Arap ülkeleri iki zirve arasında “tufandan” nasıl kurtulacak?

Bu zirveler gerçekleşmeden herhangi bir çözüm ne mümkün ne de sürdürülebilir olur

Bahreyn'in başkenti Manama'da 16 Mayıs'ta 33'üncüsü düzenlenecek olan Arap Birliği Zirvesi’ne katılacak Arap ülkelerinin liderlerini karşılama mesajı yazan bir reklam panosu
Bahreyn'in başkenti Manama'da 16 Mayıs'ta 33'üncüsü düzenlenecek olan Arap Birliği Zirvesi’ne katılacak Arap ülkelerinin liderlerini karşılama mesajı yazan bir reklam panosu
TT

Arap ülkeleri iki zirve arasında “tufandan” nasıl kurtulacak?

Bahreyn'in başkenti Manama'da 16 Mayıs'ta 33'üncüsü düzenlenecek olan Arap Birliği Zirvesi’ne katılacak Arap ülkelerinin liderlerini karşılama mesajı yazan bir reklam panosu
Bahreyn'in başkenti Manama'da 16 Mayıs'ta 33'üncüsü düzenlenecek olan Arap Birliği Zirvesi’ne katılacak Arap ülkelerinin liderlerini karşılama mesajı yazan bir reklam panosu

Elie el-Kasifi

Arap Birliği Zirvesi'nin 33’üncü olağan oturumu 16 Mayıs'ta Bahreyn'in başkenti Manama'da ilk kez gerçekleştirilecek. Zirve, sekizinci ayına giren ve askeri operasyonların hızı ne olursa olsun haftalar, aylar hatta yıllar boyunca devam etmesi muhtemel olan Gazze Şeridi'ndeki savaşının dayattığı gerçek bir istisnai durumda yapılacak. Gazze’deki savaş, böyle bir savaşın tüm bölgede, özellikle de bu açık savaştan etkilenen Arap ülkelerinde yaratabileceği tüm sonuçlarla birlikte uzun süreli bir yıpratma savaşına dönüşebilir.

Ancak bu istisnai durum, Manama’da yapılması planlanan Arap Birliği Zirvesi’ni, 1967 yılında Sudan’ın başkenti Hartum'da düzenlenen ve ‘Üç Hayır’ (İsrail’le uzlaşıya hayır, İsrail’i tanımaya hayır ve İsrail ile müzakereye hayır) adıyla anılan zirve ve Arap Barış Girişimi sayesinde Arap-İsrail çatışmasına yönelik Arap ülkelerinin yaklaşımında stratejik bir değişimin yaşandığı 2002 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta gerçekleşen zirve gibi istisnai bir zirveye dönüştürür mü?

Ne var ki yarın Bahreyn’de yapılacak zirvenin ne Filistin'de ne de Arap ülkelerinde iç ve dış etkenlerin iç içe geçtiği eski ve karmaşık krizlere radikal çözümler üretmesi beklenebilir. Zira bölge ülkelerinin kendi bölgelerinde etki sahibi olma konusundaki isteksizliğinin yanı sıra, Arap ülkelerinde sihirli bir değneğin dokunuşuyla kontrol altına alınamayacak çatışmalar ve iç savaşlar yaşanıyor. Buna bölgesel ve uluslararası sahnede kutuplaşan bir mücadele ve nüfuz için hummalı bir rekabet eşlik ediyor.

Belki de Arap ülkelerinin önündeki en büyük zorluk, Arap bölgesindeki uluslararası ve bölgesel çatışmanın büyüklüğünün farkında olmalarıdır. Mevcut olan çok sayıdaki krize getirilecek herhangi bir çözüm, her şeyden önce Arap ülkelerinin, sanki bu konuda hiçbir şey yapılamayacağı kesin bir sonuçmuş gibi, bu çatışmanın sömürülmesine karşı çıkmalarını gerektiriyor. Bundan dolayı Bahreyn’deki zirvenin, Arap bölgesi toprakları uluslararası kutuplaşmalar ve bölgesel yayılmacı hırslarla mücadele için bir sahaya dönüştüğünden, Arap ülkelerinin bu reddini daha önceki tüm zirvelerden daha fazla yansıtması bekleniyor. Bu aynı zamanda Arap ülkelerinin çıkarlarına saygı duyulmasını sağlamak, uluslararası kutuplaşmanın dinamiklerine kendi önceliklerini dayatmak ve bunları kendileri için gerçek fırsatlara dönüştürmek amacıyla, kendilerini uluslararası ve bölgesel olarak nasıl konumlandırabileceklerine dair fikirler ve kavramlar ortaya koyması için de büyük önem taşıyor.

