Dünya ve Araplar Gazze savaşından ne öğrendi?

İsrail'le her türlü ilişki, Filistinlilerin isteklerine cevap verecek adil bir çözümle başlamalıdır.

İsrail'in güneyinden, Gazze Şeridi'ndeki yıkımı gösteren bir fotoğraf, 19 Şubat 2024. (AFP)
İsrail'in güneyinden, Gazze Şeridi'ndeki yıkımı gösteren bir fotoğraf, 19 Şubat 2024. (AFP)
TT

Dünya ve Araplar Gazze savaşından ne öğrendi?

İsrail'in güneyinden, Gazze Şeridi'ndeki yıkımı gösteren bir fotoğraf, 19 Şubat 2024. (AFP)
İsrail'in güneyinden, Gazze Şeridi'ndeki yıkımı gösteren bir fotoğraf, 19 Şubat 2024. (AFP)

Hişam el-Ganem

Bu satırları yazarken, İsrail’in Gazze'ye yönelik saldırısının kurbanlarının sayısı 28 binden fazla ölüye, 68 binden fazla yaralıya ve yaklaşık üçte ikisi çocuk ve kadın olmak üzere 7 bin kayba ulaştı. Bu oran Gazze nüfusunun yüzde 5'inden fazlasına tekabül ediyor. ABD gibi bir ülkede bu oran 16 milyondan fazla insan anlamına geliyor. İşte bu kadar insan, İsrail'in Gazze'de yürüttüğü imha savaşı sırasında beş aydan kısa bir süre içinde öldürüldü, yaralandı ya da kayboldu.

Devam eden avaş, Gazze'yi yaşanmaz bir bölgeye dönüştürmeyi amaçlayan sistematik bir savaş gibi görünüyor. Çeşitli araştırma merkezlerinin tahminlerine göre İsrail geçen ayın başına kadar Gazze Şeridi’ne 65 bin ton patlayıcı attı. Bu, Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan nükleer bombaların dördünden fazlasına eşdeğer (her bir bombanın gücü yaklaşık 15 bin ton). Hiroşima'nın alanı 900 kilometrekare iken Gazze'nin alanı üç katından biraz daha az.

İsrail saldırganlığı, toprak sahiplerinin topraklarında hayatta kalmalarını artırabilecek her şeyi hedef aldı. Tel Aviv, hastaneler, tıbbi kompleksler ve ambulanslar da dahil olmak üzere sağlık sektörünün çoğunu yok etti. 340'tan fazla doktor ve sağlık çalışanını öldürdü, yüzlercesini yaraladı ve tutukladı. Bugün 10 bin kanser hastası, 8 bin hepatitli sağlık sektörünün yıkımı nedeniyle ölüm riskiyle karşı karşıya. 60 bin hamile ise sağlık hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle risk altında. Diğer yandan çoğu okul, üniversite ve su, elektrik, kanalizasyon ağları da dahil olmak üzere altyapı tahrip edildi. Devam eden bu saldırıda İsrail, özellikle gazetecileri hedef aldı. Gerçekleri dünyadan gizlemek amacıyla 120'den fazla gazeteciyi öldürdü. Halen Gazze'deki 2 milyon 200 bin Filistinliye yiyecek, su, yakıt ve ilaç sağlanması engelleniyor. İsrail, şu anda 60 kilometrekareden küçük bir alanda bir buçuk milyondan fazla Filistinliyi barındıran Refah kentine saldırı düzenlemekle tehdit ediyor. Bu da on binlerce Filistinlinin öldürülmesi veya yaralanması anlamına geliyor.

“Gazze'deki imha savaşının sürdürülmesinde sorumluluğu üstlenen yalnızca İsrail değil, özellikle Batı ve ABD'dir.”

Birden fazla İsrailli yetkili, ordularının Gazze'deki saldırılarının, tüm Araplara, İsrail'e saldırmaya cesaret etmeleri halinde başlarına bunun geleceğini anlamaları gerektiği yönünde bir mesaj olduğunu söyledi. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, İsraillilerin Gazze'de kazanamaması halinde Ortadoğu'da yaşayamayacaklarını ifade etti. Bu basitçe, eğer askerî açıdan üstün değillerse, Araplarla birlikte yaşayamayacakları anlamına geliyor.

