Irak’ta açıklamaların ve siyasi şantajların yarattığı kaos

Devletin itibarını geri kazandırmakla ilgili siyasi sorumluluklardan kaçış

Başkent Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir protesto gösterisinde Irak bayrağı sallayan göstericiler, 1 Ekim 2023 (EPA)
Başkent Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir protesto gösterisinde Irak bayrağı sallayan göstericiler, 1 Ekim 2023 (EPA)
TT

Irak’ta açıklamaların ve siyasi şantajların yarattığı kaos

Başkent Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir protesto gösterisinde Irak bayrağı sallayan göstericiler, 1 Ekim 2023 (EPA)
Başkent Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir protesto gösterisinde Irak bayrağı sallayan göstericiler, 1 Ekim 2023 (EPA)

İyad el-Anber

Kaosun hiçbir zaman düzen getirmeyeceğini, aksine biriken kaosların, kamusal alanlarda, etkilerinin üstesinden gelinmesi zor yıkımlara yol açtığını herkes bilir. Buradan yola çıkarak siyasetteki kaosun ve iktidardaki sınıfın son yirmi yılda ürettiği kaosların büyüklüğünü hayal edebiliriz.

Irak’taki mevcut kaos ortamından bağımsız olarak her gözlemci, yaklaşık yarım asır boyunca diktatorya çilesi çeken, totaliter bir rejime tabi olan, ötekileştirme ve dışlamaların ayyuka çıktığı, demir yumrukla yönetilen bir ülkede siyasi anlaşmazlıkları ve bunların gelişimini normal bir olay olarak değerlendirebilir. Devlet, devlet olma özelliklerini yitirirken bu özellikle önce iktidar partisine, ardından devlet başkanın ailesine ve çevresine indirgendi. Ancak vatandaşın devletle ve iktidardaki egemen sınıfla ilişkilerindeki bozulma ve gerileme karşısında tüm bu gerekçeler inandırıcılığını kaybediyor.

Irak’taki egemen ve nüfuz sahibi siyasi sınıf beyhudeliğe ve kaosa kendisini kaptırmış halde. Belki de devletin itibarını geri kazanmayla ilgili siyasi sorumluluklardan kaçmak için bunları sürdürmeye onun görevidir. Bundan dolayı her krizde devlet kurumları baltalanırken devlet, kaynaklarını ve kurumlarını ele geçirmek için yarışan siyasi partiler arasında bir çatışma arenasına dönüştürülmüş durumda.

Bir zamanlar siyasi sürecin önde gelen isimlerinden bazıları şimdi Federal Yüksek Mahkemeye en çok itiraz edenler haline geldi

İronik olansa her krizde iktidardaki elitlerin siyasi sisteme ve onun kurumlarına açıkça hakaret etmeleri ise işin ironik yanı. Hükümet, güvenlik ve yargı kurumlarının siyasi şantaj ve hakaretlerle mücadele ettiğini tahmin edebilirsiniz. Öyle ki söz konusu kurumların mücadele ettiği bu olgu, artık emniyet kurumlarını da etkilemeye başladı. Irak Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığı Sözcüsü Yahya Resul, sosyal medya platformlarını takma adlarla orduya şantaj yapmak, ordunun sembol isimlerine hakaret etmek, subaylara ve rütbeli askerlere şantaj ve onlarla pazarlık yapmak için kullanan bir şebekenin üyelerinin kimliklerinin tespit edildiğini açıkladı. Bu tür olaylar, birçok ülkede yaşanan normal bir sorun olabilir, ancak Irak hükümeti, siyasi şantaja karşı bir kampanya başlattığında ve bu suçlamayı medyatik isimlere ve sosyal medya fenomenlerine yöneltmeye çalıştığında işin ucu, kendi güvenlik kurumlarına ve üst düzey yetkililerine yayılarak Savunma Bakanlığı'ndaki bir numaralı ekibe ve İçişleri Bakanlığı'ndaki aralarında tümgeneral ve diğer rütbelerden 14 subay ve ordu mensubuna kadar ulaştı ve mesele, devlet kurumlarının yaşadığı, vatandaşın günlük hayatıyla doğrudan ilgili olan çöküşün boyutunun tespiti için hükümetin ara vermesini gerektiren bir skandala dönüştü. Olay, daha detayları açıklığa kavuşturulmadan unutulup gitti. Belki de kamuoyunu bu olaydan uzaklaştırmak amacıyla bir skandal yaratılması ve ordu ve emniyet kurumlarının siyasi şantaja karışması meselesinin örtbas edilmesi istenmişti.

