Bahreyn Zirvesi’nin nihai bildiri taslağında iki devletli çözüm beklentisiyle BM koruma güçlerinin konuşlandırılması çağrısı yapıldı

Bahreyn'deki Arap Birliği Zirvesi’ne katılan ülkelerin bayraklarının yer aldığı bir pankart  (Reuters)
Bahreyn'deki Arap Birliği Zirvesi’ne katılan ülkelerin bayraklarının yer aldığı bir pankart  (Reuters)
TT

Bahreyn Zirvesi’nin nihai bildiri taslağında iki devletli çözüm beklentisiyle BM koruma güçlerinin konuşlandırılması çağrısı yapıldı

Bahreyn'deki Arap Birliği Zirvesi’ne katılan ülkelerin bayraklarının yer aldığı bir pankart  (Reuters)
Bahreyn'deki Arap Birliği Zirvesi’ne katılan ülkelerin bayraklarının yer aldığı bir pankart  (Reuters)

Şarku’l Avsat, Bahreyn’de bugün yapılması planlanan Arap Birliği Zirvesinin sonuç bildirisinin resmi olmayan taslağının bir kopyasına ulaştı. Bildiri taslağında ‘siyasi süreç ve müzakereler için bir zaman sınırı koyulması’ gerektiği de vurgulandı. İki devletli çözümün uygulanması için net adımlar atılması vurgulanan taslak bildiride iki devletli çözümün hayata geçirilmesini, BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) BM Şartı'nın VII. Bölüm’ü kapsamında alacağı kararlarla 4 Haziran 1967 öncesi sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan, yaşayabilir ve toprakları bütün bir Filistin devleti kurulması, Filistin topraklarındaki her türlü işgalin sona ermesi ve İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki şehirlerin ve sivil altyapının yıkımından sorumlu tutulması şeklindeki adımların takip etmesi gerektiğinin altı çizildi.

Gazze’deki savaşla ilgili taslak bildirinin metni şöyle:

Bölgede son dönemde yaşanan askeri tırmanıştan ve bunun bölgesel güvenlik ve istikrar üzerindeki yansımalarından duyduğumuz ciddi endişeyi ifade ediyor, tüm tarafları itidalli davranmaya, bölgeyi ve halklarını savaşın ve artan gerilimin tehlikelerinden korumaya çağırıyoruz. BM Güvenlik Konseyi'nden (BMGK) uluslararası barışın ve güvenliğin korunmasına yönelik sorumluluğunu üstlenmesini, Gazze'de kalıcı ateşkese ilişkin kararlarını uygulamasını ve Ortadoğu'da krizin şiddetlenmesini ve savaşın yayılmasını önlemesini istiyoruz. Uluslararası topluma, İsrail ile birlikte güvenlik ve barış içinde yaşamak üzere, uluslararası meşru kararları ve kabul edilen referanslar uyarınca 4 Haziran 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngören iki devletli çözüme dayalı adil ve kapsamlı bir barışa ulaşmak amacıyla barış sürecini ilerletme çabalarını takip etmek üzere sorumluluklarını üstlenmesi çağrısında bulunuyoruz. İki devletli çözüm hayata geçirilene kadar işgal altındaki Filistin topraklarında BM barış gücü ve barışı koruma güçlerinin konuşlandırılmasına çağırıyoruz. Bu çerçevede BMGK’nın iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için net adımlar atma sorumluluğunun altını çiziyor ve siyasi süreç ve müzakereler için bir zaman sınırı koyulması gerektiğini vurguluyoruz. Bunu BMGK’nın 4 Haziran 1967 öncesi sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan, yaşayabilir ve toprakları bütün bir Filistin devleti kurulması, Filistin topraklarındaki her türlü işgalin sona ermesi ve İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki şehirlerin ve sivil altyapının yıkımından sorumlu tutulması için BM Şartı'nın VII. Bölüm’ü kapsamında alacağı kararlar takip etmeli.

