Saddam Hüseyin'in devrilmesi ile 7 Ekim saldırısı arasında İran

Washington ile Tahran arasında yeni bir ‘birlikte yaşama’ aşamasıyla mı yoksa bir ‘çatışmayla’ mı karşı karşıyayız?

İran Dini Lideri Ali Hamaney, 5 Şubat'ta Tahran'da hava kuvvetleri subaylarıyla yaptığı bir toplantı sırasında iki savaş uçağı modeli arasında (AFP)
İran Dini Lideri Ali Hamaney, 5 Şubat'ta Tahran'da hava kuvvetleri subaylarıyla yaptığı bir toplantı sırasında iki savaş uçağı modeli arasında (AFP)
TT

Saddam Hüseyin'in devrilmesi ile 7 Ekim saldırısı arasında İran

İran Dini Lideri Ali Hamaney, 5 Şubat'ta Tahran'da hava kuvvetleri subaylarıyla yaptığı bir toplantı sırasında iki savaş uçağı modeli arasında (AFP)
İran Dini Lideri Ali Hamaney, 5 Şubat'ta Tahran'da hava kuvvetleri subaylarıyla yaptığı bir toplantı sırasında iki savaş uçağı modeli arasında (AFP)

Eli el-Gasifi

Irak'ın işgali ve Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinin üzerinden 21 yıl geçti ve bölge halen uluslararası ve bölgesel güç mücadeleleri, iç çatışmalar, ekonomik ve sosyal krizlerle boğuşuyor. ABD'nin demokrasi vaadi Irak topraklarına erken düştü ve hatta sadece Bağdat'ta değil, çok az istisna dışında tüm bölgede kaosa dönüştü. Kaosun kapılarını çalmadığı ülkeler bile kendilerini korumak ve bölgesel yangının kendilerine sıçramasını önlemek için büyük çaba sarf etmek zorunda kaldı.

ABD'nin Bağdat'ı işgalinden önce Irak ve bölge istikrarlı değildi. Rejimlerin çoğu gerçek bir meşruiyete sahipti ve halklarına güvenlik ve refah sağlamak için çalışıyordu. Üstüne üstlük, bu rejimlerin birçoğu onlarca yıl boyunca iç ve dış bahanelerle baskıya maruz kalmıştı. Aynı şekilde devam etme kabiliyeti sona ermek üzereydi. Özellikle de güvenlik, gıda, eğitim ve sağlık kalemlerinde toplumun tek parti yönetimine teslim edilmesi bu durumu daha da zorlaştırdı. Tüm bu hizmetlerin kalitesindeki farklılıklarla beraber zorlayıcı sosyal sözleşmeler de işin cabasıydı. Sadece bölgedeki değil küresel ölçekteki sosyal ve ekonomik dönüşümler göz önüne alındığında ciddi zorluklarla karşılaşmaya başlanılmıştı.

Ancak, ABD'nin Irak'ı işgali bölgede yeni zorluklar yarattı ve yıkıcı kaosa ve hatta ‘cehenneme’ doğru gidişi hızlandırdı. Tam da bu noktada ABD’liler, sanki tüm bu yıkım bölgede demokrasi, özgürlük ve sosyal adaletin karanlığıyla sona erecek bir geçiş evresiymiş gibi ‘yaratıcı kaos’ teorisini geliştirmeye çalıştılar.

Yeni muhafazakârlar tarafından desteklenen Amerikan bölge projesi Irak'ta çöktü ve yerini İran projesi aldı.

‘Yeni muhafazakârlar’ tarafından desteklenen Amerikan bölge projesi Irak'ta çöktü ve yerini Irak'tan başlayarak İran projesi aldı. ABD’liler Saddam Hüseyin rejimini, düşüşünden sonraki güne ilişkin net bir vizyona sahip olmadan devirdi. Bu durum İran'ın ABD'nin Irak'ı işgalini değerli ve yeri doldurulamaz bir fırsat olarak görmesi ve sonuna kadar kullanması için yeterli oldu.

İran Bağdat'ta patlak verdi ve oradan Şam, Beyrut ve Yemen'e kadar yayıldı, ta ki artık dört Arap ülkesinin başkentlerini kontrol ettiğini söyleyene kadar. Bu, İran etkisinin 2003'ten önce bu ülkelerde mevcut olmadığı anlamına gelmiyor; aradaki fark bu etkinin son yirmi yılda artmış ve kurumsallaşmış olmasıdır. Daha da önemlisi, Tahran nüfuz alanlarını bir kara koridoruyla Akdeniz'e bağlayabilmiştir ki bu İran için mevcut rejimle sınırlı olmayan stratejik ve tarihi bir hedeftir.

