Saddam Hüseyin'in devrilmesi ile 7 Ekim saldırısı arasında İran

Washington ile Tahran arasında yeni bir ‘birlikte yaşama’ aşamasıyla mı yoksa bir ‘çatışmayla’ mı karşı karşıyayız?

İran Dini Lideri Ali Hamaney, 5 Şubat'ta Tahran'da hava kuvvetleri subaylarıyla yaptığı bir toplantı sırasında iki savaş uçağı modeli arasında (AFP)
İran Dini Lideri Ali Hamaney, 5 Şubat'ta Tahran'da hava kuvvetleri subaylarıyla yaptığı bir toplantı sırasında iki savaş uçağı modeli arasında (AFP)
TT

Saddam Hüseyin'in devrilmesi ile 7 Ekim saldırısı arasında İran

İran Dini Lideri Ali Hamaney, 5 Şubat'ta Tahran'da hava kuvvetleri subaylarıyla yaptığı bir toplantı sırasında iki savaş uçağı modeli arasında (AFP)
İran Dini Lideri Ali Hamaney, 5 Şubat'ta Tahran'da hava kuvvetleri subaylarıyla yaptığı bir toplantı sırasında iki savaş uçağı modeli arasında (AFP)

Eli el-Gasifi

Irak'ın işgali ve Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinin üzerinden 21 yıl geçti ve bölge halen uluslararası ve bölgesel güç mücadeleleri, iç çatışmalar, ekonomik ve sosyal krizlerle boğuşuyor. ABD'nin demokrasi vaadi Irak topraklarına erken düştü ve hatta sadece Bağdat'ta değil, çok az istisna dışında tüm bölgede kaosa dönüştü. Kaosun kapılarını çalmadığı ülkeler bile kendilerini korumak ve bölgesel yangının kendilerine sıçramasını önlemek için büyük çaba sarf etmek zorunda kaldı.

ABD'nin Bağdat'ı işgalinden önce Irak ve bölge istikrarlı değildi. Rejimlerin çoğu gerçek bir meşruiyete sahipti ve halklarına güvenlik ve refah sağlamak için çalışıyordu. Üstüne üstlük, bu rejimlerin birçoğu onlarca yıl boyunca iç ve dış bahanelerle baskıya maruz kalmıştı. Aynı şekilde devam etme kabiliyeti sona ermek üzereydi. Özellikle de güvenlik, gıda, eğitim ve sağlık kalemlerinde toplumun tek parti yönetimine teslim edilmesi bu durumu daha da zorlaştırdı. Tüm bu hizmetlerin kalitesindeki farklılıklarla beraber zorlayıcı sosyal sözleşmeler de işin cabasıydı. Sadece bölgedeki değil küresel ölçekteki sosyal ve ekonomik dönüşümler göz önüne alındığında ciddi zorluklarla karşılaşmaya başlanılmıştı.

Ancak, ABD'nin Irak'ı işgali bölgede yeni zorluklar yarattı ve yıkıcı kaosa ve hatta ‘cehenneme’ doğru gidişi hızlandırdı. Tam da bu noktada ABD’liler, sanki tüm bu yıkım bölgede demokrasi, özgürlük ve sosyal adaletin karanlığıyla sona erecek bir geçiş evresiymiş gibi ‘yaratıcı kaos’ teorisini geliştirmeye çalıştılar.

Yeni muhafazakârlar tarafından desteklenen Amerikan bölge projesi Irak'ta çöktü ve yerini İran projesi aldı.

‘Yeni muhafazakârlar’ tarafından desteklenen Amerikan bölge projesi Irak'ta çöktü ve yerini Irak'tan başlayarak İran projesi aldı. ABD’liler Saddam Hüseyin rejimini, düşüşünden sonraki güne ilişkin net bir vizyona sahip olmadan devirdi. Bu durum İran'ın ABD'nin Irak'ı işgalini değerli ve yeri doldurulamaz bir fırsat olarak görmesi ve sonuna kadar kullanması için yeterli oldu.