(foto altı) Refah'ta yerinden edilmiş Filistinliler, 19 Şubat. (Reuters)
Refah'ta yerinden edilmiş Filistinliler, 19 Şubat. (Reuters)

Arapların Gazze'de Filistin halkına karşı yürütülen barbarlıktan ve imha savaşından neler öğrendiklerini anlatalım:

Birincisi: Arapların bu savaşta öğrendikleri en önemli ders, kendilerini savunmak için her türlü kuvvete sahip olmaları gerektiğidir. Çünkü İsrail'in gelecekte olası bir savaşta uluslararası hukuka ve insancıl hukuka uyacağını kabul etmek, sonuçları hesaplanmamış bir macera olacaktır. Güç dengesizliği nedeniyle İsrail'le bir arada yaşamak, Arapların kabul edemeyeceği varoluşsal bir tehlikedir.

İkincisi: Gazze'deki imha savaşının sürdürülmesinde sorumluluğu üstlenen yalnızca İsrail değil, özellikle Batı ve ABD'dir. Şayet ABD savaşı durdurmak isteseydi bunu birkaç saat içinde başarabilirdi. Zira savaşın durması için ABD Başkanı Joe Biden'ın İsrail'e silah ve mühimmat tedarikini durdurduğunu açıklaması yeterli.

Üçüncüsü: ABD defalarca İsrail'in Arap dünyasına entegrasyonunu, İran karşısında Arap ülkelerine bir güvenlik ilavesi olarak pazarlamaya çalıştı. Ancak gerçek şu ki Gazze savaşı, İsrail'in kendisine yaklaşan herkes için bir güvenlik yükü olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkardı. 7 Ekim'de kendini koruyamadı ve Gazze'ye karşı yürüttüğü imha savaşının üzerinden dört aydan fazla süre geçtikten sonra, yalnızca kendi üretimi ilkel silahlara sahip olan Filistinli örgütleri ortadan kaldırmayı başaramadı. İsrail'in, savaşın başka cephelere yayılması tehlikelerinden kendisini korumak için ABD'ye ve diğer Batılı ülkelere ihtiyaç duyduğunu da belirtmeden geçemeyiz. Ancak sahip olduğu tüm ateş gücüne rağmen başka bir silahlı örgütün güney Lübnan'dan kendisine saldırmasını engellemeyi başaramadı.

“İsrail'in mağlup edilebilecek bir ülke olduğu, dolayısıyla kendi şartlarını Araplara dayatacak durumda olmadığı ortaya çıktı.”

Dördüncüsü: Gazze'deki savunmasız sivilleri öldürerek Araplara Ortadoğu'nun ‘yıkıcı canavarı’ olduğu mesajını vermeye çalışmasına rağmen İsrail'in başarısızlığı ve güvenlik açığıdır. İsrail'in mağlup edilebilecek bir ülke olduğu, dolayısıyla kendi şartlarını Araplara dayatacak durumda olmadığı ortaya çıktı. Bu bizi bu makalenin amacına getiriyor.

Dünya, Filistin-İsrail anlaşmazlığı çözülmeden Ortadoğu'da barışın mümkün olmadığının farkına vardı. Bu, Suudi Arabistan'ın defalarca söylediği, İsrail'le her türlü ilişkinin Filistin halkının özgürlük ve bağımsızlık özlemlerine yanıt veren adil bir çözümle başlaması gerektiği yönündeki sözünün geçerliliğini kanıtlıyor. Bu nedenle Suudi Arabistan, Trump döneminde önceki İbrahim Anlaşmaları’nın bir parçası olmayı reddetmişti. Suudi Arabistan, İsrail ile ‘normalleşmenin’ ABD ile Suudi Arabistan arasındaki herhangi bir savunma anlaşmasının parçası olmasını isteyen Biden yönetimiyle yaptığı görüşmelerde bu çatışmaya adil bir çözüm bulunmasını şart koştu.

Bugün dünyanın bütün ülkeleri, Filistin-İsrail anlaşmazlığının çözümünün Gazze'deki mevcut savaşın sonuçlarından biri olması gerektiğini söylüyor. ABD, birden fazla Amerikalı yetkili aracılığıyla net bir takvime göre Filistin devleti kurma projesi üzerinde çalıştığını açıkça duyurdu. ABD, Filistin devletinin tanınması veya Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nde bu devletin itiraz edilmeden tanınması yönünde bir karar alınmasına izin verilmesi meselesini inceliyor. Dışişleri Bakanlığı'na, İsrail'in güvenliğinden ödün vermeden Filistin devletinin kurulmasına yol açacak bir dizi seçenek hazırlama talimatı veren Biden, Filistin devletinin silahsızlandırılabileceğini söylüyor.