FOTO: Liderlerinden birinin 16 Şubat'ta Güney Lübnan'da düzenlenen cenaze törenine katılan Hizbullah üyeleri (EPA)
Liderlerinden birinin 16 Şubat'ta Güney Lübnan'da düzenlenen cenaze törenine katılan Hizbullah üyeleri (EPA)

İran, Bağdat'tan Beyrut'a uzanan güçlü nüfuzu olmasaydı, Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin gidişatını, özellikle de Suriye'de bu denli etkileyemezdi. Bu iki başkent arasındaki ‘direniş koridoru’, Suriye'deki rejimin ve Suriye savaşının başından beri onun yanında savaşmaya koşan Hizbullah'ın siyasi, askeri ve mali tedarikini güvence altına almak için yeterliydi. Başka bir deyişle, Suriye'deki rejimin koşa koşa gittiği ‘güvenlik çözümü’ İran destekli bir çözümdü. Aksi takdirde rejim İran'ın desteğinden emin olmasaydı bu kadar güçlü ve hızlı bir şekilde bu çözüme gidemezdi. Hamas, Beşşar Esed'in muhaliflerini destekleyerek farklı bir bahse girdi ama sonunda yaklaşık 10 yıllık bir ‘uzaklaşma’ ve yabancılaşmanın ardından İran'ın kucağına geri döndü.

Beyrut'taki bilgi sahibi Filistinli kaynaklara göre, Hamas’ın Tahran ve ‘direniş ekseni’ ile ilişkilerini yeniden kurma nedenlerinden birinin, askeri cephaneliğini geliştirme ihtiyacı olduğu ifade ediliyor. Hamas'ın bu dönüşü 7 Ekim 2023 olayını anlamanın bir yönünü oluşturmaktadır. Elbette bu durum, İran'ın 7 Ekim saldırısında da -her ne kadar bunu bildiğini inkâr etse de- var olduğunu ve en azından 2003'ten bu yana bölgedeki olaylarda yer aldığını ya da bu tarihten sonra bu olaylardaki varlığının daha güçlü ve etkili hale geldiğini söylemeyi mümkün kılıyor.

Saddam'ın devrilmesi ile Hamas saldırısı arasında neredeyse yirmi yıl geçtiğinden, İran'ın bölgeye yönelik stratejisinde saldırıdan savunmaya doğru bir kayma olduğu söylenebilir.

Ancak Tahran'ın bu inkârı, İran'ın 7 Ekim'den sonraki davranışını anlamada tesadüfi ve önemsiz bir mesele değildir. Aksine bu davranışı anlamada kilit bir faktördür ve bu nedenle bölgede yeni bir İran stratejisi oluşturması temelinde ele alınmalıdır. Aksa Tufanı’ndan bu yana İran'ın doğrudan savaşa girmemeye ve aynı zamanda İsrail'e ve ABD'nin bölgedeki çıkarlarına karşı vekaleten saldırıları desteklemeye dayalı ikili bir strateji benimsediği doğrudur. Ancak 7 Ekim'deki Hamas saldırısını desteklememesi onu ABD'nin Irak'ı işgali sırasındaki pozisyonundan farklı olarak savunma pozisyonuna sokmuştur. Bu işgalin arifesinde, ‘Saddam'ı değiştirmek ve yeni rejimin oluşumuna katılmak için muhalefetle birlikte çalışırken, aynı zamanda ABD işgalini engellemek için Şam'la birlikte çalışmaya’ dayanan ikili bir stratejiye dayalı olarak saldırgan bir pozisyonda konumlanmıştı.

