DEAŞ'ın kurucusu Zerkavi, ABD ajanı mıydı?

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
TT

DEAŞ'ın kurucusu Zerkavi, ABD ajanı mıydı?

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP

Adi bir suçluyken Irak El Kaidesi lideri ve tekfirci terörizmin ABD'deki yüzü haline gelen Zerkavi, Irak'ın işgale karşı direnişini bastırmak ve Tel Aviv'le Washington'ın çıkarları için mezhepçi nefreti körüklemekle görevli bir ABD istihbarat aracı oldu

ABD'nin Terörle Savaş dediği süreçte düşman ilan ettiği isimler arasında Usame bin Ladin'den sonraki en kötü şöhretli isim, Irak El Kaidesi'nin (IEK) kurucusu Ürdünlü cihatçı Ebu Musab ez-Zerkavi'ydi.

Ancak Zerkavi'nin hayatı ve Irak'taki olaylar üzerindeki etkisi daha yakından incelendiğinde, onun muhtemelen ABD istihbaratının ürünü ve aracı olduğu görülüyor.

George W. Bush yönetimindeki yeni muhafazakar stratejistler, ABD'nin 2003'te Irak'ı yasadışı işgalini Amerikan kamuoyunda meşrulaştırmak için Zerkavi'yi bir piyon olarak kullandı.

Dahası Zerkavi, ABD işgaline karşı çıkan Iraklı direniş grupları arasında iç anlaşmazlıkların körüklenmesinde ve nihayetinde Irak'ın Sünni ve Şii toplumları arasında mezhepsel bir iç savaşın kışkırtılmasında etkili oldu.

İsrail'in Irak'taki planı ilerliyor 

Irak'taki bu kasıtlı gerilim stratejisi, Tel Aviv'in ülkenin kırılganlıklarını sürdürme, halkları mezhepsel hatlar üzerinden bölme ve ordusunun bölgede İsrail'e meydan okuma kabiliyetini zayıflatma hedefini ilerletti. 

CIA'in 1980'lerde Afganistan'da Sovyet Kızıl Ordusu'na karşı yürüttüğü örtülü savaş kapsamında El Kaide'yi yarattığı ve 1990'larda Bosna, Kosova ve Çeçenistan da dahil çeşitli savaşlarda El Kaide unsurlarını desteklediği uzun zamandır biliniyor.

Ayrıca Arap Baharı denen süreçte, 2011'de Suriye'de başlatılan gizli savaş sırasında CIA'in El Kaide bağlantılı gruplara destek verdiğine işaret eden kanıtlar var. 

Bu geçmişe rağmen Batılı gazeteciler, analistler ve tarihçiler hâlâ Zerkavi ve IEK'nin ABD'nin yeminli düşmanları olduğunu, üzerine düşünmeden kabul ediyor. 

Zerkavi'nin ABD istihbarat elemanı olarak üstlendiği rolü anlamadan, ABD'nin (ve İsrail'in) Irak'ta dökülen kanda ve sadece 2003'teki ilk işgal sırasında değil, daha sonraki mezhep çatışmalarının başlamasında da oynadığı yıkıcı rolü anlamak mümkün değil.

Ayrıca Irak'ın ABD güçlerini ülkeden kovma ve ülkeyi ileriye doğru ABD etkisinden kurtarma yönündeki mevcut çabalarının önemini anlamak da elzem. 

Zerkavi kimdi?

Ahmed Fadıl en-Nazal el-Haleyle adıyla doğan Ebu Musab ez-Zerkavi daha sonra adını doğum yeri olan, Ürdün'ün Amman kenti yakınlarındaki sanayi bölgesi Zerka'yı yansıtacak şekilde değiştirdi. Gençliğinde hapse girip çıkan Zerkavi, parmaklıklar ardında geçirdiği süreçte radikalleşecekti. 

Zerkavi 1980'lerin sonunda Afganistan'da Sovyetlere karşı CIA destekli mücahitlerle birlikte savaşmak için Afganistan'a gitti. Ürdün'e döndükten sonra Cund el Şam adlı yerel bir İslamcı militan örgütün kurulmasına yardım etti ve 1992'de hapse atıldı.

Genel afla hapisten çıkan Zerkavi 1999'da Afganistan'a geri döndü. The Atlantic, Zerkavi'nin Usame bin Ladin'le ilk kez bu dönemde tanıştığını ve Ladin'in, Zerkavi hapisteyken örgütüne Ürdün istihbaratının sızdığından ve bu nedenle erken tahliye edildiğinden şüphelendiğini belirtiyor.

Daha sonra Afganistan'dan Kuzey Irak'ın ABD yanlısı Kürdistan bölgesine kaçan Zerkavi, kader yılı olan 2001'de savaşçıları için bir eğitim kampı kurdu.

Kayıp halka

Irak'ı 11 Eylül saldırılarına bulaştırmaya hevesli Bush yönetimi yetkililerinin, Zerkavi'nin varlığını Washington'ın oradaki jeopolitik gündemlerini örtbas etmek için kullanması uzun sürmedi. 

Şubat 2003'te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Zerkavi'nin Irak'taki varlığının Saddam'ın bir terör şebekesini barındırdığını kanıtladığını ve bunun da ABD istilasını gerektirdiğini iddia etti.

Dış İlişkiler Konseyi'ne (Council on Foreign Relations) göre "Bu iddia daha sonra çürütüldü fakat Zerkavi'nin adını geri dönülmez bir şekilde uluslararası kamuoyunun odağına yerleştirdi".

Zerkavi'nin üssünü kurduğu, Irak'ın Kürt bölgesi fiilen ABD'nin kontrolü altında olmasına rağmen Powell bu iddiayı ortaya attı. 1991 Körfez Savaşı'ndan sonra ABD Hava Kuvvetleri bölgede uçuşa yasak bölge uygulaması başlatmıştı. İsrail'in dış istihbarat teşkilatı Mossad'ın da bölgede varlığı sürdürdüğü biliniyordu ki bu, İran'ın da aktif olarak kabul ettiği ve tetikte kaldığı bir gerçek.

İlginçtir ki Zerkavi'nin üssü Irak Kürdistanı sınırları içinde yuvalanmasına rağmen Bush yönetimi onu etkisiz hale getirmek için altın bir fırsat sunulduğunda eylemsizliği tercih etti. 

