Marco Polo'nun hayal dünyasından ramazan dizilerine Haşhaşiler

Tarihi gerçeklerle efsaneleri birbirinden ayırmak kolay değil

Haşhaşiler adlı televizyon dizisinde Haşhaşi lideri Hasan Sabbah’ı Mısırlı oyunca Kerim Abdulaziz canlandırıyor (Al Hashashashin - 2024 – FILM STILLS)
Haşhaşiler adlı televizyon dizisinde Haşhaşi lideri Hasan Sabbah’ı Mısırlı oyunca Kerim Abdulaziz canlandırıyor (Al Hashashashin - 2024 – FILM STILLS)
TT

Marco Polo'nun hayal dünyasından ramazan dizilerine Haşhaşiler

Haşhaşiler adlı televizyon dizisinde Haşhaşi lideri Hasan Sabbah’ı Mısırlı oyunca Kerim Abdulaziz canlandırıyor (Al Hashashashin - 2024 – FILM STILLS)
Haşhaşiler adlı televizyon dizisinde Haşhaşi lideri Hasan Sabbah’ı Mısırlı oyunca Kerim Abdulaziz canlandırıyor (Al Hashashashin - 2024 – FILM STILLS)

Sami Mubayyed

Senaryosunu Abdurrahim Kemal'in yazdığı, yönetmenliğini ise Peter Mimi'nin üstlendiği Haşhaşiler dizisi, Hz. Peygamber'in vefatından sonra İslam dinin nasıl mezheplere bölündüğüne genel bir bakış sunuyor. Anlatıcı, hikâyeyi Emeviler döneminden başlayarak ‘batıni tarikatların’ ortaya çıktığı döneme kadar anlatıyor ve Hasan Sabbah'ın ‘çok tehlikeli ve tuhaf’ olduğu söylenen karakteri üzerinde duruyor. Dizinin fragmanında ise anlatıcı, “Karanlığın içinde büyük bir sır vardır ve Hasan Sabbah da nefsini, ruhunu ve bedenini karanlığa bağlamıştır” ifadelerini kullanıyor.

Bazıları diziyi yönetmenlik ve görsellik açısından överken, bazıları da Hasan Sabbah’ın Ömer Hayyam'la arkadaşlığı ya da Hasan Sabbah'ın onurlu bir insan olarak tasvir edilmesi gibi detaylara dikkati çekerek dizide tarihi hataların olduğunu vurguluyor. Bazıları da dizinin Fasih (klasik) Arapça yerine günlük hayatta kullanılan Mısır lehçesiyle çekilmesini eleştiriyor.

Peki kim bu Haşhaşiler? Dizide Mısırlı oyuncu Kerim Abdulaziz tarafından canlandırılan Hasan Sabbah kimdir?

Haşhaşi kelimesinin kökeni

Öncelikle dizi, Hasan Sabbah'ın 1037 yılında doğduğu İran coğrafyasında değil, Malta’da ve Kazakistan'da çekildi. Bazı tarihi kaynaklara göre Hasan Sabbah matematik, aritmetik ve felsefe konularında bilgili biriydi. Ancak tarih ondan bir askeri komutan ve Batıniye olarak da adlandırılan Nizari-İsmaili mezhebinin önde gelen isimlerinden biri olarak da bahseder. Hasan Sabbah’a mutlak sadakat gösteren gerilla grubu da Batıniye mezhebinin takipçileri arasından çıkmıştır. Çok sayıda suikast düzenledikleri için de Batı'da Assassins (suikastçılar) olarak anılırlar. Bazı tarihi kaynaklara göre haşhaşi kelimesinin zamanla ‘sinsice ve haince öldüren katil’ anlamı kazandığı düşünülüyor. Haçlılar başlarda Haşhaşileri grubun kurucusu olan Hasan Sabbah’ın adından yola çıkarak ‘Al-Hasassin’ (Hasanlılar) olarak adlandırdıysalar da daha sonra Arapçada suikastçılar anlamına gelen Haşhaşiler adıyla anılmaya başladılar. Tarihçilerin çoğu kelimenin kökeninin ya Arapça bir ifade olan ‘esasiyyin’ (ilkelere ve temellere bağlı olanlar) kelimesine dayandığına, ancak kelimenin zamanla haşhaşiler kelimesine dönüştüğüne ya da grup üyelerinin uyuşturucu kullandıklarıyla ilgili bilgiler yayıldıkça bir çeşit narkotik madde olan haşhaştan (afyon) türetilerek Haşhaşiler adını aldıklarına inanıyor. Fakat kelime Fransızcaya aktarıldıktan sonra suikastçı anlamına gelen bir sıfat olarak kaldı.

Marco Polo'nun eserlerinde geçen ve Hasan Sabbah’a atfedilen ‘dağın yaşlı adamı’ ister uydurma olsun ister gerçek, herhangi bir açıklamaya ya da güvenilir kaynaklara dayanmadığından dilden dile dolaşan bir efsaneden öteye geçemiyor.