FOTO: Bağdat'ın güneybatısındaki Kerbela kentinde bir caminin yakınından geçen ABD Abrams tankı, 7 Nisan 2003. (Reuters)
Bağdat'ın güneybatısındaki Kerbela kentinde bir caminin yakınından geçen ABD Abrams tankı, 7 Nisan 2003. (Reuters)

Dolayısıyla, Saddam'ın devrilmesi ile Hamas saldırısı arasında yaklaşık yirmi yıllık bir boşluk varken, İran'ın bölgedeki stratejisinde saldırıdan savunmaya doğru bir kayma olduğu söylenebilir. Gerçi İran'ın konumlanışının artık yapısöküme uğratılması gerekiyor. Zira bu konumlanma tamamen savunmaya yönelik değil, savunma ve saldırı arasında gidip geliyor. Ancak tüm bunlar Tahran'ın son yirmi yılda inşa ettiği nüfuz mevzilerinin savunulması çerçevesinde gerçekleşiyor. Bu noktada 2003'ten beri olduğu gibi İran'ın saldırgan bir hamlesiyle karşı karşıya değiliz. Bu durum, 7 Ekim'den bu yana İsrail ile topyekûn savaş çatısı altında kontrollü bir çatışmaya giren İranlı milislerin, özellikle de güney Lübnan'daki Hizbullah ve Yemen'deki Husilerin davranışlarından çıkarılabilir. Irak'taki İran yanlısı gruplara gelince, 28 Ocak'ta Ürdün-Suriye sınırında ABD'ye ait Kule 22’ye yaptıkları saldırının ardından, ABD'nin kendilerine yönelik tepkisinin genişlemesinden ve İran'ın bunu sınırlayacak bir saha gerçekliği yaratmamasından korkarak savaştan erken çekildiler.

Bu da bizi İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı bağlamında ABD'nin İran'a yönelik caydırıcılığına getiriyor. İran’ın bölgedeki vekil güçlerinin devam eden saldırıları göz önüne alındığında, ABD’nin caydırıcılığının mutlak olmadığını söyleyebiliriz. Bu durum Tahran'ın saldırıdan savunmaya geçmesine neden oldu. Gerçi bu dönüşümün göstergeleri savaştan önce ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak savaş bunu hızlandırdı ve İran için kaçınılmaz bir seçim haline getirdi. Bu da Tahran yönetiminin savaşın sona ermesinin ardından yeniden saldırıya geçme ihtimaline ilişkin temel bir soruyu gündeme getirdi.

Kesin olan şu ki Tahran yeni döneme bölge ülkeleriyle arasını soğutmaya çalışarak giriyor.

Böyle bir dönüşümün zor olması ve bunun için bölgesel ve uluslararası koşulların mevcut olmaması muhtemeldir. Bu, İran'ın bölgedeki nüfuzundan herhangi bir şey kaybetmeye razı olacağı anlamına gelmiyor, ancak en azından bölge ülkelerine karşı çatışmacı olmamaya çalışacak ve en önemlisi Tahran ile Beyrut arasındaki ‘direniş koridoru’ olmak üzere stratejik bölgesel kazanımlarını savunmaya devam edecektir. ABD ve İsrail ise bu kordioru, güç kullanarak bozmaya ya da kullanışlılığını sınırlandırmaya çalışıyor. Ancak daha da önemlisi, 7 Ekim ABD'yi bölgedeki varlığını azalttığı izleniminin ardından bölgeye ‘geri döndürdü’ ve bu da ABD’lileri bölgeden uzaklaştırmaya çalışan İran için büyük bir meydan okumadır.

Washington ile Tahran arasında yeni bir ‘birlikte yaşama’ aşamasıyla mı yoksa bir ‘çatışmayla’ mı karşı karşıyayız?

Her iki durumda da, iki taraf arasındaki gelecekteki ‘ilişkinin’ dinamiklerini kristalize etmek, kurallarını ve tavanlarını belirlemek zaman alacaktır. Ancak kesin olan şu ki Tahran, tıpkı 21 yıl önce Irak'ta olduğu gibi Gazze'de de ‘ertesi günün’ belirsizliği göz önüne alındığında hatları henüz netleşmeyen yeni bir döneme bölge ülkeleriyle arasını soğutma çabasıyla giriyor. Bunun işaretleri, rejimin mevcut tutumunun Tahran'ın Arap dünyasına açılmaya çalışırken 7 Ekim saldırısını ‘sahiplenmemesiyle’ uyumlu olduğu Suriye'de ve bir Hizbullah güvenlik yetkilisinin kısa süre önce Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) ziyaret ettiği Lübnan'da şimdiden görülebilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli AL Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Beşinci kol faaliyetleri, Beyrut'un güneyindeki Filistin kamplarında güvenliği tehdit ediyor

Lübnan ordusu ve İstihbarat Müdürlüğü mensupları Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişine konuşlandırıldı. (EPA)
Lübnan ordusu ve İstihbarat Müdürlüğü mensupları Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişine konuşlandırıldı. (EPA)
TT

