İsrail’in akılsızlığı ile İran’ın ‘akılcılığı’ arasında kalan bölge

İsrail ile İran, ‘iki devletli çözüme’ itirazda buluşuyor

İki Filistinli, 23 Şubat’ta İsrail tarafından Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ta bir eve düzenlenen saldırı mahallinde oturuyor (Reuters)
İki Filistinli, 23 Şubat’ta İsrail tarafından Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ta bir eve düzenlenen saldırı mahallinde oturuyor (Reuters)
TT

İsrail’in akılsızlığı ile İran’ın ‘akılcılığı’ arasında kalan bölge

İki Filistinli, 23 Şubat’ta İsrail tarafından Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ta bir eve düzenlenen saldırı mahallinde oturuyor (Reuters)
İki Filistinli, 23 Şubat’ta İsrail tarafından Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ta bir eve düzenlenen saldırı mahallinde oturuyor (Reuters)

Elie el-Kusayfi

Son on yılda, özellikle Suriye’de ‘Arap Baharı’ olaylarının patlak vermesiyle birlikte şu kanaat hâkim oldu: Mağrip’te meydana gelen başlıca değişikliklerden biri, bölgenin toplumları arasındaki geniş kesimlerin, siyasi özgürlükleri ve yaşam standartlarının gelişmesi pahasına Arap-İsrail çatışması mantığının esiri olarak kalmak yerine, iç meselelerine yönelmesidir.

Bu noktada birbirine tamamen zıt iki eğilim ortaya çıktı. Bunlardan birincisi, ‘Direniş Ekseni’nin görüşüydü. Bu görüşe göre olan bitenler, İsrail’e düşman ülkelerde kargaşa çıkarmayı ve bu ülkeleri ‘temel meseleden’ uzaklaştırmayı hedefleyen bir dış yönlendirmeyle gerçekleşiyor. Buna karşılık kadim bir görüş yeniden ön plana çıktı. Bu görüşe göre de ‘çember ülkelerdeki’ siyasi değişim, Filistin meselesini istismar dairesinin dışına çıkarıyor ve böylece Filistinlilerin haklarını destekleyecek ‘dürüst’ ve etkili bir toplumsal ve siyasi dinamik oluşturuyor.

Ancak her iki durumda da Hamas dahil hepsi, iç çatışmalara ve savaşlara girdi. Filistin meselesi, olayların ve dikkatlerin odağı olmaktan uzaklaştı. Gerçi bu çatışmaların ana başlıklarından biri, İsrail’le yüzleşmeye ilişkin ‘resmî’ anlatı ile bu ‘meselenin’ devlet ve Direniş partileri tarafından, kapalı ve katı siyasi ve toplumsal sistemler inşa etmek için istismar edilmesine karşı çıkan anlatı arasındaki zıtlıktı.

Bu durum şimdi değişti ve ‘Arap Baharı’ başarısızlığının ardından Filistin meselesi, 7 Ekim saldırısıyla yeniden ekranlara döndü. Ama Mağrip halklarının başına gelen felaketlere ek olarak Gazze’de yaşanan yeni ve büyük bir felaketle…

Ancak bu dönüş, birikmiş felaket sahneleriyle ve bunun ruhlarda doğurduğu, bölgenin bitimsiz ve nesilden nesle felaketler içinde yaşamaya mahkûm olduğu izlenimiyle sınırlı değil. Gazze Şeridi’ndeki cehennemî savaş ile tüm bölgenin ve Mağrip’in ötesinin geleceği arasındaki bağlantıya bakıldığında bu, aynı zamanda önemli bir siyasi dönüş.

İsrail, Hamas’ı ortadan kaldırmanın ‘nihai çözüme’ bir giriş olduğu yönünde bir anlatı sunmaya çalışıyor, ancak pratikte  ‘nihai çözümün’ temellerini baltalıyor

Bununla birlikte bu bağlantı, sorunlu bir bağlantı ve satır aralarında pek çok soru barındırıyor. Bu sorulardan belki de en öne çıkanı şu: İsrail savaş makinesi, 7 Ekim saldırısına tepki olarak Hamas’ı ortadan kaldırma bahanesiyle Filistin’e yönelik saldırısını kontrolsüzce derinleştirirken, Gazze’de yaşanan ve dur durak bilmeyen böyle bir trajediden nasıl istikrar ve barış doğabilir?  İsrail’deki sağcı hükümetin kaç Filistinlinin kanı dökülürse dökülsün, Gazze’deki savaşını sürdürmesi için kendisine sağlanan uluslararası himayeden, özellikle de ABD’nin korumasından son ana kadar yararlanmaya çalışacağı ortada. Açıklanan hedef, Hamas’ı ortadan kaldırmak olsa da esasında bu savaş, İsrail’in Filistinlilerin haklarını baltalamaya ve ‘nihai çözüme’ yönelik her türlü ışığı söndürmeye dönük sağcı politikalarının ileri bir halkasını temsil ediyor.  

dfver
23 Şubat’ta Sana’da düzenlenen ‘Gazze’ye Destek’ yürüyüşü sırasında yapay bir füze taşıyan Yemenli bir çocuk (AFP)

Bir diğer deyişle, İsrail’in sözde Hamas’ı dağıtma çabası, aslında Gazze Şeridi’nde, Batı Şeria’da ve Kudüs’te yeni bir saha ve siyaset gerçekliği oluşturarak Filistinlilerin haklarını ortadan kaldırma çabasıdır. Bu da Filistinlilerin siyasi ve toplumsal varlığını giderek zayıflatıyor, umut edilen devletlerini tamamen yok ediyor ve doğsa bile bu devleti zayıf, parçalanmış ve gerçek bileşenlerden yoksun olarak doğacak hale getiriyor.

