Irak’ta açıklamaların ve siyasi şantajların yarattığı kaos

Devletin itibarını geri kazandırmakla ilgili siyasi sorumluluklardan kaçış

Başkent Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir protesto gösterisinde Irak bayrağı sallayan göstericiler, 1 Ekim 2023 (EPA)
Başkent Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir protesto gösterisinde Irak bayrağı sallayan göstericiler, 1 Ekim 2023 (EPA)
TT

Irak’ta açıklamaların ve siyasi şantajların yarattığı kaos

Başkent Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir protesto gösterisinde Irak bayrağı sallayan göstericiler, 1 Ekim 2023 (EPA)
Başkent Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir protesto gösterisinde Irak bayrağı sallayan göstericiler, 1 Ekim 2023 (EPA)

İyad el-Anber

Kaosun hiçbir zaman düzen getirmeyeceğini, aksine biriken kaosların, kamusal alanlarda, etkilerinin üstesinden gelinmesi zor yıkımlara yol açtığını herkes bilir. Buradan yola çıkarak siyasetteki kaosun ve iktidardaki sınıfın son yirmi yılda ürettiği kaosların büyüklüğünü hayal edebiliriz.

Irak’taki mevcut kaos ortamından bağımsız olarak her gözlemci, yaklaşık yarım asır boyunca diktatorya çilesi çeken, totaliter bir rejime tabi olan, ötekileştirme ve dışlamaların ayyuka çıktığı, demir yumrukla yönetilen bir ülkede siyasi anlaşmazlıkları ve bunların gelişimini normal bir olay olarak değerlendirebilir. Devlet, devlet olma özelliklerini yitirirken bu özellikle önce iktidar partisine, ardından devlet başkanın ailesine ve çevresine indirgendi. Ancak vatandaşın devletle ve iktidardaki egemen sınıfla ilişkilerindeki bozulma ve gerileme karşısında tüm bu gerekçeler inandırıcılığını kaybediyor.

Irak’taki egemen ve nüfuz sahibi siyasi sınıf beyhudeliğe ve kaosa kendisini kaptırmış halde. Belki de devletin itibarını geri kazanmayla ilgili siyasi sorumluluklardan kaçmak için bunları sürdürmeye onun görevidir. Bundan dolayı her krizde devlet kurumları baltalanırken devlet, kaynaklarını ve kurumlarını ele geçirmek için yarışan siyasi partiler arasında bir çatışma arenasına dönüştürülmüş durumda.

Bir zamanlar siyasi sürecin önde gelen isimlerinden bazıları şimdi Federal Yüksek Mahkemeye en çok itiraz edenler haline geldi

İronik olansa her krizde iktidardaki elitlerin siyasi sisteme ve onun kurumlarına açıkça hakaret etmeleri ise işin ironik yanı. Hükümet, güvenlik ve yargı kurumlarının siyasi şantaj ve hakaretlerle mücadele ettiğini tahmin edebilirsiniz. Öyle ki söz konusu kurumların mücadele ettiği bu olgu, artık emniyet kurumlarını da etkilemeye başladı. Irak Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığı Sözcüsü Yahya Resul, sosyal medya platformlarını takma adlarla orduya şantaj yapmak, ordunun sembol isimlerine hakaret etmek, subaylara ve rütbeli askerlere şantaj ve onlarla pazarlık yapmak için kullanan bir şebekenin üyelerinin kimliklerinin tespit edildiğini açıkladı. Bu tür olaylar, birçok ülkede yaşanan normal bir sorun olabilir, ancak Irak hükümeti, siyasi şantaja karşı bir kampanya başlattığında ve bu suçlamayı medyatik isimlere ve sosyal medya fenomenlerine yöneltmeye çalıştığında işin ucu, kendi güvenlik kurumlarına ve üst düzey yetkililerine yayılarak Savunma Bakanlığı'ndaki bir numaralı ekibe ve İçişleri Bakanlığı'ndaki aralarında tümgeneral ve diğer rütbelerden 14 subay ve ordu mensubuna kadar ulaştı ve mesele, devlet kurumlarının yaşadığı, vatandaşın günlük hayatıyla doğrudan ilgili olan çöküşün boyutunun tespiti için hükümetin ara vermesini gerektiren bir skandala dönüştü. Olay, daha detayları açıklığa kavuşturulmadan unutulup gitti. Belki de kamuoyunu bu olaydan uzaklaştırmak amacıyla bir skandal yaratılması ve ordu ve emniyet kurumlarının siyasi şantaja karışması meselesinin örtbas edilmesi istenmişti.