Wall Street Journal, Pentagon'un Haziran 2002'de Zerkavi'nin eğitim kampına saldırmak için ayrıntılı planlar hazırladığını ancak "Zerkavi'ye yönelik baskının gerçekleşmediğini" bildirdi.

Aylar geçmesine rağmen Beyaz Saray planı onaylamadı.

Pentagon'un baş sözcüsü Lawrence Di Rita bu eylemsizliği "kampın sadece kimyasal silah ürettiğine inanıldığı için önemsendiğini" iddia ederek açıkladı, oysa kimyasal ve biyolojik silahların teröristlerin eline geçmesi tehdidi, Saddam Hüseyin hükümetinin devrilmesinin sözümona en önemli nedeniydi. 

Buna karşın dönemin ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Yardımcısı General John M. Keane, Zerkavi'nin kamptaki varlığına ilişkin istihbaratın "sağlam" olduğunu, ikincil hasar riskinin düşük olduğunu ve kampın "bugüne kadar sahip oldukları en iyi hedeflerden biri" olduğunu açıkladı. 

ABD'li General Tommy Franks'in Zerkavi'nin kampını "Başkan Bush'un ezmeye yemin ettiği terörist 'sığınaklarının' örnekleri" arasında göstermesine rağmen Bush yönetimi saldırıları onaylamayı kararlılıkla reddetti. 

Zerkavi'nin Irak'taki varlığı Irak savaşını ABD kamuoyuna kabul ettirme amacına ulaşır ulaşmaz ve Mart 2003'te istila başladıktan sonra Beyaz Saray nihayet Zerkavi'nin kampının hava saldırılarıyla hedef alınmasını onayladı. Ancak Wall Street Journal, o zamana kadar Zerkavi'nin bölgeden çoktan kaçtığını da ekliyor.

Şiilerin hedef alınması

Daha sonra Ocak 2004'te Bush yönetiminin savaş gerekçesinin temel dayanağı yıkıldı. Irak'ın kitle imha silahlarını (KİS) bulmakla görevlendirilen silah denetçisi David Kay, 9 ay süren aramanın ardından kamuoyuna "Bunların var olduğunu sanmıyorum" diye açıklama yaptı. 

Guardian, KİS'lerin bulunamamasının Irak'ı istila etmesinin altındaki temele vurduğu yıkıcı darbenin derecesinin, artık "Bush'un bile savaşa girme gerekçelerini yeniden yazmasına" yol açtığını aktardı.

KİS utancı tırmanırken 9 Şubat'ta Dışişleri Bakanı Powell istiladan önce Zerkavi'nin "Irak'ta aktif olduğunu ve Iraklıların bilmesi gereken şeyler yaptığını" bir kez daha iddia etti.

Ve biz hâlâ bu bağlantıları arıyor ve kanıtlamaya çalışıyoruz.

Bundan iki hafta önce ABD istihbaratı, Zerkavi'nin yazdığını iddia ettiği 17 sayfalık bir mektubu rahatlıkla kamuoyuna açıklamıştı. Mektubun yazarı çeşitli terör saldırılarının sorumluluğunu üstleniyor, Irak'taki Şiilerle savaşmanın işgalci ABD ordusuyla savaşmaktan daha önemli olduğunu savunuyor ve ülkedeki Sünni ve Şii topluluklar arasında bir iç savaş çıkarmaya yemin ediyordu. 

Takip eden aylarda ABD'li yetkililer Irak'taki Şiileri hedef alan bir dizi acımasız bombalama eylemini Zerkavi'ye mal etti ancak Zerkavi'nin olaya karıştığına dair kanıt sunmadı. 

Mart 2004'te Kerbela'daki ve Bağdat'ın Kazımiye ilçesindeki Şii türbelerine düzenlenen intihar saldırılarında Aşure Günü'nü anmak için ibadet eden 200 kişi öldürüldü. Nisanda Irak'ın güneyinde Şiilerin çoğunlukta olduğu Basra kentinde bombalı araçlarla düzenlenen saldırılarda en az 50 kişi öldürüldü.

El Kaide, Kerbela ve Kazımiye saldırılarıyla ilgili Al Jazeera aracılığıyla bir açıklama yayımlayarak herhangi bir şekilde dahil olduğunu şiddetle reddetse de Geçici Koalisyon Yönetimi Başkanı Paul Bremer, Zerkavi'nin işin içinde olduğunda ısrar etti.

Irak'ta Zerkavi'nin yaptığı iddia edilen Şiilere yönelik saldırılar, ABD işgaline karşı direnen Sünni ve Şiilerin arasını açmaya katkı sağlayarak gelecekteki mezhep savaşının tohumlarını ekti.

Bu durum, Sünni ve Şii grupların işgale karşı direnişte güçlerini birleştirmesini engellemeye çalışan ABD ordusunun işine yaradı.

"Düşmanlarımızı bölmek"

Nisan 2004'te Başkan Bush, Sünni direnişin merkez üssü haline gelen, Enbar ilindeki Felluce'nin kontrolünü ele geçirmek için topyekun istila emri verdi. 

Şehri "yatıştırma" sözü veren Tuğgeneral Mark Kimmitt silahlı helikopter, insansız gözetleme uçakları ve F-15 savaş uçaklarını kullanarak saldırıyı başlattı. 

Deniz piyadelerinin çok sayıda sivili öldürmesi, pek çok ev ve binayı yerle bir etmesi ve kent sakinlerinin çoğunu yerinden etmesi nedeniyle saldırı tartışmalı bir hal aldı.

Geniş çaplı kamuoyu baskısı sonucu nihayetinde Başkan Bush saldırıyı iptal etmek zorunda kaldı ve Felluce, ABD kuvvetleri için "girilmez" bölge haline geldi.

Felluce'de asker bulundurmanın başarısızlığa uğraması, ABD'li planlayıcıların Sünni direnişini içeriden zayıflatmak için Zerkavi kartına geri dönmesine neden oldu. Haziranda üst düzey bir Pentagon yetkilisi Zerkavi'nin "Sünnilerin kalesi Felluce'de saklanıyor olabileceğini" gösteren "yeni bilgilerin" gün yüzüne çıktığını iddia etti.

