Deyrizor’un doğu kırsalında SDG ile Arap kabileler arasında çatışmalar neden devam ediyor?

Bir Kürt yetkili, Şarku’l Avsat’a, çatışmaların Özerk Yönetim projesinden korkan taraflarca yönlendirildiğini aktardı.

Geçen ağustos ayında SDG ile Arap kabileleri arasında çatışmalara sahne olan doğu Suriye’nin Deyrizor kırsalındaki eş-Şuhayl kasabasının girişi. (EPA)
Geçen ağustos ayında SDG ile Arap kabileleri arasında çatışmalara sahne olan doğu Suriye’nin Deyrizor kırsalındaki eş-Şuhayl kasabasının girişi. (EPA)
TT

Deyrizor’un doğu kırsalında SDG ile Arap kabileler arasında çatışmalar neden devam ediyor?

Geçen ağustos ayında SDG ile Arap kabileleri arasında çatışmalara sahne olan doğu Suriye’nin Deyrizor kırsalındaki eş-Şuhayl kasabasının girişi. (EPA)
Geçen ağustos ayında SDG ile Arap kabileleri arasında çatışmalara sahne olan doğu Suriye’nin Deyrizor kırsalındaki eş-Şuhayl kasabasının girişi. (EPA)

Deyrizor kırsalında Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrol ettiği bölgelerdeki genel sakinliğe rağmen burası, Fırat Nehri’nin hükümet kontrolü altındaki batı yakasından bir kabile lideri önderliğindeki yerel milislerin ara sıra gerçekleştirdiği saldırılara tanık oluyor. Bu durum, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi yetkililerinin, yönetimi saldırıların arkasında olmakla suçlamasına yol açıyor. Suriye olaylarını gözlemleyenler, bazı kabile liderlerinin hırs ve anlaşmazlıklarının, bölgede DEAŞ ile mücadele eden uluslararası koalisyon tarafından desteklenen, Şam’ın yetkisi dışındaki bölgedeki gerilimi sürdürmek için istismar edildiğine inanıyor.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre bu operasyonun sonuncusu, 18 Şubat Pazar günü silahlı grupların, Deyrizor’un doğu kırsalındaki birçok kasabada bulunan SDG noktaları ve askeri kontrol noktalarına eş zamanlı saldırılar gerçekleştirmesiyle yaşandı. Saldırılarda meydana gelen can kaybına ilişkin bilgi verilmedi.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), o sıralarda yerel silahlı kişilerin, SDG’nin konuşlandığı Boubadran su rafinerisi noktasına ve et-Tayana ve es-Soussa kasabalarındaki noktalara saldırı düzenlediğini bildirdi.

Geçen ağustos ayında Deyrizor’un doğu kırsalındaki bazı Arap aşiretlerine mensup silahlılar ile ABD liderliğinde DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyon tarafından desteklenen PYD’ye bağlı Kürtlerin çoğunluğunu oluşturduğu SDG unsurları arasında şiddetli çatışmalar yaşandı.

Çatışmalar, o günden bu yana durmadı. Ayrıca siviller de dahil olmak üzere onlarca can kaybına neden oldu. Ancak hareketin lideri Şeyh İbrahim el-Hafel’in o dönemde bölgeden Şam’a kaçmasıyla göreceli sakinlik geri geldi. Kendisi, Suriyeli yetkililerle bağları olmakla suçlanıyor.

Hafel, Suriye Ceziresi’nin en büyük kabilelerinden biri olan el-Akidat kabilesinin şeyhinin kardeşi. Geçtiğimiz haftalarda Suriye’nin başkenti Şam’daki bir misafirhanede şeyhler ve bölge aşiretlerinin ileri gelenleriyle birlikte görüldüğü fotoğraf ve videoları yayıldı.

Çatışmaların başlangıcından bu yana SDG liderliği, Şam’daki yetkilileri bu gerilimin arkasında olmakla ve Hafel’i desteklemekle suçlandı. Ancak Hafel bu iddiayı reddederken, “Yaşanan, bölge halkının, haklarını savunmak için ortaya koyduğu meşru bir harekettir” dedi.