İsrail'in Gazze'ye saldırısının kınandığı nihai bildiri taslağında saldırının durdurulması, İsrail işgal güçlerinin Gazze Şeridi'nin tüm bölgelerinden çekilmesi, Gazze Şeridi’ne uygulanan ablukanın sonlandırılması, tüm engellerin kaldırılması, Gazze Şeridi'nin tüm bölgelerine yeterli insani yardımın girmesi için tüm sınır kapılarının açılması ve başta BM Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) olmak üzere ilgili BM kuruluşlarının Gazze’de özgürce ve güvenli bir şekilde faaliyet göstermesi ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiği vurgulandı.

Filistin halkının Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs de dâhil olmak üzere Batı Şeria'daki topraklarından zorla yerinden edilmesine yönelik her türlü girişimin kategorik olarak reddedildiği taslakta Gazze Şeridi'nde derhal ve kalıcı bir ateşkes sağlanması ve saldırganlığın sona erdirilmesi, sivillerin korunması ve rehineler ile tutukluların serbest bırakılması için acil tedbirler alınması çağrısı bir kez daha yapıldı.

Taslakta Arap ülkelerinin Filistin meselesini çözümü için BM himayesinde uluslararası bir konferans düzenlenmesine dair ortak çağrısının yinelendi. Söz konusu konferansta amacın adil ve kapsamlı bir barışa ulaşmak için uluslararası meşru kararlar çerçevesinde bağımsız ve yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulmasını somutlaştıracak şekilde iki devletli bir çözümün önünün açılması ve bunun sürdürülebilirliği için gerekli teminatların verilmesi olduğu belirtildi.

Taslakta ayrıca Arap ülkelerinin dışişleri bakanlarını derhal harekete geçmeye, Batılı ülkelerin ve diğer ülkelerin dışişleri bakanlarıyla iletişim kurarak Filistin devletini bir an önce tanımaları için çalışmaya teşvik edildi.

Dışişleri bakanlarının nasıl harekete geçeceklerine dair istişarede bulunmaları ve Arap Birliği Genel Sekreterliğine bununla ilgili rapor vermeleri istenen taslakta Arap ülkelerinin Filistin devletinin BM'de bağımsız ve egemen bir devlet olarak tam üyelik kazanması ve tanınması çabalarının yanı sıra BMGK üyesi tüm ülkelerle ortak çabaların yoğunlaştırmasının desteklendiği vurgulandı.

Terörizm ve radikalizm

Devletlerin egemenliği dışında faaliyet gösteren ve Arap ülkelerinin yüksek menfaatleriyle çelişen yabancı gündemleri takip eden ve onları uygulayan silahlı gruplara ve milislere yönelik her türlü desteğin tam ve güçlü bir şekilde bir kez daha reddedildiği taslakta ülkelerin egemenliklerini ve toprak bütünlüklerini savunmak ve ulusal kurumlarını saldırganlığa, nüfuz dayatmaya, egemenliği zayıflatmaya ve Arap ülkelerinin çıkarlarını tehlikeye atmaya yönelik her türlü dış girişime karşı korumak konusunda tüm Arap ülkeleri arasındaki dayanışma teyit edildi.

Taslakta şu ifadeler yer aldı:

Terörizmin her türlü şekline ve tezahürüne karşı kararlı duruşumuzu ve terörizmin gerekçelerini ve nedenlerini kategorik olarak reddettiğimizi güçlü bir şekilde teyit ediyoruz. Terörün finans kaynaklarını kurutmak, radikal terör örgütleriyle mücadeleye yönelik uluslararası çabaları desteklemek, finansmanlarını önlemek ve terörizmin bölge üzerindeki tehlikeli yansımaları ile uluslararası barışa ve güvenliğe yönelik tehdidiyle mücadele etmeye çalışıyoruz.