Arap ülkelerinin Filistin-İsrail çatışmasına nihai bir çözüm bulunması konusundaki kararlılığı, sadece Arap ülkelerinin başlıca davası olması açısından değil, aynı zamanda Arap bölgesindeki krizlere yönelik Arap ülkelerinin genel yaklaşımı açısından da birtakım sonuçları var

Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde geçtiğimiz yıl mayıs ayında yapılan zirvede ve yine geçtiğimiz yıl 11 Kasım’da gerçekleştirilen başkent Riyad’daki olağanüstü zirvede Arap ülkeleri, stratejik bir tercih olarak adil, kalıcı ve kapsamlı bir barışın, bölgedeki tüm halklar için güvenliği ve istikrarı sağlamanın ve onları şiddet ve savaş döngülerinden korumanın tek yolu olduğunu teyit ettiler. Bu barışın sağlanmasının İsrail işgalinin sona ermesinden ve Filistin meselesinin iki devlet temelinde çözülmesinden geçtiğini vurguladılar. Bu tutumun, Filistin meselesinin Arap ülkelerinin ortak davası olmasının gerçek anlamını yansıttığına şüphe yok. Çünkü Filistin-İsrail çatışmasını sadece yönetmek değil, çözmek de Arap bölgesinde yeni bir ufuk açıp, krizlerini ve iç savaşlarını ele almaya başlamasını sağlayacak.

Arap ülkelerinin Filistin-İsrail çatışmasının çözümüne yönelik yaklaşımı ile bu çatışmaya yatırım yapmak isteyen ya da İran'ın ilk etapta yaptığı gibi, bölgede yayılmacı gündemleri uygulamak için kullanan diğer bölgesel yaklaşımlar arasındaki temel fark da burada yatıyor.

İsrail ise çatışmaya nihai bir çözüm aramıyor. Sadece bir yandan yerleşim birimlerini genişletirken ve Filistinlilerin haklarını ihlal ederken, diğer yandan çatışmayı yönetmek istiyor. Gazze’deki son savaşın patlak vermesinin başlıca sebeplerinden biri de bu. Gazze’deki savaş, her ne kadar yükünü taşımamak için mümkün olduğunca uzak durmaya çalışsa da İran'ın da güçlü bir dahli olduğu bir savaştır. Ancak uzak durmaya çalışması, siyasi meyvelerini toplamaya ve tüm bölgedeki yayılmacı gündemi çerçevesinde bunları geliştirmeye çalışmadığı anlamına gelmiyor. Örneğin, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan geçtiğimiz aralık ayında İran ve İsrail'in anlaştığı tek konunun iki devletli çözümün reddi olduğunu söyledi!

XSDVFBRG
Suudi Arabistan'ın Cidde şehrinde düzenlenen Arap Birliği Zirvesi öncesinde toplu fotoğraf çektiren Arap ülkelerinin liderleri, 19 Mayıs 2023

Arap ülkelerinin Filistin-İsrail çatışmasına nihai bir çözüm bulunması konusundaki kararlılığı, sadece Arap ülkelerinin başlıca davası olması açısından değil, aynı zamanda Arap bölgesindeki başta Libya, Sudan, Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'daki sıcak ve soğuk iç savaşlar olmak üzere mevcut krizlere yönelik Arap ülkelerinin genel yaklaşımı açısından da birtakım sonuçları var. Filistin’deki trajedi Gazze’deki savaşta zirveye ulaşırken, çatışmayı bölgesel manipülasyon çemberinden ve İsrail'in güç mantığından çıkaracak nihai bir çözüm arayarak bu tür savaşların tekrarlanmasını önlemek için çalışmak, ahlaki ve siyasi açıdan bir zorunluluktur. Arap ülkelerinin stratejik seçeneği olarak adil ve kapsamlı bir barış önerisi de Arap bölgesinde bu öneriye bağlı kalmayan, ona karşı çıkan ve onun ahlaki ve siyasi temellerini zayıflatmaya çalışan her türlü siyasi ve askeri projenin siyasi meşruiyetini ortadan kaldırır.

Burada 2002 tarihli Beyrut’taki Arap Birliği Zirvesi'nde kabul edilen Arap Barış Girişimi'ne Lübnan devletinin Arap Birliği kararlarına ilkeleri gerekçesiyle bağlı olmasına rağmen, iki devletli çözümü açıkça reddeden Lübnan'daki Hizbullah başta olmak üzere, İran'ın Arap dünyasında kırk yıldır kurmaya ve geliştirmeye çalıştığı ‘milis imparatorluğu’ kastediliyor. Söz konusu milisler, bölgesel ve uluslararası müdahalelere açık iç çatışmalara sahne olan Arap ülkelerinde, özellikle de Suriye, Irak ve Lübnan'da konuşlanmış durumdalar. Buralardaki çatışmalardan besleniyorlar. Çünkü pratikte İsrail'e karşı direniş kisvesi altında ulus devleti zayıflatmaya, siyasi ve sosyal temellerinin altını oymaya yatırım yapıyorlar. Fakat asıl hedefleri içsel kalmaya devam ederken, İran'ın yayılmacı projesinin bir parçası olarak ülkelerindeki hükümeti kontrol etmek olarak özetleniyor.

Savaşın etkili tarafları ‘ertesi gün’ için gerçek planlarını açıklamazken, aktif halde hareket eden Arap ülkeleri, Arap Barış Girişimi temelinde çatışmanın nihai çözümüne ilişkin net bir vizyona sahipler.