Pentagon yetkilisi "ancak bu bilginin ez-Zerkavi'yi bulmaya çalışmak üzere askeri bir operasyon başlatılmasına izin verecek kadar net olmadığı uyarısında" bulundu.

Zerkavi ve diğer cihatçıların Felluce'de aniden ortaya çıkması tesadüf değildi. 

Thomas Henriksen, ABD Özel Harekat Komutanlığı için yazdığı "Düşmanlarımızı Bölmek" başlıklı raporda ABD ordusunun Felluce ve başka yerlerde düşmanları arasındaki farklılıklardan istifade etmek için Zerkavi'yi kullandığını açıkladı.

ABD ordusunun "düşmanlarının birbirini ortadan kaldırması" için "düşmanlar arasındaki ölümcül karşılaşmaları körükleme" hedefini sürdürdüğünü yazan Henriksen, "Bölünmeler olmadığında Amerikalı harekatçılar bunları kışkırttı" diye ekliyor.

Felluce Vaka Çalışması

Henriksen daha sonra 2004 sonbaharında Felluce'de yaşananları, "isyancıları isyancılarla savaştırmak için gereken zekice entrikaları sergileyen" bir "vaka çalışması" olarak aktarıyor. 

Thomas Henriksen, Zerkavi ve diğer cihatçıların tekfirci-Selefi görüşlerinin, milliyetçi olan ve Sufi dini anlayışını benimseyen yerel direnişçilerle gerginliğe yol açtığını açıkladı. Yerel direnişçiler, Zerkavi'nin yabancı gazetecileri kaçırmak, ayrım gözetmeksizin yaptığı bombalamalarla sivilleri öldürmek ve ülkenin petrol ve elektrik altyapısını sabote etmek gibi taktiklerine de karşı çıktı. 

Henriksen ayrıca ABD'nin Felluce'deki "isyancıların kendi içindeki güçlerden faydalanarak bunları derinleştiren" psikolojik operasyonlarının "her gece yaşanan ve koalisyon güçlerinin dahil olmadığı silahlı çatışmalara" yol açtığını açıkladı.

Bu bölünmeler kısa süre içinde Sünni direnişin diğer kaleleri olan Enbar ilindeki Ramadi'ye ve Bağdat'ın Edhemiye bölgesine de sıçradı.

ABD istihbaratının Felluce'de Zerkavi aracılığıyla kışkırttığı bölünmeler, Kasım 2004'te Bush'un yeniden seçilmesinden birkaç gün sonra ABD'nin bu huzursuz kenti bir kez daha istila etmesinin önünü açtı.

BBC muhabiri Mark Urban, savaştan sonra aralarında yüzlerce sivilin de olduğu 2 bin cesede ulaşıldığını bildirdi.

Buna uygun bir şekilde Urban, "Ebu Musab ez-Zerkavi'nin ölenler arasında olmadığını" ve saldırı başlamadan önce kentin etrafındaki ABD kordonundan kaçtığını da ekledi.

Yurtiçi tüketim

Daha sonra ABD askeri istihbaratı, Zerkavi'nin ABD işgaline karşı savaşan Sünni isyandaki rolünü öne çıkarmak için psikolojik operasyonlar yürüttüğüne değindi. 

Nisan 2006'da Washington Post, "ABD ordusunun Irak El Kaidesi liderinin rolünü büyütmek için propaganda kampanyası yürüttüğünü" ve bunun "Bush yönetiminin savaşı 11 Eylül 2001 saldırılarından sorumlu örgüte bağlamasına" katkı sağladığını bildirdi.

Post, ABD'li Albay Derek Harvey'in şu açıklamasını aktardı:

Zerkavi'ye odaklanmamız onun karikatürünü büyüttü, deyim yerindeyse onu gerçekte olduğundan daha önemli hale getirdi.

Washington Post'un haberine göre psikolojik harekat kampanyasını detaylandıran iç belgelerde "daha geniş çaplı bir propaganda kampanyasının hedefleri arasında 'ABD Ev Halkı' açıkça listeleniyor".

Zerkavi'yi öne çıkarma kampanyası, Başkan Bush'a Ekim 2004'teki yeniden seçilmek için yürüttüğü kampanya sırasında da fayda sağladı. Demokrat rakibi John Kerry, Irak'taki savaşı Afganistan'daki Terörle Savaş denen süreçten sapma olarak nitelendirdiğinde, Başkan Bush buna şu iddiayla yanıt verdi:

Bir terörist vakası, [Kerry'nin] düşüncelerinin ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor. Bugün Irak'ta karşı karşıya olduğumuz terörist lider, bomba yüklü araçların yerleştirilmesi ve Amerikalıların kafalarının kesilmesinden sorumlu olan Zerkavi adında bir adam.

Nick Berg'ü kim öldürdü?

Irak'ta ABD'li bir müteahhit olan Nick Berg'ün Zerkavi tarafından kafasının kesildiği iddia edildi. Mayıs 2004'te Batılı haber kaynakları Guantanamo tarzı turuncu bir tulum giyen Berg'ün bir grup maskeli adam tarafından kafasının kesildiğini gösteren bir video yayımladı.

Videoda Zerkavi olduğunu iddia eden maskeli bir adam, ABD'nin kötü şöhretli Ebu Gureyb Cezaevi'ndeki tutuklulara yaptığı işkenceye karşılık olarak Berg'ün öldürüldüğünü söylüyordu.

Irak'ta yeniden yapılanma ihalelerini kazanmaya çalışan Berg, Musul'da ABD nezarethanesinde bir ay geçirdikten ve FBI tarafından defalarca sorgulandıktan birkaç gün sonra ortadan kaybolmuştu.

Kaybolmasından bir ay sonra 8 Mayıs'ta, ABD ordusu Bağdat yakınlarında bir yol kenarında başı kesilmiş halde cesedini bulduğunu iddia etti.

Ancak Berg'ü Zerkavi'nin öldürdüğüne dair ABD'nin öne sürdüğü iddialar güvenilir değil. Sydney Morning Herald'ın o dönem bildirdiği üzere kafa kesme videosunun düzmece olduğuna ve Berg'ün FBI sorgusundan görüntüler içerdiğine dair kanıtlar var. Irak'tan değil Londra'dan internete yüklenen video, CNN ve Fox News'un indirmesine yetecek kadar bir süre yayında kaldı. 