Bu, geçici bir olay olabilir. Bu tür olaylar, birçok gelişmiş ve az gelişmiş ülkede yaşanıyor. Ancak bir siyasetçinin bir televizyon kanalına çıkıp Federal Yüksek Mahkeme Başkanı’nı, kendisini ‘üçlü ittifaktan çekilmezse milletvekilliğini düşürmekle’ tehdit ettiğini söyleyip bununla suçlayacak kadar değil. Sadr Hareketi liderliğindeki üçlü koalisyon, çoğunluk hükümeti kurma sürecini tamamlayamadı ve Sadr Hareketi’nin parlamento bloğundaki milletvekili Temsilciler Meclisi’nden çekildiler.

Suçlamayı yapan eski milletvekili Mişan el-Cuburi’nin bu açıklaması, yalnızca Irak Anayasasının en yüksek yetkiyi verdiği ülkedeki en yüksek yargı kurumuna yönelik bir suçlama olmakla kalmıyor, en tepedeki devlet kurumlarını siyasi tartışmaların ve çatışmaların tarafı haline getiren siyasi söylem ve tutumlarda bir kaos olgusu oluşturuyor. Federal Yüksek Mahkemeden şimdiye kadar bu suçlamaya, ‘bu tür açıklamaların Federal Yüksek Mahkemenin itibarını zedelemeyi ve meşruiyetini hedef almayı amaçlayan siyasallaştırılmış bir iç ve dış medya saldırısı’ olarak değerlendiren bir kamuoyu açıklaması dışında yanıt gelmedi.

Siyasi açıklamaların yarattığı kaos

Aslında devleti ve kurumları rahatsız eden siyasi açıklamaların yarattığı kaos çerçevesinde Sayın Mişan el-Cuburi’nin sözleri öyle kaşları kaldıracak bir açıklama değil. Daha önce de Fetih Koalisyonu lideri Hadi el-Amiri, ‘yargı tehdit altında olduğunu ve yargıya baskı yapıldığı’ açıklamasında bulunmuştu. Amiri, bunun yolsuzluğun, muhaliflere saldırının ve geçmişteki hatalardan siyasi dengelerin sorumlu olduğunun bir kanıtı olduğunu öne sürmüştü.

İlginç olan ise Federal Yüksek Mahkeme Başkanı Yargıç Casim el-Amiri'nin, Federal Yüksek Mahkemenin siyasi sürecin önde gelen isimlerinin üzerinde mutabakata vardıklarına bağlı olduğunu açıklamasıydı. Bir zamanlar siyasi sürecin önde gelen isimlerinden bazıları şimdi Federal Yüksek Mahkemeye en çok itiraz edenler haline geldi. Örneğin Sayın Mesud Barzani, Federal Yüksek Mahkemeyi, eski diktatörlük rejimindeki ‘Devrim Mahkemesine’ benzetmişti.

İttifak oluşturmada öncelik anayasadaki hükümleri güçlendirmek değil, iktidarın kazanımlarını paylaşmaktı.

Federal Yüksek Mahkeme kararlarının nihai ve tüm otoriteler açısından bağlayıcı olması nedeniyle değerlendirilmesi önemli değilse de bağımsızlığını ve devlet kurumları nezdindeki yüksek statüsünü kabul etmek yerine, siyasi suçlamalarla kendisini tartışmalarda taraf haline getirmesi oldukça önemli bir konu. Ancak kararlarına itiraz edilmesinin ya da reddedilmesinin desteklenmesi, hatta tartışmanın tarafları arasındaki siyasi kutuplaşma çemberine girmekle itham edilmesi, Irak'taki siyasi kaosun en tehlikeli aşamasını oluşturuyor.