Yani İsrail, Hamas’ı ortadan kaldırmanın ‘nihai çözüm’ arayışını başlatan adım olduğu yönünde bir anlatı sunmaya çalışsa da aslında pratikte ve Hamas’ı dağıtma kisvesi altında bu ‘nihai çözümün’ temellerini baltalıyor, onu daha da uzaklara savuruyor. Bu yüzden Gazze’deki savaşın bitmesinin bölgeyi hızla bir kıyıdan diğer kıyıya, yani kargaşa, savaş ve felaket kıyısından istikrar, barış ve refah kıyısına taşıyacağı düşüncesine asla bel bağlayamayız. Hele de çatışma için adil ve sürdürülebilir bir çözüm arayışında olan ‘aklı başında’ bir İsrailli alternatif yokken. Halbuki mevcut savaş, bu çatışmanın yansımalarının Filistin topraklarıyla sınırlı kalmayıp tüm bölgeyi içine alacağını gösterdi.

Bu alternatif, İsrail’de hiçbir zaman köklü bir seçenek olmasa da İsrail’de Binyamin Netanyahu liderliğindeki gibi aşırılık yanlısı gündemlere sahip bir hükümet hiç iktidara gelmemişti. Netanyahu hükümetinin kararları, İsrail siyasi toplumunda giderek genişleyen bir kesim tarafından bile ‘akıl almaz’ olarak nitelendiriliyor. Bununla birlikte bu niteleme, Filistinlilerin hakları için duyulan endişeden değil, İsrail’in Filistinlilere bir hak payı verilmesi gibi stratejik çıkarlarından farklı bir vizyondan kaynaklanıyor.

İran, bölgede nüfuzunu Filistin’i özgürleştirmek için yaydığını söylese de bölge halkları arasındaki geniş kesimler, Tahran’ın Filistin söylemini bölgede yayılmacı stratejisini gerçekleştirmek için benimsediğini düşünüyor

İsrail açısından durum bu. Duruma bir de İran açısından bakalım.

İran Dışişleri Bakanı, İsraillilerle tek ortak paydanın ‘iki devletli çözüme’ itiraz olduğunu söyledi. İran, bu savaş esnasında benzersiz bir ‘akılcılık’ örneği sergiledi. ‘Akılcılık’, bölgenin çıkarı için değil de İran’ın bölgede yayılmaya dayalı çıkarı için benimsendiği sürece bölgedeki krizin diğer yüzüdür. Bu yüzden bölge halklarının geniş kesimleri bu ‘akılcılığı’ salt fırsatçı bir akılcılık olarak görüyor.

Bu savaşta İran’ın ‘akılcılığı’, savaşın yayılmasını istememesinde, yani bölgesel bir çatışmaya dönüştürecek şekilde savaşa doğrudan müdahil olmamasında kendini gösterdi. Ancak Tahran, kendini savaştan uzak tutmakla birlikte, kontrol iplerini elinde tutarak bölgedeki vekillerini bu savaşa sevk etti ve onları kâh saldırıya teşvik etti kâh dizginledi. Bu durum, en açık şekilde Irak’ta görüldü. Burada İran’a bağlı örgütlerin ABD’nin çıkarlarına yönelik saldırıları, İran’ın ‘durum değerlendirmesine’ bağlı olarak artma ve azalma arasında değişiklik gösterdi.

hnyt
25 Ocak’ta Bağdat’taki Amerikan saldırısında öldürülen bir Ketaib Hizbullah savaşçısının cenaze töreninde bulunan Haşd-i Şabi unsurları (AP)

Bu stratejisi sayesinde İran, savaşın doğrudan sonuçlarından korunabildi. Aynı zamanda kendisini Gazze’yi kan denizinde boğan İsrail’in sürüklendiği gayriahlaki konumun aksine ahlaki bir konuma da yerleştirmeye çalıştı. Bir diğer deyişle, İsrail karşıtı söyleminin zaferini ve üstünlüğünü göstermeye ve ülkelerine müdahale ettiği, küçük büyük iç savaşlarına doğrudan ve/veya vekilleri aracılığıyla katıldığı, bölgesel ve uluslararası nüfuz mücadelesinde başarısızlığın ve çöküşün eşiğine getirdiği bölge haklarının yıllar boyu ona yönelttiği suçlamalardan kendini aklamaya çalıştı.

Her ne kadar İran, bölge genelinde vekillerini konuşlandırıp desteklemek suretiyle bölgedeki nüfuzunu yaymasının Filistin’i kurtarmak için olduğunu söylese de Arap bölgesi halklarının geniş kesimlerindeki hâkim kanaat, Tahran’ın Filistin söylemini aslında bölgede yayılma stratejisini hayata geçirmek için benimsediğidir.

İsrail’in akılsızlığı ile İran’ın ‘akılcılığı’, Filistin-İsrail çatışmasının makul tek çözümüne, yani iki devletli çözüme karşı çıkma noktasında buluşuyor

Mevcut savaş bağlamındaki ana noktalardan biri şu: İsrail’in akılsızlığı ile İran’ın ‘akılcılığı’, Filistin-İsrail çatışmasının makul tek çözümüne, yani iki devletli çözüme itiraz etme noktasında buluşuyor. Bu, İran ‘akılcılığını’ ortaya koyuyor ve bir kez daha bölgenin, özellikle de Mağrip ülkelerinin geleceğine dair soruları akla getiriyor. Filistinlilere yönelik şiddet dinamiğini Gazze’de, Batı Şeria’da ve (Ramazan ayında Arap Müslümanların Mescid-i Aksa’ya erişiminin kısıtlanmasıyla birlikte) Kudüs’te en uç noktalara taşımaya çalışan İsrail’in akılsızlığı ile yayılmasını bölgenin İsrail’e karşı stratejik çıkarlarının merkezinde yer alacak şekilde yeniden tanımlamak için mevcut savaştan faydalanmaya çalışan İran’ın akılcılığının bu kesişim noktasında bölgenin geleceğinin ne olacağı merak konusu.