Tuğgeneral Mark Kimmitt de Berg'ün ABD ordusu tarafından gözaltında tutulduğu konusunda yalan söyleyerek bunun yerine Musul'da sadece Irak polisi tarafından tutulduğunu iddia etti.

Ancak video Amerikan halkının zihninde, Zerkavi ve El Kaide'nin büyük bir terör tehdidi olduğu fikrini pekiştirdi. 

ABD'de öyle bir etki yarattı ki videonun yayımlanasının ardından internette en çok yapılan aramalarda "Nick Berg" ve "Irak savaşı" terimleri bir süreliğine pornografi ve ünlü isimler Paris Hilton ve Britney Spears'ın yerini aldı.

Mezhepçilik, ABD-İsrail'in temel hedeflerinden biri

Şubat 2006'da Irak'ın iç kesimindeki Sünni kenti Samarra'da yer alan Şii el Askeri Türbesi'nin bombalanmasının ardından büyük çaplı bir mezhep savaşı patlak verdi ancak ülkedeki en yüksek ve en etkili Şii otorite olan Büyük Ayetullah Ali el Sistani'nin dini rehberliği sayesinde olayların boyutu hafifletildi.

El Kaide saldırıyı üstlenmese de Başkan Bush daha sonra "türbenin bombalanmasının tamamen mezhepsel şiddet yaratmayı amaçlayan bir El Kaide komplosu olduğunu" iddia etti.

Zerkavi nihayet bundan birkaç ay sonra, 7 Haziran 2006'daki bir ABD hava saldırısında öldürüldü. Iraklı yasa yapıcı Vael Abdullatif, Zerkavi'nin öldüğü sırada cep telefonunda üst düzey Iraklı yetkililerin telefon numaralarının kayıtlı olduğunu ve bunun da Zerkavi'nin, ABD destekli Irak hükümeti içindeki unsurlar tarafından kullanıldığını gösterdiğini söyledi.

Zerkavi öldüğü sırada, kaos ve mezhep çatışmasını kışkırtarak Irak'ı bölme ve zayıflatma yönündeki yeni muhafazakar gündem doruk noktasına ulaşmıştı. Bu hedef, IEK'nin halefi olan bir örgütün (DEAŞ) ortaya çıkmasıyla daha da şiddetlendi ve bu örgüt birkaç yıl sonra komşu Suriye'nin istikrarsızlaştırılmasında büyük bir rol oynadı, oradaki mezhepsel gerilimleri ateşledi ve Irak'taki ABD askeri yönetiminin yenilenmesine gerekçe sağladı.

The Cradle

Independent Türkçe



Doha’daki toplantı, Gazze Şeridi ve savaş sonrası güvenlik mühendisliği

İsrail güçlerinin çekilmesinden sonra Gazze'de yıkılmış binaların yakınında yer alan yerinden edilmiş kişiler için kurulan çadırların havadan bir fotoğrafı, Ekim 2025 (Reuters)
İsrail güçlerinin çekilmesinden sonra Gazze'de yıkılmış binaların yakınında yer alan yerinden edilmiş kişiler için kurulan çadırların havadan bir fotoğrafı, Ekim 2025 (Reuters)
TT

Doha’daki toplantı, Gazze Şeridi ve savaş sonrası güvenlik mühendisliği

İsrail güçlerinin çekilmesinden sonra Gazze'de yıkılmış binaların yakınında yer alan yerinden edilmiş kişiler için kurulan çadırların havadan bir fotoğrafı, Ekim 2025 (Reuters)
İsrail güçlerinin çekilmesinden sonra Gazze'de yıkılmış binaların yakınında yer alan yerinden edilmiş kişiler için kurulan çadırların havadan bir fotoğrafı, Ekim 2025 (Reuters)

Omar Harkous

Katar'ın başkenti Doha’da 16 Aralık Salı, yani bugün ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) daveti üzerine 25'ten fazla ülkenin temsilcilerinin bir araya geleceği bir toplantı düzenlenecek. Toplantıda, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze'deki çatışmayı sona erdirme planının ‘ikinci aşamasının’ kaderini belirlemek üzere Uluslararası İstikrar Gücü’nün (UİG) ana hatları çizilecek.

Plan, geçtiğimiz ekim ayında varılan ateşkesi sürdürülebilir güvenlik ve siyasi düzenlemelere dönüştürmeyi amaçlıyor.

Toplantı, sahada ve siyaset sahnesinde karmaşıklığın hâkim olduğu bir atmosferde gerçekleşiyor. İlk aşama, büyük çaplı çatışmaları durdurmayı ve rehineler ile tutukluların takasını sağlamayı başardıysa da Gazze, Şeridin kuzeyini, doğusunu ve güneyini batıdan ayıran İsrail’in ‘sarı çizgisi’ ile fiilen bölünmüş durumda.

Washington, Hamas’ın silahsızlandırılması, Türkiye'nin rolü ve Trump'ın bizzat başkanlık edeceği ‘barış konseyinin’ yapısı konusunda tartışmalar sürerken, güvenlik boşluğunu doldurmak için uluslararası bir gücün konuşlandırılmasını istiyor.

Doha toplantısı, ‘teorik diplomasiden operasyonel planlamaya’ geçişin bir dönüm noktası. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 17 Kasım 2025’te ‘Trump planına’ uluslararası meşruiyet kazandıran 2803 sayılı kararı kabul etmesinin ardından, ABD artık somut bir uygulama mekanizması sunmakla yükümlüdür. Operasyon odasına dönüşen toplantı, dosyanın dışişleri bakanlıklarının koridorlarından generallerin haritalarına taşınmasıyla birlikte bir sonraki aşamanın askeri ve güvenlik niteliğini yansıtıyor.

Operasyon odası

Toplantı, Uluslararası İstikrar Gücü için operasyon konseptine odaklanırken, ABD katılımcı ülkelerden sağlanacak asker sayısı, silahlanma angajman kuralları ve finansman konusunda somut taahhütler talep ediyor.

Toplantının yeri olarak Doha'nın seçilmesi ise bazı anlamlar taşıyor. Bunların başında Hamas ile önemli bir arabulucu rolü oynayan Katar’ın, Gazze’yi yönetmek üzere Hamas'ın yerini alması beklenen gücün askeri planlamasına ev sahipliği yapması geliyor ve Doha'nın siyasi etkisi ile Washington ile olan stratejik ilişkisi arasındaki dengeyi yansıtıyor.

