Berri: İsrail bizi savaşa sürüklüyor ve biz buna izin vermeyeceğiz

Şarku'l Avsat'a konuşan Berri, Nasrallah'ın Netanyahu'nun Lübnan'a yönelik tehditlerine yanıt verdiğini söyledi.

Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (DPA)
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (DPA)
TT

Berri: İsrail bizi savaşa sürüklüyor ve biz buna izin vermeyeceğiz

Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (DPA)
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (DPA)

İsrail'in Lübnan'a karşı zaman zaman güneyden Kuzey Bekaa bölgesini de içine alan eşi benzeri görülmemiş askeri gerilimi, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri'nin Şarku’l Avsat'a söylediği gibi, “Lübnan’ı savaşın içine çekme” bağlamında geliyor. Şarku’l Avsat’a özel açıklamalarda bulunan Berri, “İsrail bizi savaşa sürüklüyor ve biz buna izin vermeyeceğiz. İtidalli davranmaya devam edeceğiz ve Litani'nin güneyindeki kasaba ve köylerin çoğunu ıssız yanmış topraklara dönüştürerek son iki günde zirveye ulaşan İsrail saldırganlığını absorbe etmek için çalışacağız. Yurt içinde ve yurt dışında herkes çok iyi biliyor ki, ne insanı ne de taşı toprağı esirgemeyen saldırganlıklarında ne kadar ileri giderlerse gitsinler onlara bahane sağlamayacağız” ifadelerini kullandı.

Berri, ‘İsrail'in, ister işgal altındaki Filistin sınırı boyunca isterse de güneyin derinliklerinde olsun, onlarca kasaba ve köyü sistematik bir şekilde yok ederek mümkün olanın ötesine geçen saldırılarının, savaşı genişletme kararı alması için Lübnan’ı kışkırtmayacağını’ vurguladı.

Uluslararası toplumun, Gazze Şeridi'nde devam eden savaşı Güney Lübnan'ı da kapsayacak şekilde genişletme tehdidinde bulunanın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu olduğunu çok iyi biliyor. Bu nedenle Beyrut ve Tel Aviv arasında gidip gelen elçilerin Netanyahu'ya savaşı genişletmemesi için baskı yaptığını belirten Berri, “Biz kendi payımıza, sivillere karşı işlediği ve işlemeye devam ettiği katliamlara rağmen ona bahane sunmayacağız” dedi.

Berri, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Kudüs Günü münasebetiyle yaptığı konuşmada “Lübnan'daki direnişin savaştan korkmadığını ve her türlü savaşa hazır olduğunu, eğer isterlerse onlara (düşmana) ‘Merhaba ve hoş geldiniz’ diyeceğini” hatırlattı. Berri, Nasrallah’ın İsrail'in savaşı genişletme tehdidine yanıt verdiğini ve bunun bazılarının inanmak istediği gibi savaşı başlatacağı anlamına gelmediğini söyledi.

Berri, İsrail'e Gazze'ye yönelik saldırganlığını durdurması için baskı yapılması çağrısında bulundu. Zira ateşkes Güney Lübnan'ı da kapsayacak ve İsrail'in Temmuz 2006'daki savaşta saldırganlığına son veren ve yayınlanmasından bu yana uymadığı 1701 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) kararının uygulanmasına kapı açacaktır.

Berri, Hizbullah'ın desteğiyle Hochstein ile görüşüyor

Bu bağlamda Şii İkili’ye yakın bir kaynak Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, 1701 sayılı BM kararının uygulanması için gerekli siyasi atmosferi sağlama çabasında olan ABD'li arabulucu Amos Hochstein ile Berri’nin olumlu ve esnek bir şekilde görüştüklerini doğruladı. Ayrıca Berri'nin Lübnan ile İsrail arasındaki kara sınırını belirlemeye yönelik ilk belgeyi sunduğunu açıkladı.

