İsrail ordusu geride yıkım ve onlarca ceset bırakarak Şifa Hastanesi'nden çekiliyor

21 hastanın öldüğü iki haftalık askeri operasyonun ardından geride yıkım ve onlarca ceset kaldı.

Şifa Hastanesi ve çevresindeki yıkımdan bir görünüm (AFP)
Şifa Hastanesi ve çevresindeki yıkımdan bir görünüm (AFP)
TT

İsrail ordusu geride yıkım ve onlarca ceset bırakarak Şifa Hastanesi'nden çekiliyor

Şifa Hastanesi ve çevresindeki yıkımdan bir görünüm (AFP)
Şifa Hastanesi ve çevresindeki yıkımdan bir görünüm (AFP)

Hamas’a bağlı Sağlık Bakanlığı bugün (pazartesi) yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun Gazze'deki Şifa Tıp Kompleksi'nden çekildiğini duyurdu. Bakanlık ayrıca hastane ile çevresindeki mahallelerde iki hafta süren askeri operasyonun ardından ‘onlarca ceset’ ve ‘çok büyük’ hasar tespit edildiğini belirtti.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığı habere göre Bakanlık, ‘İşgalcilerin Şifa Tıp Kompleksi'ndeki binaları yakıp tamamen hizmet dışı bıraktıktan sonra geri çekildiğini, kompleksin içindeki ve etrafındaki binalardaki yıkımın boyutunun çok büyük olduğunu’ bildirdi.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada “Şifa Tıp Kompleksi'nin içinden ve çevresinden bazıları çürümüş onlarca şehit cesedi çıkarıldı. Bazı cesetler, tanklar ve askeri buldozerler tarafından ezilerek parçalanmış vaziyetteydi. Morg, avlular ve hastane koridorları da dahil olmak üzere Şifa Hastanesi'ndeki tüm binalar yakıldı ya da hasar gördü” ifadeleri yer aldı.

Şifa Tıp Kompleksi'ndeki askeri operasyonun sona erdiğini duyuran İsrail ordusu, 18 Mart'ta ‘bölgede üst düzey Hamas yetkililerin’ bulunduğuna dair istihbarat bilgilerinin ardından Gazze'deki en büyük sağlık kompleksine ‘hassas’ bir askeri operasyon başlattığını bildirdi.

Gazze'de Hamas'a karşı savaşın başladığı 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana İsrail ordusu bu hastaneye ikinci kez operasyon düzenledi.

AFP muhabiri ve olay yerindeki tanıklar İsrail tanklarının ve askeri araçlarının hastaneden çekildiğini gördüklerini doğruladı. Tanıklar, kompleksin içinde çok sayıda binanın hasar gördüğünü, bazılarında ise yangın belirtileri görüldüğünü aktardı.

Hamas hükümetinin medya ofisi, ordunun ‘tanklarının ve araçlarının Şifa Tıp Kompleksi'nden geri çekilmesini örtbas etmek için’ hava saldırıları ve bombardıman başlattığını söyledi.

İsrail ordusu daha önce Şifa Tıp Kompleksi bölgesinde 200'den fazla Hamas militanını etkisiz hale getirdiğini duyurmuş ve ‘son’ militan yakalanana kadar askeri operasyonu sürdürme sözü vermişti.

devfed
Gazze'deki Şifa Hastanesi'nin yakınında duran bir İsrail askeri (Reuters)

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dün (pazar) yaptığı açıklamada hastanede halen 107 hasta ve 50 sağlık çalışanının bulunduğunu duyurdu.

WHO Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, İsrail askeri operasyonunun başladığı 18 Mart'tan bu yana Şifa Hastanesi'nde 21 hastanın öldüğünü ve hastanede her 15 kişi için sadece bir şişe su bulunduğunu söyledi.

Aksa Hastanesi de vuruldu

WHO'nun Mart ayı sonunda yayınladığı rakamlara göre Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin üçte birinden azı hâlâ kısmen çalışıyor.

Savaşın başladığı 7 Ekim'den bu yana İsrail ordusu, Hamas'ı faaliyetlerine kılıf olarak kullanmakla suçlayarak hastaneleri, sağlık tesislerini ve çevrelerini hedef alan bir dizi operasyon başlattı. Ancak Hamas, savaşçılarının Şifa Hastanesi ve diğer sağlık tesislerini kullandığını şiddetle reddetti.