Toplantıya, tarafların çatışan çıkarlarının mozaiğini temsil eden ve ‘heterojen’ olarak tanımlanan bir listede 25’ten fazla ülke katılıyor. Bu ülkelerin başında da katılımcı ülkelerden asker sayısı, silahlanma, angajman kuralları ve finansman konusunda somut taahhütler almaya çalışan ABD geliyor. Toplantıya katılan Arap ülkeleri arasında ise Katar, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yer alıyor, ancak farklı gündemler de mevcut.

Sahadaki ana garantör olmak isteyen Türkiye, İsrail'in güçlü muhalefetine rağmen toplantıya katılıyor. En önde gelen katılımcı olarak tanımlanan Endonezya, barış gücü olarak 20 bin asker göndermeyi teklif ediyor. Avrupa Birliği (AB) de yeniden yapılanma için ayrılan fonlarının yeni bir çatışma dalgasına gitmemesini sağlamak için ‘finansör ve gözlemci’ olarak toplantıya katılıyor.

Dört çelişki

Doha'daki toplantıda tartışılacak en önemli konular, ertelenemeyecek dört temel çelişki söz konusu.

Bunların ilki, (Endonezya ve Pakistan gibi) İsrail'i tanımayan Müslüman ülkeler ordularının, İsrail ordusu ile yakın güvenlik koordinasyonu gerekliliklerini nasıl yerine getireceğini ele alacak bir komuta ve kontrol yapısı. ABD’nin buna ortak gücün komutasını ABD’li bir generale verme önerisinde bulundu. ABD, bu generalin ‘emniyet valfi’ görevi görmesini ve tüm taraflarca kabul edilebilir bir figür olmasını sağlamayı planlıyor.

İkincisi, İsrail için en tartışmalı konu olan angajman kuralları. Reuters'a konuşan ABD'li yetkililer, UİG’nin Hamas ile savaşmayacağını, bunun Lübnan'ın güneyinde Birlemiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü (UNIFIL) tarafından oynanan role benzer olduğunu söyledi.

Üçüncüsü, coğrafi konuşlanma konusu, yani UİG’nin ilk olarak hangi bölgeleri ele geçireceğinin belirlenmesi. Veriler, gücün, tampon ve deneme bölgesi olarak hizmet etmek üzere, İsrail ordusunun ‘sarı hattın’ doğusundan çekildiği bölgelerden başlayacağını gösteriyor.

Dördüncü ise lojistik finansmanı. Katılımcılar, yüzde 83'ü tahrip olmuş bir bölgede uluslararası askeri bir güç için askeri üslerin inşası ve askeri saha operasyonlarının maliyetlerini hangi ülkelerin karşılayacağını tartışıyor.

Toplantıya, tarafların çatışan çıkarlarının mozaiğini temsil eden ve ‘heterojen’ olarak tanımlanan bir listede 25’ten fazla ülke katılıyor.

Askeri analiz

Trump yönetimi ‘Önce Amerika’ sloganını öne sürerek dış taahhütlerini azaltmak istese de, Gazze'deki gerçekler farklı bir denklem dayatıyor. Washington’ın istikrar gücü komutanlığına bir Amerikan general atama planı, farklı sonuçlar doğuruyor. Bunlardan ilki, İsrail'e tüneller ve kaçakçılıkla ilgili istihbarat bilgilerinin ciddiye alınacağına dair güvence vermek ve katılımcı ülkelere İsrail’in değil ABD’nin himayesi altında faaliyet gösterebilmeleri için siyasi destek sağlıyor.

fgthy
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan Netzarim Koridoru’nu kullanarak Gazze şehrine giden Filistinliler, 11 Ekim 2025 (AFP)

ABD’li yetkililer, sahada ABD askeri bulunmayacağını ısrarla söylüyorlar. Bu da ABD'nin rolünün komuta, kontrol, iletişim ve istihbaratla sınırlı olacağı, devriye görevleri, doğrudan çatışmalar ve sahadaki risklerin ise ortak ülkelerin omuzlarına bineceği anlamına geliyor.

Türkiye... iki adım geriden

NATO üyesi Türkiye, UİG’de vazgeçilmez bir ortak olarak kendini gösteriyor, ancak İsrail Türkiye’nin katılımına karşı çıkıyor.

Anlaşmazlık ideolojik ve operasyonel nitelikte. Zira İsrail, AK Parti iktidarındaki Türkiye'yi Hamas'ın destekçisi olarak görüyor ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Gazze'deki varlığının kalıcı bir etkiye dönüşmesinden korkuyor.

Öte yandan Washington, Türkiye'yi NATO yeteneklerine sahip güçlü bir lojistik ortak olarak görüyor ve İsrail ordusuyla doğrudan sürtüşmeyi azaltmak için Türkiye'yi operasyonların deniz veya hava unsurlarına entegre etmeye çalışabilir.

Trump'ın planı ve yönetim yapısı

Mevcut hamleler, Trump’ın ‘Barış ve Refah Bildirgesi’ne dayanıyor. Bu bildiri, Rusya ve Çin'in çekimser kalmasıyla BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilmiş ve Gazze'yi kökten yeniden şekillendirmeyi amaçlayan 20 maddeden oluşuyor.

gthyj
ABD Başkanı Donald Trump, Gazze savaşını sona erdirmek için Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde düzenlenen zirveye katılımı sırasına, 13 Ekim 2025 (Reuters)

Doha’daki zirveden sonra yürürlüğe giren planın ikinci aşaması, Hamas'ın askeri altyapısının yok edilmesi ve yeniden silahlanmasının önlenmesi, İsrail ordusunun işgal ettiği bölgelerden kademeli olarak çekilmesi ve sivil idarenin uluslararası denetim altında çalışan apolitik (teknik) bir Filistin komitesine devredilmesini öngörüyor. Ayrıca, Hamas'ın fonlardan yararlanmamasını sağlamak için yeniden yapılanma ‘Gazze Barış Kurulu’ tarafından denetlenecek. Planın en tartışmalı yeniliklerinden biri, Donald Trump’ın bizzat başkanlık edeceği ve geçiş döneminde Gazze’yi denetleyecek en yüksek otorite olarak tasarlanan Gazze Barış Kurulu. Dikkatler, Barış Kurulu ile birlikte çalışacak ve Jared Kushner ve Steve Witkoff gibi Trump'a yakın isimlerin yanı sıra bağışçı ülkelerin temsilcilerini de içerecek bir Uluslararası Yürütme Konseyi’nin kurulmasına çekildi. Bu değişiklik, Trump yönetiminin konuyu ‘gayrimenkul anlaşması’ ve yatırım geliştirme zihniyetiyle yönetme arzusunu yansıtıyor.