Fotoğraf Altı: Şeyh İbrahim Cadaan el-Hafel. (İnternet siteleri)
Şeyh İbrahim Cadaan el-Hafel. (İnternet siteleri)

Ancak doğu Suriye meseleleri konusunda uzman Suriyeli gazeteci Muhammed el-Hamid, Hafel’in Şam ile sürekli koordinasyon içinde olduğunu belirtti. Ayrıca Deyrizor kırsalında rejimin kontrolündeki Mayadin şehrinde unsurları için özel kamplar açıldığını açıkladı.

Hamid, altı ay önce bölgede çıkan çatışmaların, Hafel ve SDG’ye bağlı Deyrizor Askeri Konseyi’nin eski komutanı olan akrabası Ahmed el-Hubeyl de dahil, kabile sahnesinin ön saflarında yer almayı arzulayan kişiler tarafından yürütüldüğüne dikkat çekti. Uzmana göre bu kişiler, kişisel emellerini gerçekleştirmek için bölge halkına uygulanan baskıyı istismar ettiler.

Ayrıca el-Akidat kabilesinden olan Hubeyl, SDG liderliğinin onu Ağustos ayında görevinden almaya karar vermesinden önce, SDG içindeki nüfuzunu kullanarak kabile şeyhliğini talep etmişti. Bu durum, iki taraf arasında el-Akidat kabilesi mensuplarının yoğunlaştığı bölgelerde çatışmaların patlak vermesine yol açtı.

Hubeyl ile sadakatleri Suriye’deki çeşitli otoriteler arasında bölünmüş olan kabilenin geri kalan ileri gelenleri arasındaki kötü ilişkilere rağmen İbrahim el-Hafel, SDG ile Ahmed el-Hubeyl güçleri arasındaki çatışmaların el-Akidat kabilesi mensuplarının köylerinde yoğunlaşmasından yararlandı. Böylece SDG tüm bölgenin kontrolünü yeniden ele geçirene kadar yaklaşık bir ay süren şiddetli bir çatışmaya dahil olmuş silahlı bir harekete liderlik etti.

Fotoğraf Altı: Deyrizor’daki SDG unsurları (AFP)
Deyrizor’daki SDG unsurları (AFP)

İki taraf arasındaki büyük askeri operasyonların sona ermesine rağmen Hafel’e bağlı grup, Fırat Nehri’ne bakan köylerden başlayarak SDG kontrolündeki kıyının karşı tarafından zaman zaman saldırılar düzenlemeye devam etti. PYD Halkla İlişkiler Ofisi Direktörü Sihanouk Dibo’nun belirttiğine göre SDG ise bu durumu, kendi bölgelerini istikrarsızlaştırmaya çalışmak ve ulusal projesini engellemek olarak nitelendiriyor.

Baskılar ve hırslar

Dibo, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada bu operasyonların, 2254 sayılı uluslararası karar uyarınca Suriye krizine gerçekçi çözüm haline gelen Özerk Yönetim projesinden korkan taraflarca desteklendiğini söyledi. Dibo ayrıca, “Biz bu grupları destekleyenin Suriye rejimi olduğuna inanıyoruz, yoksa kontrolü altındaki bölgelerde nasıl serbestçe dolaşıp oradan güçlerimize saldırabilirler?” diye sordu.

SDG, amacın Suriye’deki siyasi projesini vurmak olduğuna inanırken, gözlemciler ise Suriyeli yetkililerin SDG’yi zayıflatmak için bölgedeki kabilelerin ileri gelenlerinin hırslarından ve bazı grupların ötekileştirilme hissinden yararlandığına dikkati çekti.

Bu bağlamda Muhammed el-Hamid şu açıklamada bulundu:

“İbrahim el-Hafel, muhalif güçler ile Özerk Yönetim arasında yaşanan köklü çatışmanın yanı sıra, özellikle SDG kontrolündeki bölgelerdeki bazı Arap şehir ve kasabalarının ihmal edilmesiyle, başlangıçta önemli sayıda destekçisini harekete geçirmeyi başardı. Ancak Hafel’in rejimin kontrolündeki bölgelere kaçıp Suriye güvenlik servisleriyle bağlantısının doğrulanmasının ardından aldığı bu destek ve onay önemli ölçüde azaldı. Hafel, şu anda Şam’da. Hareketine daha fazla savaşçı katmak için Şam'a sadık bazı kabile ileri gelenleriyle görüştü. Suriyeli yetkililer, bunun için meydanlarda eğitim kamplarına benzeyen alanlar sağladı. Ayrıca üyelerine, özellikle de Ziban, Ebu Hamam, el-Kasra ve el-Hasan kasabaları aracılığıyla Fırat Nehri’nin batı yakasından nehrin doğu yakasındaki SDG noktalarına doğru silahlı saldırılar düzenleyebilmesi için gerekli olanakları da sağladı.”