Dolayısıyla Arap bölgesindeki soğuk savaşa çözüm bulunması için bu milislerin niyetlerinin açığa çıkarılması ve etkilerinin azaltılması gerektiği bir gerçek. Ancak bu zorlu ve karmaşık bir görev. Çünkü bu görev, İran'ın yayılmacı stratejisini değiştirmeye ne kadar istekli olduğu ve bölge ülkelerinin egemenliğine karşılıklı saygıya dayalı bir bölgesel çıkar sistemi inşa etmeye ne kadar inandığı ile ilişkili. Burada sorulması gereken soru ise Tahran'ı milislere yatırım yapma temeline dayanan bölgesel stratejisini değiştirmeye zorlamak için Körfez'in her iki yakasında iyileşen ilişkilerden nasıl faydalanılacağı sorusudur.

Bu çerçevede 19 Mayıs 2023 tarihinde Cidde'de düzenlenen Arap Birliği Zirvesi'nin nihai bildirisinde, bu milislerle ilgili bir maddenin eklemiş olması da gözden kaçırılmamalı. Bahsi geçen bildiride, Arap ülkelerinin iç işlerine dışarıdan müdahalenin durdurulması ve devlet kurumlarının kontrolü dışında silahlı grupların ve milislerin oluşumuna verilen desteğin tamamen reddedilmesi vurgulandı. Ayrıca, iç savaşların bir tarafın diğerine karşı zafer kazanmasına yol açmayacağı, aksine halkların acılarını arttıracağı, kazanımlarını daha da yok edeceği ve ülkedeki vatandaşların isteklerinin gerçekleşmesini engelleyeceğinin altı çizildi.

Söz konusu ‘iç çatışmalara’ tanık olan ve çatışan tarafların en güçlüsünün açıkça ve net bir şekilde İran tarafından desteklendiği Arap ülkelerindeki durumun gerçek tanımı budur. Bu da onu daha önce Arap ülkelerinde patlak veren çatışmalardan, özellikle de 1975-1990 yıllarında yaşanan ve taraflarının hiçbirinin bölgesel bir projeye tam olarak dahil olamadığı Lübnan'daki iç savaştan temelde farklı kılıyor. Bu durum, iç savaşı durduran Taif Anlaşması sayesinde, halen iç savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulamamış olsa da Lübnan’daki krize Arap ülkeleri tarafından bir çözüm üretilmesine elverişli bir iç, bölgesel ve uluslararası ortam yarattı. Ancak Yemen, Irak, (İran'la olan ilişkisi nedeniyle rejiminin doğasının dönüştüğü) Suriye ve Lübnan'daki milislerin organik birlikteliği, İran'ın çözüm bulma ve bölgedeki Arap ülkelerinin çıkarlarının önceliğini tanıma konusundaki isteksizliği, bahsi geçen ülkelerdeki krizlere Arap ülkelerinin çözümler üretmesini oldukça zorlaştırıyor.

Bu milislerin İran'dan bağımsız olmaları meselesi, Hamas Hareketi için de geçerli. Çünkü Filistin-İsrail çatışmasına nihai bir çözüm bulunması, Hamas’ın ‘iki devletli çözüme’ ciddi bir şekilde katılmaya ne kadar istekli olmasıyla bağlantılı. Belki de bu katılım artık Filistin ulusal kararının bağımsızlığının başlığıdır. Zira bu, pratikte Hamas'ın İran'ın etkisinden çıkmaya hazır olduğu anlamına gelecektir. Oslo Anlaşmalarının Filistin’in merhum lideri Yaser Arafat'ın Arap ülkelerinin Filistin ulusal hareketi üzerindeki etkisinden kurtulma çabasının bir sonucu olması gibi, Gazze’deki savaş da İran'ın ‘Filistin davasına mutlak ve eleştirilemez destek verdiği’ söylemini, bu savaş sırasında yaptığı karmaşık ve ‘özel’ hesaplar ve kurduğu denklemler bakımından ciddi şekilde sorgulanmasına neden oldu.

Tüm bunlar, Gazze'deki savaşın ertesi gününün geleceğinin bir parçası. Bu, aynı zamanda tüm bölge için bir ‘ertesi gün’ olacaktır. Dolayısıyla abluka altındaki Gazze Şeridi'nde devam eden savaş, bir ertesi gün mücadelesine dönüşmüş durumda. Savaşın etkili tarafları ‘ertesi gün’ için gerçek planlarını açıklamazken, aktif halde hareket eden Arap ülkeleri, Arap Barış Girişimi temelinde çatışmanın nihai çözümüne ilişkin net bir vizyona sahipler. Bu vizyon, Arap ülkelerinin elindeki bir güç kartı haline gelirken, onsuz ertesi gün olamaz. Dahası, çatışmaya nihai bir çözüm bulunmadan ve iki devletli çözüm yürürlüğe girmeden, ABD'nin istediği gibi İsrail bölgeye entegrasyonu söz konusu dahi olamaz. Bu yüzden bölgedeki olaylar henüz çözüme kavuşturulmamış, hatta daha da tırmanarak kutuplaşmaya yol açmışken Arap ülkelerinin Bahreyn’de yapılacak Arap Birliği Zirvesi’nde çözümle ilgili vizyonlarını bir kez daha teyit etmeleri büyük önem taşıyor. Çünkü sadece alternatif seçeneklerin değerlendirilmesi bile, Arap ülkelerinin ortaya koyduğu yol haritasının ‘tufandan’ kurtulmanın tek yolu olduğunu gösteriyor. Eğer Arap ülkeleri tek başlarına bir çözüm dayatamazlarsa, onlarsız bir çözüm de mümkün değil. Daha da önemlisi böyle bir çözüm sürdürülebilir olmaz.