Planın en tartışmalı yeniliklerinden biri, Donald Trump'ın bizzat başkanlık edeceği Gazze Barış Kurulu.

Sarı Hat ve aşiretler

Uluslararası istikrara yönelik zorluklar, Gazze'nin mevcut haritasına bakmadan anlaşılamaz. Sarı Hat sadece hayali bir çizgi değil, yaşam koşulları ve güvenlik açısından tamamen farklı iki bölgeyi ayıran bir ateş duvarıdır. Yeşil bölge (İsrail kontrolü altında), Gazze Şeridi’nin yüzölçümünün yüzde 53 ila 58'ini oluşturuyor.

Bu bölge, doğudaki tarım arazilerini, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya şehirlerini, Gazze şehrindeki Şucaiyye ve ez-Zeytun mahallelerinin büyük bir bölümünü kapsamakta ve güneyde Philadelphi (Selahaddin) Koridoru’na kadar uzanıyor. Bu bölgeler neredeyse tamamen nüfussuz ve yıkılmış durumdadır ve İsrail bunları ‘güvenlik tampon bölgesi’ olarak görüyor. Kırmızı bölge (Hamas/aşiretlerin kontrolü altında), hizmetlerin çöktüğü ve Hamas'ın silahlı klanlarla nüfuz mücadelesi verdiği, yaklaşık iki milyon Filistinlinin yaşadığı bir bölgedir.

frgt
Gazze şehrinin ed-Derec Mahallesi’nde İsrail'in hava saldırısında yıkılan binaların enkazı arasında kurtarılabilir eşyaları arayan Filistinliler, 16 Temmuz 2025 (AFP)

İsrail, Hamas’ın Gazze Şeridi’ndeki kontrolünün zayıflaması ve Filistin Yönetimi'nin yokluğunun yarattığı güvenlik boşluğunda yardımların dağıtımını ve yerel güvenliğin sağlanmasını üstlenmeleri için Gazze’nin ileri gelen ailelerinin liderleriyle ‘aşiretleri harekete geçirme’ stratejisine yöneldi. Ancak bu strateji kanlı sonuçlara yol açtı. Refah'taki Halk Güçleri lideri Yasir Ebu Şebab'a düzenlenen suikast ve İsrail ile iş birliği yapılmasını önlemekle görevli Hamas İç Güvenlik Teşkilatı’nın üst düzey yetkilisi Ahmed Zemzem'e düzenlenen suikast buna örnek olarak gösterilebilir. Zemzem suikastını, Hamas karşıtı bir milis grup olan Halk Güçleri üstlendi.

Sonuç olarak, UİG sadece Hamas ve İsrail ile karşı karşıya kalmayacak, aynı zamanda kendini aşiretler arası kan davaları ve değişen sadakatlerin oluşturduğu bir ‘mayın tarlasının ortasında bulacak ve bu da ‘Gazze Şeridi’nde istikrarı sağlama’ görevini zorlaştıracak.

Silahlar depolara mı kaldırılacak imha mı edilecek?

Dikkat çekici bir gelişme olarak Hamas, uzun vadeli bir ateşkesin çerçevesinde silahlarını üçüncü bir tarafın denetimi altındaki depolara kaldırma konusunu görüşmeye hazır olduğunu açıkladı. Bunun karşılığında, liderlerinin hedef alınmayacağı ve İsrail'in geri çekileceği garantisi verilmesi şartıyla, silahları kullanmayacağına dair taahhütte bulundu. Bu hamle, Hamas’ın gelecekte askeri yapısını ‘dondurmak’ ve silahlarını teslim etmekten kaçınmak için yaptığı bir girişimdi.

v
New York’ta BMGK’nın, İsrail'in Gazze Şeridi'nde yürüttüğü savaşı sona erdirme önerisini görüştüğü toplantıdan bir kare, 17 Kasım 2025 (AFP)

Ancak İsrail, silahların depolara kaldırılması önerisini reddediyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Trump’ın planının amacının silahsızlanma olduğunu, silahların depolara kaldırılması olmadığını savunuyor.

İsrail, uluslararası güçler ayrıldıktan veya koşullar değiştiğinde depolanan silahların kolaylıkla geri alınabileceğinden endişe ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD, Trump'ın planıyla İsrail'in tutumunu destekliyor ve ‘askeri altyapının imha edilmesini’ istiyor. Bu da Doha’daki toplantının karşı karşıya olduğu bir ikilem. UİG, Hamas'la savaşmayacaksa, onu silahlarını teslim edip imha etmeye nasıl zorlayacak? Bu çelişki, ikinci aşamadaki en büyük boşluk olarak karşımıza çıkıyor.

Gelecek senaryolar

Doha’daki toplantı sadece geçici bir durak değil, aynı zamanda Washington’ın bu bölgede bir güvenlik sistemi kurma yeteneğini test edeceği bir an. UİG’nin kurulmasında başarılı olunursa, Gazze'de nispeten bir istikrar sağlanabilir. Ancak Haması’ı silahsızlandırma görevi ile ona karşı savaşmama kuralı arasındaki çelişki, Sarı Hat ile nüfus patlamasının gerçekliği arasındaki uçurum ve İsrail'in Türkiye'nin rolünü reddetmesi gibi çok büyük zorluklar söz konusu.

Senaryolar farklı görünse de Gazze Şeridi’nin tamamına veya sadece İsrail’in kontrolündeki bölgeye uluslararası bir güç konuşlandırılması ve yardımların yoğun bir şekilde Gazze Şeridi’ne girmesine izin verilmesi veya İsrail ordusunun her bir zerreyi kontrol etmesi gibi zorlu gerçeklerle çelişiyor.

