmesinin, ordunun Kuzey Kordofan eyaletindeki operasyonel ilerleyişine karşı onu daha avantajlı bir askeri konuma getirdiğini, buna rağmen ordunun el-Ubeyd’in batısı ve Nuba Dağları’nda elde ettiği zaferlerin önemini koruduğunu belirtti.

Ordu neye ihtiyaç duyuyor?

Süleyman, ordunun Kuzey ve Batı Kordofan’daki tüm cephelerde operasyonları yönetebilmesi için doğru planlamaya ihtiyaç duyduğunu vurguladı. Bunun, kuvvetler, lojistik destek ve yedeklerin sağlanması gibi büyük askeri kaynakları gerektirdiğini ifade ederek, “Operasyonel başarısızlığa yer yok. Stratejik hedef, Darfur’un yeniden kontrolünü sağlamak” dedi.

Eski asker, HDK’nin Babnusa’yı ele geçirerek başarmayı hedeflediği askeri amaçların başında, Sudan ordusunu Batı Kordofan’daki sosyal tabanlarından uzaklaştırmak olduğunu söyledi.

Süleyman, “Bu bölgeyi kontrol etmek HDK’ye, operasyonlarında asker ve teçhizat tedarikini sürdürme imkânı sunuyor, böylece daha fazla toprak kazanabiliyor, aynı zamanda Darfur’u güvence altına alıyor ve stratejik öneme sahip el-Ubeyd şehrine yönelik operasyonlarını geliştirebiliyor” dedi.

Süleyman ayrıca, HDK’nin kenti ele geçirme çabasının, askeri ve siyasi olarak konumunu güçlendirme, kara hakimiyetini genişletme ve böylece daha güçlü bir müzakere pozisyonu elde etme amacı taşıdığını vurguladı. Bu çerçevede, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’ın dahil olduğu Dörtlü’nün Sudan’da üç aylık bir insani ateşkes sağlama çabaları da devam ediyor.


Gazze halkı, savaşın neden olduğu yıkımın ardından kültürel mirasını korumak için zamanla yarışıyor

Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
TT

Gazze halkı, savaşın neden olduğu yıkımın ardından kültürel mirasını korumak için zamanla yarışıyor

Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)

Gazze Şeridi’nde 70 bin kişinin hayatını kaybetmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, yüz binlerce insanın yerinden edilmesi ve neredeyse bütün mahallelerin yok olmasının ardından, yeniden inşa artık hayal gücünü zorlayan, neredeyse tasavvur edilemez bir görev haline geldi.

Buna rağmen, bölgede en değerli tarihi yapılar arasında yer alıp ağır hasar gören az sayıdaki noktada, işçiler şimdiden çalışmaya başladı. Amaç, geçmişten geriye kalan az sayıdaki kalıntıyı toprak altından çıkarmak.

Bu alanlar arasında, Gazze’nin eski kent merkezinde bulunan ve savaş sırasında İsrail güçlerinin hedef aldığı en önemli kültürel miras olan Büyük Ömer Camii de bulunuyor. İsrail ordusu, avlularının altında savaşçılar tarafından kullanılan bir tünel bulunduğunu öne sürerek yapıyı bombaladığını açıklamıştı. Filistinliler ise böyle bir tünelin varlığını reddediyor ve saldırının Gazze’nin dini ve kültürel mirasını yok etmeye yönelik olduğunu savunuyor.

dfrgt
Gazze şehrinde bulunan Büyük Ömer Camii'nin içindeki enkazı temizleyen bir işçi, 17 Kasım 2025 (Reuters)

Batı Şeria’daki Beytüllahim’de bulunan Miras Koruma Merkezi’nde mimar ve kültürel miras uzmanı olarak görev yapan ve şu anda savaşta zarar gören alanları kurtarmak için Gazze’de çalışan Hammude ed-Dehdar, İsrail’in bu yapıların yıkımının Filistin tarihini silebileceğini düşünerek ‘yanıldığını’ söyledi.