İran Bağdat'ta patlak verdi ve oradan Şam, Beyrut ve Yemen'e kadar yayıldı, ta ki artık dört Arap ülkesinin başkentlerini kontrol ettiğini söyleyene kadar. Bu, İran etkisinin 2003'ten önce bu ülkelerde mevcut olmadığı anlamına gelmiyor; aradaki fark bu etkinin son yirmi yılda artmış ve kurumsallaşmış olmasıdır. Daha da önemlisi, Tahran nüfuz alanlarını bir kara koridoruyla Akdeniz'e bağlayabilmiştir ki bu İran için mevcut rejimle sınırlı olmayan stratejik ve tarihi bir hedeftir.

FOTO: Liderlerinden birinin 16 Şubat'ta Güney Lübnan'da düzenlenen cenaze törenine katılan Hizbullah üyeleri (EPA)
Liderlerinden birinin 16 Şubat'ta Güney Lübnan'da düzenlenen cenaze törenine katılan Hizbullah üyeleri (EPA)

İran, Bağdat'tan Beyrut'a uzanan güçlü nüfuzu olmasaydı, Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin gidişatını, özellikle de Suriye'de bu denli etkileyemezdi. Bu iki başkent arasındaki ‘direniş koridoru’, Suriye'deki rejimin ve Suriye savaşının başından beri onun yanında savaşmaya koşan Hizbullah'ın siyasi, askeri ve mali tedarikini güvence altına almak için yeterliydi. Başka bir deyişle, Suriye'deki rejimin koşa koşa gittiği ‘güvenlik çözümü’ İran destekli bir çözümdü. Aksi takdirde rejim İran'ın desteğinden emin olmasaydı bu kadar güçlü ve hızlı bir şekilde bu çözüme gidemezdi. Hamas, Beşşar Esed'in muhaliflerini destekleyerek farklı bir bahse girdi ama sonunda yaklaşık 10 yıllık bir ‘uzaklaşma’ ve yabancılaşmanın ardından İran'ın kucağına geri döndü.

Beyrut'taki bilgi sahibi Filistinli kaynaklara göre, Hamas’ın Tahran ve ‘direniş ekseni’ ile ilişkilerini yeniden kurma nedenlerinden birinin, askeri cephaneliğini geliştirme ihtiyacı olduğu ifade ediliyor. Hamas'ın bu dönüşü 7 Ekim 2023 olayını anlamanın bir yönünü oluşturmaktadır. Elbette bu durum, İran'ın 7 Ekim saldırısında da -her ne kadar bunu bildiğini inkâr etse de- var olduğunu ve en azından 2003'ten bu yana bölgedeki olaylarda yer aldığını ya da bu tarihten sonra bu olaylardaki varlığının daha güçlü ve etkili hale geldiğini söylemeyi mümkün kılıyor.

Saddam'ın devrilmesi ile Hamas saldırısı arasında neredeyse yirmi yıl geçtiğinden, İran'ın bölgeye yönelik stratejisinde saldırıdan savunmaya doğru bir kayma olduğu söylenebilir.

Ancak Tahran'ın bu inkârı, İran'ın 7 Ekim'den sonraki davranışını anlamada tesadüfi ve önemsiz bir mesele değildir. Aksine bu davranışı anlamada kilit bir faktördür ve bu nedenle bölgede yeni bir İran stratejisi oluşturması temelinde ele alınmalıdır. Aksa Tufanı’ndan bu yana İran'ın doğrudan savaşa girmemeye ve aynı zamanda İsrail'e ve ABD'nin bölgedeki çıkarlarına karşı vekaleten saldırıları desteklemeye dayalı ikili bir strateji benimsediği doğrudur. Ancak 7 Ekim'deki Hamas saldırısını desteklememesi onu ABD'nin Irak'ı işgali sırasındaki pozisyonundan farklı olarak savunma pozisyonuna sokmuştur. Bu işgalin arifesinde, ‘Saddam'ı değiştirmek ve yeni rejimin oluşumuna katılmak için muhalefetle birlikte çalışırken, aynı zamanda ABD işgalini engellemek için Şam'la birlikte çalışmaya’ dayanan ikili bir stratejiye dayalı olarak saldırgan bir pozisyonda konumlanmıştı.