Geçtiğimiz dönemde siyasi partiler arasında yaşanan siyasi tartışmalar, bazen Temsilciler Meclisi’ne bazen de Bakanlar Kurulu'na yansıdı. Ancak 2021 sonrası seçimlerde çatışan taraflar Federal Yüksek Mahkemeyi aralarındaki tartışmalara dahil ettiler. Federal Yüksek Mahkemenin ister küçük ister büyük her siyasi anlaşmazlığa müdahil olması, siyasi sürecin kırılganlığının tehlikeli bir göstergesi haline geldi. Çünkü Federal Yüksek Mahkemenin kararları doğası gereği bir tarafın lehine diğer tarafın aleyhinedir. Yani bir taraf bu karardan zarar görürken diğer taraf kazanım elde eder. Sonuç olarak Federal Yüksek Mahkeme ne kadar çok davaya müdahale ederse, siyasi uzlaşı için alan o kadar daralır.

Ne siyasi anlaşma var ne de ilke

İktidardaki egemen sınıfı, hükümetlerin çoğu zaman temel alınarak oluşturulduğu siyasi anlaşmalarda  otoritesinin olduğuna dair eleştiriyorduk. Bu anlaşmalar Irak Anayasasından üstündü. Çünkü ittifak oluşturmada öncelik anayasadaki hükümleri güçlendirmek değil, iktidarın kazanımlarını paylaşmaktı.

Fakat artık tek görevi hükümet kurmak, bakanlıkların ve devlet kurumlarının paylaşılmasıyla sınırlı olan siyasi anlaşmalar ya da uzlaşılarda bile siyasi taraflar, hükümetin üzerine kurulduğu ittifak kurallarına uymuyor. Sünni siyasi güçler içerisinde çoğunluğa sahip olan Tekaddum Partisi'nin lideri Muhammed el-Halbusi, Sünni siyasi güçlerle ittifak kurmaya eğilimli değildi. Başakan Muhammed Şiya es-Sudani hükümetini kuran Devleti Yönetme İttifakı’nın önemli bir ortağı olmasına rağmen Halbusi’nin siyaset sahnedeki nüfuzunu ve Meclis Başkanı olarak yerine birini aday gösterme gücünü zayıflatmaya yönelik girişimler oldu.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani basın toplantısında konuşurken (DPA)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani basın toplantısında konuşurken (DPA)

Devleti Yönetme İttifakı’nın bir başka ortağı olan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) hükümeti ile Irak hükümeti arasındaki mevcut siyasi gerilimi hafifletebilecek siyasi anlaşmalar yapmakta zorluk çekiyor. Çünkü IKBY hükümeti, Federal Yüksek Mahkeme kararlarıyla kısıtlanmış durumda. Hatta milletvekillerinin itiraz etmesi halinde Federal Yüksek Mahkeme, IKBY hükümetinin imzaladığı anlaşmaları bile bozabiliyor. Burada özellikle Federal Yüksek Mahkemeye itirazda bulunmanın, KDP’nin de ittifaka katıldığı bazı Şii tarafların siyasi anlaşmalarından kaçma girişimi olduğu anlaşılıyor.

Siyasi ilkeler ve anayasadan ziyade siyasi ruh hallerinin atmosfere hakim olması, hiç şaşırtıcı değil.

Koordinasyon Çerçevesi adlı ittifakta yer alan Şii siyasi güçler arasındaki bölünmeler artık daha da netleşmiş durumda. Bunlardan bazıları hükümeti ele geçirmek isterken, bazıları da yaklaşan seçimlerde başbakanın ve onunla ittifak yapmayı düşünen partilerin siyasi nüfuzunu zayıflatacak bir seçim yasası çıkarmak ve böylece onları zayıflatmak istiyor. Sonuç olarak siyaset sahnesinde bu tür anlaşmazlıklar normal karşılansa da bu anlaşmazlıklar erken başlayıp siyasi süreci yönlendiren siyasi anlaşmalara yansıdığında işler değişiyor ve dikkatler vatandaşların hükümetten beklediği önceliklerden çok seçimlere odaklanıyor.

Bu siyasi kaos, Irak'taki yönetim sisteminin işleyişindeki büyük bir sorundan kaynaklanıyor. Anlaşmazlıkları ve tartışmaları yönetecek siyasi ilkeler ortaya koyulmadığında, siyasi çözümlerin alanı her türlü değerlendirmeye ve tepkiye açık kalır. Politikacıların övündükleri siyasi anlaşmalar, iktidar kazanımlarının paylaşımıyla sınırlı bir anlaşma türü olduğundan siyasi eylemi yönlendiren ve siyasi anlaşmazlıklarda başvurulan ilkelere sahip değildir. Anayasa artık rafa kaldırılmış, ihmal edilmiş ve devlet kurumları arasındaki anlaşmazlıklarda hakemlik yapma ve siyasi partiler arasındaki anlaşma ve anlaşmalarda üstünlük sağlamama şeklindeki temel işlevinden uzaklaştırılmıştır. Dolayısıyla siyasi normlardan ve anayasadan ziyade siyasi ruh hallerinin atmosfere hakim olması, hiç şaşırtıcı olmadığı gibi kaos da kaçınılmazdır.