WHO dün (pazar) İsrail'in Gazze'nin merkezindeki Deyr el-Balah'ta bulunan Aksa Şehitleri Hastanesi’ne düzenlediği saldırıda dört kişinin öldüğünü ve 17 kişinin de yaralandığını duyurdu.

Tedros, X platformu aracılığıyla yaptığı açıklamada “Bir WHO ekibi Gazze'deki Aksa Hastanesi'nde insani yardım görevindeyken, hastane yerleşkesi bir İsrail hava saldırısıyla vuruldu. Saldırıda dört kişi öldü, 17 kişi de yaralandı” ifadelerini kullandı. Tedros, WHO çalışanlarının güvende olduğunu da sözlerine ekledi.

Sınır Tanımayan Doktorlar da söz konusu saldırının İsrail tarafından gerçekleştirildiğini doğruladı. Sınır Tanımayan Doktorlar koordinatörlerinden birinin “Ekibimiz yakınlarda bir patlama sesi duyunca, yaptıkları işi bırakıp hastanenin içine sığındılar” ifadesini kullandığı aktarıldı.

İsrail ordusu, bir hava kuvvetleri uçağının ‘Deyr el-Balah bölgesindeki Aksa Hastanesi’nin avlusunda konuşlanmış teröristleri ve İslami Cihad'ın operasyonel komuta merkezini vurduğunu’ söyledi. Açıklamada “Bu hassas saldırıdan sonra Aksa Hastanesi binası zarar görmedi ve işlevi etkilenmedi” ifadesi yer aldı.

Şifa Tıp Kompleksi’ndeki askeri operasyona paralel olarak Hamas, İsrail güçlerinin Nasır Hastanesi yerleşkesinde olduğunu açıklarken, Filistin Kızılayı Han Yunus kentinde bulunan el-Emel Hastanesi'nde operasyonlar yapıldığını bildirdi.

600 asker öldürüldü

Devam eden savaş 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'in güneyine düzenlediği ve çoğu sivil bin 160 kişinin ölümüne yol açan saldırının ardından patlak verdi.

Hükümet medya ofisi, İsrail'in Han Yunus, Deyr el-Balah ve Refah dahil olmak üzere çeşitli bölgelere hava saldırıları düzenlediğini duyurdu.

Görgü tanıkları, İsrail ordusu ile Hamas arasında Han Yunus şehir merkezinde (güney) ve Gazze şehrindeki (kuzey) er-Rimal ve Tel el-Heva mahallelerinde çatışmalar yaşandığını bildirdi.

İsrail ordusu bugün (pazartesi) yaptığı açıklamada savaşın başlamasından bu yana 600 askerinin öldürüldüğünü ve bunların en az 256'sının kara operasyonlarının başlamasından bu yana Gazze Şeridi içinde olduğunu duyurdu.

Ayrıca öldürülen askerlerin yarısından fazlası Hamas saldırısı sırasında öldürülürken, diğerleri Gazze'de savaşın başlamasından bu yana gerilimin arttığı işgal altındaki Batı Şeria'da ya da Hizbullah ile her gün sınır ötesi çatışmaların yaşandığı İsrail'in kuzeyinde öldürüldü.

İsrail acil servisleri dün gece, İsrail'in güneyindeki Aşdod kenti yakınlarındaki bir alışveriş merkezinde bir kişinin üç kişiyi bıçaklayarak yaraladığını duyurdu.

Netanyahu'ya baskı

Savaş altıncı ayına yaklaşırken, dün fıtığını aldırmak için başarılı bir ameliyat geçiren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu üzerindeki sokak baskısı artıyor.

Protestoların ikinci gecesinde binlerce İsrailli, ateşkes ve takas anlaşmasına varmayı amaçlayan müzakerelerin çıkmaza girdiği bir dönemde, Netanyahu'nun istifasını ve Gazze'de tutulan esirlerin serbest bırakılmasını talep etmek üzere dün gece Kudüs'te gösteri düzenledi.

Göstericiler daha önce Knesset önünde toplanıp İsrail bayrakları salladıktan sonra şehirdeki ana bir otoyolu kapatmıştı. Netanyahu'nun ‘gitmesi gerektiği’ yönünde slogan atan göstericileri geri püskürtmek için polis tazyikli su kullandı.