FOTO: Bağdat'ın güneybatısındaki Kerbela kentinde bir caminin yakınından geçen ABD Abrams tankı, 7 Nisan 2003. (Reuters)
Bağdat'ın güneybatısındaki Kerbela kentinde bir caminin yakınından geçen ABD Abrams tankı, 7 Nisan 2003. (Reuters)

Dolayısıyla, Saddam'ın devrilmesi ile Hamas saldırısı arasında yaklaşık yirmi yıllık bir boşluk varken, İran'ın bölgedeki stratejisinde saldırıdan savunmaya doğru bir kayma olduğu söylenebilir. Gerçi İran'ın konumlanışının artık yapısöküme uğratılması gerekiyor. Zira bu konumlanma tamamen savunmaya yönelik değil, savunma ve saldırı arasında gidip geliyor. Ancak tüm bunlar Tahran'ın son yirmi yılda inşa ettiği nüfuz mevzilerinin savunulması çerçevesinde gerçekleşiyor. Bu noktada 2003'ten beri olduğu gibi İran'ın saldırgan bir hamlesiyle karşı karşıya değiliz. Bu durum, 7 Ekim'den bu yana İsrail ile topyekûn savaş çatısı altında kontrollü bir çatışmaya giren İranlı milislerin, özellikle de güney Lübnan'daki Hizbullah ve Yemen'deki Husilerin davranışlarından çıkarılabilir. Irak'taki İran yanlısı gruplara gelince, 28 Ocak'ta Ürdün-Suriye sınırında ABD'ye ait Kule 22’ye yaptıkları saldırının ardından, ABD'nin kendilerine yönelik tepkisinin genişlemesinden ve İran'ın bunu sınırlayacak bir saha gerçekliği yaratmamasından korkarak savaştan erken çekildiler.

Bu da bizi İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı bağlamında ABD'nin İran'a yönelik caydırıcılığına getiriyor. İran’ın bölgedeki vekil güçlerinin devam eden saldırıları göz önüne alındığında, ABD’nin caydırıcılığının mutlak olmadığını söyleyebiliriz. Bu durum Tahran'ın saldırıdan savunmaya geçmesine neden oldu. Gerçi bu dönüşümün göstergeleri savaştan önce ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak savaş bunu hızlandırdı ve İran için kaçınılmaz bir seçim haline getirdi. Bu da Tahran yönetiminin savaşın sona ermesinin ardından yeniden saldırıya geçme ihtimaline ilişkin temel bir soruyu gündeme getirdi.

Kesin olan şu ki Tahran yeni döneme bölge ülkeleriyle arasını soğutmaya çalışarak giriyor.

Böyle bir dönüşümün zor olması ve bunun için bölgesel ve uluslararası koşulların mevcut olmaması muhtemeldir. Bu, İran'ın bölgedeki nüfuzundan herhangi bir şey kaybetmeye razı olacağı anlamına gelmiyor, ancak en azından bölge ülkelerine karşı çatışmacı olmamaya çalışacak ve en önemlisi Tahran ile Beyrut arasındaki ‘direniş koridoru’ olmak üzere stratejik bölgesel kazanımlarını savunmaya devam edecektir. ABD ve İsrail ise bu kordioru, güç kullanarak bozmaya ya da kullanışlılığını sınırlandırmaya çalışıyor. Ancak daha da önemlisi, 7 Ekim ABD'yi bölgedeki varlığını azalttığı izleniminin ardından bölgeye ‘geri döndürdü’ ve bu da ABD’lileri bölgeden uzaklaştırmaya çalışan İran için büyük bir meydan okumadır.

Washington ile Tahran arasında yeni bir ‘birlikte yaşama’ aşamasıyla mı yoksa bir ‘çatışmayla’ mı karşı karşıyayız?