Fotoğraf Altı: Geçen eylül ayında, Deyrizor’un bir köyünde görüntülenen SDG unsurları. (AFP)
Geçen eylül ayında, Deyrizor’un bir köyünde görüntülenen SDG unsurları. (AFP)

Bölgedeki diğer kabileleri SDG’ye karşı isyan etmeye davet etmesine rağmen İbrahim el-Hafel, Deyrizor’un doğu kırsalındaki el-Akidat kabilesinin köyleriyle sınırlı kalan hareketine önemli bir destek sağlayamadı.

Kabile haritası

Kuzeydoğu Suriye’de (El-Cezire ve Fırat bölgesi) başta el-Bakara, Tay, Şammar, Cays ve el-Akidat olmak üzere yayılmış Arap kabileleri ve aşiretleri bulunuyor. Bunların tamamı, 2011’den bu yana ciddi bölünmelere maruz kalıyor. Öyle ki liderlik için rekabet eden şeyhlerin sadakati, bölgeyi kontrol eden taraf ve güçler arasında dağılıyor.

Suriyeli gazeteci Yaser Allavi, bu kabileler arası rekabetin, aktif veya Suriye’nin işlerine müdahale eden siyasi güçler tarafından yönlendirildiğine ve bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştığına inanıyor. Allavi’ye göre bu durum ise Cezire bölgesi sakinlerinin iki kat bedel ödemesine neden oldu.

Bu hareketin sonuçları hakkında Allavi şu açıklamada bulundu:

“Artık SDG ve ardındaki Uluslararası Koalisyon Güçleri, bu dalgalanmayı kontrol altına aldıktan ve kabile üyelerinin Fırat’ın doğusundaki Deyrizor kırsalında bulunan SDG karargâhları ve kontrol noktalarına yönelik büyük askeri saldırılarını geri püskürttükten sonra, özellikle de rejimin bu saldırılara katılımına ilişkin söylentilerin artmasıyla gerilim ve saldırılar azaldı.”

İbrahim el-Hafel’e bağlı savaşçıların Deyrizor’un doğu kırsalında SDG’ye yönelik operasyonları devam etmesine rağmen yaygın inanış, saldırıları gerçekleştirenlerin siyasi ve kişisel saikleri nedeniyle, özellikle de güvenlik güçleriyle bağlantıları açısından, bu saldırıların halk tarafından desteklenmediği yönünde. Bu durum birçok kişinin, özellikle de bölgede yaşayanların ve yerinden edilenlerin çoğunun muhalefet üyeleri olması nedeniyle, sınırlı ve zayıf kalacağına inanmasına yol açıyor.



Lübnan'da tartışmalara yol açan bir İran belgesi: Hizbullah Ulusal Muhafızlara mı dönüşecek?

Belge, “Hizbullah’ın askeri ve örgütsel yapısının Lübnan Ulusal Muhafızlarına tamamen dönüştürülmesinin” başlangıcını öngören geri döndürülemez bir stratejik karardan bahsediyor (Reuters)
Belge, “Hizbullah’ın askeri ve örgütsel yapısının Lübnan Ulusal Muhafızlarına tamamen dönüştürülmesinin” başlangıcını öngören geri döndürülemez bir stratejik karardan bahsediyor (Reuters)
TT

Lübnan'da tartışmalara yol açan bir İran belgesi: Hizbullah Ulusal Muhafızlara mı dönüşecek?