Yeni bölgesel denklem: Suriye ve Lübnan'da Suudi Arabistan'ın hayati rolü

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı ağırladı, 2 Şubat 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Sarayı)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı ağırladı, 2 Şubat 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Sarayı)
TT

Yeni bölgesel denklem: Suriye ve Lübnan'da Suudi Arabistan'ın hayati rolü

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı ağırladı, 2 Şubat 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Sarayı)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı ağırladı, 2 Şubat 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Sarayı)

Hattar Ebu Diyab

Ortadoğu’da 7 Ekim 2023 bu yana hızla değişen koşullar ve çatışmaların sonucunda yeni bir bölgesel tablo ortaya çıkıyor. Bölgede artık İsrail, Türkiye ve (2003 Irak Savaşı'ndan sonra Arap bölgesel düzeninin aleyhine yükselen bir güç olarak) İran olmak üzere başlıca üç bölgesel güçle sınırlı olmayan, bölgesel ve küresel satranç tahtasında yeni bir güç haline gelen Suudi Arabistan'ın temsil ettiği Arap kutbunu da kapsamaya başlayan yeni bir güç dengesi oluşuyor.

Suudi Arabistan, diğer tarafların çıkarları ve hegemonyacı eğilimlerine göre bölgeyi yeniden yapılandırma projelerine paralel olarak, Şam'dan başlayarak Arap dünyasını yeniden düzenlemede bölgesel bir denge gücü ve garantör güç olarak öne çıkıyor. Ayrıca, Filistin davasını destekleme konusundaki tarihi rolünü de sürdürüyor.

Suudi diplomasisi, Suriye ve Lübnan'daki gelişme ve değişimlere ayak uydurarak, Vizyon 2030 doğrultusunda her iki yeni durumu da kucaklıyor ve yakın tehlikelerden koruyor. Vizyon 2030, sadece iç kalkınmayla sınırlı kalmayıp, sürekli çatışmalardan ve "ideolojilerden" uzak, istikrarlı ve müreffeh bir bölgeye odaklanıyor.

Suudi Arabistan'ın yükselişinin nedenleri

Suudi Arabistan yaklaşık on yıl önce, 2030 Vizyonu’nu merkezine alan bir strateji benimsedi ve bölgesel eksenlerden çıkarak, Türkiye ile uzlaşma ve Çin'in himayesinde İran ile normalleşme yoluna gitti. Bu hamle, Suudi Arabistan'ın konum, kaynaklar ve tarih açısından güçlü liderlik rolünü, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK), Arap Birliği (AL) ve İslam İşbirliği Teşkilatı'na (İİT) dayanarak ABD ile köklü stratejik ilişkilerinin bir uzantısı olarak, Avrupa ve Asya’nın güçlü ülkeleriyle ortaklıklar, Rusya ile enerji alanında iş birliği ve Çin, Hindistan, Güney Kore ve Pakistan ile ilişkilerin geliştirilmesi yoluyla güçlendirilmesini sağladı. Böylelikle, dengeli ve bölgesel olarak kapsayıcı rol ve uluslararası ilişkilerdeki çeşitlilik, Riyad'a geniş bir manevra alanı sağladı.

Suudi Arabistan ile İran arasında 2023 yılının mart ayında normalleşmenin başlamasından bu yana yaşanan olaylar ve 7 Ekim 2023'ün yansımaları ile sonuçları, Suudi Arabistan'ın diplomasisinin gerçekçi ve uyumlu olduğunu ortaya koydu. Riyad’ın önceliği, ulusal çıkarlarına hizmet eden bölgesel istikrarı yeniden tesis etmek ve 2030 Vizyonu ekonomik modernizasyon ve çeşitlendirme planını uygulamaya odaklanmaktı. Bu hedefe ulaşmak için Riyad, ABD'nin İsrail ile gelecekteki normalleşme çabalarına kapıyı tamamen kapatmamış, ancak bunun iki devletli çözüm ve Filistinliler için adaletin sağlanması adına net bir ufuk benimsenmesini şart koşmuştu.

1945 yılında AL kurulduğundan ve ilk zirvesi düzenlendiğinden beri, Kahire, Riyad ve Şam çoğunlukla ortak Arap hareketinin itici gücü veya lideri rolünü üstlendi.