Sahnedeki yeni aktörlerin yarattığı kaos

Şu an Irak siyaset sahnesinde aktif ve etkili olan siyasi partilerin çoğunun, 2003 sonrası Irak'ta yönetim sistemini kuran ana aktörlerle hiçbir bağlantısı yok. Yükselen güçler artık iki temel güdüyle hareket ediyor. Bunlardan ilki, iktidardaki siyasi elitlerin 2003'ten sonra oluşturduğu tüm siyasi normlara saldırmak, ikincisi ise siyasi sürecin geleceğini kontrol edecek bir siyasi alan oluşturmak. Bundandır ki devletin kaynaklarını ve kurumlarını kontrol ederek devleti kontrol eden taraf olmayı hedefliyorlar. Ancak kendi bakış açısına göre yeni siyasi normlar oluşturma isteği ile çıkarları arasındaki çelişkiyi kontrol edememesi kendisi için sorun teşkil ediyor. Bu da eski siyasi güçlerin oluşturduğu hükümet sistemine katılarak elde ettiği güç ve nüfuz kazanımlarını kaybetme korkusunu tetikliyor. Çünkü halen devlet içinde yayılmaya, nüfuz etmeye, onu istismar etmeye uygun bir ortam mevcut.

Eski Maliye Bakanı’nın da dediği gibi ‘bir zombi devlette’ devlet öncesi bir kaos içinde yaşıyoruz.

Yaşadığımız kaosu, Irak’taki yönetim sistemindeki ve siyasi uygulamalardaki hatalar üretti. Seçimler artık kimin yöneteceğini ve yönetimin sorumluluğunu kimin taşıyacağını belirleyen bir kriter olmaktan çıkıp, seçimlere tamamen aykırı olan ‘herkes iktidarda, herkes muhalefette’ olgusunu ortaya çıkardı. Öyle ki devletin en yüksek makamları olan başbakanlık ve bakanlık koltuklarına gelen isimlerde artık deneyim, yeterlilik, hatta parti adaylığı bile aranmıyor. Aksine bu makamlara gelen kişilerin en önemli vasıfları siyasi blok liderlerinin ruh hallerini tatmin etmekten ibaret ve ülke siyasi liderlerin düşüncelerine göre yönetiliyor. Dolayısıyla siyasi sınıfın yarattığı ve sürdürdüğü kaosu yönetmek hükümetin başlıca görevi haline geldi.

Irak’ın siyaset sahnesindeki yeni aktörlerin yarattığı siyasi kaosun en tehlikeli özelliği, Temsilciler Meclisi gibi devletin en üst kurumlarından birinin yönetimine karşı kayıtsız kalmalarıdır. Iraklı siyasi güçler, Temsilciler Meclisi Başkanlığı makamının boş kalmaya devam etmesinin, Temsilciler Meclisi’nin denetim ve yasama performansını zayıflatması, hatta işlevsiz bir kurum haline gelmesi karşısında kayıtsızlıklarını sürdürürken sanki mevcut durumun olduğu gibi kalmasını istiyor gibiler.

Eski Maliye Bakanı Ali Abdul Amir Allavi, istifa ederken ‘zombi devlet’ tanımlaması yapmıştı. Biz de şu an bu zombi devlette devlet öncesi bir kaos içinde yaşıyoruz. Ama biz bu yapıya ‘devlet’ adını veriyoruz. Devlet ruhundan yoksun bir cesede dönüşen bu yapının, toplumla hiçbir etkileşimi ve bağı kalmamış durumda. İktidardaki sınıf kaos ve anlaşmazlıklarla yaşıyor. İktidarda kalabilmesi için kaosun devam etmesi gerektiğine inanıyor. Zira olan bitenden sorumlu tutulmamalarını sağlamanın tek yolu da bu.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla’ya dergisinden çevrilmiştir.