Haşhaşiliğe ışık tutmaya çalışan ilk kişi, 1603 yılında Haşhaşilerden bahseden Fransız oryantalist (şarkiyatçı) Denis Lebey de Batilly’di. Ancak Haşhaşilerden 1697 yılında kaleme aldığı ‘Bibliothèque Orientale’ (Şark Ansiklopedisi) eserinde İsmailiyye mezhebi bağlamında ilk kez bahseden kişi ise Fransız oryantalist Barthelemy d'Herbelot oldu. Oryantalist Sylvester de Sacy tarafından1809 yılında yapılan oldukça önemli araştırma, ‘haşhaşiler’ kelimesinin Arapçadan geldiğini ve bu kelimenin Haşhaşilerin eylemlerinin gerçek bir tanımı olmaktan ziyade Hasan Sabbah grubunu aşağılamak için kullanıldığını ortaya koydu.

Narkotik maddenin adıyla ilgili olarak ise Haşhaşilerin köylerinde yaygın olarak yetiştirilen haşhaş bitkisine gönderme yapılıyor. Bazıları Sabbah'ın haşhaşla kendisine yandaş topladığını ve onları çatışmalara göndermeden önce yeryüzünde cenneti hayal etmeleri için bu dünyanın keyif vericileriyle ayarttığını söylemeye devam etti.

“Dağın yaşlı adamı”

‘Dağın yaşlı adamı’ olarak da anılan Hasan Sabbah’a bu lakabı veren ünlü İtalyan seyyah Marco Polo’nun Haşhaşilerin kalesi olan Alamut Kalesi’nin hikâyesini bu isimle anılmaya başlamadan önce aktardığı biliniyor. Ayrıca Polo, ‘Marco Polo'nun Geziler Kitabı’ adlı eserinde o kalenin liderinin adının Hasan Sabbah değil, Alaaddin olduğunu söylüyor. Bu adın yanı sıra Marco Polo bu hikayeleri duyduğunu ve ne kendi gözleriyle gördüğünü ne de kaleyi ziyaret ettiğini iddia ettiğini söylüyor. Bu da bilim adamlarının en başından beri Marco Polo'nun anlatısının uydurma olduğu ya da en azından teyit edilmeyen ve güvenilir kaynaklara dayanmayan, yalnızca dilden dile dolaşan bir efsane olduğu yönündeki iddialarını güçlendiriyor. Marco Polo'nun ‘dağın yaşlı adamı’ tanımını kitabından (Abdulaziz Cavid'in, Mısır Genel Kitap Örgütü [GEBO] tarafından 1995 yılındaki ikinci baskısında yayınlanan çevirisinden) olduğu gibi aktarıyoruz:

rvbgr4
“Ölüm Kalesi” (Alamy)

“Alamut Kalesi’nin lideriyle ilgili bilgileri farklı farklı kişilerden duydum. Alaaddin isimli bu kişi Muhammed'in dinine (İslam dini) inanıyor. Dağın yaşlı adamı, orada, görkemli iki dağın arasındaki bir vadide, içinde dünyanın en iyi meyvelerinin yetiştiği en güzel bahçeyi ve bu bahçenin ortasında da çeşitli boyutlarda ve şekillerde saraylar inşa etmişti. Bahçede şarap, süt, bal ve Fırat Nehri suyunun aktığı çeşmeler vardı. Her yönden taşan sular görülüyordu. Bu saraylarda şarkı söylemede, her türlü müzik aletini çalmada ve dans etmede mahir ve bu sanatlarda eğitimli, özellikle flört etme, baştan çıkarma ve şımartılma sanatlarında ustalaşmış güzel ve zarif periler yaşıyordu. Dağın yaşlı adamı, bu vadiye izni olmadan kimsenin girmemesi için vadinin girişine dayanıklı bir kale inşa edilmesini emretti. Vadiye gizli bir bodrumdan giriliyordu. Dağın yaşlı adamı ayrıca, sayıları 12 ile 20 arasında değişen genç adamları sarayında topladı. Onları komşu dağlardan esnek ve askeri eğitime yatkın, cesur sakinleri arasından seçiyordu. Peygamberinin haber verdiği cennet konusunu onlarla konuşmak adeti haline gelmişti. Dağın yaşlı adamı bu gençlerden 10 tanesine haşhaş verilmesini, gençler uyku bastırıp yarı baygın hale geldiklerinde de onları bahçeye götürmelerini emretti. Sevinçten şaşkına dönen gençler etraflarını daha önce kendilerine anlatılan genç kızlarla çevrili buldu. Güzel kızlar onlara şarkı söylüyor, enstrüman çalıyor ve onu okşayarak ve kucaklayarak baştan çıkarıyorlardı. Kızlar, gençler cennette olduklarına tamamen inansınlar diye onlara en lezzetli etlerden ve şaraplardan ikram ediyor, sarhoş olup uykuları gelince bahçeden çıkarıyorlardı. Gençler kızlara nerede olduklarını sorduklarında ise onlara ‘Majestelerinin cömertliği sayesinde cennettesiniz’ cevabını veriyorlardı. Sonra dağın yaşlı adamı gençlere seslenerek ‘Allah’ın elçisi bize cennetin, efendilerini savunan Allah’ın salih kullarının olacağını haber verdi ve bu vaadi haktı. Bu yüzden onları tüm düşmanlar bu eğitimli kan dökücüler tarafından cezalandırılsın diye farklı farklı memleketlere gönderdi’ diyordu.”