7 Ekim 2023 olayları bölgeyi kasıp kavurdu. 2011 yılında başlayan Arap Baharı ve ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk döneminde başlattığı ‘Abraham (İbrahim) Anlaşmaları’nın ardından bölgedeki durumun kırılganlığı ortaya çıktı.

Bu durum, jeopolitik konumu, kaynakları ve küresel enerji pazarındaki büyüklüğü nedeniyle, imparatorluk projelerinin ve büyük oyunların çatışmalarının arasında sıkışmış olan Suudi Arabistan'ın karşılaştığı zorlukları daha da artırdı.

Riyad, buradan hareketle bağımsızlığını ve ortaklarının çeşitliliğini güçlendirme yaklaşımı çerçevesinde, bölgesel rakipleri ve başta ABD olmak üzere küresel güçlerle nasıl ilişki kurulacağına dair sorular sormaya ve politikalarını yeni duruma uyarlamaya başladı.

Suudi Arabistan ile İran arasındaki normalleşme devam etti. Yemen ve İran'ın Husilere verdiği destek gibi ihtilaflı konuların devam etmesine rağmen gerginlik azaldı. Gazze’deki savaş ve İsrail ile İran arasında 12 gün süren savaşın patlak vermesinden sonra bile karşılıklı anlayışın hızlandığı görüldü.

Ancak Suudi Arabistan yönetimi, Trump yönetimiyle kurduğu özel ilişkiler ve aralarındaki bazı anlaşmazlıklara rağmen, Ortadoğu’da yeni bir denge kurmayı başardı. (Mekke'nin kuzeyinde yer aldığı için bu adı alan) Biladu’ş-Şam’ın (Şam bölgesinin) stratejik derinliğine özel bir önem verdi.

Suriye'deki siyasi dönüşümün desteklenmesi ve ülkenin yeniden inşası

Lübnan ve Suriye'deki bölgesel gelişmeler ve olayların hızlanmasıyla, ortak Arap çıkarları sisteminin inşası bağlamında Riyad'ın her iki ülkedeki gelişmeleri yakından takip etme rolü öne çıktı.

Arap Ligi'nin 1945 yılında kurulmasından ve ilk Arap zirvesinin toplanmasından beri Kahire, Riyad ve Şam, koşullara ve değişikliklere göre diğer başkentlerin rollerini inkar etmeden, ortak Arap eyleminin motoru veya lideri rolünü sıklıkla oynamıştır.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1970’li yıllarda, “Mısır olmadan savaş olmaz, Suriye olmadan barış olmaz” sözünü söyledi. Bu nedenle, Riyad'ın (Abu Dabi ile iş birliği içinde) 2011-2013 dönüm noktasından sonra Mısır'ı desteklemesi ve ona ayak uydurması dikkat çekiciydi. Ayrıca, 2024-2025'te Suriye'deki dönüşüme ayak uydurmak için acele etmesi de dikkat çekiciydi. Böylece, Arap dünyasının ağırlığının KİK’e kaymasıyla Riyad, Mısır ile iş birliği ve Irak'a açılım çerçevesinde Arap bölgesinin durumunun yeniden yapılandırılmasını yönetmeye çalışırken, Suriye ve Lübnan'ı başlangıç noktası olarak kabul ediyor. Filistin meselesinin, Arap evinin düzenini bozmak ve bölgesel rejimlerin veya ideolojik güçlerin ‘bahane’ olarak kullanmaması için pusula olarak kalmasını sağlıyor.

Suudi Arabistan, demagojik sloganlar ve popülist bahisler olmadan Arap dünyasının gerçekleriyle esnek bir şekilde, vesayet ve iç işlerine müdahale etme yöntemlerinden uzak, bir tarafı diğerine karşı desteklemeyerek, devletler arası modern kurumsal ilişkilere odaklanarak ilgileniyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu yaklaşım, İran döneminde hâkim olan milisler, devlet dışı örgütler ve paralel yapılar dönemine gerçekçi bir alternatif olarak görülüyor.

Buradan bakarsak Suudi Arabistan'ın Suriye'yi, geçmiş dönemin etkilerinden kurtulabilecek güvenli ve istikrarlı bir ülke haline getirmek için yeniden inşası yönünde bir eğilim içinde olduğunu görebiliriz.