Hamas'ın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına ilişkin şartları ilerleme şansını zayıflatıyor mu?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
TT

Hamas'ın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına ilişkin şartları ilerleme şansını zayıflatıyor mu?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)

Gazze Şeridi’nde şu anda tıkanma yaşayan ateşkes anlaşması, Hamas’ın ikinci aşamada öngörülen idari ve güvenlik düzenlemelerine ilişkin çekinceleri ve kamuoyuna yansıyan talepleriyle yeniden gündeme düştü. Bu gelişme, ABD’den ikinci aşamaya geçiş konusunda ‘perde arkasında’ yürütülen çabalara dair açıklamaların yapıldığı bir döneme denk geldi.

Hamas’ın dün açıkladığı ve silahsızlanma, barış konseyi, istikrar güçleri ile Gazze Şeridi’nin yönetimi için bir komite oluşturulmasına ilişkin dört ana başlığı içeren bu çerçeveye dair değerlendirmelerde görüş ayrılığı yaşanıyor. Şarku’l Avsat’a konuşan bazı uzmanlar, söz konusu taleplerin ikinci aşamaya geçişi zorlaştıran krizleri ortaya koyduğunu ve hareketin üzerindeki baskıyı azaltmaya yönelik manevralar olduğunu savunurken, diğerleri ise İsrail kaynaklı engellere rağmen Hamas’ın anlaşmayı uygulama konusunda ciddiyetini yansıttığı görüşünü dile getiriyor.

ABD Başkanı Donald Trump tarafından önerilen ve geçtiğimiz ekim ayında Gazze’de ateşkes sağlanmasına temel oluşturan barış planı, başkanlığını Trump’ın üstleneceği bir barış konseyi kurulmasını, bu konseyin Filistinli teknokratlardan oluşan bir komiteyi denetlemesini, Hamas’ın silahsızlandırılmasını, savaş sonrası Gazze yönetiminde rol almamasını ve istikrar güçlerinin konuşlandırılmasını öngörüyor.

Hamas’ın Gazze’deki lideri Halil el-Hayye, hareketin kuruluşunun 38. yıl dönümünde yaptığı açıklamada, silahın işgal altındaki halklar için uluslararası hukukla güvence altına alınmış bir hak olduğunu belirterek, bu hakkın korunmasını ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını güvence altına alan her türlü önerinin incelenmesine açık olduklarını ifade etti.

El-Hayye, Trump planında yer alan ve ABD Başkanı’nın liderliğinde kurulması öngörülen barış konseyinin görevinin, ateşkes anlaşmasının uygulanmasını gözetmek, finansmanı sağlamak ve Gazze Şeridi’nin yeniden imarını denetlemek olduğunu vurguladı. Filistinliler üzerinde ‘her türlü vesayet ve manda uygulamasını’ ise reddettiklerini söyledi.

Gazze Şeridi’nin yönetimi için Filistinli bağımsız isimlerden oluşan bir teknokratlar komitesinin derhal kurulması çağrısında bulunan el-Hayye, Hamas’ın tüm alanlardaki yetkileri bu komiteye devretmeye ve görevlerini kolaylaştırmaya hazır olduğunu kaydetti. Kurulması planlanan uluslararası gücün görevinin ise Gazze sınırlarında ateşkesi korumak olması gerektiğini vurguladı.

El-Hayye ayrıca, arabuluculara ve özellikle ‘temel garantör’ olarak nitelendirdiği ABD yönetimi ile Başkan Trump’a, İsrail’i anlaşmaya saygı göstermeye ve uygulamaya zorlamak için çalışmaları, anlaşmanın çöküşe sürüklenmesine izin vermemeleri çağrısında bulundu.

asdfr
Başlarında yük taşıyan kadınlar, Gazze Şeridi'nin güneyinde yerinden edilmiş Filistinlilere barınak sağlamak için temizlenmiş araziye kurulan çadırların önünden geçiyor. (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk geçen hafta yaptığı açıklamada, ateşkesin ilan edilmesinden bu yana Gazze’de sarı hattın gerisinde kalan bölgede 350’den fazla İsrail saldırısının belgelendiğini ve en az 121 Filistinlinin hayatını kaybettiğini söyledi. Öte yandan Hamas liderlerinden Raid Saad, cumartesi günü İsrail’in Gazze’de aracını hedef alan saldırısında öldürüldü.