Bu, geçici bir olay olabilir. Bu tür olaylar, birçok gelişmiş ve az gelişmiş ülkede yaşanıyor. Ancak bir siyasetçinin bir televizyon kanalına çıkıp Federal Yüksek Mahkeme Başkanı’nı, kendisini ‘üçlü ittifaktan çekilmezse milletvekilliğini düşürmekle’ tehdit ettiğini söyleyip bununla suçlayacak kadar değil. Sadr Hareketi liderliğindeki üçlü koalisyon, çoğunluk hükümeti kurma sürecini tamamlayamadı ve Sadr Hareketi’nin parlamento bloğundaki milletvekili Temsilciler Meclisi’nden çekildiler.

Suçlamayı yapan eski milletvekili Mişan el-Cuburi’nin bu açıklaması, yalnızca Irak Anayasasının en yüksek yetkiyi verdiği ülkedeki en yüksek yargı kurumuna yönelik bir suçlama olmakla kalmıyor, en tepedeki devlet kurumlarını siyasi tartışmaların ve çatışmaların tarafı haline getiren siyasi söylem ve tutumlarda bir kaos olgusu oluşturuyor. Federal Yüksek Mahkemeden şimdiye kadar bu suçlamaya, ‘bu tür açıklamaların Federal Yüksek Mahkemenin itibarını zedelemeyi ve meşruiyetini hedef almayı amaçlayan siyasallaştırılmış bir iç ve dış medya saldırısı’ olarak değerlendiren bir kamuoyu açıklaması dışında yanıt gelmedi.

Siyasi açıklamaların yarattığı kaos

Aslında devleti ve kurumları rahatsız eden siyasi açıklamaların yarattığı kaos çerçevesinde Sayın Mişan el-Cuburi’nin sözleri öyle kaşları kaldıracak bir açıklama değil. Daha önce de Fetih Koalisyonu lideri Hadi el-Amiri, ‘yargı tehdit altında olduğunu ve yargıya baskı yapıldığı’ açıklamasında bulunmuştu. Amiri, bunun yolsuzluğun, muhaliflere saldırının ve geçmişteki hatalardan siyasi dengelerin sorumlu olduğunun bir kanıtı olduğunu öne sürmüştü.

İlginç olan ise Federal Yüksek Mahkeme Başkanı Yargıç Casim el-Amiri'nin, Federal Yüksek Mahkemenin siyasi sürecin önde gelen isimlerinin üzerinde mutabakata vardıklarına bağlı olduğunu açıklamasıydı. Bir zamanlar siyasi sürecin önde gelen isimlerinden bazıları şimdi Federal Yüksek Mahkemeye en çok itiraz edenler haline geldi. Örneğin Sayın Mesud Barzani, Federal Yüksek Mahkemeyi, eski diktatörlük rejimindeki ‘Devrim Mahkemesine’ benzetmişti.

İttifak oluşturmada öncelik anayasadaki hükümleri güçlendirmek değil, iktidarın kazanımlarını paylaşmaktı.

Federal Yüksek Mahkeme kararlarının nihai ve tüm otoriteler açısından bağlayıcı olması nedeniyle değerlendirilmesi önemli değilse de bağımsızlığını ve devlet kurumları nezdindeki yüksek statüsünü kabul etmek yerine, siyasi suçlamalarla kendisini tartışmalarda taraf haline getirmesi oldukça önemli bir konu. Ancak kararlarına itiraz edilmesinin ya da reddedilmesinin desteklenmesi, hatta tartışmanın tarafları arasındaki siyasi kutuplaşma çemberine girmekle itham edilmesi, Irak'taki siyasi kaosun en tehlikeli aşamasını oluşturuyor.