frgbrfb
16 Şubat’ta Lübnan’ın güneyinde bir komutanlarının cenaze törenine katılan Hizbullah savaşçıları (AFP)

Bu bölgenin halkları, zorla ve şiddet yoluyla siyasetten alıkonduktan ve son yirmi yıldır İran akılcılığının bedelini ödedikten sonra öylesine tükendi ki, parçalanmış ülkelerinin geleceğinin şekillendirilmesine nispeten de olsa katılmaya artık takatleri yok. Hal böyleyken Suriye’den Lübnan’a, Irak’tan Yemen’e kadarki Arap topraklarında nüfuz mücadelesi devam ediyor ve yeni biçimler alıyor.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
TT

Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)

Suriye’nin güneyi, Beşşar Esed rejiminin bir yıl önce devrilmesinden bu yana, Şam’ın ‘1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na karşı bir İsrail darbesi’ olarak nitelendirdiği gelişmelere sahne oluyor. İşgal altındaki Golan Tepeleri sınırlarını düzenleyen anlaşma, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca bölgedeki hukuki ve güvenlik çerçevesini oluşturmuştu. Ancak Tel Aviv, son gelişmeleri fırsat bilerek benzeri görülmemiş bir askeri tırmanışa girişti ve bu süreçte ülkenin güneyindeki Kuneytra ve Dera’daki yeni alanları kontrolü altına aldı.

Suriye’deki yeni yönetim ise İsrail’in Esed sonrası işgal ettiği bölgelerden çekilmesini öngören bir güvenlik anlaşması yapmaya çalışıyor. Bu kapsamda Şam yönetimi, Washington’ın etkin bir rol üstlenmesini bekliyor. Konuya hâkim kaynaklara göre, ABD’nin İsrail’i böyle bir anlaşmaya ikna edebilecek en güçlü taraf olduğu düşünülüyor; zira Tel Aviv, şimdiye kadar bu anlaşmayı imzalamaya yanaşmadı.

İşgalin genişlemesi

Şam’ın yaklaşık 60 kilometre güneybatısında yer alan ve İsrail tarafından Haziran 1967 Savaşı’nda işgal edilen Golan Tepeleri cephesi, uzun yıllar boyunca hem Hafız Esed hem de oğlu Beşşar Esed dönemlerinde sakinliğini korudu. Bu durum, 1973 Ekim Savaşı sonrasında Suriye ile İsrail arasında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması sayesinde mümkün olmuştu. Anlaşma, toplam bin 860 kilometrekarelik Golan’ın üçte ikisinin İsrail işgali altında kalmasını fiilen kabul ediyordu.

Ancak 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Esed’in Moskova’ya kaçmasının ardından, dünya çapında yankı uyandıran bu gelişmeden sadece saatler sonra İsrail, anlaşmanın çöktüğünü ilan ederek Suriye topraklarındaki tampon bölgeyi ele geçirdi. Yaşananlar, sessiz fakat kesintisiz bir savaşın başlangıcı olarak değerlendiriliyor.

Söz konusu anlaşmayla oluşturulan tampon bölge, Golan’ın kuzeyinden güneyine doğru yaklaşık 75 kilometre boyunca uzanıyor; Dera vilayetindeki Yermuk Vadisi’ne komşu bu hattın genişliği bazı yerlerde birkaç yüz metreden 14 kilometreye kadar çıkıyor. Bölgenin toplam yüzölçümü yaklaşık 235 kilometrekare.

İsrail savaş uçakları, Esed rejiminin devrilmesini izleyen ilk günlerde yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek askeri hava üslerini ve Suriye ordusunun elinde kalan ağır silahları imha etti. İsrail sadece tampon bölgeyi işgal etmekle yetinmedi; Kuneytra ve Dera kırsalının doğu kesimlerine doğru ilerleyerek kontrol alanını genişletti. İsrail ordusu bölgede her gün yeni operasyonlar düzenliyor, kontrol noktaları kuruyor ve sivilleri gözaltına alıyor.

fgt
Golan Tepeleri'nde İsrail ile Suriye arasındaki tampon bölgede hareket eden İsrail güçleri, 10 Aralık 2024 (EPA)

Suriyeli yetkililer, İsrail’in geçtiğimiz yıl aralık ayından bu yana ülke içine binden fazla hava saldırısı düzenlediğini ve güney vilayetlerine yönelik sınır ötesi kara operasyonlarının 400’ü aştığını belirtti. Çalışmalara göre Esed rejiminin devrilmesinin ardından başlayan süreçte İsrail’in kontrol altına aldığı Suriye topraklarının toplamı 460 kilometrekareyi geçiyor. Bu alanlarda dokuz askeri üs ile gözetleme ve kontrol noktaları kuruldu. Ayrıca İsrail, Cebel eş-Şeyh’teki Suriye gözlemevini de ele geçirerek Suriye ve Lübnan içindeki hareketliliği, hatta Irak sınırına kadar uzanan bölgeleri izlemeye başladı.

Esed’in kaçışından sonra İsrail’in Suriye’deki tutumu için çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Suriyeli askeri uzman İsmet el-Absi’ye göre Tel Aviv, 1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın artık kendi güvenlik çıkarlarına hizmet etmediğini düşünüyor. Özellikle Suriye’nin uluslararası arenaya dönüşü ve bölgesel etkisinin artması bu değerlendirmede belirleyici oldu.

El-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail’in son tırmanışının olası herhangi bir anlaşma öncesinde sahada yeni bir gerçeklik dayatma amacı taşıdığını vurguladı. El-Absi’ye göre Tel Aviv, operasyonel özgürlüğünü sınırlayabilecek herhangi bir kısıtlamaya bağlı kalmayacağını göstermek, ayrıca uluslararası toplumun ve ABD’nin Golan’daki olası ihlallere vereceği tepkiyi test etmek istiyor.