Belge, “Hizbullah’ın askeri ve örgütsel yapısının Lübnan Ulusal Muhafızlarına tamamen dönüştürülmesinin” başlangıcını öngören geri döndürülemez bir stratejik karardan bahsediyor (Reuters)
Belge, “Hizbullah’ın askeri ve örgütsel yapısının Lübnan Ulusal Muhafızlarına tamamen dönüştürülmesinin” başlangıcını öngören geri döndürülemez bir stratejik karardan bahsediyor (Reuters)

Denise Rahma Fahri

Son zamanlarda, Lübnan'daki yerel medya kuruluşları, İran Devrim Muhafızlarına yakın bir merkez olan Tahran'daki Savunma Çalışmaları Merkezi'nden sızdırıldığı bildirilen bir İran belgesi yayınladı. Belge Hizbullah adına, Lübnan Cumhurbaşkanı komutasında faaliyet gösterecek “Ulusal Muhafızlara” dönüşmeyi öneriyor ve buna hazır olduğunu ifade ediyor. Belgeye göre, Lübnan Ulusal Muhafızları, “Meçhul Asker Kurumu” bünyesinde bir direniş unsuru ve stratejik yedek kuvvet olarak yer alacak. Belgede belirtildiği üzere, bu “direnişin” sonu değil, silahların devletin elinde olduğu yeni bir dönemin başlangıcı. Hizbullah’a yakın bir kaynak, bu belgeden haberdar olmadığını, şu anda konuya ilişkin belirli bir vizyon bulunmadığını ve meselelerin silah ile ilgili diyaloğun kaderiyle bağlantılı olduğunu belirtse de, Hizbullah liderliği bu belgeyi resmi olarak yalanlamadı. Birçok kişi de belgeyi, Hizbullah'ın silahını korumayı, komutayı Devrim Muhafızları ile sınırlandıran, resmi ordusunun ise sembolik bir rol oynadığı İran modelini benimseyerek, varlığını meşrulaştırmayı amaçlayan öneri ve çözümler için nabız yoklaması olarak değerlendirdi.

frgty
İran belgesi, Lübnan'daki mevcut dönemi direniş ve ulusal egemenlik tarihinde önemli bir an olarak tanımlıyor (AFP)

Diğer Seçenek Hareketi'nin lideri Alfred Madi, bu belge hakkında ilk konuşan kişi oldu. Madi, Cumhurbaşkanı Joseph Avnn, Hizbullah ve Emel Hareketi temsilcilerini içeren ve Lübnan ulusal güvenlik stratejisi üzerinde çalışan komitelerin yanı sıra, Hizbullah’ın talep ettiği garantilerin İran'ın önerisinin ciddiyetini gösterdiğini açıkladı.

Sızdırılan metin

İmza bekleyen bir taslak bildiri olduğu düşünülen İran belgesi, Lübnan'daki mevcut dönemi direniş ve ulusal egemenlik tarihinde önemli bir an olarak tanımlıyor. Hizbullah'ın “Ulusal Muhafız”a dönüşmeye hazır olmasını da, caydırıcılık denklemini Lübnan devleti bayrağı altında pekiştirme ve ulusal güçleri halkın ve anayasanın çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden konumlandırma taahhüdü çerçevesinde değerlendiriyor.

Belge, “Hizbullah’ın askeri ve örgütsel yapısının Lübnan Ulusal Muhafızları'na tamamen dönüştürülmesi sürecinin” başlamasını öngören geri döndürülemez bir stratejik karardan bahsediyor. Belgeye göre Ulusal Muhafızlar, Lübnan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanı komutasında ve Bakanlar Kurulu ile koordinasyon halinde, ulusal egemenlik çerçevesinde faaliyet gösteren egemen bir halk direniş oluşumudur.

Pratik adımlara gelince, belgede “bu yıl sonuna kadar, elit birlikler, silah depoları ve komuta kontrol merkezleri de dahil olmak üzere, kuzeyden güneye tüm silah ve muharebe kabiliyetlerinin kademeli olarak Lübnan Ulusal Muhafızları'na devredileceği” belirtiliyor. Belgede ayrıca, “daha önce direnişle bağlantılı olan ileri askeri üretim birimlerinin resmen Lübnan devletinin denetimine girdiği ve gizli teknik ve güvenlik raporlarını, en yüksek egemenlik koruması çerçevesinde, Cumhurbaşkanı aracılığıyla Bakanlar Kurulu'na sunduğu” da ifade ediliyor. Bu birimler arasında hassas mühimmat üretimi, savunma sistemleri, insansız hava araçları, füzeler ve uzun menzilli mermilerin geliştirilmesi yer alıyor.