Öte yandan Ateşkesin çökmesi ve askeri saldırıların yeniden başlaması, Gazze'yi kaos ve yoksulluğa sürüklemesi, UİG’nin iki devletli çözümle başlayan barışa yönelik net bir adımın aksine, gerçek bir yetkisi olmayan sembolik bir uluslararası yapı olarak kalması korkusu tüm varlığıyla kendisini hissettirmeye devam ediyor.


Gazze: Trump'ın planı, ikinci aşamaya geçişin aksaması nedeniyle tehlikede

Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
TT

Gazze: Trump'ın planı, ikinci aşamaya geçişin aksaması nedeniyle tehlikede

Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)
Han Yunus'un kuzeyindeki mülteci kampına düzenlenen saldırının ardından çadırların üzerinden duman yükselirken insanlar sığınacak yer arıyor. (AFP)

Gün geçtikçe, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’ye ilişkin planının, Hamas ve İsrail’in tutumları nedeniyle karşılaştığı zorluklar karşısında ayakta kalıp kalamayacağına dair şüpheler artıyor.

Yirmi maddeden oluşan planın birinci aşaması, Gazze’deki silahlı grupların, İsrailli rehine cesetlerinin sonuncusunu teslim etmemesi nedeniyle henüz tamamlanamadı. İsrail, bunu ileri sürerek planın birinci aşamasındaki bazı yükümlülüklerinden kaçınıyor ve söz konusu cesedi teslim alana kadar ikinci aşamaya geçmeyi reddediyor.

Trump planına göre, birinci aşamanın yükümlülüklerinin imzadan sonraki 72 saat içinde tamamlanması öngörülüyordu. Ancak Filistinli gruplar, zayıf arama imkânları ve bölgede mevcut durumun zorluğu nedeniyle cesetlerin bulunmasında güçlük yaşadıklarını belirtti. Öte yandan, ellerindeki tüm canlı rehineleri ve ulaşabildikleri cesetleri teslim etmiş durumdalar.

Buna karşılık İsrail, Gazze’de neredeyse her gün hava ve kara operasyonları düzenlemeye, Hamas kadrolarına yönelik suikastlar gerçekleştirmeye devam ediyor. İki taraf da birbirini 10 Ekim’de uluslararası arabuluculuk ve ABD himayesinde varılan ateşkes anlaşmasını ihlal etmekle suçluyor.

Hamas silahsızlanma taahhüdünden geri adım atmayı düşünüyor

Birinci aşamadan ikinci aşamaya geçişe dair herhangi bir işaretin olmamasıyla birlikte, Hamas’ın bazı liderleri son dönemde bu aşamanın merkezinde yer alan ve örgütün silahsızlanmasını öngören taahhütten geri adım atabileceklerini ima eden açıklamalar yapmaya başladı. Bu durum, özellikle İsrailli rehine tesliminin ardından, Hamas’ın pozisyonu ve elindeki kozlar açısından birçok soru işareti doğuruyor ve anlaşmanın bütünü üzerinde ciddi bir risk oluşturuyor.

Diğer yandan Tel Aviv bu açıklamaları hemen değerlendirmeye alarak, anlaşmanın kalan aşamalarının uygulanmasında ilerleme kaydedilememesinin sorumluluğunu tamamen Hamas’a yüklemeye çalışıyor ve zaman zaman savaşı yeniden başlatma tehdidinde bulunuyor.

İsrail’in tutumu, Avrupa’nın Hamas’a yönelik eleştirileriyle de uyumlu. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Hamas’ın silah bırakmayı reddetmesinin ‘Gazze’de gerçek anlamda istikrar sağlanmasının önündeki en büyük engel’ olduğunu belirtti.

Kallas, Gazze’de herhangi bir ciddi barış sürecinin, silah konusunu ele almadan başarılı olamayacağını ve bunun uzun vadeli istikrar için temel bir şart olduğunu vurguladı.

ABD'nin anlaşmayı koruma yönündeki baskısı

İsrail’in i24NEWS televizyonu, planın uygulanmasında yer alan bir Batılı yetkilinin Hamas’ın silahlarını bırakıp bırakmayacağı konusunda ciddi şüpheler taşıdığını aktardı.

Hamas’ın bu tutumu karşısında planın neden terk edilmediğine dair soruya yanıt veren yetkili, “Birçok ülkenin durumu sorunlu bulmasına rağmen planı desteklediğini, çünkü başka bir seçenek görmediklerini” söyledi. Yetkili, “Biz ve diğer Batılı ülkeler geri çekilmeyi tercih etmiyoruz; çünkü İsrail’in Gazze’de yeniden savaşa dönmesini görmek istemiyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

Belirsizlik ortamının hâkim olduğu süreçte, ABD de anlaşmayı desteklemek ve çöküşünü önlemek amacıyla baskılarını sürdürüyor.

Tel Aviv ve Washington arasında karşılıklı suçlamalar

Bu bağlamda Axios internet sitesi, iki Amerikalı yetkiliye dayandırdığı haberinde, Beyaz Saray’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya sert bir mesaj gönderdiğini aktardı. Mesajda, Hamas’ın üst düzey askeri lideri Raid Saad’ın bu hafta başında öldürülmesinin ateşkes anlaşmasının ihlali olduğu vurgulandı.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığı habere göre Beyaz Saray’dan gelen bu ‘öfke dolu’ mesaj, Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında, anlaşmanın ikinci aşaması ve İsrail’in bölgesel politikası (özellikle Lübnan ve Suriye’ye yaklaşımı) konusundaki gerilimin arttığı bir dönemde iletildi.

fergthy
Gazze'de tutulan rehinelerin teslim edildiği gün bölgeyi koruyan silahlı kişiler (Reuters)

Üst düzey bir Amerikalı yetkili, Beyaz Saray’ın Netanyahu’ya mesajını şöyle aktardı: “Eğer itibarını zedelemek ve anlaşmalara uymadığını göstermek istiyorsan, buyur. Ama biz, Trump’ın Gazze anlaşmasının sağlanmasında arabuluculuk yaptığı itibarını zedelemene izin vermeyeceğiz.”

Buna karşılık İsrailli kaynaklar, Tel Aviv yönetiminin Trump yönetimine, anlaşmayı Hamas’ın ihlal ettiğini, askerleri hedef alıp silah kaçakçılığını yeniden başlattığını ilettiğini bildirdi.