Beşinci kol faaliyetleri, Beyrut'un güneyindeki Filistin kamplarında güvenliği tehdit ediyor

Lübnan ordusu ve İstihbarat Müdürlüğü mensupları Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişine konuşlandırıldı. (EPA)
Lübnan ordusu ve İstihbarat Müdürlüğü mensupları Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişine konuşlandırıldı. (EPA)

Filistinli liderler, Fetih Hareketi’nin yakın zamanda başlattığı ve tüm kampları kapsayacağını iddia ettiği silah teslim sürecini engellemeye çalışan beşinci kol faaliyetlerinin Beyrut'ta bulunan Filistin kamplarındaki güvenlik durumunu karıştırdığından endişe ediyor.

Son iki gün içinde, Beyrut'un güneyinde bulunan Burc el-Baracne ve Şatilla kamplarında silahlı çatışmalar yaşandı. Çatışmalarda yaralananlar oldu, yıkımlar meydana geldi ve birçok aile yerinden edildi. İki kampın çevresindeki sokaklara da kurşun yağdı.

Lübnan güvenlik kaynakları ve Filistin liderliği kaynakları, Burc el-Baracne'deki çatışmaların devam eden bir aile anlaşmazlığından, Şatilla'daki çatışmaların ise uyuşturucu satıcıları ve kanun kaçakları arasındaki anlaşmazlıklardan kaynaklandığı konusunda hemfikir.

Çatışmaların yayılmasının önlenmesi

Lübnanlı bir güvenlik kaynağı, ‘çatışmalar sırasında ordunun çatışmaların kamp dışına yayılmasını önlemek için güvenlik önlemleri aldığını’ belirterek, ‘şu anda bu tür çatışmalarla başa çıkmak için kamplara girme planı bulunmadığını’ vurguladı.

Şarku’l Avsat'a konuşan kaynak, sorunun, Burc el-Baracne'de silahlarını teslim eden tek grubun El Fetih olması, diğer grupların, çetelerin ve ailelerin ise silahlarını halen ellerinde tutması ve tereddüt etmeden kullanması’ olduğunu söyledi.

Beşinci kol faaliyetleri

Filistin liderliğinden bir kaynak ise ‘kontrolsüz silahların tüm Lübnan için tehdit oluşturduğunu ve kamplar içindeki kanunsuzluğa son verecek caydırıcı bir güç bulunmadığını’ belirtti.

Kaynak Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, Lübnan ordusundan ‘Filistin güçlerinin iç anlaşmazlıklar nedeniyle şu anda durumu kontrol edemediği göz önüne alındığında, durumun daha da gerilmesini önlemek için üzerine düşen görevi yerine getirmesini’ istedi.

Kaynak, “Ordunun Burc el-Baracne'de yaşananlara son vermek için müdahale edeceği tehdidi, çatışmaların durmasına yol açtı” dedi.

Filistin güvenlik güçleri Beyrut'un güneyindeki Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nda konuşlandırıldı. (AFP)Filistin güvenlik güçleri Beyrut'un güneyindeki Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nda konuşlandırıldı. (AFP)

Kaynak, ‘kamplardaki çatışmaları alevlendirmek için beşinci kol faaliyetlerinde bulunulacağı’ endişesini dile getirerek, ‘Şatilla kampı sakinlerinin kampa giren, savaşan grupların evlerine ateş açan ve ardından ayrılan bir yabancıyı gördüklerini’ belirtti.

Kaynak, ‘silahların teslim süreci başlamadan önce, kamplardaki güvenliği kontrol etmek için tüm gruplardan ortak bir Filistin güvenlik komitesi oluşturmak üzere ileri düzeyde istişareler yapıldığını, ancak silahların teslimi konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle bu istişarelerin dondurulduğunu’ ifade etti.

Silahların tesliminden etkilenenler

Konuya yakın kaynaklar Şarku’l Avsat'a yaptıkları açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Silahların teslim edilmesinin devam etmesinden zarar gören birçok kişi var. Bunlar, diğer grupların silahlarını teslim etmeyi reddettiği bir dönemde bu sürece ikna olmayan liderler ya da silahlarını teslim etmemeleri için kendisine yakın gruplara baskı uygulayan Hizbullah'ın kendisi olabilir. Bu durum, silahların devletin elinde toplanması kararına boyun eğmeyi reddetmesi nedeniyle Hizbullah'ı zor durumda bırakacaktır. Söz konusu gruplardan herhangi biri, silah teslim sürecini dondurmak için kamplardaki güvenlik durumunu kışkırtmaya çalışabilir.”