İsrail hükümeti, eski rejim güçlerinin çekilmesinin ardından tampon bölgenin işgalini ‘Golan’daki yerleşimlerin güvenliğini sağlama’ gerekçesiyle savunuyor. Ancak birçok gözlemci, Suriye’nin yeni yönetiminin İran destekli milisleri, Hizbullah’ı ve diğer silahlı grupları ülkeden çıkarmayı başarması ve kalan uyuyan hücreleri takip etmeyi sürdürmesi nedeniyle bu gerekçeyi ikna edici bulmuyor.

Dürzileri koruma bahanesi

Temmuz 2025’te Suriye’nin güneyindeki çoğunluğu Dürzi olan Suveyda’da, Dürzi silahlı gruplar ile Bedevi aşiretlerine mensup silahlı unsurlar arasında kanlı çatışmalar patlak verince, Suriye ordusu ve güvenlik birimleri tarafları ayırmak için harekete geçti. Bu gelişme, İsrail’in ‘Dürzileri koruma’ gerekçesiyle yeni bir askeri müdahalede bulunması için ek fırsat yarattı.

Bu müdahale, özgürleşme sürecinden sonra İsrail’in yeni Suriye yönetimine yönelik en sert askeri operasyonu oldu. İsrail savaş uçakları 16 Temmuz 2025’te Şam merkezindeki Genelkurmay binasını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresini vurdu. Aynı saatlerde Suveyda kentinde ve çevresinde İçişleri ve Savunma bakanlıklarına bağlı unsurlara ait araçlar hedef alındı. Saldırılar, onlarca asker ve güvenlik mensubunun hayatını kaybetmesine yol açtı. Buna paralel olarak Dera ve Kuneytra’da da benzer hava saldırıları düzenlendi.

İsrail’in kendisini Suriye’deki Dürzilerin ‘koruyucusu’ gibi göstermeye yönelik çabaları sürerken, uzmanlar sahadaki gelişmelerin Tel Aviv’in hedeflerinin çok daha geniş olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Analistlere göre İsrail’in asıl amacı, ‘yeni Suriye’yi zayıflatmak için ülkeyi parçalamak, Suriye ordusunun güney illerinde (Dera, Kuneytra ve SUveyda’da) hatta Şam’ın güneybatı kırsalında varlık göstermesini engellemek.’ Nitekim İsrailli yetkililer bu hedefi daha önce birçok kez açık şekilde dile getirdi.

Gözlemcilere göre İsrail, Dürzi şeyhi Hikmet el-Hicri’yi planlarını uygulamak için uygun bir araç olarak gördü. İsrail, Hicri’nin Suveyda’nın Suriye’den ayrılmasını savunan çağrılarını destekledi. Hicri ise bu desteğe sürekli teşekkür etti. Hicri’nin takipçileri sokak ve meydanlarda İsrail bayrakları ile Netanyahu’nun fotoğraflarını açtı. Bu adımlar, Hicri’nin, vilayetteki Dürzi silahlı gruplar ve çeşitli milislerden oluşan Ulusal Muhafızlar’ı kurmasının, kontrolü elinde tutmasının ve muhalifleri susturma politikasını uygulamasının ardından geldi.

sdcfrgt
Aktivistler tarafından paylaşılan bir fotoğrafta, 2025 yılının mayıs ayında hükümet ile vilayet liderleri arasında imzalanan anlaşma uyarınca Suveyda girişinde konuşlandırılan kamu güvenlik güçleri görülüyor.

Gözlemciler, Hicri’nin projesinin artan zorluklarla karşı karşıya olduğunu, Arap, bölgesel ve uluslararası aktörlerin Suriye toprak bütünlüğüne bağlılıklarını sürdürdüğünü ve ayrılıkçı adımlara karşı çıktığını vurguluyor. Ayrıca Suveyda’daki çeşitli toplumsal kesimlerin projeye güçlü şekilde karşı çıktığı ve bunun Hicri’yi muhalifleri tasfiye etmeye yönlendirdiği belirtiliyor.

Ulusal Muhafızlar, 23 Ağustos 2025’te Suveyda merkezli olarak kurulan, vilayetteki silahlı Dürzi unsurları bir araya getiren yarı askeri bir grup olarak biliniyor.

Tıkalı müzakereler

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera göreve gelir gelmez hükümetinin önceliklerini, Suriye’nin Arap, bölgesel ve Batılı ülkelerle ilişkilerini onarmak, izolasyondan çıkarmak ve yaptırımların kaldırılması yoluyla yabancı yatırımların akışını sağlayarak yeniden imarı hızlandırmak olarak açıkladı.

Şera, İsrail’e dolaylı bir mesaj vererek, ‘yeni Suriye’nin daha fazla savaş istemediğini’ vurguladı.

Geçen ay gerçekleştirdiği ve Başkan Donald Trump ile görüştüğü tarihi Washington ziyaretinde Şera, Washington Post gazetesine verdiği röportajda, Suriye’nin İsrail ile güvenlik anlaşması müzakerelerine başladığını ve önemli mesafe kat ettiğini belirtti. Şera, “Ancak nihai bir anlaşmaya varmak için İsrail’in 8 Aralık’ta işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekiyor” dedi.

Şera, ABD’nin müzakerelerde Suriye ile birlikte olduğunu ve birçok uluslararası aktörün bu tutumu desteklediğini vurguladı. Şera, “Bugün Başkan Trump’ın da görüşümüzü desteklediğini gördük. Bu konunun çözümü için en kısa sürede harekete geçecek” ifadelerini kullandı.