Geçtiğimiz dönemde siyasi partiler arasında yaşanan siyasi tartışmalar, bazen Temsilciler Meclisi’ne bazen de Bakanlar Kurulu'na yansıdı. Ancak 2021 sonrası seçimlerde çatışan taraflar Federal Yüksek Mahkemeyi aralarındaki tartışmalara dahil ettiler. Federal Yüksek Mahkemenin ister küçük ister büyük her siyasi anlaşmazlığa müdahil olması, siyasi sürecin kırılganlığının tehlikeli bir göstergesi haline geldi. Çünkü Federal Yüksek Mahkemenin kararları doğası gereği bir tarafın lehine diğer tarafın aleyhinedir. Yani bir taraf bu karardan zarar görürken diğer taraf kazanım elde eder. Sonuç olarak Federal Yüksek Mahkeme ne kadar çok davaya müdahale ederse, siyasi uzlaşı için alan o kadar daralır.

Ne siyasi anlaşma var ne de ilke

İktidardaki egemen sınıfı, hükümetlerin çoğu zaman temel alınarak oluşturulduğu siyasi anlaşmalarda  otoritesinin olduğuna dair eleştiriyorduk. Bu anlaşmalar Irak Anayasasından üstündü. Çünkü ittifak oluşturmada öncelik anayasadaki hükümleri güçlendirmek değil, iktidarın kazanımlarını paylaşmaktı.

Fakat artık tek görevi hükümet kurmak, bakanlıkların ve devlet kurumlarının paylaşılmasıyla sınırlı olan siyasi anlaşmalar ya da uzlaşılarda bile siyasi taraflar, hükümetin üzerine kurulduğu ittifak kurallarına uymuyor. Sünni siyasi güçler içerisinde çoğunluğa sahip olan Tekaddum Partisi'nin lideri Muhammed el-Halbusi, Sünni siyasi güçlerle ittifak kurmaya eğilimli değildi. Başakan Muhammed Şiya es-Sudani hükümetini kuran Devleti Yönetme İttifakı’nın önemli bir ortağı olmasına rağmen Halbusi’nin siyaset sahnedeki nüfuzunu ve Meclis Başkanı olarak yerine birini aday gösterme gücünü zayıflatmaya yönelik girişimler oldu.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani basın toplantısında konuşurken (DPA)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani basın toplantısında konuşurken (DPA)

Devleti Yönetme İttifakı’nın bir başka ortağı olan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) hükümeti ile Irak hükümeti arasındaki mevcut siyasi gerilimi hafifletebilecek siyasi anlaşmalar yapmakta zorluk çekiyor. Çünkü IKBY hükümeti, Federal Yüksek Mahkeme kararlarıyla kısıtlanmış durumda. Hatta milletvekillerinin itiraz etmesi halinde Federal Yüksek Mahkeme, IKBY hükümetinin imzaladığı anlaşmaları bile bozabiliyor. Burada özellikle Federal Yüksek Mahkemeye itirazda bulunmanın, KDP’nin de ittifaka katıldığı bazı Şii tarafların siyasi anlaşmalarından kaçma girişimi olduğu anlaşılıyor.

Siyasi ilkeler ve anayasadan ziyade siyasi ruh hallerinin atmosfere hakim olması, hiç şaşırtıcı değil.