İsrail ordusu: Hamas’ın yurtdışındaki liderlerini hedef alacağız

Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi'ndeki askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları’nın üyeleri (arşiv fotoğrafı - Reuters)
Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi'ndeki askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları’nın üyeleri (arşiv fotoğrafı - Reuters)
TT

İsrail ordusu: Hamas’ın yurtdışındaki liderlerini hedef alacağız

Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi'ndeki askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları’nın üyeleri (arşiv fotoğrafı - Reuters)
Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi'ndeki askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları’nın üyeleri (arşiv fotoğrafı - Reuters)

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi'ndeki askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde’nin öldürüldüğünü doğrulamasının ardından Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir dün, yurtdışındaki Hamas liderlerinin hedef alınacağını açıkladı.

Fransız Haber Ajansı AFP’nin aktardığı açıklamasında Zamir, “Dün, Hamas'ın üst düzey liderlerinden Ebu Ubeyde’yi hedef aldık... Operasyonlarımız henüz sona ermedi. Geri kalan Hamas liderlerinin çoğu yurtdışında. Onları da yakalayacağız” ifadelerini kullandı.

İsrail Ordu Sözcüsü Yüzbaşı Ella Captain, Genelkurmay Başkanı Zamir'in Ebu Ubeyde suikastının ‘İsrail ordusu tarafından Yemen, Lübnan, Suriye ve diğer cephelerde gerçekleştirilen bir dizi önemli saldırının parçası’ olduğunu söylediğini aktardı.

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz dün sabah, Ebu Ubeyde’nin Gazze Şeridi'nde İsrail'in düzenlediği bir saldırıda öldürüldüğünü doğruladı.

Ebu Ubeyde’nin İsrail tarafından hedef alınmasıyla ilgili Hamas ya da Kassam Tugayları'ndan hemen bir yanıt gelmedi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da dün Ebu Ubeyde’nin hedef alındığını doğruladı.

İsrail iç istihbarat teşkilatı Şin-Bet ve ordunun ortak bir operasyonla cumartesi günü Ebu Ubeyde bir saldırı düzenlediğini açıklayan Netanyahu, “Henüz nihai sonucu bilmiyoruz, umarım artık aramızda değildir” ifadelerini kullandı.

Öte yandan Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Birimi cumartesi günü, İsrail'in saldırılarında en az 66 kişinin öldüğünü açıkladı. Saldırılardan biri, Gazze şehrinin batısındaki er-Rimal Mahallesi’ndeki Tayland Kavşağı yakınlarındaki Ebu Ubeyde ve bazı aile üyelerinin yaşıyor olabileceği bir binayı vurdu.

Ebu Ubeyde, 7 Ekim 2023'te Aksa Tufanı Opersyonu’nu duyuran Hamas liderlerinden biriydi.


20 yıldan uzun süredir ‘maskeli’... Kassam Tugayları'nın sesi Ebu Ubeyde hakkında ne biliyorsunuz?

Ürdün'deki bir protestocu elinde İzzeddin el-Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde'nin fotoğrafını tutuyor, Aralık 2023 (Reuters)
Ürdün'deki bir protestocu elinde İzzeddin el-Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde'nin fotoğrafını tutuyor, Aralık 2023 (Reuters)
TT

20 yıldan uzun süredir ‘maskeli’... Kassam Tugayları'nın sesi Ebu Ubeyde hakkında ne biliyorsunuz?

Ürdün'deki bir protestocu elinde İzzeddin el-Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde'nin fotoğrafını tutuyor, Aralık 2023 (Reuters)
Ürdün'deki bir protestocu elinde İzzeddin el-Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde'nin fotoğrafını tutuyor, Aralık 2023 (Reuters)

Ebu Ubeyde, Hamas hareketinin ve onun askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın en ünlü isimlerinden biri. Gerçek adı ve görünüşü sadece yakın çevresi tarafından bilinmesine rağmen, konuşmaları ve açıklamaları, askeri üniforması ve yüzünü gizlemek için taktığı kırmızı kefiye ile geniş çapta ün kazandı.

İsrail ordusu dün akşam Gazze şehrinde üst düzey bir Hamas yetkilisini hedef aldığını duyurduktan sonra İsrail medyası, saldırının Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde'yi hedef aldığını bildirdi.