“Riyad, İsrail ile barış ilişkileri kurmadan önce bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını şart koşuyordu.”

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Münih Güvenlik Konferansı'nda, ülkesinin Filistin devleti kurma ve İsrail'i bölgeye entegre etme yönünde bir plan geliştirmeye çalıştığını, bu planın birkaç hafta içinde ortaya çıkabileceğini belirtti. Almanya Başbakanı Olaf Scholz ise Gazze'deki Filistin halkının İsrail'le birlikte barış içinde yaşayacak bir Filistin devleti kurma konusunda Almanya'ya güvenebileceğini söyledi. İngiltere ise Filistin devletinin tanınması konusunu incelediğini bildirdi. Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda ortak bir bildiri yayınlayarak Gazze'de derhal ateşkes sağlanması ve Filistin devletinin kurulmasına yol açacak siyasi bir çözümün başlatılması çağrısında bulundu. Avrupa Birliği (AB), Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell aracılığıyla, AB’nin tam egemen Filistin devletine ulaşmayı amaçlayan bir barış planı hazırladığını söyledi.

Filistin-İsrail çatışmasını bir Filistin devletinin kurulmasına yol açacak şekilde sonlandırmaya yönelik bir siyasi hareket var. Burada Biden yönetiminin Gazze'deki savaşı siyasi bir fırsata dönüştürmek istediğini belirtmeliyiz. Bu fırsatın özü, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması karşılığında Suudi Arabistan’la imzalanan savunma anlaşmasıyla İsrail'in Arap dünyasına entegrasyonunu birbirine bağlamak.

Şunu da belirtelim ki, başlangıçta bağımsız bir Filistin devletinden değil, bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına giden siyasi yoldan bahsediliyordu. Ancak Riyad netti ve İsrail ile barış ilişkileri kurmanın koşulu olarak bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını şart koşuyordu. Gazze’ye yönelik saldırganlığın bitmesinin en büyük öncelikleri olduğunu ifade eden Suudi Arabistan, “İsrail 1967'de işgal ettiği Filistin topraklarından çekilene ve bu topraklar üzerinde başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulana kadar İsrail'le ilişkilerini normalleştirmeyeceğini” ABD yönetimine bildiren muhtırasını yayınladığında bu durum daha da açık bir hal aldı.

(foto altı) İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, 17 Şubat'ta Münih'te ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile bir araya geldi. (AP)
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, 17 Şubat'ta Münih'te ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile bir araya geldi. (AP)

Bana öyle geliyor ki bu açıklama, Riyad'ın İsrail ile normalleşme konusundaki tutumu sorulduğunda ABD yönetiminin desteklediği Riyad'ın tutumunun yanlış yorumlanmasını engellemek için geldi. Blinken Doha'da, “Bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına yol açacak bir takvime göre açık bir siyasi yol olması halinde Riyad'ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye hazır olduğunu” duyurdu.

Filistin-İsrail çatışması daha az karmaşık olsaydı Riyad sessiz kalabilir ve yanıt vermeyebilirdi. Ancak bu çatışma devletin sınırlarına, Kudüs'e, işgal altındaki Filistin topraklarındaki yerleşimlerin geleceğine, Filistinli mültecilere ve İsrail ile Filistinlilerin güvenlik sorunlarına odaklanıyor.

“Gazze'deki savaşı durdurmadan ve İsrail güçlerini buradan çekmeden iki devletli çözümden bahsetmenin inandırıcılığı olamaz.”

Eğer bu çatışmanın çözümü sadece bir Filistin devletinin kurulması olsaydı, bu çatışma 2000 yılında İsrail'in Batı Şeria'nın yüzde 90'ından çekilmeyi, yerleşimleri için toprak takası yapmayı, mahallelerin bir kısmı Filistinlilere, bir kısmı da İsraillilere ait olacak şekilde Doğu Kudüs'ü mahallelere bölmeyi ve Mescid-i Aksa üzerindeki egemenliğini sürdürmeyi teklif ettiği Camp David'de sona ererdi. Ya da çözüm, Filistinlilerin ve Arapların, Trump'ın Filistinlilere Batı Şeria'nın yüzde 70'inde, Ölü Deniz'den Akdeniz'e kadar uzanan İsrail devleti içinde bir devlet vereceğini söyleyen planını kabul etmesi olabilirdi.