Taslakta toplumsal ve uluslararası barışın ve güvenliğin sürdürülebilirliği üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olan, dünya genelinde çatışmaların yayılmasını, tırmanmasını ve tekrarlanmasını sağlayan, güvenliği ve istikrarı bozan radikalizm, nefret söylemi ve provokasyonla mücadele için caydırıcı tedbirler alınması ve bu eylemlerin nerede meydana gelirse gelsin kınanması çağrısında bulunuldu. Bu çağrının Arap Birliği ve BMGK tarafından alınan kararlarla uyumlu olduğu belirtildi.

Tüm ülkelere hoşgörü, barış içinde bir arada yaşama ve insan kardeşliği değerlerini teşvik etme, nefret söylemi, mezhepçilik, hoşgörüsüzlük, ayrımcılık ve radikalizmin her türlüsünü reddetme çağrısı yapılan taslakta “Bölgede son dönemde yaşanan askeri tırmanıştan ve bunun bölgenin güvenliği ve istikrarı üzerindeki olumsuz yansımalarından duyduğumuz derin endişeyi ifade ediyor ve tüm tarafları itidalli davranmaya, bölgeyi ve halklarını savaşın tehlikelerinden ve artan gerginlikten korumaya çağırıyoruz. BMGK’dan uluslararası barışın ve güvenliğin korunmasına yönelik sorumluluğunu üstlenmesini, Gazze'de kalıcı ateşkese ilişkin kararlarını uygulamasını ve krizin daha da kötüleşmesinin yanı sıra savaşın Ortadoğu'daki başka yerlere yayılmasını önlemesini istiyoruz” denildi.

Arap ülkelerindeki sorunlar

Sudan meselesine değinilen bildiri taslağında Sudan’da devletin egemenliğinin ve devlet kurumların korunması, halkın acılarının hafifletilmesi ve bölgedeki barışı ve güvenliği tehdit edecek ve krizin uzamasına yol açacak her türlü dış müdahalenin önlenmesi için acil ve sürdürülebilir bir ateşkes için çağrıda bulunuldu.

Taslak bildiride Suriye kriziyle ilgili olarak ise krizin BMGK’nın 2254 sayılı kararı uyarınca ülkenin güvenliğini, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü koruyacak, halkının isteklerini yerine getirecek, terörden arındıracak ve mültecilerin gönüllü ve güvenli bir şekilde geri dönmelerine elverişli bir ortam sağlayacak şekilde sona erdirilmesi gerektiği vurgulandı. Bununla birlikte taslakta Suriye'nin iç işlerine müdahale edilmesi ve Suriye'de demografik değişikliklere yol açacak her türlü girişim reddedildi.

Taslakta Yemen'deki son duruma ilişkin, Yemen'de güvenliğin ve istikrarın sağlanması amacıyla Yemen hükümetinin halkın tüm kesimleri arasında ulusal uzlaşıya ve tarafların bir araya getirilmesine yönelik çabalarının desteklendiği belirtildi. Bunun yanında Körfez Girişimi ve Yemen Ulusal Diyalog Konferansı’nın sonuçları ve BMGK’nın 2216 sayılı kararı çerçevesindeki uluslararası taraflarca onaylanan referanslar uyarınca BM ve bölge ülkelerinin Yemen krizine kapsamlı bir siyasi çözüm bulunmasını amaçlayan çabalarının da desteklendiği vurgulandı.

Öte yandan Lübnan'a, egemenliğine, istikrarına ve toprak bütünlüğüne verilen desteğin yinelendiği taslakta, Lübnan'daki tüm taraflara cumhurbaşkanı seçimine öncelik vermeleri, anayasal kurumların işleyişini güçlendirmeleri, siyasi ve güvenlik sorunlarını ele almaları, gerekli ekonomik reformları hayata geçirmeleri ve ülkenin güvenliğini ve istikrarını sürdürmek ve sınırlarını korumak için ordu ve emniyet güçlerinin yeteneklerini arttırmaları çağrısı yapıldı.

Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Büyük Tunb, Küçük Tunb ve Ebu Musa adlı üç ada üzerindeki egemenliğinin teyit edildiği taslakta, “İran İslam Cumhuriyeti'ni, BAE’nin bu meseleye doğrudan müzakerelerde bulunma ya da Uluslararası Adalet Divanı'na (ICJ) başvurma yoluyla uluslararası hukuka ve BM Şartı’na uygun olarak barışçıl bir çözüm bulma ve böylece Arap (Basra) Körfezi bölgesinde güvenin tesis edilmesine ve güvenlik ve istikrarın arttırılmasına katkıda bulunma girişimine karşılık vermeye çağırıyoruz” denildi.

Son olarak Mısır ve Sudan ile su anlaşmazlığına yol açan Etiyopya tarafından Nil Nehri üzerine inşa edilen Rönesans (Nahda) Barajı konusuna değinilen taslakta, Kahire ve Hartum'un su güvenliğinin Arap ülkelerinin ulusal güvenliğinin ayrılmaz bir parçası olduğu teyit edildi. Mısır ve Sudan’ın Nil Nehri suları üzerindeki haklarını etkileyecek her türlü eylem ya da uygulamanın reddedildiği belirtilen taslakta, iki ülkenin güvenliklerini ve su çıkarlarını korumak için gerekli gördükleri her türlü tedbiri almalarında kendileriyle dayanışma içinde olunduğu vurgulandı.



BM kararıyla kurulan İsrail, uluslararası örgütle neden ‘savaşıyor’?

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera
TT

BM kararıyla kurulan İsrail, uluslararası örgütle neden ‘savaşıyor’?

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera

Remzi İzzettin Remzi

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) ile başka bir benzerine rastlanmayan bir ilişkisi var. Uluslararası örgütün kararıyla kurulan İsrail, aynı zamanda örgütün kararlarını en sık ihlal eden ülke. İsrail’in bu siciline ve sayısız kez kınanmasına rağmen BM, İsrail’e başka hiçbir üyesinin sahip olmadığı nadir bir hoşgörü gösteriyor.

BM Genel Kurulu, Filistin Mandası'nı bir Arap ve bir Yahudi devleti olarak bölmeye karar verdiği 1947 tarihli 181 sayılı kararıyla İsrail'i kurdu. Eğer bu karar olmasaydı, uluslararası toplum İsrail Devleti'ni kabul etmezdi. Ancak İsrail'in uluslararası alanda kabul gören bu gerçeği görmezden geldiğini görüyoruz. Öyle ki Başbakan Binyamin Netanyahu geçtiğimiz günlerde bu gerçeğe açıkça meydan okudu.

İsrail parlamentosu Knesset, uluslararası topluma açıkça meydan okuyarak BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) faaliyetlerini yasaklayan ve kararın 90 gün sonra yürürlüğe girmesini öngören yasa tasarısını oybirliğiyle kabul etti.

İsrail, ister BM Güvenlik Konseyi (BMGK), ister BM Genel Kurulu ve alt organları, ister Uluslararası Adalet Divanı (UAD), isterse de BM’nin diğer kuruluşları tarafından alınmış olsun BM tarafından alınan kararlara meydan okuma konusunda rekor kırdığını söyleyebiliriz. İsrail'in, ‘evlerine dönmek ve komşularıyla barış içinde yaşamak isteyen mültecilere mümkün olan en erken tarihte bunu yapmalarına izin verilmeli ve geri dönmemeyi seçenlerin malları için tazminat ödenmeli ve uluslararası hukuk veya eşitlik ilkeleri uyarınca sorumlu Hükümetler veya yetkililer tarafından telafi edilmesi gereken mal kaybı veya hasarı için tazminat ödenmeli’ diyen 1949 tarihli 194 sayılı BM Genel Kurulu kararını hiçe sayması, bunun ilk açık örneklerinden biridir. Kararın kabul edilmesinin üzerinden geçen yetmiş beş yılın ardından İsrail karara uymak için hiçbir adım atmamıştır.