Dehdar, Gazze’de Reuters’a yaptığı açıklamada, bu yapıların kadim bir halkın ortak hafızasını temsil ettiğini belirterek, “Bu miras, korunması ve savunulması için ortak çaba gerektiren bir bellektir” dedi.

İsrail ordusu ise Hamas hedeflerine yönelik her saldırının, bu tür alanları tehlikeye atabilecek olması nedeniyle sıkı bir onay sürecinden geçtiğini açıkladı.

fgt
Gazze şehrinde savaş sırasında hasar gören tarihi Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları yürüten işçiler, 11 Kasım 2025 (Reuters)

İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada, “İsrail ordusu, kültürel miras alanları ile tarihi ve kültürel önemi bulunan mekânlara azami hassasiyetle yaklaşmaktadır. Bu alanlar ve sivillerin zarar görmesini en aza indirmek, saldırı planlamasında temel bir önceliktir” ifadeleri yer aldı.

Zamansız hikayeler

Nüfusunun büyük bölümü, bugün İsrail sınırları içinde kalan şehir ve köylerden zorla göç ettirilmiş mülteciler ya da onların çocuklarından oluşan Gazze Şeridi’nde, Büyük Ömer Camii, Gazze halkını kendi kültürel mirasına ve Ortadoğu’nun zengin mimari tarihine bağlayan temel unsurlardan biriydi.

Halk arasında anlatılan geleneksel hikâyelere göre Samson’un onu esir alanların üzerine tapınağı yıktığı yer olduğu söylenen bu alan, İslam’ın 7. yüzyılda Halife Ömer bin Hattab döneminde Akdeniz’e ulaşmasından önce bir Bizans kilisesine de ev sahipliği yapıyordu. Bölge İslam hâkimiyetine girdikten sonra yapı camiye dönüştürüldü.

Sonraki yüzyıllar boyunca yapı; Memlükler, Haçlılar ve Osmanlılar tarafından pek çok kez yeniden şekillendirildi ve Orta Çağ’da bölgenin mimari harikalarından biri olarak ün kazandı.

Caminin minaresi, Gazze siluetinin en belirgin unsurlarından biriydi. Cemaat, kubbeli tavanlar altında ve cilalı taşlarla döşeli avlularda ibadet eder; namazın ardından caminin görkemli cephesinin önünden geçerek kapılarından dışarı çıkar ve eski kentin çevresindeki çarşı sokaklarına doğru akardı.

frgt
Gazze şehrinde savaş sırasında hasar gören tarihi Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları yürüten işçiler, 11 Kasım 2025 (Reuters)

Yakındaki Kayseriyye Çarşısı, dükkânlarıyla ünlüydü; esnafı ve komşuları, âşıkların düğün takılarından kıskanç kayınvalidelerin hikâyelerine uzanan unutulmaz öyküler anlatırdı. Bugün bunlardan geriye neredeyse hiçbir iz kalmadı.

Ağır hasar gören bir diğer yapı da 13. yüzyıla uzanan tarihi Paşa Sarayı oldu. Bir müzeye ev sahipliği yapan yapının sergilediği eserler artık kayıp.

Dehdar, kültür ve miras söz konusu olduğunda bunun yalnızca eski bir bina ya da tarihi taşlardan ibaret olmadığını vurgulayarak, “Her taş bir hikâye anlatır” dedi.

Filistin’in Batı Şeria merkezli Turizm ve Eski Eserler Bakanlığı Müsteşarı Cihad Yasin ise Filistinli yetkililer ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) tarihi alanların restorasyonu için üç aşamalı bir plan hazırladığını, ilk maliyetin 133 milyon dolar olarak öngörüldüğünü belirtti.