 Beyrut'un güneyindeki Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişinde zırhlı bir araçta bulunan Lübnan askerleri (EPA)Beyrut'un güneyindeki Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişinde zırhlı bir araçta bulunan Lübnan askerleri (EPA)

Devletin otoritesi

Milletvekili Ziyad el-Havat, X hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, “Filistinlilerin silah tesliminin ikinci aşamasının tamamlanmasının ardından Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nda meydana gelen silahlı çatışmalar, şimdiye kadar uygulananların gözden geçirilmesini gerektiriyor. Diyalog ve koordinasyon, devletin elinde ciddi bir silah tekeline yol açmayacak adımlar ve tedbirlerle eş anlamlı olmamalıdır. Aksi takdirde, bu silahlar toplandıkları ve imha edildikleri sırada nasıl ortaya çıktılar?” diye vurguladı.

El-Havat sözlerini şöyle sürdürdü: “Silahların devletin elinde toplanması için kararlar ve sloganlardan daha fazlası olması gerekiyor. Devletin her şeyden önce bir ‘otorite’ olduğu söyleniyor ve biz uzun bir bekleyişin ardından devleti istiyoruz. Hizbullah'ın silahlarının teslim edilmesiyle bizi bekleyen süreç daha karmaşık olacak. Lübnan genelinde güçlü ve yetkin bir devlet arzumuzdan taviz vermeyeceğiz.”

Silah teslim süreci devam edecek

Burc el-Baracne ve Şatilla kamplarındaki güvenlik gelişmeleri, Fetih Hareketi’nin Beyrut'un güney banliyölerindeki Burc el-Baracne kampı ile Litani Nehri'nin güneyinde bulunan er-Reşidiye, el-Bas ve Burc eş-Şemali kamplarında Filistinlilerin silahlarını teslim almaya başlamasından iki hafta sonra gerçekleşti. Bu adım, 21 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı Joseph Avn ve Mahmud Abbas arasında yapılan Lübnan-Filistin zirvesinde alınan, Lübnan'ın tüm toprakları üzerindeki egemenliğini, devlet otoritesinin güçlendirilmesini ve silahların devletin elinde toplanmasını teyit eden kararlarla uyumlu.

Şarku’l Avsat'ın elde ettiği bilgilere göre, Fetih Hareketi’nin silahlarını teslim etme süreci el-Bedavi ve el-Celil kamplarında yakında tamamlanacak ve son aşamalar Ayn el-Hilve ve el-Miyye ve Miyye'de gerçekleşecek.


Hizbullah: Silahların devletin elinde toplanması planına ilişkin kabine toplantısı, akıl ve sağduyuya dönüş için bir fırsat

Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. Toplantıda, silahların devletin elinde toplanması planı görüşüldü,(EPA)
Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. Toplantıda, silahların devletin elinde toplanması planı görüşüldü,(EPA)
TT

Hizbullah: Silahların devletin elinde toplanması planına ilişkin kabine toplantısı, akıl ve sağduyuya dönüş için bir fırsat

Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. Toplantıda, silahların devletin elinde toplanması planı görüşüldü,(EPA)
Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. Toplantıda, silahların devletin elinde toplanması planı görüşüldü,(EPA)

Hizbullah yetkilisi Mahmud Kamati bugün Reuters'a yaptığı açıklamada, Hizbullah’ın dün yapılan ve silahların devletin elinde toplanması planını ele alan kabine toplantısını ‘ülkenin bilinmeyene sürüklenmesini önlemek için akıl ve sağduyuya dönme fırsatı’ olarak gördüğünü söyledi.

Lübnan kabinesi dün, ordunun silahların devletin elinde toplanması planını memnuniyetle karşıladı ve ordunun planı uygulamaya başlayacağını belirtti. Kabine bir zaman çizelgesi belirtmedi ve ordunun bu alandaki yeteneklerinin sınırlı olduğunu kaydetti. Ancak, İsrail'in Lübnan'daki askeri operasyonlarının devam etmesinin ordunun ilerlemesini engelleyeceğini de bildirdi. Kabine toplantısının ardından gazetecilere açıklamalarda bulunan Lübnan Enformasyon Bakanı Paul Morcos, kabinenin planı resmi olarak onayladığını söylemedi.

