Hudeyde'deki Husi operasyon odası hedef alındı, çok sayıda ölü ve yaralı var

Husilerin dün iki hava saldırısıyla vurulduğunu açıkladığı Hudeyde Havaalanı’nın havadan görünümü (arşiv - AFP)
Husilerin dün iki hava saldırısıyla vurulduğunu açıkladığı Hudeyde Havaalanı’nın havadan görünümü (arşiv - AFP)
TT

Hudeyde'deki Husi operasyon odası hedef alındı, çok sayıda ölü ve yaralı var

Husilerin dün iki hava saldırısıyla vurulduğunu açıkladığı Hudeyde Havaalanı’nın havadan görünümü (arşiv - AFP)
Husilerin dün iki hava saldırısıyla vurulduğunu açıkladığı Hudeyde Havaalanı’nın havadan görünümü (arşiv - AFP)

Uluslararası tanınırlığa sahip Yemen hükümetine bağlı Ortak Kuvvetler Komutanlığı'ndan bir askeri kaynak, dün (Perşembe) Husi örgütünün batıdaki Hudeyde vilayetinde eski Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'e ait evde bulunan operasyon odasının bir donanma gemisi tarafından hedef alındığını doğruladı.

Arap Dünyası Haber Ajansı'na (AWP) konuşan kaynak, ABD-İngiltere koalisyonuna ait bir donanma gemisinin operasyon odasını hedef alan saldırısında, silahlı örgüte mensup yedi ila on arasında liderin öldüğünü ve yaralandığını belirterek, ölenler arasında ‘insansız hava araçları (İHA) ve füze uzmanlarının’ da bulunduğunu kaydetti.

Şarku’l Avsat’ın AWP’den aktardığına göre kaynak, “İstihbarat kaynaklarımız, saldırının yüksek riskli hedeflere ulaştığını ve bir grup lider ile İHA ve füze uzmanının toplandığı gelişmiş bir operasyon odasını imha ettiğini doğruladı. Ayrıca yedi ila on arasında unsurun öldüğünü ve yaralandığını bildirdi” ifadelerini kullandı.

Kaynağa göre donanma gemisi bir füze ateşledi. Ardından Husiler tarafından fırlatıldıktan birkaç saniye sonra bir balistik füzeyi hedef alan bir önleyici füze, grubun dokuz yıl önce Hudeyde'nin kontrolünü ele geçirmesinden bu yana kontrol ettiği eski cumhurbaşkanının evinin üzerinde alçak irtifada patladı. Şarapnel parçalarının yakındaki evlere isabet ettiği bildirildi.

Husiler tarafından dün (Perşembe) erken saatlerde yapılan açıklamada, Husilerin kontrolündeki Hudeyde Havaalanı’nın Kızıldeniz'de donanma gemileri bulunan Amerikan ve İngiliz güçleri tarafından düzenlenen iki hava saldırısıyla vurulduğu duyuruldu.



Nuseyrat Kampı kurbanları ve dünyamız

İsrail askeri operasyonunun ardından Nuseyrat Mülteci Kampı’nda meydana gelen yıkımdan (Reuters)
İsrail askeri operasyonunun ardından Nuseyrat Mülteci Kampı’nda meydana gelen yıkımdan (Reuters)
TT

Nuseyrat Kampı kurbanları ve dünyamız

İsrail askeri operasyonunun ardından Nuseyrat Mülteci Kampı’nda meydana gelen yıkımdan (Reuters)
İsrail askeri operasyonunun ardından Nuseyrat Mülteci Kampı’nda meydana gelen yıkımdan (Reuters)

Husam İytani

İsrail askerlerinin kurşunlarıyla 274 sivilin öldüğünün, yüzlerce kişinin de yaralandığının açıklanmasından sonra, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi'ne göre, Nuseyrat Kampı’nda 4 İsrailli rehineyi kurtarma operasyonu, İsrail ve "silahlı Filistinli örgütler" tarafından işlenen savaş suçlarının tümünü kapsamış olabilir.

Nuseyrat kurbanları, İsraillilerin 1.200 İsraillinin öldürüldüğü, 230 kadarının da rehin alındığı Aksa Tufanı eylemine karşı operasyonlarının başlamasından bu yana hayatını kaybeden yaklaşık 40 bin Filistinliye eklendi.

Geçen yılın Ekim ayının 7'sinden bu yana Gazze ve Batı Şeria'da olup bitenlere ilişkin uluslararası kararları ve raporları yeniden hatırlatmaya gerek yok.  Filistinlilerin yaşadığı trajedinin dayanılmaz olduğu ve 8 aydaki can kayıplarının daha önceki uzun savaşlardaki kayıplardan daha fazla olduğu konusunda hepsinin hemfikir olduğunu söylemeye de gerek yok.. Tüm raporlar aynı ihmal kaderini paylaşıyorlar.