Hasan Sabbah matematik, aritmetik ve felsefe konusunda bilgili biriydi. Ancak tarih ondan bir askeri komutan ve Batıniye olarak da adlandırılan Nizari-İsmaili mezhebinin önde gelen isimlerinden biri olarak da bahseder.

Bu tanımlamanın kaynağının doğrudan gözlemler ya da tarihe tanıklıklardan ziyade, geniş bir hayal gücünden ve halk arasındaki anlatılar olduğu açıkça görülüyor. Ancak bu ‘büyülü’ tanımlama, Haşhaşiler ve liderlerinin imajı üzerinde etkili oldu. Haşhaşiler adlı televizyon dizine bakıldığında bu etkinin halen güçlü olduğu görülebilir.

Peki kim bu Hasan Sabbah?

Haşhaşiler dizisi, Hasan Sabbah'ın takipçilerinden birinin, ona olan mutlak sadakatini göstermek için kendisini Alamut Kalesi duvarlarının üzerinden ölüme attığı sahneyle açılış yapıyor. Sabbah, 17 yaşındayken İsmailiyye mezhebine geçip 1078 yılında Fatımiler döneminde Mısır'a gitti. Yaklaşık üç yıl orada kalan Sabbah, burada Emevi Sultanı el-Muntasir Billah'ın ölümüne ve Fatımilerin, oğlu Nizara'yı (Ebu el-Mansur) destekleyenler ile kardeşi Ebu'l-Kasım Ahmed'e (daha sonra el-Kasım Ahmed adıyla anılmaya başladı) biat edenler arasındaki bölünmeye tanık oldu. O günlerde Fatımi yönetiminin sarayında çalışan Sabbah, babasının vefatından sonra Nizara'nın ‘şeri imam’ olduğunu düşünüyordu. Ancak Nizara, isyanı bastırıldıktan sonra İskenderiye’deki hapishanelerden birinde idam edildi. Bunun üzerine Sabbah, Nizara’nın destekçilerine onun ölmediğini, ortadan kaybolduğunu ve yeniden ortaya çıkacağını söyletti. Sabbah, kendisini imam olarak değil, o dönene kadar onun temsilcisi olarak atadı ve bu makamı kendi devletini inşa etmek için bir üs olarak kullandı.

Mısır'da tutuklanan ve oradan Afrika’ya sürgüne gönderilen Sabbah’ın teknesi yolda kaza yaptı. Bu yüzden önce Halep’e ardından Bağdat’a sonrasında 10 Haziran 1081'de İsfahan'a ulaştı. İran'ın küçük kasabalarını gezdi ve (Bugün Tahran’ın kuzeydoğusunda yer alan) Damğan şehrine yerleşti. Burayı kendisi ve takipçileri için bir karargaha dönüştürdü. Yardımcılarından birini tebliğ için o dönemde Suriye Selçuklu Meliki Rıdvan b. Tutuş tarafından yönetilen Halep’e gönderdi. Sabbah, Rıdvan b. Tutuş’un gönlünü kazanmayı başardıysa da onun ölümünden sonra iktidarı oğlu devraldı. Ardından Sabbah'ın müritleri Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah'ın talebi doğrultusunda ya sürgüne gönderildi ya tutuklandı ya da sınır dışı edildi. Sabbah, Farsça'da ‘kartalın ini’ anlamına gelen Alamut Kalesi’ne sığındı. Kale, Hazar Denizi'nin güneyinde Elburz Dağları'nın ortasında yer alıyordu. Alamut Kalesi’ne 1090 yılının Eylül ayında giren Sabbah, ölene kadar oradan ayrılmadı. Alamut Kalesi’nde geçirdiği 35 yıl boyunca sadece tebliğ yapmadı. Yakın çevredeki kalelere askeri saldırılar da planladı. Bunun için binlerce genci silah altına alan Sabbah, stratejik öneme sahip Lambasar Kalesi’ni ele geçirmeyi başardı. Böylece İran coğrafyasının güneyindeki Rudbar bölgesinin tamamını kontrolü altına aldı. Bugünkü İran ve Afganistan sınırında bulunan dağlık bir bölge olan Kohistan bölgesinin kontrolünü eline geçirerek İsmailiye topraklarına dahil etti. Selçukluların tüm baskılarına rağmen onun çağrısına inanan ve ona uyanlar güven içindeyken ona ve ailesine karşı çıkanlar öldürülüyor, mallarına ve geçim kaynaklarına el koyuluyordu.