Her halükârda, Gazze'deki savaşı durdurmadan, İsrail güçlerini buradan çekmeden, Doğu Kudüs’ü de kapsayacak şekilde Batı Şeria'daki yerleşimlerini durdurması için İsrail'i bağlayıcı uluslararası bir karar yayınlamadan iki devletli bir çözümden bahsetmenin inandırıcılığı olamaz.

Eğer Batı iki devletli çözüm konusunda ciddiyse, Doğu Kudüs dahil Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni İsrail'in çekilmesi gereken işgal edilmiş topraklar olarak kabul eden uluslararası hukuka uygun olarak, bu çözümün çerçevesini duyurmak gerekiyor. Bu, Filistin devletinin tanınmasına yönelik herhangi bir sürecin, 5 Haziran 1967'den önceki sınırların da tanınması anlamına geliyor.

Uluslararası hukuka uygun olan bu tanınma, İsrail ile müzakerelerde iki konuyu ortadan kaldıracak: ‘Filistin devletinin sınırları ve Doğu Kudüs.’ Bunlar İsrail'le yapılan tüm müzakerelerin en önemli iki meselesi. Çünkü 2000 yılında Camp David görüşmelerinde çatışmanın sona ermesini engelleyen bu iki konu oldu. Bu iki konunun müzakerelerden çıkarılmaması, uluslararası toplumun bu çatışmanın sona ermesini istemediği anlamına geliyor. Bu bağlamda özellikle de Filistinliler ve Araplar, tarihi Filistin topraklarının yüzde 78'inde İsrail’i kabul ederek önemli bir taviz vermişken yine de bu tarafa yaklaşmıyorlar.

Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria'daki İsrail yerleşimleri, Filistinli mülteciler meselesi ve İsraillilerin ve Filistinlilerin istediği güvenlik garantileri gibi geri kalan meseleler bir takvime ve açık tahkim mekanizmalarına göre müzakere edilebilir.

(foto altı) Gazze Şeridi'ndeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki yıkımın ortasında kalmış bir araba, 19 Şubat. (Al Majalla)
Gazze Şeridi'ndeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki yıkımın ortasında kalmış bir araba, 19 Şubat. (Al Majalla)

Bu sorunların çözümü yok. Burada kimse adına konuşmak istemiyorum. Ancak yerleşim meselesinde Filistinliler ile İsrailliler arasında aynı oran ve değerde toprak takası yapılabilir. Bu, iki taraf arasında daha önce yapılan müzakerelerde de dile getirilen bir konuydu. Hatta İsrailli yerleşimciler, İsrail'in aynı sayıda Filistinli mülteciyi kendi topraklarına geri göndermeyi kabul etmesi karşılığında İsrail vatandaşlığından vazgeçip Filistin vatandaşlığını ve yasalarını kabul etmeleri durumunda Filistin vatandaşı bile sayılabilirler.

“Ortadoğu'yla ilişkisi olan herkes için manevi bir yük haline gelen İsrail'in, Ortadoğu'nun bir parçası olması için zaman daralıyor.”

Güvenlik garantilerine gelince, bunlara İsrail'den daha çok Filistin halkı ihtiyaç duyuyor. Bazıları silahsızlandırılmış bir Filistin devleti öneriyor. Filistinliler şu anda kendi üretimleri dışında kendilerini savunacak silahlara sahip değil. Bu nedenle Filistinliler, İsrail'in kendi topraklarına ya da karasularına girmesini veya egemenliklerini ihlal etmesini engelleyen uluslararası garantilerin olması koşuluyla, silahsızlandırılmış bir devleti kabul etmekten çekinmeyecektir.

Sonuç olarak ABD’liler ve Avrupalılar normalleşmeden, iki devletli çözümden, İsrail'in Ortadoğu'ya entegrasyonundan çokça söz ediyor. Ancak İsrail'le ilişkisini sürdüren herkes için manevi bir yüke dönüşen İsrail'in, onun bir parçası olması için zamanının daraldığını fark etmiyorlar. İsrail'in Gazze'de işlediği suçların boyutu göz önüne alındığında Araplar, İsrail'le barışın halen mümkün olmasına rağmen bunun artık arzu edilir olmadığı kanaatine varmaya yakınlar. Çünkü soykırım uygulayan, karşılaştığı siyasi zorlukları sürekli savaşla çözmeye çalışan, güvenliğini koruyamamasına daha fazla şiddetle karşılık veren irrasyonel bir devletle bir arada yaşamak onlar için büyük bir yük ve buna katlanmak onların çıkarına değil.

* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



ABD'nin silahların kontrolüne ilişkin belgesine karşı Hizbullah'tan farklı bir Lübnan pozisyonuna doğru eğilim

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında (EPA)
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında (EPA)
TT

ABD'nin silahların kontrolüne ilişkin belgesine karşı Hizbullah'tan farklı bir Lübnan pozisyonuna doğru eğilim

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında (EPA)
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında (EPA)

Hizbullah, Lübnan’da silahların yalnızca resmi güvenlik kurumlarının elinde bulunmasına yönelik yerel ve uluslararası taleplere karşı ‘varoluşsal tehdit’ kartını öne sürdü. Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım dün akşam yaptığı konuşmada, ‘ulusal güvenlik stratejisinin’ tartışılmasına başlanmadan önce bu tehdidin ortadan kaldırılması şartını koştu. Bu durum, Lübnan devleti ile Hizbullah arasında bir ‘farklılaşmaya’ işaret ediyor. Zira devlet, ABD’li arabulucu Tom Barrack’ın önerisini ‘olumlu şekilde ele alacakken’ Hizbullah farklı bir tutum sergiliyor.

Kasım’ın son açıklaması, silahlarını teslim etme mekanizmalarının tartışılmasına karşılık daha önce öne sürdüğü şartlara eklenen yeni bir koşul olarak görülüyor. Bu şartların başında ise, İsrail’in ateşkes anlaşmasındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi koşuluyla Hizbullah’ın silah konusunu görüşmeye hazır olacağı yönündeki talep geliyor. Her ne kadar Lübnan’daki resmi çevreler, Hizbullah’ın bu dosyada ‘esnek davrandığını’ ve ‘ağır silahlarını (nokta atışlı füzeler ve insansız hava araçları) teslim etmeye hazır olduğunu’ ifade etse de, konuya yakın kaynaklara göre Hizbullah, İsrail’in önceden bazı adımlar atmasını şart koşuyor.

Hizbullah, ABD'nin İsrail'e son savaştan bu yana Lübnan içinde işgal ettiği beş noktadan çekilmesi, elindeki 16 kişiyi serbest bırakması, Lübnan topraklarına yönelik ihlal ve saldırıları durdurması ve son savaşta yıkılan yerleri yeniden inşa etme görevine başlaması için baskı yapmasını talep ediyor.

ABD elçisi yeniden geliyor

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın, Lübnanlı yetkililer tarafından geçtiğimiz pazartesi günü Beyrut'taki ABD Büyükelçiliği'nden teslim alınan ve Lübnan'dan önümüzdeki aralık ayında sona erecek bir süre içerisinde silahların geri çekilmesi için ‘net’ bir takvim taahhüt etmesini talep eden ABD belgesine resmi bir yanıt almak üzere üçüncü bir ziyaret için yakında Beyrut'a gelmesi bekleniyor. Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Meclis Başkanı Nebih Berri ve Başbakan Nevvaf Selam'ın temsilcilerinden oluşan komite, Lübnan'ın iki hafta önce Beyrut'ta ABD elçisine verdiği bir belgeye ilişkin gözlemleri içeren belgeyi inceliyor. Başbakan Selam'ın bu hafta Meclis Başkanı Berri ile bir araya gelerek Lübnan'ın vereceği yanıtın ayrıntılarını görüşmesi bekleniyor.

Hükümetin esnekliği

Lübnan makamları, Amerikan taleplerini içeren belgeye karşı esnek bir tutum sergiliyor. Bununla beraber Amerikan heyetiyle yürütülen temaslara aşina kaynakların Şarku’l Avsat’a aktardığına göre Lübnan makamları, Washington’un talep ettiği şekilde Karz-ı Hasen Vakfı ile ilgili tedbirleri artırmak, mali ve idari reformları uygulamak gibi kendisine düşen görevleri de yerine getiriyor. Hizbullah ise silah meselesinde daha katı bir tutum sergiliyor.

Kaynaklar, ABD'nin yanıtını incelemekle görevlendirilen komitenin görevinde önemli ilerleme kaydettiğini belirterek, Lübnan devletinin Amerikan anlaşmasına olumlu yaklaşacağını ve hükümetin silahlanmada tekelleşmeyi aşamalı olarak uygulama sözü vereceğini ifade etti. Kaynaklara göre Lübnan'ın resmi yanıtı Hizbullah'ın taleplerindeki sert tutumundan farklı olacak. Kaynaklar, Hizbullah'ın garantiler talep ettiğini ve Kasım'ın açıklamalarının da gösterdiği gibi son zamanlarda tutumunu sertleştirdiğini belirtti.