Ebu Ubeyde'nin ünü, 2014 yılında yaklaşık 55 gün süren İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı sırasında önemli ölçüde arttı. Bu savaş sırasında Ebu Ubeyde, tünellerdeki savaşçılar ile çeşitli savaş birimleri ve Gazze halkı arasında, ayrıca Gazze Şeridi ile dünya arasında bir bağlantı görevi gördü. Ebu Ubeyde, askeri operasyonları anlatırken abartmaya pek eğilimli olmaması, hitabet yeteneği ve güçlü Arapçası sayesinde Filistin ve çeşitli Arap ülkelerinde büyük popülerlik kazandı.

İlk ortaya çıkışı

Ebu Ubeyde, 2002 ve 2003 yıllarında Kassam Tugayları'nın saha komutanlarından biri olarak ilk kez ortaya çıktı. Daha sonra 2 Ekim 2004'te Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Nur Camii'nde ilk basın toplantısını düzenledi. Burada, İsrail'in Gazze Şeridi'nde düzenlediği ‘Pişmanlık Günleri’ operasyonuna yanıt mahiyetinde ‘Öfke Günleri’ adı verilen operasyonların bir parçası olarak Kassam Tugayları'nın İsrail güçlerine ve tanklarına karşı düzenlediği bir dizi askeri operasyonu duyurdu.

cdp
Ebu Ubeyde, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Nur Camii'nde düzenlediği ilk basın toplantısında siyah maske takıyordu, 2 Ekim 2004 (İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından yayınlanan bir videodan alınmış ekran görüntüsü)

Ebu Ubeyde, basın toplantısına gözleri ve ağzı açık olan siyah bir maske takarak katıldı. Silahlıydı ve diğer silahlı adamlar tarafından çevriliydi.

Ebu Ubeyde hiçbir zaman yüzü açık olarak görünmedi. Kariyerinin başında siyah maske taktıktan sonra, gözleri hariç yüzünün çoğunu kapatan kırmızı kefiye takmaya başladı ve bu da ona ‘maskeli adam’ lakabını kazandırdı. 1993 yılında İsrail tarafından öldürülen eski Kassam Tugayları lideri İmad Akil'in izinden gitti ve tüm operasyonlarını yüzünü kırmızı kefiye ile gizleyerek gerçekleştirdi. 2005 yılında İsrail'in Gazze Şeridi'nden çekilmesinden sonra Ebu Ubeyde, Kassam Tugayları Sözcüsü olarak atandı.

Bu ismi çevreleyen gizliliğe rağmen, İsrail onun gerçek kimliğini bildiğini iddia ediyor.

İsrail halkı tarafından tanınmasını sağlayan en ünlü konuşmalarından biri, 20 Temmuz 2014 tarihinde İsrailli asker Şaul Aron'un yakalandığının duyurulmasıydı.

Ebu Ubeyde, savaş sırasında Kassam Tugayları tarafından gerçekleştirilen askeri operasyonları anlattıktan sonra, bir dizi zırhlı araca düzenledikleri pusudan bahsetti ve ardından şu ifadeleri kullandı: “Düşman, bu operasyonda verdiği gerçek kayıp sayısını itiraf etmekte tereddüt etti. Öyleyse 6092065 numaralı asker Şaul Aron'un kayboluşunu nasıl gizleyebilir? Bu asker, operasyonda Kassam Tugayları tarafından esir alındı.”

Kassam Tugayları'nın sesi

Ebu Ubeyde, mevcut tüm araçlarla dünyayla iletişim kurmaya özen gösterdi. Bazen mesajlarını Gazze Şeridi, Batı Şeria veya İsrail'deki Filistinlilere, bazen de İsrail halkına yöneltti. Çoğunlukla İsrail hükümet başkanlarının ve politikacıların performansını eleştirdi. Ayrıca Arap halkına ve uluslararası kuruluşlara da seslendi.

Ebu Ubeyde, el-Aksa televizyonu tarafından yayınlanan ve diğer kanalların tekrarını verdiği konuşmaların yanı sıra, mesajlarını daha geniş bir kitleye ulaştırmak için sosyal medyayı da kullandı. Bir Facebook sayfası ve çeşitli Twitter hesapları (şimdiki X) oluşturdu, ancak bu hesapların tümü bir süre sonra, bazen oluşturulduktan birkaç saat sonra silindi.

xsdfrgt
Ebu Ubeyde, Gazze Şeridi'nde yaptığı konuşma sırasında (İzzeddin el-Kassam Tugayları)

Ebu Ubeyde, Nisan 2016'da Twitter hesabının kapatılmasına yanıt olarak şunları söyledi: “Twitter, düşmanın baskısına boyun eğdi. Bu da bize, bu şirketin Filistin davasına karşı tarafsız ve adil davranmadığı, siyasi baskıya boyun eğdiği ve Filistinli mağdurların aleyhine Siyonist zalimlerin yanında yer aldığı izlenimini veriyor.”