İsmet el-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail ile yürütülen müzakerelerin temel zorluklarının karşılıklı güven eksikliği ve İsrail içindeki bölünmelerden kaynaklandığını belirtti. Bazı kesimler kapsamlı bir çatışmayı önlemek için anlaşmayı gerekli görürken, bazıları sert şartlar dayatmak için tırmanışı tercih ediyor. El-Absi, buna rağmen Amerikan açılımının, gerçek bir siyasi irade mevcutsa anlaşmalara ulaşmak için bir pencere açabileceğini ifade etti.

grt
Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcileri tarafından Güney Kuneytra kırsalındaki bir İsrail askeri üssünün karşısına göndere çekilen UNDOF (BM’nin Golan Tepeleri'ndeki Ateşkes Gözlem Gücü) bayrağı (Arşiv – Şarku'l Avsat)

El-Absi, Netanyahu’nun Trump baskısı karşısında nasıl bir tutum alacağı sorusuna yanıt verirken, “Amerikan baskısını görmezden gelmek, İsrail Başbakanı’nı doğrudan Washington ile karşı karşıya getirebilir ki, bu iç krizleri göz önünde bulundurulduğunda isteyeceği bir durum değil” dedi.

Bu nedenle el-Absi’ye göre Netanyahu’nun muhtemel yaklaşımı, ‘müzakerelere şeklen açık görünmek, ama pratikte imkânsız şartlar koyarak süreci engellemek’ şeklinde olacak.

Olası senaryolar

El-Absi’ye göre İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı imzalamakta ısrar etmemesi halinde Suriye’nin güneyinde üç olası senaryo gündeme gelebilir: İsrail’in askeri tırmanışı sürdürerek sahada yeni bir gerçeklik dayatması, uluslararası aktörlerin (özellikle Rusya ve ABD’nin) krize doğrudan müdahale ederek kapsamlı bir çatışmayı önlemesi, ya da yerel direnişin İsrail güçlerine karşı güçlenmesi.

Bunların yanı sıra, anlaşmanın başarısızlığı direniş ekseninin yeniden etkinleşme olasılığını artırabilir ve İsrail’i uzun vadeli stratejik zorluklarla karşı karşıya bırakabilir. Güvenilir kaynaklara göre, Güney Suriye’deki gelişmeler ve bölgenin yeniden istikrara kavuşturulma çabaları, Lübnan, İran ve Irak başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası ortamda yaşanan derin dönüşümlerden bağımsız değil.

Adının açıklanmasını istemeyen kaynaklar, ABD aracılığıyla yürütülen Şam-Tel Aviv müzakerelerinin yazılı bir güvenlik anlaşmasına ulaşılmasını sağladığını, söz konusu anlaşmanın eylül ayında BM Genel Kurulu çerçevesinde imzalanmasının planlandığını, ancak Netanyahu’nun imzayı reddettiğini belirtti.

Kaynaklar, Güney Suriye’deki durumu ‘son derece endişe verici’ olarak nitelendirirken, Şam’ın eski durumu yeniden tesis etmek için ABD’nin etkin bir rol üstlenmesini beklediğini vurguladı. Zira Başkan Trump’ın, İsrail üzerinde baskı kurarak güney Suriye’deki tırmanışı sona erdirebilecek tek aktör olduğu ifade ediliyor.


Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar
TT

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Eski memurlar ve çalışanlar yaşananları anlatırken Suriye-Lübnan sınırındaki sürücülerin ve çalışanların ifadeleri, sınır geçişlerinde sekiz saatlik bekleme sürelerine neden olan benzeri görülmemiş bir tıkanıklığa işaret ediyor

Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan üç kaynak, İran’ın müttefiki eski Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin devrildiği 8 Aralık 2024 tarihinden iki gün önce, Suriye'deki diplomatik misyonunu ve güçlerini geri çekti.

Bir yıl önce, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara liderliğindeki İslamcı gruplar, muhalefetin ülkenin kuzeybatısındaki kalesinden düzenlenen sürpriz bir saldırının ardından Şam'a ulaşmış ve birkaç gün içinde, elli yılı aşkın bir süredir ülkeyi demir yumrukla yöneten Esed rejimini devirmeyi başarmıştı.

Ani bir bağlantı

Tahran, çatışma yıllarında (2011-2024) Esed'in en önemli destekçisiydi ve İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), danışmanlar ve askerler göndererek sahada yer aldı. Özellikle Lübnan Hizbullahı, Irak ve Afganistan’dan İran yanlısı gruplar da Esed güçlerini desteklemek için Suriye’ye konuşlanırken şiddetli çatışmalara girip önemli savaş cephelerini ellerinde tuttular.

DMO’nun Şam'daki karargahlarından birinde çalışan ve güvenliğinden endişe duyduğu için kimliğinin gizli tutulmasını isteyen eski bir Suriyeli subay, 5 Aralık 2024'te İranlı komutanlardan, eski rejimin düşmesinden üç gün önce, 6 Aralık 2024 Cuma sabahı ‘önemli bir konu’ için Şam'ın doğusunda Mezze semtindeki operasyon karargahına gitmesini isteyen bir telefon aldığını söyledi.

bgnmh
Büyükelçilik ofisleri, konsolosluk bölümü ve tüm İran güvenlik merkezleri ertesi gün tamamen boşaltılmıştı (AFP)

O sırada gruba komuta eden ve Hac Ebu Ibrahim olarak bilinen İranlı komutanın, İran komutası altında görev yapan yaklaşık 20 Suriyeli subay ve askere ‘DMO bugünden sonra Suriye'de olmayacak’ dediğini aktaran Suriyeli subay, onlara, “Biz gidiyoruz” diyerek bu şok edici haberi verdiğini belirtti. Suriyeli subaya göre İranlı komutan, personelden ‘kritik öneme sahip belgeleri onun önünde yakıp imha etmelerini ve bilgisayarlardaki tüm sabit diskleri çıkarmalarını’ istedi. Ardından kendilerine ‘her şey bitti, artık sizden sorumlu olmayacağız ve birkaç gün içinde sivil kimliklerinizi alacaksınız’ bilgisi verildiğini ifade etti.