İsrail, BM barış güçlerini kasıtlı olarak hedef alan tek ülkedir. İsrail ordusu1996 yılında Lübnan'ın güneyindeki Kana köyünde Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) mevzilerine saldırdı. Bugün de Güney Lübnan'ı işgali sırasında çeşitli yerlerde doğrudan ve defalarca kez UNIFIL’i hedef aldı.

İsrail, BM barış güçlerini kasıtlı olarak hedef alan tek ülke.

Öte yandan İsrail, bir BM kuruluşunu terör örgütü olarak tanımlamak üzere adım atan tek ülke. İsrail parlamentosu Knesset, temmuz ayında UNRWA’nın terör örgütü olarak tanımlanmasını öngören ve pazartesi günü kabul edilen bir yasa tasarısını ön onaydan geçirdi. UNRWA 1949 yılında BM Genel Kurulu tarafından Filistinli mültecilere doğrudan yardım ve istihdam programları uygulamak üzere kuruldu. UNRWA, Filistinliler arasındaki eğitim seviyesini Arap dünyasındaki en yüksek seviyeye çıkarmasıyla biliniyor.

İsrail, özellikle uluslararası insancıl hukuk ve insan haklarıyla ilgili olanlar başta olmak üzere, onlarca uluslararası anlaşma ve sözleşmeyi de diğer tüm devletlerden daha fazla ihlal etti. Bu durum, uluslararası organlar tarafından kabul edilen sayısız kararın yanı sıra BM özel raportörlerinin ve işgal altındaki topraklardaki durumla ilgilenen İsrailli ve uluslararası insan hakları örgütlerinin hazırladığı raporlarla da kanıtlandı.

dvd
Refah Sınır Kapısı’ndan Gazze Şeridi'ne girmek için bekleyen UNRWA yardım tırı, 19 Kasım 2023 (DPA)

İsrail, aynı zamanda UAD önünde soykırım suçundan yargılanan ilk ve tek ülke. Güney Afrika, diğer bazı ülkelerle birlikte İsrail'i Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere karşı soykırım yapmakla suçladı. Bu suçlamaların değerlendirilmesini gerektirecek makul kanıtlar bulan UAD, iki kez ‘ihtiyati tedbir’ kararı aldı ve bu kapsamda İsrail'den 1948’de BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal eden eylemleri önlemek için gerekli tüm tedbirleri almasını istedi. Aynı zamanda Gazze halkı ‘açlık ve yetersiz beslenme’ ile karşı karşıya olduğundan temel gıda malzemelerinin derhal sağlanmasını zorunlu kıldı.

İsrail'in BM’yi küçük düşüren hamleleri geçtiğimiz günlerde hiçbir gerekçe göstermeksizin BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'i ‘istenmeyen kişi’ ilan etmesiyle daha önce görülmemiş bir seviyeye ulaştı. Bunun tek sebebi, Guterres'in küresel vicdanı yansıtmak üzere kurulmuş uluslararası bir örgütün başı olarak en temel görevlerini yerine getirmiş olmasıydı.

İsrail'in BM’ye karşı meydan okumaları çok eskilere dayanıyor. İsrail, uluslararası toplumun iradesini ilk kez 1978 yılında açıkça hiçe saydı. Buna bizzat tanık oldum.

İsrail'in BM’ye karşı meydan okumaları çok eskilere dayanıyor. Buna 1978 yılında Mısır’ın New York'taki Birleşmiş Milletler Daimi Misyonu'nda genç bir diplomatken bizzat ve doğrudan tanık oldum. İsrail'in o dönemki Daimi Temsilcisi Haim Herzog'un (İsrail'in eski cumhurbaşkanı ve mevcut Cumhurbaşkanı İzak Herzog’un babası) kibar diplomatik görünümüne rağmen BM Genel Kurul salonuna bir yığın gazeteyle girip, ülkesi hakkında söylenenlere kayıtsız kaldığını göstermek için bunları delegelerin önünde kasıtlı olarak okumasına bizzat şahit oldum. O dönemde Batılı ülkelerin çok azı İsrail'i savunuyordu.