Lübeckli Arnold, Sabbah hakkında: Bu Efendi büyülü yöntemleriyle müritlerini kendisine kulluk etmeye ikna etmeyi başarmış ve en mutlu kişilerin başkalarının kanını dökenler olduğunu ileri sürmüştür.

Roma İmparatoru I. Friedrich’in elçisi, 1175 yılında Suriye ve Mısır'ı ziyaret etti. Elçi, bu ziyaretleri sırasında aldığı notlarda Haşhaşileri şöyle tanımlıyor:

Şam, Antakya (Hatay) ve Halep sınırlarında dağlarda yaşayan ve kendilerine Haşhaşi adını veren bir Arap ırkı var. Bu insanlar kanun tanımadan dağlarda, neredeyse hiçbir zarar görmeyecek şekilde, müstahkem kalelerinin duvarlarının arkasında yaşıyorlar. Bölgelerine ister yakın ister uzak ülkelerde olsunlar tüm Arap hükümdarların kalplerine en büyük dehşeti salan bir efendileri var.

Alman tarihçi Lübeck'li Arnold'un (Arnold of Lübeck) ise Sabbah hakkında şunları yazmıştır:

Bu Efendi, büyülü yöntemleriyle müritlerini kendisine kulluk etmeye ikna etmeyi başarmış ve en mutlu kişilerin başkalarının kanını dökenler olduğunu ileri sürmüştür.

Fantastik anlatılar

Selçuklular Sabbah’a karşı askeri seferler başlattıysa da hepsi başarısız oldu. Hasan Sabbah ise buna 14 Ekim 1092 tarihinde Büyük Selçuklu Devleti'nin ünlü veziri Nizamülmülk'ü Nihavend şehrinin Sahna bölgesinde öldürerek karşılık verdi. Nizamülmülk bir bilim adamı, hukukçu ve yazardı. Nizamiye Medreseleri’ni kurmuştu. Ancak ilk gençlik yıllarında Mısır'a gittiğinden beri Sabbah'a karşıydı. Bağdat'a giderken Nihavend yakınlarındaki bir köyde Ramazan ayı olduğu için iftar etmek üzere mola veren Nizamülmülk, burada Hasan Sabbah'ın fedailerinden biri olan Ebu Tahir el-Errani tarafından dilenci ya da münzevi olduğunu iddiasıyla bıçaklanarak öldürüldü.

Marco Polo'nun Geziler Kitabı’nda Hasan Sabbah tasviri

Bu olay, İngiliz yazar ve şair Edward Fitzgerald'ın 1859 yılında Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ını İngilizceye çevirmesiyle başlayan bir edebi hayal dalgasının fitilini ateşledi. Fitzgerald, kitabının girişinde Sabbah'ın Nizamülmülkle ilişkili olarak küçük yaşlarda tanıştıklarını ve yanlarında İranlı büyük şair Ömer Hayyam’ın da olduğunu iddia etti. Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf'un 1988 yılında kaleme aldığı Semerkant adlı romanda da aynı hikaye yer alır. Fitzgerald, Sabbah, Nizamülmülk ve Hayyam’ın birbirlerine, eğer içlerinden biri bir gün bir makama ulaşırsa, diğer iki arkadaşını elinden geldiğince destekleyeceğine dair söz verdiklerini ileri sürdü.

İngiliz yazar, Nizamülmülk'ün vezir olarak atandığında iki eski arkadaşını çağırdığını ve maziye olan saygısından dolayı onlara Selçuklu devletindeki valilik teklif ettiğini, ancak Hayyam’ın, böyle bir sorumluluğun yükünü üstlenmek istemediği için reddettiğini (ki bu doğru değil çünkü kendisi sarayda danışman olarak çalışıyordu), Sabbah’ın ise gözü daha yükseklerde olduğu için bu teklifi reddettiğini de öne sürdü. Fitzgerald’a göre bu yüzden Sabbah, Selçuklu vezirinin rakibi ve zamanla düşmanı haline geldi.

erfergv
Haşhaşiler dizisinden bir sahne (Al Hashashashin - 2024 – FILM STILLS)

Haşhaşiler dizisi tarihi bağlamda bu şüpheli anlatıyı destekliyor. Şam Üniversitesi Tarih Bölümü eski başkanı Suriyeli tarihçi Ammar en-Nehar, Al-Majalla'ya yaptığı açıklamada İngiliz yazar Fitzgerald’ın bu iddialarını yalanlayarak, “Kahramanları arasındaki yaş farkları ve farklı yerlerde yetişmeleri nedeniyle tarihi kaynaklara dayanmayan bu anlatı bir kurgudur. Hasan Sabbah ile Ömer Hayyam’ın arkadaşlığına ilk kez Moğol tarihçisi Reşidüddin Fazlullah el-Hemedani, Câmiu't-Tevârîh adlı eserinde değindi. Reşidüddin hicri takvime göre 718 yılında vefat ederken Ömer Hayyam ise hicri 517 yılında vefat etmiştir. Yani Hemedani bunları, bu şahsiyetlerin yaşadıkları dönemden yaklaşık iki yüzyıl sonra kaleme almıştır” ifadelerini kullandı.