Subay şöyle devam etti:

“Sanki önceden planlanmış gibi görünüyordu ama bizim için sürpriz oldu. İşlerin iyi gitmediğini biliyorduk ama bu kadar kötü olduğunu bilmiyorduk."

O dönemde eski rejim, Halep'ten Hama'ya kadar sahada arka arkaya kayıplar veriyordu. Subay ve silah arkadaşları, şok içinde dağılmadan ve evlerine dönmeden önce bir aylık maaşlarını peşin olarak aldılar. İki gün sonra, 8 Aralık şafağında rejim çöktü ve Esed ülkeden kaçtı.

Tam geri çekilme

Bunu doğrulayan bir başka ifadeye göre İran’ın Şam Büyükelçiliği konsolosluk bölümünde çalışan iki eski Suriyeli çalışan, konsolosluğun 5 Aralık 2024 akşamı tamamen boşaltıldığını, diplomatik misyonun ülkeyi terk ederek Beyrut'a gittiğini söyledi. İki Suriyeli eski konsolosluk çalışanlarına göre kendilerine ‘evlerinde kalmaları’ söylendi ve üç aylık maaşları peşin olarak ödendi.

Kimliğini açıklamayan bir çalışan, “İran vatandaşı olan bazı Suriyeli meslektaşlarının, DMO’dan üst düzey subaylar eşliğinde gece birlikte ayrıldıklarını” söyledi. Büyükelçilik ofisleri, konsolosluk bölümü ve tüm İran güvenlik merkezleri ertesi gün tamamen boşaltılmıştı.

O dönemde Suriye-Lübnan sınırındaki sürücülerin ve çalışanların ifadeleri, perşembe ve cuma günleri Cedide Yabus-Masna’a sınır kapısında benzeri görülmemiş bir yoğunluk yaşandığını ve sınır geçişi için sekiz saat beklemek zorunda kalındığını gösteriyor.

Halep’in güneyinde İran güçlerinin ana operasyon odası olarak kullanılan bir üssün içinde, Suriye Savunma Bakanlığı'ndan Albay Muhammed Dibu, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Halep düştükten sonra İran başka hiçbir yerde savaşmadı” dedi. Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre Dibu, “Hızlı çöküşün ardından ani bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı” ifadesini kullandı.

fgthy
Halep saldırısının başlangıcında İranlıların öldürüldüğü operasyondan (AFP)

Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) liderliğindeki gruplardan ‘üç intihar bombacısı’ Halep saldırısının başlangıcında İranlıların ölümüne yol açan bir saldırı düzenledi.

Halep’in batı yakası, İran güçleri ve askeri üsleri ile Lübnan Hizbullahı ve Irak’taki İran yanlısı silahlı gruplar gibi güçlerin yoğun konuşlandığı bir merkezdi. Ayrıca Halep’in güney kırsal bölgesi, Nubl ve Zehra beldeleri ile şehrin doğusundaki Neyrab Askeri Havaalanı da bu güçlerin kontrolündeydi.

Terk edilmiş üs

2024 yılının kasım ayı sonlarında İran basınında yer alan haberler, Halep'te İran destekli grupların mensuplarının öldürüldüğünü doğruladı. Öldürülenler arasında, çok sayıda DMO yetkilisinin katıldığı bir törenle Tahran'da toprağa verilen tanınmış askeri danışman Serdar Purhaşimi de bulunuyordu.

Muhammed Dibu, şunları söyledi:

“(Halep'teki) karargahlarına girdiğimizde, İranlı subaylara ait kişisel belgeler, pasaportlar ve kimlik kartları bulduk. Onlar bunları almaya zaman bulamamışlardı.”

Bir AFP muhabiri, duvarları yıkılmış terk edilmiş üssün içindeki bir duvarda Hizbullah ve İran sloganları ile İsrail bayrağını delen bir kılıç resmi gördüğünü aktardı.

İdlib'den Şam'a muhalif gruplara eşlik eden Dibu, Halep’in ele geçirilmesinden sonra ‘yaklaşık 4 bin İranlı savaşçının sığındıkları Rus Hmeymim Hava Üssü üzerinden tahliye edildiğini, diğerlerinin ise Lübnan ve Irak’a kaçtığını’ belirtti.

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen Suriyeli bir subay, 5 Aralık 2024'te ‘Hac Cevad’ adıyla bilinen bir İranlı komutanın, bir grup İranlı milis ve subayla birlikte Hmeymim Hava Üssü’nden Tahran’a tahliye edildiğini söylediği ifadesiyle örtüşüyor.

Hizbullah’tan bir saha kaynağı, 8 Aralık günü sabaha karşı Hizbullah üyelerine Humus ve Şam civarındaki mevzilerinden çekilmeleri talimatını verdiğini söyledi.

Tahran’a sadık gruplar, Şam ve çevresindeki kritik öneme sahip noktalarda, özellikle Mezze, Seyyide Zeyneb Mahallesi ve Şam Havaalanı çevresinde, ayrıca Lübnan ve Irak sınırları boyunca, askeri operasyonları, eğitimi ve eski rejim güçleriyle doğrudan koordinasyonu denetledikleri noktalarda konuşlandırılmıştı.

Çatışma şiddetlendikçe ve Suriye rejim ordusunun savaş yıllarında kapasitesi azaldıkça, İran'ın nüfuzu güvenlik merkezleri, silah depoları ve eski Suriye ordusuyla ortak üsleri kapsayacak şekilde genişledi. Bu üsler, son yıllarda İsrail’in yüzlerce kez tekrarladığı hava saldırılarının hedefi oldu. İsrail, sınırlarına yakın bölgelerde Tahran yanlısı güçlerin bulunmasına karşı olduğunu defalarca dile getirdi.


