İsrail raporlarında, ciddi askeri açıklar nedeniyle Refah'a saldırılmaması konusunda uyarılar yapıldı

Esir takası anlaşması müzakereleri durma noktasına gelirken, Washington'daki İsrail Büyükelçiliği’ne Gantz'la ilgilenmemesi yönünde talimat verildi.

İsrail’in Refah'ı işgal etme kararı konusunda destekçiler ve muhalifler arasında anlaşmazlıklar çıktı. (AFP)
İsrail’in Refah'ı işgal etme kararı konusunda destekçiler ve muhalifler arasında anlaşmazlıklar çıktı. (AFP)
TT

İsrail raporlarında, ciddi askeri açıklar nedeniyle Refah'a saldırılmaması konusunda uyarılar yapıldı

İsrail’in Refah'ı işgal etme kararı konusunda destekçiler ve muhalifler arasında anlaşmazlıklar çıktı. (AFP)
İsrail’in Refah'ı işgal etme kararı konusunda destekçiler ve muhalifler arasında anlaşmazlıklar çıktı. (AFP)

Emel Şehade

Esir takası anlaşması müzakereleri durma noktasına geldi. Öyle ki Ramazan Ayı’ndan önce bir anlaşmaya varma olasılığı mümkün görünmüyor. Bu da İsrail'in Refah'ı işgal etmeye karar vermesi halinde tüm bölgeyi bir güvenlik riskiyle karşı karşıya bırakıyor. ABD ve Mısır başta olmak üzere dışarıdan gelen uyarılara rağmen İsrail her an Refah’a girme kararı alabilir. Raporlarda İsrail ordusuna, asker sayısındaki eksiklik ve savaştaki üstünlüğünü garanti edecek hız ve kabiliyetteki yetersizlik nedeniyle Refah işgalini riske atmaması konusunda uyarılar geldi. Yine de İsrail beklenmedik bir şekilde hareket edebilir.

İsrail’in, esir takası anlaşmasına dahil edilecek esirlerin isim listesi talebi pazar günü Hamas tarafından reddedildi. Ayrıca esirlerin sağlık durumlarıyla ilgili ayrıntılar da verilmedi. Bunun ardından yakın zamanda bir anlaşmaya varma umutları suya düştü. Bu durum, esir anlaşmasında ilerleme kaydedilmesinin önündeki en önemli engeli teşkil ediyor. İsrail, esirlerin listesini almadığı sürece müzakerelere katılmayı reddediyor. Hamas ise Gazze'deki durum ve diğer örgütlerin elindeki esirlerin varlığı sebebiyle anlaşmanın imkânsız olduğunu düşünüyor.

Tarafların üzerinde anlaşamadığı bir diğer konu da anlaşmaya dahil edilen her bir İsrailli esire karşılık serbest bırakılacak Filistinli mahkûm sayısının belirlenmesi. Diğer taraftan ateşkes talebi ve İsrail ordusunun geri çekilmesi konusundaki anlaşmazlık da tartışma konusu olmaya devam ediyor. Tüm bunlar anlaşmada ilerleme kaydedilmesini engelliyor. Askeri ve güvenlik kurumları Refah'ı işgal etme planını tartışmaya devam ederken, bir milyon 400 bin Filistinliyle nasıl başa çıkılacağı ve bu kişilerin Refah'tan güvenli bölgelere nasıl nakledileceği konusunda da net bir tablo ortaya çıkmadı. Operasyon için lojistik hazırlıkların yanı sıra ordunun bu konuda eğitilmesi de gerekiyor.

Asker sıkıntısı

Hamas hareketi ile arabulucular arasında pazar günü Kahire'de yapılan görüşmelerde ilerleme kaydedilememesi ve özellikle Ramazan Ayı boyunca bir anlaşmaya varma ihtimalinin zorlaşmasıyla, önümüzdeki dönemde nasıl bir yol izleneceğinin tartışılması için kabineyle görüşülecek. Ordu kurmayları ve kabinedeki en yüksek yetkililere göre, dini hassasiyet gösterilmesi gereken bir zaman dilimi olsa bile içinde bulunulan durum, ordunun Refah'ı işgal etmek üzere harekete geçmesini gerektiriyor.

Ancak İsrail ordusunun büyük bir asker açığıyla karşı karşıya olduğunu ortaya koyan raporun yayınlanmasının ardından bu adımın tehlikeli olduğu konusunda uyarılar geldi. Söz konusu rapora göre İsrail’in acil olarak en az sekiz bin askere ihtiyacı var. Bu denli bir asker açığı savaş alanındaki operasyonların sonuçlarının Han Yunus ile Refah'a kadar diğer bölgelere doğru ilerlemesini olumsuz etkileyecektir.

Raporda İsraillilerin, ordunun operasyonlarını hızlı ve zaferi garanti edecek şekilde gerçekleştiremeyeceği bir aşamadan korktuğu belirtiliyor. Raporda ayrıca, asker açığının bulunduğu şu durumda, düşman birliklerinin İsrail askeri güçlerine yaklaşabileceği ve ister ateş açarak ister patlayıcı cihazlarla zarar verebileceği ifade edildi.