Suudi Arabistan, Suriye ile dışişleri bakanları düzeyinde karşılıklı ziyaret gerçekleştiren ilk ülke oldu.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ı ağırladı, 3 Mart 2025 (SPA)Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ı ağırladı, 3 Mart 2025 (SPA)

Başlangıçta Riyad, Türkiye ve Katar'ın desteklediği Suriye’nin yeni lideri Ahmed Şara’ya karşı temkinli bir tutum sergiledi. Ancak Suriye geçici yönetiminin performansı ve Suriye'nin çıkarlarını öncelikli tutması, Riyad'ı başka bir yaklaşım benimsemeye itti. Bu yaklaşım, 12 Ocak'ta Riyad’da düzenlenen bölgesel ve uluslararası tarafların katıldığı Suriye konulu konferansta ortaya çıktı. Konferansta ayrıca yaptırımların kaldırılması konusunda Arap dünyasının koşulsuz desteği ile Batı'nın şartlı tutumu arasında bir görüş ayrılığı olduğu görüldü.

Ancak Suudi Arabistan'ın Şam'daki yeni yönetimi destekleme hamlesi, Başkan Donald Trump'ın seçilmesinin ardından ilk yurtdışı ziyaretini geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'a yapmasının ardından ivme kazandı. Bu ziyaret vesilesiyle, Suudi Arabistan’ın diplomatik ve ekonomik ağırlığı, Riyad ile Washington'un çıkarlarının örtüştüğü durumlarda ‘karşılıklı ve seçici bir ortaklık’ kurulmasına olanak sağladı.

Suudi Arabistan, 2023 yılının başından bu yana (ABD, Fransa, Mısır ve Katar ile birlikte) beşli komite içinde veya ikili olarak Lübnan'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hazırlıklarında öncü bir rol üstlendi.

Başkan Trump'ın Körfez turunun en heyecan verici anı, Washington'un Heyet Tahrir Şam’ı (HTŞ) terör örgütü olarak sınıflandırmasına rağmen, Suriye'ye uygulanan yaptırımları kaldırdığını açıklamasıydı. Bu adım, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Bin Selman'ın doğrudan talebi olmadan gerçekleşemezdi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile koordineli olarak atılmış bir adım olarak sunuldu.

Riyad, Suriye'nin istikrarını desteklemek, ekonomisini canlandırmak ve Arap dünyasının temel direği olarak geri dönmesini sağlamak için yeni yönetimi destekledi ve Washington ile Avrupa başkentlerini bu yaklaşımın doğruluğuna ikna etti. Bunun karşılığında Ahmed Şara’nın Suriye vatandaşlığına geçmesi, terörizmin yeniden ortaya çıkışına karşı güçlü bir şekilde mücadele etmesi ve bölgesel eksenlere veya yeni çatışmalara ve savaşlara karışmaması gerekiyordu.

Bazı çevreler, ABD’nin davranışlarını faydacı yaklaşımlarla ilişkilendirmekte abartılı davranırken, ABD kurumlarının Suriye'deki dönüşümü desteklemesi ve Suriye'yi stratejik müttefiki İsrail ile NATO’daki müttefiki Türkiye arasında bir savaş alanı haline getirmemesi, Suudi Arabistan'ın Suriye yönetimini kucaklayan rolüne alan açması ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Katar'ın Şam'ı destekleme rolünü küçümsememesi daha olası.

Bu yeni duruma göre Trump’ın Suriye’ye yönelik ABD yaptırımlarını kaldırma, HTŞ'yi terör örgütü listesinden çıkarma ve uzun ama umut verici bir süreç olan İsrail ile normalleşme yolunda ilerleme kararı nihayet geldi. İki ülke arasında geçici bir güvenlik anlaşması imzalanması için müzakerelerin sürdüğü konuşulurken, Suudi Arabistan bu konuda Suriye ve Lübnan’a, İsrail ve ABD’nin Suudi Arabistan’ın Filistin meselesiyle ilgili taleplerini karşılamadan İsrail ile barış anlaşmaları imzalamayacağına dair garanti verdi.

Riyad, Lübnan'daki yeni durumun “mimarı”

Suudi Arabistan, 2023 yılı başlarından bu yana koordineli bir şekilde çalışarak Lübnan'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hazırlıklarında, beşli komite (ABD, Fransa, Mısır ve Katar ile birlikte) içinde veya ikili olarak liderlik rolü oynadı.