Koordinasyon Çerçevesi adlı ittifakta yer alan Şii siyasi güçler arasındaki bölünmeler artık daha da netleşmiş durumda. Bunlardan bazıları hükümeti ele geçirmek isterken, bazıları da yaklaşan seçimlerde başbakanın ve onunla ittifak yapmayı düşünen partilerin siyasi nüfuzunu zayıflatacak bir seçim yasası çıkarmak ve böylece onları zayıflatmak istiyor. Sonuç olarak siyaset sahnesinde bu tür anlaşmazlıklar normal karşılansa da bu anlaşmazlıklar erken başlayıp siyasi süreci yönlendiren siyasi anlaşmalara yansıdığında işler değişiyor ve dikkatler vatandaşların hükümetten beklediği önceliklerden çok seçimlere odaklanıyor.

Bu siyasi kaos, Irak'taki yönetim sisteminin işleyişindeki büyük bir sorundan kaynaklanıyor. Anlaşmazlıkları ve tartışmaları yönetecek siyasi ilkeler ortaya koyulmadığında, siyasi çözümlerin alanı her türlü değerlendirmeye ve tepkiye açık kalır. Politikacıların övündükleri siyasi anlaşmalar, iktidar kazanımlarının paylaşımıyla sınırlı bir anlaşma türü olduğundan siyasi eylemi yönlendiren ve siyasi anlaşmazlıklarda başvurulan ilkelere sahip değildir. Anayasa artık rafa kaldırılmış, ihmal edilmiş ve devlet kurumları arasındaki anlaşmazlıklarda hakemlik yapma ve siyasi partiler arasındaki anlaşma ve anlaşmalarda üstünlük sağlamama şeklindeki temel işlevinden uzaklaştırılmıştır. Dolayısıyla siyasi normlardan ve anayasadan ziyade siyasi ruh hallerinin atmosfere hakim olması, hiç şaşırtıcı olmadığı gibi kaos da kaçınılmazdır.

Sahnedeki yeni aktörlerin yarattığı kaos

Şu an Irak siyaset sahnesinde aktif ve etkili olan siyasi partilerin çoğunun, 2003 sonrası Irak'ta yönetim sistemini kuran ana aktörlerle hiçbir bağlantısı yok. Yükselen güçler artık iki temel güdüyle hareket ediyor. Bunlardan ilki, iktidardaki siyasi elitlerin 2003'ten sonra oluşturduğu tüm siyasi normlara saldırmak, ikincisi ise siyasi sürecin geleceğini kontrol edecek bir siyasi alan oluşturmak. Bundandır ki devletin kaynaklarını ve kurumlarını kontrol ederek devleti kontrol eden taraf olmayı hedefliyorlar. Ancak kendi bakış açısına göre yeni siyasi normlar oluşturma isteği ile çıkarları arasındaki çelişkiyi kontrol edememesi kendisi için sorun teşkil ediyor. Bu da eski siyasi güçlerin oluşturduğu hükümet sistemine katılarak elde ettiği güç ve nüfuz kazanımlarını kaybetme korkusunu tetikliyor. Çünkü halen devlet içinde yayılmaya, nüfuz etmeye, onu istismar etmeye uygun bir ortam mevcut.

Eski Maliye Bakanı’nın da dediği gibi ‘bir zombi devlette’ devlet öncesi bir kaos içinde yaşıyoruz.

Yaşadığımız kaosu, Irak’taki yönetim sistemindeki ve siyasi uygulamalardaki hatalar üretti. Seçimler artık kimin yöneteceğini ve yönetimin sorumluluğunu kimin taşıyacağını belirleyen bir kriter olmaktan çıkıp, seçimlere tamamen aykırı olan ‘herkes iktidarda, herkes muhalefette’ olgusunu ortaya çıkardı. Öyle ki devletin en yüksek makamları olan başbakanlık ve bakanlık koltuklarına gelen isimlerde artık deneyim, yeterlilik, hatta parti adaylığı bile aranmıyor. Aksine bu makamlara gelen kişilerin en önemli vasıfları siyasi blok liderlerinin ruh hallerini tatmin etmekten ibaret ve ülke siyasi liderlerin düşüncelerine göre yönetiliyor. Dolayısıyla siyasi sınıfın yarattığı ve sürdürdüğü kaosu yönetmek hükümetin başlıca görevi haline geldi.