Aynı kaynak, Berri'nin, müttefiki Hizbullah'ın koşulsuz desteği ve Başbakan Necib Mikati'nin eşliğinde ABD'li arabulucu ile müzakere ettiğini bildirdi. Hochstein, 1701 sayılı BM kararının uygulanması için kademeli bir çözüm çağrısında bulunurken, Berri geri dönüşünü İsrail'in kararı uygulayacak mekanizmayı onaylamasına bağladı ki bu şu ana kadar gerçekleşmedi.

Aynı kaynak bir soru üzerine 1701 sayılı BM kararının değiştirilemeyeceğini söyledi. Netanyahu'nun savaşı Güney Lübnan'ı da kapsayacak şekilde genişletmesini engellemeye yönelik uluslararası baskıların arkasında, Hamas'ın Gazze Şeridi çevresindeki İsrail yerleşimlerini işgal ederek yaptıklarını tekrarlamasını önlemek için Hizbullah'ın askeri yapısının vurulması gerektiği bahanesinin yatmakta olduğunu açıkladı.

Şii İkili’nin İsrail'e savaşı genişletmesini haklı çıkaracak bahaneler sunmakla ilgilenmediğini vurgulayan kaynak, Nasrallah'ın açıkladığı pozisyonda yeni olanın, İsrail'in Şam'daki İran konsolosluğuna yönelik saldırısına İran'ın yanıtının kaçınılmaz olarak geleceği iddiasında yattığını belirtti. Nasrallah'ın izleyicilerine ve destekçilerine öykünmek istediğini, muhaliflerine tansiyonu yükselten ve uçurumun derinleşmesine yol açan sözlerle saldırmak yerine, onlarla farklılık konumundan diyalog yolunu açan sakin bir şekilde hitap etmeye dikkat etmediğini söyledi.

Kaygının giderilmesi

Nasrallah'ın neden siyasi çevresine hitap etmeyi ve İsrail'in Şam'daki İran konsolosluğunu hedef almasına cevabının geleceğini söyleyerek, İran adına konuşmayı seçtiği ve dinleyicilerine moral verecek ve endişelerini gidermek için onları harekete geçirecek bir şekilde hitap etmek zorunda olup olmadığı konusunda ise aynı kaynak; Nasrallah'ın, Tahran'ı istemediği ya da öngörmediği bir pozisyona bağlamak için değil, cevap vermekten başka seçeneği olmadığını vurgulayan ilk kişi olduğu için İran'ın cevabını çağrıştırmak zorunda kaldığını söyledi. Ayrıca İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve Kudüs Gücü'nün birçok üst düzey komutanını hedef alan operasyonlar boyunca yaptığı gibi sessiz kalmayacağına dair güvence verdi.

Nasrallah bu kez dinleyicilerine Tahran'ın Şam'daki konsolosluğuna yapılan saldırıdan önce bugünkünden farklı olduğunu ve direniş ekseninin zorbalığa uğrama ve İsrail'e ve onun arkasındaki ABD'ye, DMO ve Kudüs Gücü'nün üst düzey komutanlarının peşine düşme konusunda elini serbest bırakma endişelerini gidermek için yanıt vermesi gerektiğini anlatmak istedi.

Nasrallah ayrıca, İsrail'in tehditlerine karşılık olarak Hizbullah’ın savaşa hazır olmasıyla, Netanyahu ve Savaş Kabinesi’nin dönüşümlü olarak başlattığı yıldırma kampanyalarına boyun eğmeyerek destekçilerinin ve halkın moralini yükseltmek istedi. Tel Aviv'in uyguladığı psikolojik savaş, Hizbullah bunu reddetse de kaynağa göre İsrail, en azından öngörülebilir gelecekte savaşı genişletme yoluna gitti ve bu, bu sayıda sınır kasabası ve köyünü neden sistematik olarak yok etmeye devam ettiğini açıklıyor.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.