Yaşananlar, Refah'ın işgal edilmesi kararının destekçiler ve muhalifler arasında büyük anlaşmazlıklara yol açmasına neden oldu.

İsrail ordusu, kara harekâtının bu aşamasında Gazze Şeridi'nin kuzeyinde 162’nci Tümen'in gözetiminde iki tugay muharebe timi ve Han Yunus bölgesinde 98’inci Tümen'in gözetiminde dört tugay muharebe timi bulunduruyor. Bu sayıya tampon bölgede ve Filistin sınırı boyunca Gazze Tümeni'ne bağlı olarak faaliyet gösteren kuvvetler dahil değil.

İsrail raporuna göre, Gazze'deki durum İsrail ordusunun hızlı bir şekilde hareket etmesine izin vermiyor. Bu noktada, Hamas liderlerinin yeraltında saklandıkları yerleri tespit etmek gibi operasyonel görevleri yerine getiren İsrail ordusu, Gazze'de araştırma ve imha çalışmaları yürütüyor.

Söz konusu rapor, Hamas'la girilen çatışmalarda üç askerin öldürülmesi ve İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ndeki yönünü merkezi kamplardaki ve Refah'taki Hamas tugayları noktalarına doğru genişletme olasılığına karşı hazırlığını arttırdığını açıklamasının ardından geldi.

Askeri kaynaklara göre İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi'den kara harekâtı için çeşitli ihtimallere karşı tavsiye isteneceği an yaklaşıyor. Halevi, ordunun kara harekâtında planlananları nasıl uygulayacağı, Gazze şehrinin kuzeyinden ve merkezinden derinliklerindeki yeni bölgelere nasıl ilerleyeceği hususlarını açıklayacaktır.

Anlaşmazlığın merkezindeki iki soru

Ordunun içinde bulunduğu durum, asker eksikliği ve savaşmanın zorluğu göz önüne alındığında, karar mercileri Refah'ın işgaliyle ilgili iki soru soruyor. Birincisi: İsrail ordusunun üst düzey subaylarının Hamas’ın son kalesi olan Refah'a girilmesinin gerekli olduğuna dair net tavsiyeleri karşısında ABD-Mısır baskıları ve uluslararası meşruiyet sorunları yer alırken Refah'a girmek doğru mu değil mi? Öyle ki İsrail, Aksa Tufanı Operasyonu’ndan sonra Refah’tan zaferle çıkmayı bekliyor.

İkinci soru ise şu: Mevcut durumda, savaşmanın zorluğu ve ordunun karşılaşabileceği farklı birçok sorun ışığında İsrail ordusu Refah'taki hedeflerine ulaşabilecek mi ulaşamayacak mı? Bir askeri yetkili, çok sayıda subayın ‘Gazze Şeridi'nde esirler olduğu ve en azından esir takası anlaşmasının ilk aşaması uygulanmadığı sürece çatışmaların Refah'a ve hatta diğer merkezi bölgelere doğru genişletilmemesi’ talebini iletti. Subaylar, aksi takdirde Hamas'ın başarılı olacağına ve yenilgiye uğratılmasının zor olacağına inanıyor.

Güvenlik personelleri, Refah'ın işgalinin artık sadece Hamas'a baskı yapmak için bir araç değil, onu yenmek için bir gereklilik olduğunu düşünüyor. Eğer ordu bunu başarma olasılığından şüphe duyuyorsa, işi şansa bırakmamak daha iyidir.

Gantz Washington'da

Gözlemciler, İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz'ın, Başbakan Binyamin Netanyahu ile önceden koordinasyon sağlanmadan Washington'a gitmesinin kabine içindeki çatlak ve bölünmeyi yansıttığına inanıyor. Netanyahu öfkesini ve eleştirilerini gizlemeyerek Gantz'a karşı büyük bir kampanya başlattı. Washington'daki İsrail Büyükelçiliği’ne de Gantz'la ilgilenmemesi ve orada kaldığı süre boyunca ona yardım etmemesi yönünde talimat verildi.

Gantz'ın Washington'da ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile bir dizi toplantı yapması planlanıyor. Ayrıca Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerden Kongre üyeleri ve üst düzey AIPAC (ABD-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi) yetkilileriyle de görüşecek. Bu ziyaret, ABD'de yayınlanan ve ‘ABD yönetiminin Netanyahu'nun savaştaki davranışları ve hükümetteki ortakları Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich tarafından kısıtlandığı yönündeki iddialar’ nedeniyle sabrını kaybettiğini belirten raporların ışığında gerçekleşti.

Bilgi sahibi kaynaklar, Gantz'ın Başkan Joe Biden ile bir görüşme gerçekleştirmek istediğini ancak bu görüşmenin gerçekleşip gerçekleşmemesinin henüz kesin olmadığı bildirildi.