Nehar, sözlerini şöyle sürdürdü:

Hasan Sabbah ile Nizamülmülk’ün çocukken aynı yerde eğitim gördükleri ve burada arkadaş oldukları tezine gelince mantıken bu pek olası değil. Çünkü Sabbah'ın hicri 428 yılında doğduğu tahmin ediliyor. Nizamülmülk ise 408 yılında doğdu. Yani aralarında neredeyse 20 yaş fark var!

“Ammar en-Nehar: Kahramanları arasındaki yaş farkları ve farklı yerlerde yetişmeleri nedeniyle tarihi kaynaklara dayanmayan bu anlatı bir kurgudur.

Amin Maalouf bile Semerkand romanında bu yaygın anlatıdan sapmıyor, çünkü üçü arasında anlatılagelen dostluğun bir efsane olduğunu düşünüyor.

Maalouf, kitabında bununla ilgili bölümde şu ifadelere yer veriyor:

Kitaplarda, her biri kendi tarzında binyılımızın başlangıcına damgasını vuran üç İranlı dostun anlatıldığı bir efsane vardır. Bunlar; dünyayı gözlemleyen Ömer Hayyam, dünyayı yöneten Nizamülmülk ve terörize eden Hasan Sabbah’tır. Nişabur'da birlikte eğitim gördükleri söyleniyor ama Nizamülmülk'ün otuz yaşının üzerinde olması nedeniyle bu doğru olamaz. Sabbah ise Rey şehrinde eğitim gördü. Belki de memleketi Kum'da da biraz eğitim almıştı ama kesinlikle Nişabur'da değildi.

Suikastlar

Sabbah, Nizamülmülk'ün öldürülmesini kendisi ve destekçileri için ‘nimetin başlangıcı’ olarak değerlendirdi ve oradan Selahaddin el-Eyyubi'yi öldürmeye yönelik başarısız suikast girişimi de dahil olmak üzere suikast faaliyetlerini başlattı. Suikastlarda hançerle doğrudan öldürme, bıçaklama ya da uzaktan zehirli oklarla öldürme gibi yöntemler kullanılıyordu. Haşhaşilerin suikastlarına kurban gidenler arasında 1103 yılında cuma namazı sırasında öldürülen Humus Emiri Cinnah ed-Devle, Musul Valisi Mevdud bin Altuntegin, 1121 yılında Fatımi veziri el-Efdal Şehinşah ve 1130 yılında Fatımi halifelerinin onuncusu olan el-Hakim-Biemrillah’ın yanı sıra Trablus Kontu II. Raymond, Celile ve Tiberya Prensi ve 1192 yılında Kudüs Latin Krallığı Prensi Montferratlı Conrad gibi bazı yabancı isimler de vardı. Haşhaşiler, genç ya da yaşlı ayrımı yapmadan suikastlar işliyorlardı. Hasan Sabbah'ın ölümünden sonra yaklaşık 200 yıl daha ayakta kalmayı başaran Haşhaşiler, 1256 yılında Moğolların Alamut Kalesi'ne girip onları yok etmeleri ve Sabbah’ın kaledeki türbesini yıkmalarıyla sona erdi.

tg5h5t

Siyasi suikastları ilk kez işleyenler Haşhaşiler değildi elbette, ancak neredeyse tarihin başlangıcından beri var olan siyasi suikastlar onlar tarafından geliştirildi, organize bir suça dönüştü ve askeri olarak profesyonel kişilerce işlenir oldu. Siyasi suikastlar geçmişte eğitimsiz bireyler ya da organize olmayan küçük gruplar tarafından işlenirdi. Hasan Sabbah, siyasi suikastlarla hem düşmanlarını hem de dostlarını terörize etmek, suikastları, İslam halifeleri Ömer ibn el-Hattab ve Osman ibn Affan'ın öldürülmesinden bu yana İslam tarihinde yaşananların devamı olarak meşrulaştırmak istiyordu. Sabbah’a göre hükümdarların katli, hukuki, siyasi ve dini açıdan da meşruydu.

Bazı tarihi kaynaklara göre Hasan Sabbah, 12 Haziran 1124 tarihinde 87 yaşında, kalesinde öldü.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Mısır'ın İsrail'e yönelik eleştirilerinin artmasının ardında ne var?

Kuzey Sina vilayetinin doğusunda, Gazze Şeridi sınırındaki Refah Sınır Kapısı’nın Mısır tarafında konuşlu Mısır askerleri, 20 Ekim 2023 (AFP)
Kuzey Sina vilayetinin doğusunda, Gazze Şeridi sınırındaki Refah Sınır Kapısı’nın Mısır tarafında konuşlu Mısır askerleri, 20 Ekim 2023 (AFP)
TT

Mısır'ın İsrail'e yönelik eleştirilerinin artmasının ardında ne var?