Herzog'un halefi, seçkin bir uluslararası hukuk profesörü olan Yehuda Blum, İsrail'in BM'ye yönelik meydan okumalarında çıtayı yükseltti. İsrail, BMGK’da uluslararası hukuku ihlal ettiği ve çok sayıda BM kararını çiğnediği için geniş çaplı ve sürekli olarak eleştirildiği sırada Blum’un İsrail’i eleştiren ülkeleri BMGK’nın gündemindeki konuyla ilgisi olmayan konularda saldırmaktan başka seçeneği yoktu. Sadece ABD ve diğer birkaç üye onun öfkeli saldırılarından kurtulabildi.

O zamandan bu yana İsrail'in BM'ye meydan okuması, Gazze ve Batı Şeria'daki eylemlerinden Lübnan'a kadar geçtiğimiz yıl daha önce eşi ve benzeri görülmemiş seviyelere ulaşarak önemli ölçüde arttı. İsrail, uluslararası insancıl hukuk ve insan haklarıyla ilgili olanlar başta olmak üzere uluslararası hukukun ilkelerini ve normlarını öylesine ihlal etti ki en yakın müttefiklerine bile onun utanç verici sicilini kabul etmekten başka çare bırakmadı. BM Genel Kurulu, geçtiğimiz eylül ayında onuncu acil özel oturumunda, UAD tarafından temmuz ayında yayınlanan ve İsrail'in Filistin topraklarında devam eden varlığının ‘yasadışı’ olduğunu ve ‘tüm devletlerin onlarca yıldır süren işgali tanımaması gerektiğini’ belirten tavsiye kararına ilişkin bir kararı ezici bir çoğunlukla kabul etti. Kararda ayrıca İsrail'e uluslararası hukuka uyması ve askeri güçlerini derhal geri çekmesi, tüm yeni yerleşim faaliyetlerini durdurması, yerleşimcileri işgal altındaki topraklardan tahliye etmesi ve işgal altındaki Batı Şeria'da inşa ettiği ayrım duvarının bazı bölümlerini yıkması çağrısında bulunuldu.

Kararda ayrıca İsrail'in toprak ve taşınmaz mallarının yanı sıra 1967 yılında işgalin başlamasından bu yana el koyduğu tüm varlıkları iade etmesi talep edildi. Buna kültürel varlıklar ile Filistinlilerden ve Filistinli kurumlardan gasp edilen varlıklar da dâhil. Kararda ayrıca, işgal nedeniyle yerlerinden edilen tüm Filistinlilerin eski evlerine dönmelerine izin verilmesi ve İsrail işgalinin neden olduğu zararların tazmin edilmesi gerektiği ifade edildi.

İsrail'in BM’deki belki de tek başarısı 1991 yılında, BM Genel Kurulu Siyonizmi bir tür ırkçılık ve ırk ayrımcılığı olarak gören 1975 tarihli kararını yürürlükten kaldırmaya ikna etmesiydi. Gerçek şu ki, İsrail, bu başarıyı tamamen farklı koşullar altında elde etti. Amaç, İsrail'i BM ile daha iyi iş birliği yapmaya teşvik etmekti, ancak bu gerçekleşmedi; tam tersine, İsrail'in uluslararası topluma daha fazla meydan okuduğuna tanık olduk.

Eğer BM Genel Kurul 1974 yılında Güney Afrika'yı insan hakları ihlalleri ve bölgeyi istikrarsızlaştırması nedeniyle askıya aldıysa aynı ihlalleri gerçekleştiren İsrail'e karşı nasıl sessiz kalabiliyor?