Axios’a konuşan bir İsrailli yetkili, “Raid Saad’ın öldürülmesi, bu ihlallere yanıt olarak gerçekleştirildi ve ateşkesin devamını güvence altına almayı amaçladı” ifadesini kullandı.

Gazze'ye uluslararası istikrar gücünün konuşlandırılması için hazırlıklar sürüyor

Hamas ile İsrail arasındaki karşılıklı suçlamalardan uzaklaşmak amacıyla, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) bugün Katar’da bir konferans düzenliyor. Toplantıya 40 ülkeden temsilciler katılıyor; bunların çoğu askerî yetkililerden oluşuyor. İsrail Yayın Kurumu’na göre konferansın amacı, Trump planının ikinci aşaması kapsamında Gazze’de konuşlandırılması planlanan uluslararası istikrar gücüne katılacak ülkelerin listesini netleştirmek.

fe
Gazze şehrinde enkaz yığınları ve yıkılmış binaların arasında yürüyen Filistinli kadınlar (Reuters)

Detaylara göre, konferansta Gazze’ye asker göndermeye hazır olduklarını açıklayan ülkelerle birlikte, bu adımı atmakta tereddüt eden ülkeler ve başta İtalya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri de yer alacak.

Toplantıda, gücün görev tanımları ve hangi bölgelerde faaliyet göstereceği de ele alınacak. Tartışılacak konular arasında, gücün Hamas kontrolündeki bölgelerde mi yoksa İsrail kontrolündeki alanlarda mı faaliyet göstereceği bulunuyor.

Büyük önem taşıyan bu konferansın oturumları, İsrail’in doğrudan katılımı olmadan gerçekleştiriliyor; yaklaşık iki ay sonra konuyla ilgili ikinci bir konferansın yapılması planlanıyor.

Trump planının uygulanmasına dair net bir perspektif bulunmaması, risklerle dolu bir süreçte spekülasyonları artırıyor. Bu durum, barış çabalarını zayıflatabilecek ve bölgeyi yeniden şiddet sarmalına sürükleyebilecek bir ortam yaratıyor.


Güney Lübnan'da büyükelçilere yönelik tur ve silahların devletin elinde toplanmasına yönelik planın saha incelemesi

Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
TT

Güney Lübnan'da büyükelçilere yönelik tur ve silahların devletin elinde toplanmasına yönelik planın saha incelemesi

Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)
Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, büyükelçilere yönelik tura katıldı. (Lübnan Ordu Komutanlığı)

Lübnan Ordu Komutanlığı, siyasi otoritenin kararı doğrultusunda ordunun Litani Nehri’nin güneyindeki bölgede uygulamaya koyduğu planın birinci aşamasını ve ülke genelindeki görevlerini yerinde göstermek amacıyla, çok sayıda büyükelçi, maslahatgüzar ve askerî ataşenin katılımıyla bir saha turu düzenledi.

Pazar günü yaşanan İsrail kaynaklı gerilimin ardından dün sınır hattında büyükelçilerin ziyareti sırasında sakinlik hâkim oldu. Büyükelçilere eşlik eden Ordu Komutanı Rudolf Heykel, ordunun temel hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu vurguladı.

dcfg
Büyükelçiler ve maslahatgüzarlar, Ordu Komutanı Rudolf Heykel'in silahların devletin elinde toplanmasına yönelik plana dair açıklamasını dinliyorlar. (Lübnan Ordu Komutanlığı)

Güney Litani Bölge Komutanlığı’ndaki toplantı, Lübnan milli marşının okunması ve ordu mensuplarından hayatını kaybedenler için yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından Ordu Komutanı Rudolf Heykel bir konuşma yaparak katılımcıları selamladı ve temsil ettikleri kardeş ve dost ülkelerin Lübnan’a gösterdiği ilgiden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Heykel, İsrail’in Lübnan topraklarındaki işgalinin ve süregelen saldırılarının devam ettiğine dikkat çekerek, askerî kurumun temel hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu vurguladı. Turun amacının ise sınırlı imkânlara rağmen ordunun 1701 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) kararı ve çatışmaların durdurulmasına ilişkin anlaşmayı uygulama konusundaki kararlılığını ve kendisine verilen görevleri yerine getirdiğini göstermek olduğunu ifade etti.

Heykel ayrıca, Lübnan toplumunun tüm kesimleri gibi bölge halkının da orduya güvendiğini belirtti.

Lübnan Ordu Komutanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre toplantı kapsamında, ordunun Lübnan’ın farklı bölgelerindeki görevlerine, Güney Litani’deki genel duruma, Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) ile yürütülen iş birliğine ve ateşkesin denetlenmesine ilişkin mekanizma ile koordinasyon içinde ordunun planının birinci aşamasının uygulanmasına dair bir bilgilendirme sunumu yapıldı.

Açıklamada, katılımcıların ordunun görevini yerine getirirken sergilediği profesyonellik ve disipline övgüde bulunduğu, görev uğruna canlarını ortaya koyan askerlerin fedakârlıklarını takdir ettiği belirtildi. Toplantının ardından heyet, bazı subayların eşliğinde, ordunun planı kapsamında yer alan kimi merkez ve mevzileri kapsayan bir saha turu gerçekleştirdi.

Bu tur, ordunun kısa süre önce medya mensupları için düzenlediği benzer bir ziyaretin ardından gerçekleştirildi. Söz konusu medya turunun, hükümetin silahların tek elde toplanmasına ilişkin kararı doğrultusunda yürütülen tüm faaliyetleri kamuoyuna göstermek amacı taşıdığı, özellikle ordunun güvenlik kontrolünü devralma ve durumu yönetme kapasitesini sorgulayan eleştiriler ve şüpheci yaklaşımlar karşısında bu adımın atıldığı belirtildi.

Turun, Paris’in 18 Aralık’ta Lübnan ordusuna destek amacıyla bir hazırlık konferansına ev sahipliği yapmasından üç gün önce gelmesi dikkat çekti. Konferansa, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Lübnan Özel Temsilcisi Jean-Yves Le Drian, Macron’un siyasi danışmanı Anne-Claire Legendre, Lübnan Ordu Komutanı Rudolf Heykel ile ateşkes denetim mekanizmasına ABD adına katılan Morgan Ortagus’un katılması bekleniyor.