Gantz, İngiltere'yi ziyaret ettikten sonra çarşamba günü İsrail'e dönecek ve ardından politikacılara göre İsrail'deki siyasi arena gerçek bir iç savaşa girecek.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabi’dan çevrilmiştir.



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Sudanlı Doktorlar: Hızlı Destek Kuvvetleri Kuzey Darfur'da etnik kökene dayalı olarak 200 kişiyi öldürdü

 Yerinden edilmiş Sudanlılar, Sudan'ın doğusundaki El-Kadarif şehrinde geceyi geçiriyor (AFP)
Yerinden edilmiş Sudanlılar, Sudan'ın doğusundaki El-Kadarif şehrinde geceyi geçiriyor (AFP)
TT

Sudanlı Doktorlar: Hızlı Destek Kuvvetleri Kuzey Darfur'da etnik kökene dayalı olarak 200 kişiyi öldürdü

 Yerinden edilmiş Sudanlılar, Sudan'ın doğusundaki El-Kadarif şehrinde geceyi geçiriyor (AFP)
Yerinden edilmiş Sudanlılar, Sudan'ın doğusundaki El-Kadarif şehrinde geceyi geçiriyor (AFP)

Sudan Doktorlar Ağı bugün yaptığı açıklamada, Batı Sudan'ın Kuzey Darfur Eyaleti'ndeki Ambro, Sarba ve Ebu Kumra bölgelerinde Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) tarafından etnik kökenleri nedeniyle aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 200'den fazla kişinin öldürüldüğünü duyurdu.

Ağ’ın yayınladığı basın açıklamasında, "Çad'ın El-Tina bölgesindeki mülteci kamplarına ulaşan hayatta kalanların ifadeleri, HDK'nin saldırıları sonucunda Ambro, Sarba ve Ebu Kumra bölgelerinde aralarında çocuk, kadın ve erkeklerin de bulunduğu 200'den fazla kişinin etnik kökenleri nedeniyle öldürüldüğünü ortaya koymuştur; bu, tüm insani ve uluslararası hukuk kurallarının açık bir ihlalidir" denildi.

Ağ, "bu suçların, silahlı saldırılardan kaçan ve Çad devletine doğru yaygın göç dalgalarına neden olduğunu, yerinden edilmiş kişilerin ve mültecilerin son derece karmaşık insani koşullar altında yaşadığını, bu koşulların ciddi gıda ve içme suyu kıtlığı, kötüleşen sağlık hizmetleri ve güvenli barınak eksikliği ile karakterize olduğunu, özellikle çocuklar, kadınlar ve yaşlılar olmak üzere binlerce kişinin hayatını tehdit ettiğini" vurguladı.

"Bu ihlallerin devam etmesi, binlerce sivili Çad'a doğru itecek ve bu, bu bölgelerin tanık olacağı en büyük mülteci operasyonu olacak" denilen açıklamada, "uluslararası sessizliğin ve caydırıcı önlemler alma konusundaki eylemsizliğin, bu insani trajedilere dolaylı olarak ortak olmak anlamına geldiği" belirtildi.

Sudanlı Doktorlar Ağı, bu bölgelerde kitlesel katliamlar sonucu başlayan yerinden edilmeyi sonlandırmak için saldırıların derhal durdurulması çağrısında bulundu ve yerinden edilmiş kişiler ile mültecilere acil destek sağlanarak, tıbbi ve insani yardım için güvenli ve kısıtlamasız insani erişimin sağlanmasını istedi.


Suriye'nin Hama kentinde bir adam karısını ve üç kızını öldürdükten sonra intihar etti

Hama'da Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin birinci yıl dönümü kutlamaları sırasında dalgalanan Suriye bayrağı (Arşiv- AFP)
Hama'da Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin birinci yıl dönümü kutlamaları sırasında dalgalanan Suriye bayrağı (Arşiv- AFP)
TT

Suriye'nin Hama kentinde bir adam karısını ve üç kızını öldürdükten sonra intihar etti

Hama'da Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin birinci yıl dönümü kutlamaları sırasında dalgalanan Suriye bayrağı (Arşiv- AFP)
Hama'da Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin birinci yıl dönümü kutlamaları sırasında dalgalanan Suriye bayrağı (Arşiv- AFP)

Suriye'nin Hama şehrinin el-Beyad mahallesinde, dün akşam bir ailenin beş üyesi evlerinde gizemli koşullar altında öldürüldü.

İçişleri Bakanlığı'na göre, ilk incelemeler kocanın önce karısını ve üç kızını öldürdükten sonra intihar ettiğini ortaya koydu.

Suriye'nin "Al Ekhbariya " kanalında bugün yer alan habere göre, suçun nedenleri ve tüm ayrıntılarını belirlemek için soruşturmalar devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Yerel medyadan aktardığına göre cinayette kullanılan silah Kalaşnikov tipi bir saldırı tüfeği.