Ancak dünyanın hâlâ soykırım olarak adlandırmayı reddettiği Filistin halkının başına gelen insani felakete yeni bir gözle bakılmalı çünkü Filistinli sivillerin maruz kaldıklarını yansıttığı ölçüde İsrail hükümetinin, ordusunun ve toplumunun bir resmini çiziyor ve bu resim dünya tarafından da onaylanıyor.

Geçmişteki bu tür davaların belki de en ünlüsü, Alman-Amerikalı filozof Hannah Arendt'in hakkında ünlü "Eichmann Kudüs'te" kitabını yazdığı Nazi subayı Adolf Eichmann'ın davası, Balkan savaşlarında, özellikle de 1990'larda Bosna-Hersek'te yaşanan savaştaki katliamlar ile Ruanda katliamının sorumlularının davalarıdır. Davaların sunulan ifadelere ve belgelere dayanarak Nazi Almanyası, eski Yugoslavya ve Ruanda'daki sosyal yapılar hakkında ortaya çıkardıklarının önemi, hukuki icraatları ve mahkemelerin sanıklara verdiği cezaları gölgede bırakmıştı. Nitekim 3 aydan kısa bir süre içinde 1 milyon insanın ölümünden sorumlu olanların yargılanması sırasında ortaya çıkan bilgilere göz atmadan, yüz binlerce Hutu'nun 1994 yılında nasıl Tutsi yurttaşlarını öldürmeye giriştiklerini anlamak mümkün değil.

Aynı şey Nuseyrat'ta, Batı Şeria'da ve Gazze Şeridi'ndeki onlarca okul ve hastanede yaşananlar için de geçerli. İsrail'in sivillerin varlığını göz ardı etme ve savaşçıların bulunduğu bahanesi ile yıkıcı bombardımana başvurma konusundaki ısrarı, İsrailli yetkililerin Filistinli sivillere verdiği değeri, yani onları bir hiç olarak gördüklerini gösteriyor.

Dünyanın hâlâ soykırım olarak adlandırmayı reddettiği, Filistin halkının başına gelen insani felakete yeni bir gözle bakılmalı çünkü Filistinli sivillerin maruz kaldıklarını yansıttığı ölçüde İsrail hükümetinin, ordusunun ve toplumunun bir resmini çiziyor.

Dört İsrailli rehinenin dönüşüne sevinmek ve İsrail propagandasına göre “dünyanın en ahlaklı ordusunun” askerlerinin kurşunlarıyla can veren 274 Filistinliyi tamamen görmezden gelmek, Gazze ve Batı Şeria'nın ötesinde düşünmeyi gerektiriyor. Bir İsrailliye, 4 vatandaşı için sınırsız sayıda kişiyi öldürmesi yönünde bu açık çeki vermek, bir halk olarak Filistinlilere ve ganimet olarak topraklarına karşı davranışlarda da aynı düşünce modelinin hakim olduğunu söylememize olanak tanıyor. Bu durumda İsrail, kendisini korumak adına başkalarına zarar vermek için aynı yöntemleri, hem de aynı oranlarda kullanabilir. Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 40 bin ölü Filistinli ile Aksa Tufanı’nda öldürülenler karşılaştırıldığında görülen büyük resim, hükümeti, ordusu ve kurumlarıyla birlikte İsrail'in bu katliamın küresel çapta kabul görmesinden, Filistin toplumunu yok etme ve ona ilkinden çok daha büyük etki yaratabilecek ikinci bir felaket yaşatma çabasına verilen uluslararası desteğin devam etmesinden, kendini güvende hissettiğini söylüyor.

İsrail, dünyanın yüksek sesle söylemek istemediği bir gerçeğe dayanıyor ve bu gerçek özetle; insanların eşit olmadıkları, bazılarının hayattan keyif almaya diğerlerinden daha fazla hakkı olduklarıdır. Egemen güçler tarafından temsil edilen uluslararası toplumun, 40 bin sivilin ölümü pahasına bile olsa İsrail’in kendisini koruması için ona silah ve para sağlamaya çalışmaya devam etmeleri gerektiğidir. Nuseyrat katliamı da bu arka planda gerçekleşti. Gelecekte de aynı arka planda daha birçok katliam yaşanacak.

Ne yazık ki bu gerçeğe karşı çıkanların, boğulmadan önce insanın tutunduğu son dal olan umut dışında bu gerçeği değiştirebilecekleri bir araçları yok.