Kuzey Sina vilayetinin doğusunda, Gazze Şeridi sınırındaki Refah Sınır Kapısı’nın Mısır tarafında konuşlu Mısır askerleri, 20 Ekim 2023 (AFP)
Kuzey Sina vilayetinin doğusunda, Gazze Şeridi sınırındaki Refah Sınır Kapısı’nın Mısır tarafında konuşlu Mısır askerleri, 20 Ekim 2023 (AFP)

Amr İmam

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi, Gazze Şeridi'ndeki savaşı ‘sistematik bir soykırım’ olarak nitelendirdi ve bu sözleri bazılarını şaşırttı. Sisi, 5 Ağustos'ta Kahire'de Vietnamlı mevkidaşı ile düzenlediği basın toplantısında, savaşın artık tek amacının Gazze halkını öldürmek ve Filistin meselesini tamamen ortadan kaldırmak olduğunu vurguladı.

Sisi’nin açıklamaları, Mısır Dışişleri Bakanlığı'nın katılaşan tutumunda kendini gösterdi. Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati 9 Ağustos'ta yaptığı açıklamada aynı ifadeyi kullandı. Mısır'ın Gazze halkının yerinden edilmesini önlemek için her yolu deneyeceğine söz verdi.

Bu katı açıklamalar, Mısır'ın Hamas ile İsrail arasındaki dolaylı ateşkes müzakereleri ve esir takasında baş arabulucu olarak benimsediği ılımlı tavrından açık bir dönüş olduğunu yansıtıyor. Mısır, her zaman sözlerini özenle seçmiş, tarafsızlığını korumuş ve çatışmanın herhangi bir tarafını kızdırmaktan kaçınmıştı. Mısırlı yetkililer, savaşa ve İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki eylemlerine karşı olduklarını defalarca kez dile getirmiş olsalar da Kahire'nin buradaki yıkımı ve can kayıplarını bu kadar sert bir dille tanımlaması ilk kez oluyor.

Mısır'ın tutumundaki gelişmeleri yakından takip edenler için bu dönüşüm pek de şaşırtıcı gelmeyebilir. Ancak zamanlaması özel bir önem taşıyor. Çünkü bu açıklamalar, Mısır'ı karmaşık bir duruma sokan gelişmelerin ardından yapıldı ve Mısır-İsrail ilişkilerinin geleceği hakkında soru işaretleri yaratıyor.

Hayal kırıklığı

Mısır'daki son öfke dalgası, Hamas ve İsrail arasında aşamalı bir anlaşmaya varmak için Mısır ve Katar'ın ortak arabuluculuk çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından patlak verdi. Bu anlaşma, Hamas da dahil olmak üzere Gazze'deki silahlı gruplar tarafından alıkonulan İsrailli rehinelerin aşamalı olarak serbest bırakılmasını ve savaşı tamamen sona erdirebilecek bir ateşkesin sağlanmasını garanti edebilirdi.

Mısır’ın ulusal güvenliğine yönelik tehditlerin yanı sıra, bu gelişmeler Gazze’deki insani durumun ciddi şekilde kötüleşmesiyle de aynı zamana denk geliyor. Yardım miktarı hala yetersiz kalıyor.

Kahire ve Doha, geçtiğimiz mart ayından beri bu düzenleme için baskı yapıyordu. İsrail, geçtiğimiz mart ayında iç siyasi manevralar ve iktidar koalisyonunun çıkarları uğruna, Gazze'ye yönelik bombardımanların ardından iki aydan kısa süren itidalli sakinlik dönemini bozarak ilk ateşkes anlaşmasını aniden sona erdirdi.

Mısırlı müzakereciler, çatışmanın devam etmesinin rehineleri tehlikeye atması pahasına olsa bile İsrail'deki iktidar koalisyonunun siyasi çıkarlarına hizmet ettiğine ikna olmuş durumdalar. Bu yüzden ABD'nin Kahire'de Hamas ile İsrail arasındaki görüşmelerin başarısız olduğunu açıklaması şaşırtıcı olmadı. Kahire, İsrail'deki bazı aşırı sağcı liderlerin savaşı, İsrail topraklarını genişletmek ve Filistinlilerin kendi devletlerini kurma arzularını tamamen bastırmak için nadir ve bir daha tekrarlanmayacak fırsat olarak gördüklerine inanıyor.