Facebook ve Twitter hesapları defalarca kapatıldıktan sonra Ebu Ubeyde, Telegram uygulaması üzerinden mesajlar göndermeye ve çeşitli televizyon kanallarında yayınlanan kayıtlı video veya sesli konuşmalarda yer almaya başladı.

Ebu Ubeyde, Mescid-i Aksa’yı savunmak, devam eden askeri hazırlıklar ve İsrail askerlerini yakalayıp daha sonra İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklularla takas etmek gibi birçok konuda Hamas'ın mesajlarını halka iletmeye özen gösterdi. Onun birçok ifadesi dikkat çekti ve bazıları ünlü oldu. Bunlardan biri de Gazze'deki çeşitli çatışmalarda Kassam Tugayları savaşçıları ile İsrail güçleri arasındaki yakın muharebeyi anlatmak için sık sık kullandığı ‘sıfır mesafeden’ ifadesidir.

sdefrty
Eski ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın Kasım 2023'te Ankara'yı ziyareti sırasında Ebu Ubeyde'nin resmini taşıyan Türk protestocular (AFP)

Mevcut savaş sırasında Gazze Şeridi'ndeki İsrailli tutuklularla ilgili mesajlar yayınladı. Konuşmalarının sıklığı zamanla azaldı. Ebu Ubeyde’nin son dönemde yazılı açıklamalarla yetinmesi, suikast girişimleri ve Ekim 2023'ten bu yana İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanları arasında hayatta kalıp kalmadığına dair soru işaretlerine yol açtı.

Yüzünü ve adını biliyoruz

Öte yandan İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee, sık sık Ebu Ubeyde’ye yanıt vererek, konuşmalarını, mesajlarını ve yüzünü kefiye ile gizlemesini eleştirdi.

El-Aksa televizyonu daha önce İsrail tarafından hacklenmiş ve bu sırada İsraillilerin Ebu Ubeyde olduğuna inandıkları kişinin fotoğrafı gösterilerek gerçek isminin Huzeyfe el-Kahlut olduğu iddia edilmişti. Adraee daha sonra aynı adı ve fotoğrafı birkaç kez kullandı.

İsrail haber sitesi Ynet dün, İsrail'in Gazze şehrinde Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde’yi hedef alan bir hava saldırısı düzenlediğini bildirdi. İsrail ordusu yaptığı açıklamada, Gazze şehrinde bir Hamas liderine saldırı düzenlediğini açıkladı, ancak hedefin kimliğini belirtmedi.

Şu ana kadar Hamas, İsrail'in düzenlediği saldırında Ebu Ubeyde’nin hayatını kaybettiğini doğrulamadı. Ölümü doğrulanırsa, en önemli siyasi ve askeri liderlerinin çoğunu kaybetmiş olan Hamas için manevi bir darbe olacak ve 20 yılı aşkın süredir Ebu Ubeyde'nin konuşmalarını dinleyen kitle de onu kaybedecek.

Ebu Ubeyde, Twitter hesaplarından birinin kapatılmasına yanıt olarak yayınladığı açıklamada şunları söylemişti: “Mesajımızı birçok yaratıcı yolla ileteceğiz. Düşman ve destekçilerinin Filistin'in kutsal topraklarındaki çatışmanın gerçekliğini görmemeleri ve duymamaları için uyuşturmak ve körleştirmek istedikleri milyonlarca insanın zihinlerine ve kalplerine ulaşabileceğimiz her kapıyı çalmakta ve her medya penceresini açmakta ısrar edeceğiz.”


100 yıllık karışıklık: Lübnan ve Suriye yeni bir kavşakta

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara ve Lübnan Devlet Başkanı Joseph Avn Mısır'daki Olağanüstü Arap Zirvesi sırasında görüştü (Lübnan Ulusal Haber Ajansı)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara ve Lübnan Devlet Başkanı Joseph Avn Mısır'daki Olağanüstü Arap Zirvesi sırasında görüştü (Lübnan Ulusal Haber Ajansı)
TT

100 yıllık karışıklık: Lübnan ve Suriye yeni bir kavşakta

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara ve Lübnan Devlet Başkanı Joseph Avn Mısır'daki Olağanüstü Arap Zirvesi sırasında görüştü (Lübnan Ulusal Haber Ajansı)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara ve Lübnan Devlet Başkanı Joseph Avn Mısır'daki Olağanüstü Arap Zirvesi sırasında görüştü (Lübnan Ulusal Haber Ajansı)

Tony Bouloss

1920'de Büyük Lübnan'ın deklarasyonundan bu yana, Lübnan-Suriye ilişkileri ağır bir vesayet ve inkâr mirası ile yönetildi. Şam, onlarca yıl boyunca Lübnan'ı bağımsız, tam egemen bir devlet olarak tanımayı reddetti ve sınırlar kardeşler değil, düşmanlar arasında belirleniyormuş gibi davrandı. Bu anlayış, iç savaş sırasındaki (1975) doğrudan müdahaleler ve daha sonra Suriye kuvvetlerinin 2005 yılına kadar Lübnan’da kalmasını sağlayan Taif Anlaşması (1989) ile pekişti. Askeri çekilmeden sonra bile Suriye’nin nüfuzu, başta Hizbullah olmak üzere yerel araçlar aracılığıyla devam etti.