İsrailli yetkililer, ABD yönetiminin Gazze’de savaşı sona erdirmeyi amaçlayan planın ikinci aşamasını şekillendirmek üzere çalışmalar yürüttüğünü ve çok uluslu uluslararası gücün gelecek aydan itibaren bölgede göreve başlamasının planlandığını belirtti. İsrail Yayın Kurumu’na göre, ABD’li yetkililer bu bilgileri son günlerde yapılan görüşmelerde İsrailli muhataplarına iletti.

İsrail Kanal 14 televizyonu, kasım ayının sonlarında yaptığı bir haberde, ABD’nin uluslararası istikrar gücünün Gazze’de konuşlandırılması için tarih olarak ocak ayının ortasını belirlediğini, nisan ayı sonunu ise bölgedeki silahsızlanma sürecinin tamamlanması için nihai takvim olarak öngördüğünü aktarmıştı. Kanal, bu hedeflerin gerçeklikten kopuk bir beklenti olduğunu ve sürecin yeniden ertelenebileceğini kaydetmişti.

El-Ehram Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde İsrail meseleleri uzmanı olan Mısırlı analist Dr. Said Ukkaşe, Hamas’ın ortaya koyduğu çerçevenin ikinci aşamada ilerleme ihtimalinin zayıf olduğunu gösterdiğini ve bunun daha fazla İsrail saldırısını tetikleyebileceğini savundu. Ukkaşe, bu tutumun, tehlikeli koşullar altında ilerleyen ikinci aşama yükümlülükleri öncesinde Hamas üzerindeki baskıyı azaltmaya yönelik ‘manevralar’ olduğunu ifade etti.

Hamas dosyasına odaklanan Filistinli siyaset analisti İbrahim el-Medhun ise İsrail’in anlaşmayı sabote etmeye yönelik tekrarlanan engellerine rağmen ikinci aşamaya geçilmesi ve uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu dile getirdi. Silah meselesine ilişkin olarak Hamas’ın, Filistin iç kamuoyunda derinlemesine bir diyalog yürüttüğünü, Kahire’deki arabulucularla da şeffaf ve açık görüşmeler yaptığını belirten el-Medhun, tüm taraflarca kabul edilebilecek bir vizyonun şekillenebileceğini ve hareketin barış güçlerinin varlığına açık olduğunu söyledi.

Hamas’ın ortaya koyduğu bu çerçeveye arabulucuların henüz yorum yapmadığı bir ortamda, Mısır Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, İngiliz mevkidaşı Yvette Cooper ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde Gazze’de geçici bir uluslararası istikrar gücünün konuşlandırılmasının önemini vurguladığını bildirdi. Abdulati, ateşkesin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve Trump planının ikinci aşamasına ilişkin yükümlülüklerin uygulanmasının önemine dikkat çekti.

Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) düzenlenen Sir Bani Yas Forumu’na katılımı sırasında konuşan Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına geçilmesinin gerekliliğini ve uluslararası istikrar gücünün oluşturulmasının önemini yineledi.

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, cuma günü gazetecilere Gazze anlaşmasındaki gelişmelere ilişkin yaptığı açıklamada, “Barış anlaşmasının ikinci aşamasına yönelik olarak şu anda perde arkasında çok sayıda sessiz planlama yürütülüyor… Kalıcı ve sürdürülebilir bir barış sağlamak istiyoruz” ifadelerini kullandı.

ABD’nin Wall Street Journal gazetesi, cumartesi günü yetkililere dayandırdığı haberinde, Trump yönetiminin Gazze Şeridi’nde istikrarı sağlamak amacıyla bir ABD’li generalin komutasında 10 bin askerden oluşan çok uluslu bir güç oluşturmayı hedeflediğini aktardı. Haberde, bazı ülkelerin, gücün görev kapsamının Hamas’ın silahsızlandırılmasını da içerebileceğine yönelik çekinceleri nedeniyle henüz asker göndermediği belirtildi.

Gazete ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Gazze’de konuşlandırılması planlanan bu güç için yaklaşık 70 ülkeden askerî veya mali katkı talebinde bulunduğunu, ancak yalnızca 19 ülkenin asker göndermeye ya da ekipman ve lojistik destek gibi farklı şekillerde katkı sunmaya istekli olduğunu yazdı.