Varoluşsal tehdit

Kasım dün akşam yaptığı konuşmada, “Hizbullah, Emel Hareketi, direniş ve Lübnan'ın bağımsızlığını isteyen ve Lübnan'ın Lübnanlılar için nihai bir vatan olduğuna inanan egemen bir hat olarak bizler, direnişe, çevresine ve bir bütün olarak Lübnan'a yönelik varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu hissediyoruz” ifadesini kullandı.

Görsel kaldırıldı.Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım dün akşam yaptığı konuşmada (Hizbullah medyası)

Kasım, “Lübnan'ın karşı karşıya olduğu üç gerçek tehlike var: güney sınırında İsrail, doğu sınırında DEAŞ ve Lübnan'ı kontrol etmeye, üzerinde vesayet kurmaya çalışan ve Lübnan'ın hareket ve yaşama kabiliyetini yok etmek isteyen Amerikan zorbalığı” dedi.

Kasım, Lübnanlılara hitaben şunları söyledi: “Sözümüz bir olsun ve öncelik için çalışalım. Tehlikeyi ortadan kaldırdıktan sonra savunma stratejisini ve ulusal güvenlik stratejisini tartışmaya hazırız. Sizi İsrail'e iyilik yapmamaya çağırıyorum. Çatışma halinde ABD hedeflerine ulaşamaz.”

Hizbullah silahlarına sarılıyor

Lübnan Kuvvetleri Partisi kaynaklarının Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamaya göre Kasım'ın son tutumu ‘silahlarına sarılma meydanından henüz ayrılmadığı, yani halen aynı noktada olduğu’ şeklinde değerlendiriliyor. “Bu tutum görünüşte çevresine yönelik ve üstü kapalı tavizler mi içeriyor?” diye soran kaynak, başkanlar (Avn, Berri ve Selam) tarafından dile getirilen bazı hususların işlerin kolay olduğuna işaret ettiğini hatırlattı.

Görsel kaldırıldı.Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile yaptığı görüşme sırasında (Reuters)

Kaynaklar, “Şu ana kadar görünen o ki, Hizbullah silah bırakmamakta ısrar ediyor. Hizbullah'ın maksimum yapabileceği şey Litani Nehri’nin güneyinden çekilmek. Savunma stratejisi diye bir şey yok. Ondan istenen, silahlarını teslim etmesi” ifadelerini kullandı. Kaynaklar, ‘Hizbullah'ın şimdiye kadar, varoluşsal tehditler konusunda aynı söylemleri sürdürdüğünü, hâlbuki bu silahlar ve destek savaşı aracılığıyla Lübnan’a varoluşsal bir tehdit teşkil edenin bizzat kendisi olduğunu ve silahları yüzünden savaşları ülkeye çektiğini’ ifade etti.

Kaynaklar, Hizbullah’ın yetkilileri aracılığıyla yaptığı açıklamalarda ‘ABD’ye İsrail sınırını korumaya hazır olduklarını, bunu da Litani’nin güneyinden tamamen çekilerek ve silah meselesini Litani’nin kuzeyinde hükümetle müzakere ederek yapabileceklerini anlatmak istediklerine’ dikkat çekti. Kaynaklar, ‘bu durumun ABD tarafından reddedildiğini, Washington’ın hamle karşılığında hamle ilkesine bağlı kaldığını, yani İsrail’in aşamalı olarak çekilmesi, esirlerin serbest bırakılması ve hedef almayı durdurması karşılığında devletin de Hizbullah’ın askerî yapısını dağıtarak egemenliğini tesis etmesini istediğini’ vurguladı.

Lübnan Kuvvetleri Partisi’ne yakın kaynaklar, ‘Hizbullah’ın artık bu yönde bir adım atmazsa hem kendisini hem de tüm Lübnan halkını yeni bir savaşa sürükleyeceğinin farkında olduğunu, eylül ayında önceki ABD temsilcisi Amos Hochstein’ın sunduğu fırsatı değerlendirmediğinde savaşla karşılaştığını ve şimdi Tom Barrack’ın sunduğu fırsatı değerlendirmemesi halinde Lübnan’ı tehlikeye atacağını bildiğini’ ifade etti. Kaynaklar, Lübnan’ın yeni şiddet sahnelerine sürüklenmemesi konusunda uyardı.