Her iki durumda da, iki taraf arasındaki gelecekteki ‘ilişkinin’ dinamiklerini kristalize etmek, kurallarını ve tavanlarını belirlemek zaman alacaktır. Ancak kesin olan şu ki Tahran, tıpkı 21 yıl önce Irak'ta olduğu gibi Gazze'de de ‘ertesi günün’ belirsizliği göz önüne alındığında hatları henüz netleşmeyen yeni bir döneme bölge ülkeleriyle arasını soğutma çabasıyla giriyor. Bunun işaretleri, rejimin mevcut tutumunun Tahran'ın Arap dünyasına açılmaya çalışırken 7 Ekim saldırısını ‘sahiplenmemesiyle’ uyumlu olduğu Suriye'de ve bir Hizbullah güvenlik yetkilisinin kısa süre önce Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) ziyaret ettiği Lübnan'da şimdiden görülebilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli AL Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Gazze: İsrail bombardımanında 29 kişi öldü... Hastanelerde benzeri görülmemiş bir yakıt krizi

Filistinli iki kadın, bu sabah İsrail'in bombardımanında hayatını kaybeden kurbanlar için ağlıyor (Reuters)
Filistinli iki kadın, bu sabah İsrail'in bombardımanında hayatını kaybeden kurbanlar için ağlıyor (Reuters)
TT

Gazze: İsrail bombardımanında 29 kişi öldü... Hastanelerde benzeri görülmemiş bir yakıt krizi

Filistinli iki kadın, bu sabah İsrail'in bombardımanında hayatını kaybeden kurbanlar için ağlıyor (Reuters)
Filistinli iki kadın, bu sabah İsrail'in bombardımanında hayatını kaybeden kurbanlar için ağlıyor (Reuters)

Filistin Televizyonu, İsrail'in bugün şafak vaktinden bu yana Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerine düzenlediği hava saldırılarında 29 Filistinlinin öldürüldüğünü bildirdi.

Filistin Haber Ajansı (Safa), "Bu sabah Gazze Şehri'nin güneydoğusundaki El-Zeytun Mahallesi'nin Askula bölgesindeki El-Şafii Okulu'na düzenlenen İsrail bombardımanı sonucu 5 vatandaşın şehit olduğunu, çok sayıda kişinin de yaralandığını" bildirdi. Ayrıca, "Güney Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus kentinin kuzeybatısındaki el-Karara kasabasının Mevasi bölgesindeki bir çadırı hedef alan İsrail saldırısı sonucu 4 vatandaşın şehit olduğunu, birçok kişinin de yaralandığını" ifade etti.

Filistinliler, Gazze'nin merkezindeki El-Bureyc kampına düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından hasarı inceliyor (AFP)Filistinliler, Gazze'nin merkezindeki El-Bureyc kampına düzenlenen İsrail hava saldırısının ardından hasarı inceliyor (AFP)

Buna karşılık, Nasır Hastanesi, "Han Yunus'un batısındaki el-Mevasi bölgesinde yerinden edilmiş kişilerin barındığı çadırlara düzenlenen İsrail saldırısında, 6 kişinin şehit olduğunu ve 10'dan fazla kişinin de yaralandığını" bildirdi.

Bu gelişme, ABD Başkanı Donald Trump'ın dün yarattığı olumlu atmosfere rağmen gerçekleşti. Trump, Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki ateşkes önerisine "olumlu" yanıt vermesinin "iyi" olduğunu ve bu hafta çatışmaların sona erdirilmesine yönelik bir anlaşmaya varılmasının muhtemel olduğunu ima etti.

Eşi görülmemiş yakıt krizi

Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı bugün, hastanelerde elektrik jeneratörlerinin çalışması için gerekli yakıtın eşi görülmemiş bir kriz noktasına ulaştığı konusunda uyarıda bulundu.

Bakanlığın bugünkü açıklamasında, krizin, sağlık sisteminin ve faaliyette kalan hastanelerin aşırı yıpranmasını daha da kötüleştirdiğini belirterek, “Ağır vakalardan kaynaklanan artan baskı, hayati bölümlerin çalışması için elektrik jeneratörlerinin devrede kalmasının önemini daha da artırıyor” denildi.

Bakanlık, “İsrail işgali, hastanelerin çalışması için ek süre tanımayan yakıt miktarını kısıtlama politikası izliyor” diyerek, “Geçici ve acil çözümlerin devam etmesi, hayat kurtaran bölümlerin çalışmasının durması anlamına geliyor” ifadelerini kullandı.