Bugün, Beşşar Esed rejiminin Aralık 2024'te devrilmesinden sonra denklem kökten değişti. Şam, Lübnan’ın egemenliğine saygı duyduğunu deklare ettiği, Baas Partisi'ni feshettiği ve kaçakçılık yollarını kapattığı yeni bir aşamaya geçti. Öte yandan Lübnan, General Joseph Avn'ın ocak ayında cumhurbaşkanı seçilmesinden, 1969 Kahire Anlaşması'ndan bu yana ilk kez, silahın Lübnan devletinin elinde toplanmasına yönelik tarihi kararların alınmasından bu yana kritik bir dönüm noktası yaşıyor. Bu, geçmişin sayfalarını kapatıp, sınırları net ve belirlenmiş egemen bir devlete doğru bir sayfa açmak için nadir bir fırsat.

Vesayetten devlete

Esed rejiminin yarım asırdan fazla süren hakimiyetinden sonra ayrılması, Lübnan'ın çok çektiği vesayet dönemini sona erdirdi. Artık “iki ülke tek halk” ifadesini tekrarlayan veya Beyrut'a kendi iç kararlarını dayatan kimse yok. Suriye hükümeti, geçen mart ayında Cidde'de Suudi Arabistan himayesinde Lübnan ile sınırları belirlemek ve güvenlik koordinasyonunu artırmak için müzakerelere başladı. Bu eşi benzeri görülmemiş bir gelişme, zira iki taraf ilk kez Arap himayesi ve uluslararası destek altında iki bağımsız, eşit devlet olarak bir araya geliyor.

Onlarca yıldır hayali çizgiler olarak kalan sınırlar bir öncelik haline geldi. Teknik komiteler çalışmalarına başladı, eski Fransız haritaları Beyrut'a iade edildi ve yasadışı geçiş noktaları kapatıldı. En önemlisi, yeni Şam, artık kaçakçılık faaliyetlerinin korunmayacağını ve Hizbullah'ın himaye ettiği mali kaosu besleyen uyuşturucu fabrikalarının kapatılacağını duyurdu. Bu değişiklikler, uzun zamandır beklenen normal bir ilişkiye kapıyı aralıyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Ordu Komutanı Joseph Avn'ın cumhurbaşkanı seçilmesi, bölgesel eksenlere boyun eğen bazı seleflerinin aksine, Lübnan içinde bir dönüm noktası oluşturdu. Avn açık ve egemen bir söylem ile görevine başladı; ordu dışında kimse silah sahibi olmayacak, vekalet savaşları yok ve Lübnan, herkesle dengeli ilişkiler kurmaya çalışan tarafsız bir devlettir. Temmuz ayındaki Ordu Günü konuşmasında ise, Cumhurbaşkanı Hizbullah'a silahlarını teslim etmesi çağrısında bulunarak, “Ya devlet ya da çöküş” uyarısında bulundu.

Açıklamalar ile yetinmedi; bu tutumunu pratik adımlara da dönüştürdü. 5 Ağustos'ta Bakanlar Kurulu, orduya yıl sonundan önce tüm yasadışı silahları toplamak için bir plan hazırlama görevini verdi. Bu, Taif Anlaşması'ndan bu yana eşi benzeri görülmemiş ve “Şii İkilisi” bakanlarının çekilmesine rağmen oybirliğiyle alınan bir karardı. İkili silah döneminin sona erdiğini ve egemenliğin bir seçim sloganı değil, bir devlet projesi haline geldiğini gösteren resmi bir açıklamaydı.

Kahire Anlaşması'nın sonu

1969'da imzalanan Kahire Anlaşması, Filistinlilerin Lübnan'daki silahlı varlığını yasallaştırarak, onlarca yıl sürecek bir iç militarizasyonun kapısını açmıştı. O zamandan beri, devlet kontrolü dışındaki silahlar -FKÖ'den solcu milislere ve Hizbullah'a kadar- Lübnan denklemine hakim oldu. Bugün, yarım yüzyıl sonra ilk kez, Lübnan devleti silahın yalnızca kendi elinde toplanacağına resmen karar verdi.

Ordu da kararı uygulamaya başladı; FKÖ ile koordinasyon içinde Filistin kamplarındaki silahları teslim aldı. Litani Nehri'nin güneyindeki Hizbullah mevzilerinin yüzde 85'ini UNIFIL desteğiyle dağıttı ve binlerce personeli askere alarak, dışarıdan mali destek sağlayarak askeri kuvvetini güçlendirdi. Bu, egemenlik kavramının özü olan meşru silah üzerindeki devlet tekeline kademeli bir geri dönüş anlamına geliyor.