BM tarafından temsil edilen uluslararası toplum, kararlarını sürekli ve bariz bir şekilde ihlal etmesine rağmen İsrail'e karşı büyük bir sabır ve hoşgörü gösterdi. BM, İsrail'in başta uluslararası insani hukuk ve insan hakları hukuku olmak üzere uluslararası hukuku ihlal etmeye devam etmedeki ısrarcılığını defalarca kez ve bariz bir şekilde ortaya koymasına artık daha fazla seyirci kalamaz. İsrail'i caydırmak ve uluslararası meşruiyete saygı göstermeye zorlamak için kararlı bir duruş sergilemenin zamanı geldi.  Eğer somut adımlar atılmazsa bu, BM’nin güvenilirliğini zedeleyecek ve temel insan haklarına saygı başta olmak üzere BM’nin üzerine kurulduğu ilkeleri tehdit edecektir.

Maalesef İsrail'in son dönemde izlediği politikalar ve sergilediği tutumlar ile BM’deki temsilcilerinin açıklamaları, İsrail'in uluslararası barış ve güvenliğin yanı sıra insan haklarına saygıyla ilgilenen bu uluslararası örgüte saygısızlık etmeye devam ettiğini açıkça gösteriyor. Bu durum, İsrail'in BM’nin en üst düzeydeki temsil organı olan Genel Kurul'daki koltuğunu işgal etmeye devam etmeyi hak edip etmediği sorusunu gündeme getiriyor.

Bu, bir üyenin BM kararlarını açıkça ihlal ettiği için Genel Kurul çalışmalarına katılımının engellendiği ilk vaka olmaz. Zira BM Genel Kurulu 1974 yılında, Güney Afrika'nın Genel Kurul çalışmalarına katılımını askıya alan 3181 sayılı kararı kabul etti. Sadece BM Genel Kurulu’nun temel insan hakları ihlali olarak gördüğü apartheid politikaları nedeniyle değil, aynı zamanda bölgesel istikrar üzerinde olumsuz etkileri olduğu düşünülen Namibya ve Rodezya'daki politikaları nedeniyle de onu üyeliğini kullanmaktan fiilen mahrum bıraktı. Güney Afrika ancak 1994 yılında apartheid rejiminin sona ermesinden sonra yeniden BM'deki yerine geri döndü ve BM faaliyetlerine katıldı.

Eğer Genel Kurul 1974 yılında Güney Afrika'yı insan hakları ihlalleri ve bölgeyi istikrarsızlaştırması nedeniyle askıya aldıysa, aynı ihlalleri daha büyük ölçekte gerçekleştiren İsrail'e karşı nasıl sessiz kalabilir?

New York Times (NYT) gazetesinin kısa bir süre önce belgelediği üzere aşırı güç kullanımı, meşru müdafaa hakkının kullanılmasına ilişkin gereklilik, orantılılık ve aciliyet gibi uluslararası standartların göz ardı edilmesi, sivil yaşamın tamamen hiçe sayılması, Gazze Şeridi’nin yok edilmesi, arazilere el konulması, evlerin bombalanması , kaba kuvvet kullanılması ve yerleşimcilerin Batı Şeria sakinlerini korkutmasına imkan verilmesi ve Muhaybib'de olduğu gibi Lübnan'daki köylerin tamamen yok edilmesi, Gazzelilerin yeterli gıdadan mahrum bırakılması, hastanelerin ve okulların bombalanması, Filistinlilerin ve Lübnanlıların defalarca kez yerlerinden edilmesi ve Filistinlilerin canlı kalkan olarak kullanılması gibi ihlallerin listesi böyle uzayıp gidiyor... Bunların hepsi İsrail'in işlemeye devam ettiği vahşet ve insanlığa karşı suçların birer örnekleri.