Kuşatma stratejisi: Doğu ve Batı Libya'nın ‘etki ve coğrafya’ mücadelesi

Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Libya'nın batısındaki bir askeri karargâha yaptığı ziyaret sırasında (El-Menfi'nin ofisi)
Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Libya'nın batısındaki bir askeri karargâha yaptığı ziyaret sırasında (El-Menfi'nin ofisi)
TT

Kuşatma stratejisi: Doğu ve Batı Libya'nın ‘etki ve coğrafya’ mücadelesi

Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Libya'nın batısındaki bir askeri karargâha yaptığı ziyaret sırasında (El-Menfi'nin ofisi)
Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Libya'nın batısındaki bir askeri karargâha yaptığı ziyaret sırasında (El-Menfi'nin ofisi)

Libya’nın doğusundaki ve batısındaki otoriteler, kimi yönleri sessiz ilerleyen bir çekişmenin içinde bulunuyor. Mevcut işaretlere göre taraflar, etkisini sahada güç gösterisiyle artırmayı hedefleyen ‘arazi kuşatma’ stratejisini aşamalı şekilde uygulayarak nüfuz mücadelesini sürdürüyor.

fgt
Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Mareşal Halife Hafter, bir askeri üretim tesisini ziyaret etti. (LUO)

Libya Ulusal Ordusu (LUO), Mareşal Halife Hafter liderliğinde 2014’te yeniden yapılandırılmasının ardından ülkenin doğusunda konumlandı. Ancak bu tarihten itibaren farklı kolları aracılığıyla ülkenin orta ve güney bölgelerine doğru genişleme adımları attı. Buna paralel olarak Abdulhamid Dibeybe liderliğindeki Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) ise başkent Trablus’ta hakimiyetini sürdürürken, son dönemde bazı belediyeler üzerindeki kontrolünü artıran kararlar aldı.

Gözlemciler, Bingazi’deki otoritelerin -LUO ve Usame Hammad hükümeti- rakibi UBH’nin sosyal ilişkiler alanında bir ‘gedik açtığını’ belirtiyor. Bu adımın, daha önce ‘dünkü düşman’ olarak görülen kesimlerle, özellikle Zaviye’de ve başkentteki bazı diğer şehirlerde temasların artırılmasıyla hayata geçirildiği ifade ediliyor.

Zaviye Uluslararası Ticari Havalimanı

Başkent Trablus’un batısındaki Zaviye kentinde, geçen hafta Hammad hükümeti tarafından Zaviye Uluslararası Ticari Havalimanı’nın temel atma töreni düzenlendi. Törene İçişleri Bakanı İsam Ebu Zeribe, Ulaştırma Bakanı Abdulhakim el-Gazivi ile Temsilciler Meclisi (TM) ve Devlet Yüksek Konseyi’nden (DYK) bazı üyeler katıldı. Söz konusu adım, kent sakinleri tarafından olumlu karşılandı.

rty
Zaviye Uluslararası Havalimanı'nın temel atma töreninin ardından Zaviye sakinleri (Usame Hammad hükümetine bağlı bir sayfa)

Havalimanı projesinin ciddiyetine işaret eden bir gelişme olarak, Ulusal Kalkınma Kurumu tarafından görevlendirilen Türk şirketi SRJ’nin yöneticisi ve teknik ekibi bölgeye gelerek coğrafi etüt çalışmalarına ve proje haritalarının hazırlanmasına başladı.

Öte yandan Hafter karşıtı çevreler bu adımları ‘Trablus otoritelerine yakın tarafları kendi safına çekme girişimi’ olarak nitelendirerek eleştiride bulundu. Buna karşın LUO’ya yakın bir kaynak, Hafter’in ‘siyasi aktörlere Libya’yı krizden çıkarmaları için çokça fırsat tanıdığını, mevcut girişimlerin ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtarmaya yönelik olduğunu düşündüğünü’ belirtti. Kaynak, Hafter’in son uyarısının ‘ordunun yaşananları görmezden gelmeyeceği anlamına geldiğini’ aktardı.

Hafter, son haftalarda güney, batı ve orta Libya’dan gelen çok sayıda kabile heyetini kabul etti. Bu heyetlerin önemli bir bölümü daha önce Trablus yönetimine yakın kabul ediliyordu. Aynı dönemde LUO Genel Komutan Yardımcısı Orgeneral Saddam Hafter de güney bölgelerinde saha turlarını yoğunlaştırdı.

Güvenlik gerekçesiyle isminin açıklanmasını istemeyen batı Libyalı bir kaynak, ‘askeri kurumun, ülkenin dağınıklığı ve geleceği üzerinden yürütülen siyasi pazarlıklara karşı Libya halkını korumak için hareket ettiğini’ savundu. Kaynak, daha önce Dibeybe hükümetine yakın bazı kesimlerin ‘LUO saflarına yöneldiğini’ ileri sürdü.

Hammad hükümetinin, Hafter’e muhalif bir kent olan Zaviye’ye gitmesinden önce, LUO’nun güneydeki etkisini artırdığı gözlemleniyor. Bu güçlenme, Çad hükümetiyle yapılan sınır güvenliği iş birliği ve Sebha’da olduğu gibi çeşitli kalkınma, hizmet ve askeri projelerle destekleniyor. Gelişmeler, ordunun ülkenin güney kuşağındaki varlığını pekiştirdiği şeklinde yorumlanıyor.

Coğrafya konusunda çatışma

Ancak Libya Halkın Sesi Partisi Başkanı Fethi eş-Şibli, ülkedeki mevcut gelişmelerin ‘siyasetten önce bir coğrafya mücadelesi’ niteliği taşıdığını düşünüyor. Şibli, tarafların sahadaki hakimiyet alanlarını genişleterek daha fazla siyasi ve ekonomik nüfuz elde etmeye çalıştığını söyledi.