Bu dönüşümü desteklemede Arap ve uluslararası, özellikle de Suudi Arabistan'ın rolü göz ardı edilemez. Riyad, sınırları belirleme müzakerelerine ve çalışmalarına ev sahipliği yaptı ve Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ı, Krallığın hem Lübnan hem de Suriye'nin istikrarını destekleme taahhüdünü teyit etmek üzere görevlendirdi. Suudi Arabistan, Maşrık (Levant) bölgesinin güvenliğinin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve Lübnan-Suriye sınırının kontrolünün, gerginlikleri önlemek ve milislerin kullanacağı herhangi bir boşluğu doldurmak için bir ön koşul olduğunu idrak ediyor.

Suudi Arabistan'ın rolü yalnızca diplomatik sponsorlukla sınırlı değil; Lübnan, egemenliğini ve kurumlarını yeniden tesis etme sancılarından kurtulduktan sonra Beyrut’un istikrarına olan güveni yeniden tesis edecek finansal ve ekonomik desteği de içeriyor. Bu açılım ile birlikte Lübnan, İran ve Hizbullah'ın etkisiyle yıllardır süren izolasyonu telafi eden bir Arap desteğiyle çevrili durumda.

Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, ele alınması gereken önemli sorunlar hâlâ mevcut. Çökmüş Lübnan ekonomisine yük olan yaklaşık 1,5 milyon Suriyeli mülteci bulunuyor ve bunların geri dönüşü için uluslararası garantiler ile desteklenen ortak bir plana ihtiyaç var. Tutuklular ve kayıp kişiler meselesi iki ülke arasında hâlâ açık bir yara, öte yandan Lübnan ekonomisinin köklü reformlara ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ve uluslararası toplumla güvenin yeniden tesis edilmesine ihtiyacı var. Cumhurbaşkanı Avn ve hükümeti, bu sorunlar çözülmeden egemenliğin yeniden tesis edilemeyeceğinin ve devletin meşruiyetini, vatandaşlarının günlük krizlerini çözdüğü ölçüde inşa ettiğinin farkında.

Uzlaşmanın önündeki engeller

Olumlu göstergelere rağmen, temel bir soru hâlâ ortada duruyor: Bugün Lübnan-Suriye anlaşmasının tamamlanmasını engelleyen nedir?

Veriler iki ana faktöre işaret ediyor. Birincisi, Hizbullah'ın devlete yönelik sürekli baskısı ve kökten seçenekleri engellemesiyle temsil edilen Lübnan'ın iç durumu. Hizbullah, doğudan gelen tehditlerle yüzleşme bahanesiyle Suriye ile ilişkilerin elinde bir koz olarak kalmasını sağlamaya çalışıyor ve böylece nihai bir uzlaşıya varma girişimlerini engelliyor.

İkinci faktör ise, bazı Lübnan güçlerinin yeni Suriye hükümetine ilişkin siyasi duruşuyla ilgili. Bu güçlerin bir kısmı, Şam'daki mevcut aşamayı, temel olmaya değmeyen geçici bir aşama olarak görüyor. Bazıları, Esed döneminin sona erdiğini ve yeni bir siyasi aşamanın başladığını kabul etmeyi reddediyor ve Suriye'deki gelişmeleri geçici olarak değerlendiriyor. Bu tereddüt veya inkâr, Lübnan'ın doğu komşusuyla ilişkiler konusunda birleşik ve kararlı bir tutum geliştirmesini engelliyor.

Bu iki faktör -bir yanda Hizbullah'ın baskısı, diğer yanda bazı siyasi güçlerin tereddüdü- nihai bir ayrılığı engelleyen bir duvar oluşturuyor ve Lübnan'ı geçmişin mirası ile geleceğe dair özlemleri arasında sıkışmış halde bırakıyor.

Bir daha karşımıza çıkmayabilecek bir fırsat

Lübnan ve Suriye bugün tarihi bir anın eşiğinde. Esed rejiminin düşüşü ve Hizbullah'ın gücünün azalması, iki ülke arasındaki normal ilişkinin önündeki iki ana engeli ortadan kaldırdı. Joseph Avn'ın seçilmesi devlet kavramına itibarını iade etti ve Kabine'nin silahın yalnızca ordunun elinde toplanması kararı, egemenliğe giden yeni bir süreç başlattı. Suudi Arabistan ve Arap desteği de bu sürecin pekiştirilmesi için vazgeçilmez bir kılıf sağlıyor.

Ancak fırsat ebedi değil. Lübnanlılar rehavete kapılırsa veya Suriyeliler vesayet içgüdülerine geri dönerse, birçokları gibi bu fırsat da kaçırılabilir. Bu, hukukun üstünlüğü ve net sınırlar temelinde yeni bir Lübnan'ın inşa edildiği andır. Bir asırlık karışıklığın ardından belki de sayfayı çevirip Beyrut ile Şam arasında denkliğe dayanan bir ilişki kurmanın zamanı gelmiştir. Bu ilişki Lübnan'ın bağımsızlığını koruyacak, Suriye'nin istikrarını sağlayacak ve savaştan bitkin düşmüş iki halk için farklı bir geleceğin kapısını açacaktır.