BM üyesi birçok ülkenin bu seçeneği ciddi olarak değerlendirdiğinden eminim. Onları engelleyen ise Kongre'nin baskısı altındaki ABD'nin BM bütçesine yaptığı mali katkıyı keseceği korkusu. Ancak İsrail sadece BM kararlarını çiğnemekle ve uluslararası hukuku ihlal etmekle kalmıyor, aynı zamanda ABD yasalarını da ihlal ediyor. ABD Dışişleri ve Savunma bakanları tarafından kaleme alınan 13 Ekim tarihli mektupta, Gazze'ye 30 gün içinde yeterli insani yardımın girmesine izin vermemesi halinde ABD'nin Kongre tarafından kabul edilen yasaları uygulamak ve İsrail'e silah tedarikini durdurmak zorunda kalacağı ima edildi.

Ancak İsrail'in Genel Kurul'dan uzaklaştırılması, İsrail'i uluslararası meşruiyete meydan okuyan politikalarını değiştirmeye zorlamak için tek başına yeterli olmaz. Uluslararası toplum da bu amaca hizmet eden ek adımlar atmalı.

sdfgrthy
Netanyahu Kudüs'te Knesset'te yargı reformu tasarısı oylamasına katıldı, 22 Mart 2023 (EPA)

Bu adımların en önemlileri arasında, İsrail'e silah sevkiyatının tamamen durdurulması zorunluluğu yer alıyor. Bu adım bazı Avrupa ülkeleri tarafından atıldı. Diğerleri de bu adımı atmayı planladıklarını açıkladılar.

Bu tür adımlar atılmadı ve gerekli önlemler alınmadığı sürece Netanyahu, Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme ve bölgeyi tamamen kontrol etme planından geri adım atacağa benzemiyor. Bu da sömürgeci güçlerin askeri güç ve teknolojik üstünlük kombinasyonuyla kendi iradelerini dayattıkları 20’inci yüzyıl sömürgeciliğinin bu kez 21’inci yüzyıldaki yansımasından başka bir şey olamaz.

Ancak bu plan, tıpkı sömürgeciliğin nihayetinde başarısız olması gibi başarısız olmaya mahkumdur. Bu plan bölgeyi onlarca yıldır rahatsız eden şiddet ve istikrarsızlığı uzatmaktan başka bir işe yaramaz.

Uluslararası hukukun ve parçası olduğu uluslararası sistemin koruyucusu olarak BM’nin güvenilirliği, temelde BM üyelerinin BM kararlarına olan bağlılığına bağlıdır.

İsrail'in Ortadoğu’da barış içinde yaşayabilmesinin tek yolu, köklü bir tarihi ve geleneği olan bir bölgenin parçası olduğunun farkına varması ve bölgeyi kendi vizyonuna göre yeniden şekillendirmeye yönelik gerçekçi olmayan ve tehlikeli hayalinden vazgeçmesidir.

İsrail ayrıca barışın silah zoruyla sağlanamayacağını anlamalı ve kalıcı barışın ancak adalete dayalı olabileceğini ve Arap topraklarını işgal etmeye devam ettiği sürece adalete ulaşılamayacağını kabul etmelidir.

BM’nin üzerine kurulduğu temellere, özellikle de BM Şartının giriş bölümünde yer alan ‘antlaşmalardan ve uluslararası hukukun diğer kaynaklarından doğan yükümlülüklere saygı gösterilmesini ve adaletin sağlanmasını mümkün kılacak koşulları tesis etmek’ ilkesine pratik ve somut bir şekilde bağlı kalmasının zamanı geldi.

Son olarak, BM’nin uluslararası hukukun ve dünya düzeninin koruyucusu olarak güvenilirliği, üyelerinin BM kararlarını uygulamaya olan bağlılığına bağlıdır. İsrail'in bu kararları ihlal etmeye devam etmesine izin verilirse, bu sadece BM’ye değil tüm uluslararası düzene ciddi zarar verecektir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.