Ukkaşe, Trump’ın 29 Aralık’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yapacağı görüşmede ikinci aşamanın başlatılması için baskı kuracağını öngörerek, İsrail’in bu aşamaya girmeyi kabul edeceğini ancak çekilmelerin uygulanmasına ilişkin müzakerelerin süresiz biçimde uzayabileceğini söyledi.

El-Medhun ise Kahire’nin İsrail kaynaklı engellerin farkında olduğunu ve anlaşmanın başarısızlığa uğramasına yol açabilecek muhtemel İsrail gerekçelerini ortadan kaldırmak için ikinci aşamaya geçişin hızlandırılmasını talep edeceğini ifade etti.


Tunus'taki protestoların ardından Kayravan'da çatışmalar çıktı

Tunus'un başkentinde cumartesi günü düzenlenen bir gösteriden, (Reuters)
Tunus'un başkentinde cumartesi günü düzenlenen bir gösteriden, (Reuters)
TT

Tunus'taki protestoların ardından Kayravan'da çatışmalar çıktı

Tunus'un başkentinde cumartesi günü düzenlenen bir gösteriden, (Reuters)
Tunus'un başkentinde cumartesi günü düzenlenen bir gösteriden, (Reuters)

Tunus'un merkezindeki Kayravan şehrinde, cumartesi akşamı, polis ve gençler arasında art arda ikinci gece çatışmalar yaşandı.

Ailesinin ifadesine göre, çatışmalar bir kişinin polisin kovalamacası ve ardından kendisine yönelik şiddet sonucu ölmesinin ardından patlak verdi. Ölen kişinin akrabaları, ehliyetsiz motosiklet kullandığını ve bir polis aracı tarafından takip edildiğini söylüyor. Ardından dövülerek hastaneye kaldırılan adam, hastaneden kaçmayı başardı. Cumartesi günü geçirdiği kafa travması sonucu hayatını kaybetti.

Tunus'ta da yüzlerce kişi, muhalefet dernekleri ve partilerinin çağrısına yanıt olarak, dördüncü hafta üst üste başkentte "özgürlükleri savunmak ve Cumhurbaşkanı Kays Said'in politikalarını protesto etmek" amacıyla gösteri düzenledi.


Lübnan ve İran ilişkileri "hassas" bir aşamada bulunuyor

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Haziran 2025'te İran Dışişleri Bakanı’nın Beyrut ziyaretinde Recci ve Arakçi arasında arabuluculuk yapıyor (Arşiv- Lübnan Cumhurbaşkanlığı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Haziran 2025'te İran Dışişleri Bakanı’nın Beyrut ziyaretinde Recci ve Arakçi arasında arabuluculuk yapıyor (Arşiv- Lübnan Cumhurbaşkanlığı)
TT

Lübnan ve İran ilişkileri "hassas" bir aşamada bulunuyor

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Haziran 2025'te İran Dışişleri Bakanı’nın Beyrut ziyaretinde Recci ve Arakçi arasında arabuluculuk yapıyor (Arşiv- Lübnan Cumhurbaşkanlığı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Haziran 2025'te İran Dışişleri Bakanı’nın Beyrut ziyaretinde Recci ve Arakçi arasında arabuluculuk yapıyor (Arşiv- Lübnan Cumhurbaşkanlığı)

Lübnan-İran ilişkileri çok hassas bir aşamaya geldi ve şu anda, İran liderliği kararını verip Lübnan işlerine müdahalesini durdurmadığı sürece, kontrolden çıkma ve önlenemez olumsuz sonuçlar doğurma riskiyle karşı karşıya. Önde gelen bir siyasi kaynak Şarku’l Avsat'a durumu böyle aktardı. İran'ın Beyrut'taki elçileri müdahaleyi reddederken, Lübnan'daki resmi makamlar müdahaleyi kanıtlayan delillere sahip olduklarını vurguluyor.

Kaynak, İran'ın müdahalesine örnekler verdi; bunlardan ilki, resmi davet olmadan elçilerin gelmesiydi ve resmi görüşmelerinin çoğunun, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad hareketlerinin önderliğindeki görüşmelerini haklı çıkarmak için siyasi bir kılıf sağlama bağlamında kaldığını vurguladı.