Suriye'deki siyasi dönüşümün başarısı ve Lübnan devletinin savaş ve barış kararını geri kazanması, Riyad'ın gözünde bölgesel istikrarı garantileyecek.

Lübnan'daki durum, öncelikle Fransa ile koordineli olarak takip ediliyor ve Washington ile uyumlu bir yaklaşım sergileniyor. Ancak hassas konularda, Suudi Arabistan'ın Lübnan Özel Temsilcisi Prens Yezid bin Ferhan'ın rolü öne çıkmaya başladı. Bunun yanı sıra Suudi Arabistan’ın Beyrut Büyükelçisi Dr. Velid el-Buhari da günlük olarak çabalarını sürdürüyor.

Eşyalarıyla birlikte küçük bir kamyonun üzerinde, Lübnan'ın Arsal beldesi yakınlarındaki Vadi Hamid bölgesinden Suriye'ye dönmeye hazırlanan Suriye mülteciler, 26 Ekim 2022 (Reuters)Eşyalarıyla birlikte küçük bir kamyonun üzerinde, Lübnan'ın Arsal beldesi yakınlarındaki Vadi Hamid bölgesinden Suriye'ye dönmeye hazırlanan Suriye mülteciler, 26 Ekim 2022 (Reuters)

Suudi Arabistan’ın desteği sadece içerideki durumun çözülmesi ve yeniden inşa meselesini kapsamakla kalmıyor, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararının uygulanması ve Taif Anlaşması’na bağlı kalınmasıyla, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve Suriye-Lübnan ilişkilerinin ayrıntılarına dikkat edilerek sınırların kontrol altına alınmasına da odaklanıyor. Bu amaçla Suriye ve Lübnan savunma bakanları ile iki ülkenin güvenlik kurumları arasında koordinasyon komiteleri kuruldu. Suudi Arabistan’ın uluslararası tarafların desteğini gören bu girişimi, iki ülke arasındaki sınırların belirlenmesi komitelerinin denetlenmesini de içerebilir. Zira bu, Lübnan’ın bağımsızlığını kazanmasından beri tartışılan bir konu.

Riyad, 1980'lerin sonunda imzalanan Taif Anlaşması’ndan, 2005 yılında Lübnan’ın merhum Başbakanı Refik Hariri suikastına kadar ve 2009 yılında Beyrut ile Şam arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına kadar, Suriye-Lübnan ilişkilerini korumaya olağanüstü bir özen göstermişti. Birbiriyle iç içe geçmiş iki komşu ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi, her iki ülkenin liderlerinin siyasi cesaretini, hataların ve eksikliklerin değerlendirilmesini, Lübnan'ın özel konumunu ve hiçbir ülkenin diğerinin iç işlerine karışmamasını kabul eden sağlıklı bir ilişkiye doğru ilerlemeyi ve önceki aşamalardan dersler çıkarmayı gerektiriyor. Bundan dolayı, Suudi Arabistan'ın üstlendiği rol, Suriye ve Lübnan arasında sağlıklı ve dürüst bir ilişkiye ulaşılması ve kayma yaşanmaması için bir garantiye dönüşüyor.

Suriye'deki siyasi dönüşümün başarısı ve Lübnan devletinin savaş ve barış kararını geri kazanması, Riyad'ın gözünde bölgesel istikrarın garantisi olacak.

Suudi Arabistan ve Arap dünyasının desteği, Riyad ve Arap başkentlerinden müttefiklerinin karşılaşabileceği; terörizmin yeniden canlanması, Türkiye'nin tek başına hareket etmesi ve Suriye ile Lübnan'ı parçalama projeleri gibi olası riskleri önlemeyi amaçlıyor.

Bahisler zorlu ve riskli görünüyor, ancak Suudi Arabistan'ın seçenekleri tarihine ve izlediği yolla uyumlu ve Ortadoğu'da bir değişim aşamasına uygun. Bu aşamaya ayak uydurmayanlar tarihin tozlu sayfalarına itilecek. Bu yeni durum, Suudi Arabistan'ı bölgenin geleceği hakkındaki herhangi bir tartışmada göz ardı edilemeyecek bir güç haline getirecektir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.