Irak’ın siyaset sahnesindeki yeni aktörlerin yarattığı siyasi kaosun en tehlikeli özelliği, Temsilciler Meclisi gibi devletin en üst kurumlarından birinin yönetimine karşı kayıtsız kalmalarıdır. Iraklı siyasi güçler, Temsilciler Meclisi Başkanlığı makamının boş kalmaya devam etmesinin, Temsilciler Meclisi’nin denetim ve yasama performansını zayıflatması, hatta işlevsiz bir kurum haline gelmesi karşısında kayıtsızlıklarını sürdürürken sanki mevcut durumun olduğu gibi kalmasını istiyor gibiler.

Eski Maliye Bakanı Ali Abdul Amir Allavi, istifa ederken ‘zombi devlet’ tanımlaması yapmıştı. Biz de şu an bu zombi devlette devlet öncesi bir kaos içinde yaşıyoruz. Ama biz bu yapıya ‘devlet’ adını veriyoruz. Devlet ruhundan yoksun bir cesede dönüşen bu yapının, toplumla hiçbir etkileşimi ve bağı kalmamış durumda. İktidardaki sınıf kaos ve anlaşmazlıklarla yaşıyor. İktidarda kalabilmesi için kaosun devam etmesi gerektiğine inanıyor. Zira olan bitenden sorumlu tutulmamalarını sağlamanın tek yolu da bu.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla’ya dergisinden çevrilmiştir.



İnsani krizler karşısında Sudan'ı desteklemeye yönelik uluslararası çabaların artırılması

Uluslararası yardımların bir parçası (Şarku’l Avsat)
Uluslararası yardımların bir parçası (Şarku’l Avsat)
TT

İnsani krizler karşısında Sudan'ı desteklemeye yönelik uluslararası çabaların artırılması

Uluslararası yardımların bir parçası (Şarku’l Avsat)
Uluslararası yardımların bir parçası (Şarku’l Avsat)

Sudan'da devam eden insani kriz ve ülke içinde ve komşu ülkelerde nüfusun artan temel ihtiyaçları ışığında, 2023 yılında çatışmaların patlak vermesinden bu yana devam eden zor durumunda Sudan halkına destek sağlamaya yönelik uluslararası çabaların önemi artıyor.

Raporlar, Sudan'ın, özellikle ülke içinde ve dışında savaştan etkilenen insanların ve mültecilerin sayısının artmasıyla birlikte gıda, sağlık, barınma ve eğitim dahil olmak üzere acil insani yardıma ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.

İnsani yardım kuruluşları

Geçtiğimiz yıl boyunca insani yardım kuruluşları Sudan genelinde 15,6 milyondan fazla insana 1,8 milyar dolarlık destekle ulaştı. Sağlanan yardımlar arasında 13 milyondan fazla insan için gıda ve geçim desteğinin yanı sıra su, sanitasyon, hijyen, sağlık, beslenme ve barınma yardımı da yer aldı.

Komşu ülkelerde faaliyet gösteren insani yardım kuruluşları bir milyondan fazla kişiye gıda, yarım milyon kişiye tıbbi destek ve 800 binden fazla kişiye koruma hizmetleri sağlayarak hayat kurtarıcı yardımlarda bulundu.

Kötüleşen koşullar

Bu bağlamda Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), insani krizin başlangıcından bu yana Sudan'a destek sağlıyor. Suudi Arabistan, Nisan 2023'te krizin patlak vermesinden önce daha sürdürülebilir müdahaleler uygulamaya yönelen Kral Selman Yardım ve İnsani Çalışmalar Merkezi'nin (KSrelief) çabalarının bir parçası olarak, birçok coğrafi alana ve insani sektöre dağıtılan 132 milyon dolarlık insani yardım da dâhil olmak üzere Sudan'a 3 milyar dolardan fazla destek sağladı.