Yasin, önceliğin çökme riski taşıyan yapıların hızlı müdahaleyle desteklenmesi olduğunu söyledi. Ancak beyaz çimento ve alçı sıkıntısı yaşandığını, Gazze’deki kaynakların sınırlı olduğunu ve restorasyon malzemelerinin fiyatlarının ciddi şekilde arttığını ifade etti.

sdfgt
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta İsrail hava saldırıları sırasında hasar gören, kısmen yıkılmış Berkuk Kalesi, 16 Kasım 2025 (Reuters)

Gazze Şeridi’nde kültürel mirasın yıkımı, evlerini ve geçim kaynaklarını kaybetmiş yaslı aileler arasında bile ayrı bir acı yaratmaya devam ediyor.

Münzir Ebu Asi, küçük kızı Kenzi’nin Büyük Ömer Camii’nin vurulduğunu duyunca hissettiği derin üzüntü nedeniyle onu teselli etmek zorunda kaldığını söyledi.

Ebu Asi, “Küçük kızım Kenzi çok üzüldü. Camiye saldırı haberini duyduğumuzda biz de şaşırdık; neden böyle bir şey yapıldı?” dedi.

Sözlerini sürdüren Ebu Asi, Paşa Sarayı’nın da bombalanmasının ardından artık kesin bir kanaate vardıklarını belirterek, “Bu işgalin, Filistin kimliğini yok etmek, her türlü Filistin eserini silmek istediği artık bizim için kesinleşti” ifadesini kullandı.


Etiyopya, Mısır'ı Afrika Boynuzu'nda ‘istikrarsızlaştırma kampanyası’ yürütmekle suçluyor

Rönesans Barajı (Reuters)
Rönesans Barajı (Reuters)
TT

Etiyopya, Mısır'ı Afrika Boynuzu'nda ‘istikrarsızlaştırma kampanyası’ yürütmekle suçluyor

Rönesans Barajı (Reuters)
Rönesans Barajı (Reuters)

Etiyopya Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Mısır’ı Afrika Boynuzu bölgesinde ‘Etiyopya’yı hedef alan bir istikrarsızlaştırma kampanyası yürütmekle’ ve ‘gerilimi artırmaya zemin hazırlamakla’ suçladı.

İki ülke arasında Mavi Nil üzerindeki Rönesans Barajı konusunda süren anlaşmazlığa atıfta bulunan bakanlık, açıklamasında Mısır’ın ‘Afrika Boynuzu’nda Etiyopya’yı merkeze alan, ancak onunla sınırlı olmayan bir istikrarsızlaştırma kampanyası yürüttüğünü’ savundu.

Bakanlık, Mısır’ın ‘diyaloğu reddettiğini ve gerilimi artırma niyetini açıkça ortaya koyan düşmanca söylemini yoğunlaştırdığını’ iddia etti.

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ise dün yaptığı açıklamada, ülkesinin Etiyopya’nın Rönesans Barajı’na ilişkin tek taraflı adımlarını reddettiğini yineleyerek, “Etiyopya’nın uygulamaları tüm Afrika kıtasının istikrarını tehdit eden ciddi bir tehlike oluşturuyor” dedi.

Mısır Su Kaynakları ve Sulama Bakanlığı da geçen ay yaptığı açıklamada, Etiyopya’nın baraj yönetiminde ‘tek taraflı ve kontrolsüz uygulamalarını’ sürdürdüğünü, bunun ‘havza ülkelerinin hak ve çıkarlarını tehdit eden ciddi riskler barındırdığını’ vurguladı.

Etiyopya, milyarlarca dolara mâl olan dev Rönesans Barajı’nın inşasına Nil Nehri üzerinde 2011 yılında başladı. Mısır ise projeyi, Afrika’nın en uzun nehrindeki tarihi su haklarını tehdit eden bir girişim olarak görüyor.

Afrika Birliği (AfB) arabuluculuğunda Mısır ile Etiyopya arasında yürütülen müzakereler Nisan 2021’de sonuçsuz kalmış; bunun üzerine Kahire, Addis Ababa’ya baskı uygulanması için konuyu Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne taşımıştı.