sdfgth
Hizbullah adına, Lübnan Cumhurbaşkanı komutasında faaliyet gösterecek “Lübnan Ulusal Muhafızları”na dönüşmeyi öneren ve buna hazır olduğunu belirten bir belge yayınlandı (Reuters)

İran'ın önerisi, Lübnan Savunma Bakanlığı'nı, korunan teminatlar dahilinde ve gönüllülere doğrudan maaş ödenmeden, Ulusal Muhafızlar ile ilgili gizli altyapı ve operasyonel görevlerden sorumlu kuruluş olarak belirliyor. Yine öneriye göre Ulusal Muhafızlar, acil durumlarda hızlı karar alma ile ilgili taktiksel nedenlerle bağımsız bir operasyon odası ile birlikte Meçhul Asker Kurumu’na  bir direniş bileşeni ve stratejik yedek olarak dahil edilecek.

İran'ın önerisi, 10.452 kilometrekarelik Lübnan’ın sonudur

Independent Arabia, bu belgenin Farsçasını aradı ve hatta kendisini hazırladığı söylenen kurumun web sitesini taradı, ancak hiçbir şey bulamadı.

Aynı zamanda, Diğer Seçenek hareketinin lideri Alfred Madi, önerinin sadece medyada çıkan bir haberden ibaret olsa da masum olmadığını vurguluyor. Bu yönde bir dizi adımın atıldığını açıklıyor. Ona göre bu adımların en dikkat çekeni, Hizbullah, Emel Hareketi ve Cumhurbaşkanı Avn'dan oluşan ortak komitelerin ulusal güvenlik stratejisi üzerinde çalışmak üzere medyadan uzakta, tamamen gizlice düzenlediği toplantılardır. Bu çalışma, Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi karşılığında talep ettiği garantilerle ilgili olarak son zamanlarda gün yüzüne çıkan taleplerle örtüşüyor. Madi, bu önerinin Cumhurbaşkanı'nın tasarrufunda olmasıyla ilgili sızdırılan belgenin içeriğine de ışık tutuyor. Tüm göstergelerin, Hizbullah'ın Cumhurbaşkanı Avn'a, başkan yardımcılığı ve ordu komutanı yardımcılığı görevlerini güvence olarak almadığı sürece hiçbir şey vermeyeceğini gösterdiğini belirtiyor. Bunun için anayasa değişikliği veya yeni bir kuruluş konferansı gerekiyor. Madi, daha fazla ayrıntı vermekten kaçınarak, “Perde arkasında bir şeyler planlanıyor ve ana hatları artık belli” diye ekliyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre belgeyle ilgili sızıntıların ciddiyetiyle ilgili olarak, İran'ın Hizbullah'ın askeri kanadını Ulusal Muhafızlar adı altında koruma türünden bir sızıntı, silahların teslim edilmesini ve sadece devletin elinde olmasını şart koşan Lübnanlı ve uluslararası talepleri atlatmaya veya etrafından dolanmaya yönelik akıllıca bir girişim sayılmıyor. Aksine, söz konusu öneri ile “çözüm bu” ve orduya ancak tek grup halinde entegre oluruz diyorlar.

Madi, bu öneri ile ilgili olarak şunu da ekliyor: “Hizbullah'ın silahları sorununu çözmeyecek, aksine ülkeyi yıkıma ve Hizbullah’ın Lübnan’ı işgalini meşrulaştırmaya götürecek, ki bu da siyasi bir sapkınlıktır”. Ayrıca “sadece zorlu çözümü uygulamaktan kaçınmak için Lübnan formülünün tamamını değiştirebilecek bir öneriyi kabul etmek mümkün değil. Hizbullah'ı da içeren bir Ulusal Muhafız Birliği kurmak, Sünniler, Hristiyanlar veya Dürziler için ve hatta Şiilerin yarısı için bile kabul edilemez. Böyle bir çözümü ancak mevcut siyasi otorite sürdürebilir. İran'ın önerisi, 10.452 kilometrekarelik bir ülke olarak Lübnan'ın sonu demektir” diye de vurguluyor.