Öte yandan Beyaz Saray'da bu emellere sempati duyan bir başkan görev yapıyor. Bu Başkan daha önce İsrail'in Ortadoğu haritasında çevresindeki geniş topraklara kıyasla sadece ‘küçük bir nokta’ olduğunu üzülerek ifade etmişti. Gazze'deki savaşın ahlaki gerekçesi, orada dökülen kanın ağırlığı altında neredeyse tamamen ortadan kalkmış olsa da İsrail hükümetinin sağcı bakanları bu gerekçenin henüz tamamen ortadan kalkmadığını düşünüyor. Onlar, ABD Başkanı Donald Trump'ın desteğini ve bu gerekçenin kalıntılarını, bölgesel genişlemeye devam etmek için kullanmaya çalışıyorlar. Bu strateji, son olarak İsrail Güvenlik Kabinesi'nin Gazze'yi tamamen işgal etme kararında açıkça ortaya çıktı.

zscdfg
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Kahire'de Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron ile düzenlediği ortak basın toplantısında konuşurken, 25 Ekim 2023 (AP)

İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria'da Filistinlilere yönelik saldırılarının artmasıyla birlikte Gazze'nin kontrolünün tamamen ele geçilmesi, Filistin devleti kurma hayalini fiilen sona erdirir. Bu strateji, birçok ülkenin önümüzdeki ay Filistin devletini tanımaya hazırlandığı bir dönemde ortaya çıkıyor. Bu da işgalci İsrail’in, beklenen bu açıklamaları önlemek için proaktif bir adım olarak Gazze Şeridi’ni tamamen işgal etme planını yaptığına işaret ediyor.

Kahire için ise tüm bunlar diplomatik bir rahatsızlıktan öte, Mısır'ın ulusal güvenlik çıkarlarını doğrudan ilgilendiren bir mesele ve öfkenin artmasının temel nedeni de bu.

Baskı artıyor

Bu gelişmelerin Mısır'ın ulusal güvenliğine oluşturduğu tehdidin yanı sıra, ki bunu daha sonra ayrıntılı olarak ele alacağız, bu gelişmelere Gazze'deki insani durumun ciddi şekilde kötüleşmesi eşlik ediyor. Savaşla kavrulmuş topraklara giren yardım miktarı halen yetersiz. ABD'nin desteklediği, Gazze İnsani Yardım Vakfı (GHF) olarak bilinen dağıtım mekanizması, büyük bir başarısızlık olduğunu kanıtladı. Bazı durumlarda bu merkezler, yardım bekleyen çaresiz insanlar için ölüm tuzağına dönüştü. Gazze şu anda kıtlığın eşiğinde, hatta belki de çoktan kıtlığa girmiş durumda.

Mısır'ın Gazze Şeridi’ne insani yardımları gönderme konusundaki ısrarı, Gazze’yi yaşanabilir kılma yönündeki stratejik hedefine dayanıyor. Bu hedef, İsrail'in Gazze'yi yaşanmaz hale getirmeyi amaçlayan açık planına karşı bir meydan okumadır.

Bu koşullar altında, özellikle Hamas, Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ve şaşırtıcı ve ironik bir şekilde İsrail tarafından organize edilen geniş çaplı bir dezenformasyon kampanyasının ortasında dikkatler Mısır'ın Gazze'ye yardım sağlama rolüne çevrildi. Söz konusu kampanya, İsrail'in Gazze'deki insani felaketten sorumlu olduğunu gizlemek ve suçu Mısır'a atmak amacıyla başlatıldı. Bu kara propaganda, bu ayın başlarında, onlarca siyasal İslamcının Mısır’ın Tel Aviv Büyükelçiliği önünde protesto düzenleyerek Kahire'yi Gazze'ye ‘abluka’ uyguladığı suçlamasıyla zirveye ulaştı.

Bu hareketler Mısır üzerinde baskı yaratmakla kalmadı, aynı zamanda onu savunma pozisyonuna da soktu. Son haftalarda Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi bu iddiaları defalarca kez yalanladı. Hatta 28 Temmuz'da televizyon ekranlarından yaptığı konuşmanın tamamını Mısır'ın yardım ulaştırma çabalarını açıklamaya ayırdı. Kahire için bu mesele sadece imajını değil, ulusal güvenliğini de ilgilendiriyor. Mısır, Gazze ile tek doğrudan kara bağlantısı olan Refah Sınır Kapısı’nı kendi tarafında her zaman açık tutuyor. Ancak Gazze tarafı, 2023 yılının mayıs ayından bu yana İsrail’in işgali altında. İsrail bu adımı Mısır'ın Gazze ile bağlantısını kesmek ve Gazze konusunda stratejik etkisini azaltmak amacıyla attı.

fgr
Gazze Şeridi sınırındaki Refah Sınır Kapısı’nın Mısır tarafında zırhlı araç kullanan Mısırlı askerler, 23 Mart 2024 (AFP)

Yardım konvoyları, giriş izni verilmeden önce Mısır'ın Sina yarımadasında günlerce, hatta haftalarca beklemek zorunda kalıyor. Çoğu zaman, kamyonlar Refah Sınır Kapısı’ndan geçtikten sonra tam yükle geri dönmek zorunda kalıyor. İsrail'in kontrolündeki Kerem Şalom Sınır Kapısı’ndan İsrail'e onlarca kilometre yol kat ediyorlar, fakat İsrailli yetkililer yüklerini kabul etmiyor. Al Majalla olarak 2023 yılının kasım ayı sonlarında Refah Sınır Kapısı’na yaptığımız ziyarette, yardım konvoylarının Gazze'ye girmesine izin verilmeden önce Sina Yarımadası’nın kuzeyinde yaşadıkları ciddi gecikmeleri ve karşılaştıkları lojistik engelleri yerinde inceledik.

