Binlerce Sudanlı el-Faşir'deki ‘korkunç durumdan’ kaçıyor

Darfur bölgesinde ordunun elindeki son kasabanın çevresinde çatışmalar şiddetleniyor.

Sudan'ın batısındaki Darfur bölgesinde yer alan el-Faşir kentinden yoğun duman yükseliyor. (arşiv - DPA)
Sudan'ın batısındaki Darfur bölgesinde yer alan el-Faşir kentinden yoğun duman yükseliyor. (arşiv - DPA)
TT

Binlerce Sudanlı el-Faşir'deki ‘korkunç durumdan’ kaçıyor

Sudan'ın batısındaki Darfur bölgesinde yer alan el-Faşir kentinden yoğun duman yükseliyor. (arşiv - DPA)
Sudan'ın batısındaki Darfur bölgesinde yer alan el-Faşir kentinden yoğun duman yükseliyor. (arşiv - DPA)

Aktivistler, Sudan'ın batısındaki Darfur bölgesinde ordunun son kalesini ele geçirmek için savaşan Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) saldırısının ardından, on binlerce kişinin el-Faşir kentindeki bir kamptan kaçtığını bildirdi.

Reuters'e konuşan yerel sakinler, HDK'nin Ebu Şuk kampına saldırdığını ve Sudan'da savaşın başlamasından bir yıldan fazla bir süre sonra, bilinmeyen sayıda insanın öldüğünü ve yaralandığını aktardı.

El-Faşir, HDK'nin geçen yıldan bu yana Darfur bölgesindeki diğer dört eyalet başkentinin kontrolünü ele geçirmesinin ardından, Darfur bölgesinde ordunun elindeki son şehir oldu.

El-Faşir'deki kampları denetleyen Mülteci ve Yerinden Edilmiş Kişiler Koordinasyon Komitesi, el-Faşir'in bazı bölgelerinde çatışmalar devam ederken ve taraflar birbirlerine şiddetin sorumlusu olarak suçlamalarda bulunurken, 100 binden fazla sakinin yaklaşık yüzde 60'ının şehri terk ettiğini bildirdi.

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'deki çatışmaların yol açtığı yıkımdan (arşiv - AFP)

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'deki çatışmaların yol açtığı yıkımdan (arşiv - AFP)

‘Korkunç bir durum’

Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Genel Direktörü Amy Pope dün (Cuma) yaptığı açıklamada, el-Faşir kentinde artan çatışmaların zaten ‘dehşet verici olan durumu’ daha da kötüleştirdiği uyarısında bulundu. Pope X platformu üzerinden yaptığı açıklamada, “Sudan halkı, zaten aşırı gerilmiş bir insani yardım sistemi, yetersiz finansman ve dünyadaki en büyük kitlesel yerinden edilmelerden biri ile devam eden bu çatışmanın daha fazlasını kaldıramaz” değerlendirmesinde bulundu.

Sudan'daki Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA), el-Faşir ve çevresindeki tahmini 800 bin sivil için insani durumun, 10 Mayıs'tan bu yana patlak veren çatışmaların ardından kötüleştiğini kaydetti.

Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi Özel Danışmanı Alice Wairimu Nderitu bu hafta yaptığı açıklamada, soykırım riski bulunduğunu ve soykırım iddialarının ortaya atıldığını söyledi. Nderitu salı günü BM Güvenlik Konseyi'ne yaptığı açıklamada, el-Faşir ve Darfur'un diğer bölgelerindeki sivillerin kimlikleri ve kabileleri temelinde hedef alındığını belirtti.

Sınır Tanımayan Doktorlar

Ebu Şuk, yaklaşık 20 yıl önce Cancavid milisleri, daha sonra HDK’nın Sudan ordusuyla birlikte savaştığı ve soykırımla suçlandığında Darfur'daki şiddetten kurtulanlar için bir sığınaktı.

İki gücün entegrasyonu konusunda uzun süredir devam eden gerginliklerin doruğa ulaşmasıyla Nisan 2023'te başkent Hartum'da ordu ve HDK arasında patlak veren savaş sırasında yaklaşık yarım milyon insan el-Faşir'e göç etti.

Sınır Tanımayan Doktorlar'a göre 10 Mayıs'tan bu yana el-Faşir'in güneyindeki tek faal hastane olan Güney Hastanesi’nde en az 85 kişi hayatını kaybetti. Sınır Tanımayan Doktorlar toplam ölü sayısının çok daha yüksek olduğunu, çünkü şehrin kuzey, doğu ve güneyindeki çatışmalardan etkilenen sivillerin sağlık görevlilerine ulaşamadığını söylüyor.