Askeri kaynaklar

Askeri çevreler ise bu önerinin Lübnan'ı yıkıma götüreceğine ve federal bir sistemin dayatılmasına yol açacağına inanıyor. Zira bu durum, bir Hristiyan Ulusal Muhafız Birliği, bir Sünni Ulusal Muhafız Birliği ve bir Dürzi Ulusal Muhafız Birliği kurulması yönünde karşı talepleri tetikleyebilir. Askeri çevreler “böyle bir proje yaşayamaz ve amacı Lübnan'ı federal bir devlete dönüştürmek olmadığı sürece imkânsızdır. Bu öneri bir İran rüyasıdır ve gerçekleşmeyecektir” diyor. Bunu tanımlamak için halk arasında yaygın “Şeytan’ın cennete girmeyi hayal etmesi gibi” sözünü kullanan çevreler, ulusal ordunun yanı sıra tüm bu silah ve teçhizata sahip bir silahlı örgütün varlığını dahi şiddetle reddediyor. Böyle bir öneriyi sızdırmanın, Lübnan devletini ve ABD'yi alt etme çabalarını gizlediğine ve ancak Lübnan'ın merkezi siyasi otoriteye sahip bir devletten ademi merkeziyetçi bir devlete dönüşmesi durumunda başarılı olacağına inanıyorlar.

Aynı çevreler, İran ve Hizbullah'ın nabız yoklamak için belgeyi kasıtlı olarak sızdırmış olma ihtimalini de göz ardı etmiyor. Belgenin içeriğinin merkezi bir devlet içinde uygulanmasının, o devletin yıkılması anlamına geleceğine ve Lübnan'daki diğer mezhep ve dini grupları silahlanmaya iteceğine inanıyorlar. Dahası, “böyle bir karar, zaten hayal kırıklığı içinde yaşayan askeri personeli daha da hayal kırıklığına uğratacaktır” diyorlar. Ulusal Muhafızlar personelinin veya Ulusal Muhafızlar kılığındaki Hizbullah üyelerinin maaşlarını kim ödeyecek, eski cumhurbaşkanı Emile Lahud döneminde direnişin yararına ordudan kesilen fonlar yetmez mi diye soruyorlar. Böyle bir karar Lübnan Ordusu için felaket olur diye de ekliyorlar.

Hizbullah’a yakın kişiler; böyle bir öneri yok diyorlar.

Hizbullah'a yakın bir isim olan siyasi analist Faysal Abdussettar, böyle bir önerinin mevcut olmadığını ve bu konunun masada bile olmadığını vurguluyor. Abdussettar, “Lübnan daha önce 1960'ların sonlarında benzer bir deneyim yaşamıştı, ancak bu anlamda değil, daha ziyade 'ordu destekçileri' bayrağı altında bir oluşum söz konusuydu. O dönemde mesele, Filistinli örgütlerin ve güçlerin varlığının ardından birçok güney bölgesinde hakim olan durumla ilgiliydi” diyor. Bunun bugün yeniden gündeme gelmesine şaşırdığını ifade eden Abdussettar, herhangi birinin bu dönemi taklit etmek veya direnişin elindeki silahlar sorununa bir çözüm bulmaya çalışmak amacıyla bunu gündeme getirmiş olmasından şüphe duyuyor. Abdussettar’a göre bu öneri “ne ciddi ne de mevcut değil.” Şunu da ekliyor: “Herkesin bildiği yerleşik denklem, silahların teslim edilmesinin söz konusu olmadığıdır. Ulusal savunma stratejisi kapsamında bir tartışma yapılabilir, ancak bu konu derinlemesine bir diyalog gerektiriyor. Diyalog ise devletin başı olan Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere tüm Lübnanlı liderler için artık kaçınılmaz hale geldi.” Ancak Abdusettar, ABD Başkanı Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın Lübnan'dan ayrılması ve ABD'nin Lübnan'ın yanıtına nasıl bir yanıt vereceğinin henüz bilinmemesi nedeniyle yakın gelecekte herhangi bir diyalog olasılığının uzak olduğunu “bu nedenle, bir sonraki adımların netleşmesi için daha fazla zamana ihtiyaç olduğunu” belirtiyor.