Mısır'ın Gazze Şeridi’ne insani yardımları gönderme konusundaki ısrarı, Gazze’yi yaşanabilir kılma yönündeki stratejik hedefine dayanıyor. Bu hedef, İsrail'in Gazze'yi yaşanmaz hale getirmeyi amaçlayan açık planına karşı bir meydan okumadır. Kahire, Gazze Şeridi’ndeki insani koşulların dayanılmaz hale gelmesinden korkuyor. Bunun yol açacağı toplu göç, sadece Mısır'da insani bir acil durum yaratmakla kalmayacak, aynı zamanda Gazze'nin İsrail lehine kalıcı olarak terk edilmesinin ve kaybedilmesinin de önünü açacak.

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, 5 Ağustos'ta yaptığı açıklamada, Mısır'ın Gazze halkının yerinden edilmesi için bir platform olarak kullanılmayacağını vurguladı. Birkaç gün sonra da İsrail'in Gazze’yi tamamen işgal etme planını açıkça reddetti.

Barut fıçısı

İsrail Güvenlik Kabinesi'nin bu ayın başlarında aldığı ve Gazze Şeridi’nde şu an kontrol ettiği yüzde 75'lik alanı genişletme kararı, sonunda tam işgale ve Mısır ile ilişkilerde gerginliğin artmasına yol açarak, gerginliğin patlayıcı bir noktaya dönüşme riskini artırdı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre plan, Gazze şehrinin kuzeyinde yaşayan yaklaşık bir milyon kişinin, Mısır sınırına birkaç kilometre uzaklıktaki Gazze Şeridi'nin güneyine zorla yerleştirilmesini öngörüyor. Ancak bu, halihazırda kötü olan insani durumu daha da kötüleştirecek.

İsrail ordusu, geriye kalan Hamas üyelerinin peşine düşmek için güneye doğru ilerledikçe, özellikle şu anda gıda ve temel ihtiyaç maddelerine getirilen kısıtlamalar nedeniyle, Gazze'nin güneyindeki durum kaçınılmaz olarak daha da vahim hale gelecek. Bu koşullar, Filistinlilerin Mısır'ın Sina Yarımadası'na toplu göçüne yol açabilir. Ancak böyle bir durum, Kahire'deki karar alıcılar için kabus senaryosu niteliğinde. Kahire'deki karar alıcılar, 7 Ekim 2023'te savaşın patlak vermesinden bu yana bu olasılığa karşı uyarıyorlar.

8ı9
İsrail'in Gazze şehrinin ed-Derec Mahallesi’ne düzenlediği bombardımanda yıkılan binaların enkazından kurtarılabilecekleri arayan Filistinliler, 16 Temmuz 2025 (AFP)

Mısır için bu sadece bir insani kriz değil, 1979 tarihli İsrail-Mısır Barış Antlaşması’nın da doğrudan ihlali anlamına gelecek. Cumhurbaşkanı Sisi, 2023 yılının mart ayında bu konuya değinerek, Filistinlileri Sina Yarımadası’na sürme girişimlerine karşı uyarmıştı. Daha önce İkinci Saha Komutanlığı ve Askeri İstihbarat Başkanlığı görevlerini yürüten Kuzey Sina Valisi'nin açıklamaları Mısır'ın bu konudaki ciddiyetinin bir göstergesiydi. Mısır'ın topraklarına yapılacak herhangi bir saldırıya aşırı güçle karşılık vereceğini vurgulayan bu açıklamaların hafife alınması mümkün değil.

Cumhurbaşkanı Sisi, 5 Ağustos'ta yaptığı açıklamada, Mısır'ın Gazze halkının yerinden edilmesi için bir platform olarak kullanılmayacağını vurguladı. Birkaç gün sonra da İsrail'in Gazze’yi tamamen işgal etme planını açıkça reddetti. Bu kararlı tutum, İsrail'in Gazze'deki hedeflerine ciddi bir engelle karşılaşmadan ilerleyip ilerleyemeyeceği konusunda soru işaretleri yaratırken, iki ülkeyi de bir taraf geri adım atmadıkça olası bir çatışma rotasına sokuyor. Taraflardan hangisinin sonunda taviz vereceği, İsrail'in en azından şimdilik mevcut sınırları içinde kalıp kalmayacağı ya da sınırlarının tüm bölgesel manzarayı yeniden şekillendirecek kalıcı bir değişikliğe uğrayıp uğramayacağı belirleyecek.