Kamati Reuters'a verdiği demeçte, Hizbullah'ın, hükümetin dün açıkladığı, bu konudaki ABD yol haritasının uygulanmasının İsrail'in taahhüdüne bağlı olduğu açıklamasına dayanarak değerlendirme yaptığını belirtti.

Kamati, İsrail'in saldırılarını durdurup Güney Lübnan'dan çekilmediği sürece planın uygulanmasının bir sonraki duyuruya kadar askıya alınması gerektiğini vurguladı.

Kamati, “Hükümetin, ABD'nin yol haritasının uygulanmasında herhangi bir ilerlemenin İsrail'in taahhüdüne bağlı olduğunu açıklaması, planın bir sonraki duyuruya kadar askıya alındığı anlamına geliyor” dedi.

Lübnan kabinesi geçtiğimiz ay, tüm silahların devletin elinde toplanması için bir plan geliştirme görevini orduya verdi ve İsrail'in Lübnan'daki askeri operasyonlarını durdurması karşılığında Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını amaçlayan ABD yol haritasını onayladı.

Kamati, “Hizbullah bu iki kararı kategorik olarak reddetti. Lübnan hükümetinin ulusal güvenlik stratejisi hazırlamayı taahhüt etmesi bekleniyor” ifadelerini kullandı.

İsrail geçen hafta, Lübnan ordusu Hizbullah'ı silahsızlandırmak için adımlar atarsa Güney Lübnan'daki askeri varlığını azaltacağını ima etti. Ancak son olarak çarşamba günü dört kişiyi öldürdüğü bir saldırı gerçekleştirdi.

Lübnan, geçen yıl İsrail ile yaşanan savaştan bu yana Hizbullah'ın silahsızlandırılması konusunda bölünmüş durumda.

Lübnan, ABD ve Hizbullah'ın yerel muhaliflerinin örgütü silahsızlandırması yönündeki baskısı altında. Ancak Hizbullah, silahsızlandırmayı tartışmanın bile büyük bir hata olacağını söyleyerek bunu reddediyor. İsrail ise Lübnan'a hava saldırılarını sürdürüyor ve güneydeki geniş toprakları işgal ediyor.

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım geçen ay iç savaş ihtimalini gündeme getirerek, hükümeti örgüte karşı çıkmaya çalışmaması konusunda uyardı ve sokaklarda protestoların patlak verebileceğini söyledi.


Lübnan, ordunun planına göre ‘silahları devletin elinde toplama’ faaliyetine devam ediyor

Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. (DPA)
Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. (DPA)
TT

Lübnan, ordunun planına göre ‘silahları devletin elinde toplama’ faaliyetine devam ediyor

Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. (DPA)
Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. (DPA)

Lübnan hükümeti, ordunun, silahların devletin elinde toplanmasını beş aşamada uygulamak için geliştirdiği planı kabul ederek bu meseleyi çözdü. Söz konusu planın ilk aşaması yıl sonuna kadar tamamlanacak. Bu, hükümetin geçen ayın başında aldığı kararlarda belirlediği son tarihi aşıyor.

Hükümetin kararı Şii İkilisi’ni memnun etti. Meclis Başkanı Nebih Berri Şarku’l Avsat'a, “Ortam iyi, zehirli rüzgarlar dinmeye başlıyor. Ordunun planı sivil barışı koruyor” dedi. Berri ayrıca, çatışmayı önlemenin önemini vurguladı.

Öte yandan Başbakan Nevvaf Selam Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, kararların açık olduğunu ve yoruma yer bırakmadığını belirterek, bu adımın Hizbullah'ın silahsızlandırılmasına ilişkin kararların geri alınmasına yol açmadığını ifade etti.

Selam, silahların devletin elinde toplanması konusunda geri dönüşün olmayacağını ve hükümetin 5 Ağustos'ta yapılan toplantının kararlarına uygun olarak kendi güçleri aracılığıyla devletin otoritesini genişletmeye devam edeceğini belirtti. Selam, ‘Lübnan'ın Amerikalılarla mutabık kalarak değiştirdiği ve hedefleri hükümet tarafından onaylanan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın planının, her iki tarafça karşılıklı olarak uygulanması gerektiğini, ancak İsrail'in henüz bu konuda taahhütte bulunmadığını’ kaydetti.