KSrelief, çatışma nedeniyle kötüleşen insani durumun bu kazanımları heba ettiğini, bunun da KSrelief’i acil yardım sağlamak için geri dönmeye zorladığını ve Nisan 2023'ten bu yana Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer insani yardım kuruluşlarıyla iş birliği içinde 73 milyon dolardan fazla maliyetle 70'ten fazla insani yardım projesi uyguladığı Sudan'daki ihtiyaç alanlarındaki çabalarını iki katına çıkardığını açıkladı.

Kalkınma projeleri

BAE Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan son istatistikler, BAE'nin 2014-2025 yılları arasında 3,5 milyar dolar değerinde insani yardım ve kalkınma yardımı sağladığını ortaya koyarken, 2023'te çatışmanın patlak vermesinden bu yana 600,4 milyon dolar tahsis edildi. Bu yardımlardan iki milyondan fazla kişi doğrudan faydalandı.

defd
Sudan'a yönelik Suudi yardımı hava yoluyla ulaştırıldı. (Şarku’l Avsat)

Bu çabaların bir parçası olarak BAE, Şubat 2025'te Addis Ababa'da düzenlenen Sudan için Üst Düzey İnsani Yardım Konferansı'nda 200 milyon dolar taahhüt etti. BAE ayrıca 162 uçak ve bir deniz sevkiyatı aracılığıyla, 6 bin 388 tonu Sudan içinde ve 280 tonu tıbbi yardım olmak üzere 12,6 bin ton gıda, sağlık ve yardım malzemesi dahil olmak üzere yardımların ulaştırılmasına katkıda bulundu.

Sudanlı mültecileri desteklemek üzere Çad'a 6 bin ton ve Uganda'ya 200 ton gönderildi. Ayrıca bir sağlık merkezine destek sağlandı, 3 su kuyusu açıldı ve 10 sağlık tesisi inşa edildi. BAE ayrıca, Güney Sudan'daki mültecilere 300 ton yardım sağladı.

Sağlık sektörü

Sağlık sektöründe BAE, Çad'da 90 bin 889'dan fazla hastaya tıbbi hizmet sağlayan iki sahra hastanesi kurdu ve Güney Sudan'ın Bahr el-Gazal eyaletinde bir hastane açtı. Ayrıca 14 Sudan eyaletinde 127 sağlık tesisi desteklendi.

İstatistikler, BAE'nin Sudan'da faaliyet gösteren BM kurum ve kuruluşlarına 70 milyon dolar, komşu ülkelerdeki Sudanlı mültecilere de 30 milyon dolar sağladığını gösterdi. Buna Dünya Gıda Programı (WFP) için sağlanan 25 milyon dolar da dahil.

csdvfgt
BAE yardımı, Sudan'da mağdur olanlara yardım etmek için çeşitli kalemler içeriyor. (WAM)

Söz konusu mali katkılar şöyle: WFP’ye 25 milyon dolar, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (UNHCR) 20 milyon dolar, Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) 8 milyon dolar, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'na (UNICEF) 7 milyon dolar, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) yaklaşık 5 milyon dolar ve Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne (OCHA) yaklaşık 5 milyon dolar.

Ek destek

BAE ayrıca, krizden etkilenen Sudanlı mülteci kadınlar için WHO’ya 3 milyon dolar, UNHCR'ye 3 milyon dolar, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'na (UNFPA) 2 milyon dolar, Kadın Barış ve İnsani Yardım Fonu'na 2 milyon dolar ve Çad'daki Toplumsal Cinsiyete Dayalı Müdahale Programı'na 250 bin dolar olmak üzere 10,25 milyon dolar değerinde ek destek sağladı.

Eğitime destek bağlamında BAE, UNICEF ile Çad'daki Sudanlı mültecilerin eğitimine 4 milyon dolar destek sağlamak üzere bir anlaşma imzaladı.

Bu çabalar, Sudan'ın hem ülke içinde hem de mülteci kamplarında milyonlarca insanın yaşam koşullarının kötüleştiği bir ortamda, insani krizi hafifletmek için daha koordineli bir uluslararası desteğe ihtiyacı olduğunu vurguluyor.