Şibli, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, güç dengesinin artık ‘kimin diğerini çevreleyebildiğine ve sahada baskı unsuru oluşturacak kartlara sahip olduğuna’ bağlı olduğunu belirterek, bu durumun taraflara olası bir çözüm sürecinde kendi şartlarını dayatma imkânı vereceğini ifade etti.

sdfgth
Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe (Dibeybe'nin ofisi)

Rekabetin artmasıyla birlikte, Başbakan Abdulhamid Dibeybe yakın dönemde Misrata Belediyesi’ne bağlı 15 yeni belediye şubesi kurulmasına yönelik bir karar çıkardı. Bu karara Tavurga, Ebu Kureyn, Buncim ve Zemzem gibi Misrata’dan coğrafi olarak uzak bölgeler de dahil edildi. Ancak Trablus Temyiz Mahkemesi, geçen yıl ekim ayında Tavurga’nın Misrata’ya bağlanmasını iptal eden bir hüküm vererek, burada yeni bir belediye şubesi oluşturulmasını hukuka aykırı bulmuştu.

Siyasi analist Halid Bakan, Dibeybe’nin Misrata’nın yetki alanını Beni Velid’den Sirte sınırlarına kadar genişletme girişimini, ‘Trablus’taki hükümetini kaybetmesi halinde ilan edilecek bir Büyük Misrata Devleti hazırlığı’ olarak değerlendirdi. Buna karşın Dibeybe hükümetine yakın isimler, adımın ‘resmi yetki çerçevesi içinde’ atıldığını savundu.

TM üyesi Caballah eş-Şeyyabi ise Dibeybe’nin kararını ‘kendini büyütmeye yönelik yayılmacı bir politika’ olarak nitelendirdi. Tavurga’nın Misrata’ya bağlanmasına ve burada bir belediye şubesi kurulmasına yönelik kararın, hem yerel halkın iradesine hem de yerel yönetim mevzuatına aykırı olduğunu kaydetti.

Şeyyabi yaptığı açıklamada, Trablus Temyiz Mahkemesi’nin söz konusu kararı durdurduğunu hatırlatarak, “Başbakan mahkeme hükmüne uymadı ve yargı kararını hiçe saydı. Bu durum, yasallık ilkesinin ve hukukun üstünlüğünün açık bir ihlali” dedi. Tavurga’nın bağımsız bir belediye olduğunu vurgulayan Şeyyabi, “Halkının ve temsilcilerinin onayı olmadan buranın statüsünü düşüren ya da başka bir belediyeye bağlayan hiçbir kararı kabul etmeyiz” ifadelerini kullandı.

Şeyyabi, Dibeybe’nin kararının derhal iptal edilmesi, yargı hükümlerine riayet edilmesi ve Tavurga halkının haklarının korunması gerektiğini belirtti. Ayrıca, başsavcılığın ‘en azından yargının saygınlığını korumak için’ konuya acilen müdahale etmesi çağrısında bulundu.

Belediyelerin Misrata'ya dahil edilmesi

Dibeybe’nin Misrata’ya yeni belediye birimleri bağlama kararı, özellikle bu düzenlemeden etkilenen bölgelerde dikkat çekici tepkilere yol açtı. Başbakanın memleketi olan Misrata’ya bağlanması gündeme gelen Beni Velid Belediyesi’nin geçici yönetimi, TM’ye başvurarak ‘belediyenin tüm idari sınırlarıyla birlikte Sirte’ye bağlanmasını’ ve Dibeybe hükümeti tarafından alınan tüm ilgili kararların iptal edilmesini istedi.

Belediye meclisi, söz konusu adımın ‘Beni Velid’in doğal kaynakları ve taş ocaklarının haksız biçimde kullanılmasına zemin hazırladığını’ savundu. Ayrıca, Zemzem’in Misrata’ya bağlı bir belediye şubesi yapılmasına da karşı çıkılarak, “Eğer böyle bir düzenleme zorunlu görülüyorsa, Zemzem’in Beni Velid’e bağlanması daha uygundur” ifadeleri kullanıldı. Beni Velid, hâlâ büyük oranda eski lider Muammer Kaddafi dönemine yakın çizgisiyle bilinen kentlerden biri.

Öte yandan LUO’nun 2020’nin ortasında başkente girmekte başarısız olmasının ardından, güçlerini Trablus’un idari sınırlarının dışına çektiği biliniyor. LUO, o tarihten bu yana Sirte-Cufra hattında konuşlanmış durumda ve bu bölgeyi güney yönlü askeri faaliyetleri için bir merkez olarak kullanıyor.

dfg
Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) kara kuvvetlerine ait bir askeri konvoy (LUO)

Beni Velid Belediyesi’nin geçici yönetimi, ‘kentin idari ve tarihi sınırlarının hiçbir gerekçeyle değiştirilmemesi gerektiğini’ vurgulayarak, idari bağlılık konusunda yapılacak herhangi bir düzenlemenin yalnızca yasama organının yetkisinde olduğunu hatırlattı.

Tavurga’daki Yaşlılar ve İleri Gelenler Meclisi de UBH’nin Tavurga’yı bir belediye şubesi gibi Misrata’ya bağlama kararını reddetti. Meclis, ‘Tavurga Belediyesi’nin idari bağımsızlığının, yasama kurumlarınca alınmış kararlarla ve yargı hükümleriyle güvence altına alındığını’ belirterek statünün değiştirilmesine karşı çıktı.

Libya’da, LUO’nun ve Trablus otoritelerinin dışında kalan bazı siyasi ve sosyal gruplar da UBH’ye yönelik eleştirilerini sürdürüyor. Bu kesimler, ülkede ‘askeri yapıların güçlendirilmesi ve militarizmin artmasına’ karşı çıkarken, ordunun güneyde kontrol alanını genişletmesini ‘askeri ve siyasi bölünmüşlüğü derinleştiren, ayrıca olası Birleşmiş Milletler (BM) girişimlerine karşı atılmış erken bir adım’ olarak değerlendiriyor.