Diğer taraftan HDK, orduyu sivilleri canlı kalkan olarak kullanmakla, geniş çaplı hava saldırıları düzenlemekle ve el-Faşir'in elektrik santralini tahrip etmekle suçladı.

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir kırsalında bulunan Zemzem kampındaki Sudanlı mülteciler (arşiv - AP)Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir kırsalında bulunan Zemzem kampındaki Sudanlı mülteciler (arşiv - AP)

‘Aşırı kalabalık’ yerler

OCHA tarafından dün yayınlanan rapora göre, el-Faşir'in kuzey ve doğu bölgelerindeki çatışmalar sivilleri şehrin güney mahallelerindeki ‘aşırı kalabalık’ toplanma alanlarına sığınmak zorunda bıraktı.

Geçtiğimiz iki gün boyunca el-Faşir, şehre çeşitli yönlerden saldıran HDK’ye karşı ordu ve silahlı hareket müttefikleri arasında ‘ağır çatışmalara’ tanık oldu. Uluslararası Göç Örgütü'ne (IOM) göre bu ayın 20'sinden beri yaklaşık bin 250 kişi el-Faşir bölgesindeki başka yerlere göç etti. Sahadaki durumun gergin ve öngörülemez olmaya devam ettiği bildiriliyor.

Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından yapılan açıklamada, “El-Faşir'in tek hastanesine ulaşan 85 kişi öldü ve en az 700 kişi yaralandı. Ölü sayısının artması bekleniyor. Güney Hastanesi’ndeki tıbbi malzemeler neredeyse tükenmiş durumda. Sadece 10 günlük malzeme kaldı ve hastanenin acilen yeniden ikmal edilmesi gerekiyor” ifadeleri yer aldı.

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'de çatışmalar sonucu tahrip olmuş bir pazar (AFP) Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'de çatışmalar sonucu tahrip olmuş bir pazar (AFP)

İnsani yardım hizmetlerinin eksikliği

BM raporu, yaygın çatışmalar ve çatışmanın kentteki nüfus üzerindeki doğrudan etkilerinden ötürü erişim kısıtlamaları nedeniyle, insani hizmet ve yardımlarda önemli sıkıntı yaşandığına dikkat çekiyor. BM, sivillere yönelik risklerin, çatışmanın taraflarının sivil altyapı ve nesneleri askeri amaçlarla kullanması ve silahlı unsurların şehir genelinde artan varlığı nedeniyle daha da arttığı uyarısında bulundu.

OCHA raporunda, insani yardım ortaklarından, devam eden çatışmalar nedeniyle su da dahil olmak üzere, temel ihtiyaç maddelerine nüfusun giderek artan bir kısmının ulaşamadığını gösteren raporlar aldığı belirtildi. Çatışmalar ve güvensizlik aynı zamanda yerinden edilmiş insanların temas hatları ve sınırlarda kısıtlanmasına neden oldu. Gıda malzemesi taşıyan tırlar, Çad ile olan sınır kapılarında üç haftadan fazla bir süredir hareket izni bekliyor.

Şarku'l Avsat'ın ulaştığı raporda, Kosti'den gelen ikmal yolunun aralık ortasından bu yana kesik olması nedeniyle, diğer taraflardan gelen insani yardımın da el-Faşir'e ulaşamadığı belirtildi. 121 binden fazla insan için yardım taşıyan 12'den fazla tır bir aydan uzun bir süredir el-Faşir'e ulaşmaya çalışıyor.

Darfur Bölgesi Başkanı ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Minni Arko Minawi (AFP)

Darfur Bölgesi Başkanı ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Minni Arko Minawi (AFP)

Minawi uyarıyor

Darfur Bölgesi Başkanı Minni Arko Minawi X platformunda yaptığı paylaşımda, Çad-Sudan sınırındaki et-Tina Sınır Kapısı’ndan Güney Darfur eyaletine doğru yola çıkan Dünya Gıda Programı'na (WFP) ait gıda maddesi yüklü 31 tırın geçtiğini söyledi. Minawi, HDK'yi konvoyun güzergahını engelleyecek herhangi bir eylemde bulunmaması konusunda uyardı.



Umman, Suudi Arabistan ve Azerbaycan’da yapılan görüşmeler, bölgeyle ilgili yeni formüller ve istikrar beklentileri

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Umman, Suudi Arabistan ve Azerbaycan’da yapılan görüşmeler, bölgeyle ilgili yeni formüller ve istikrar beklentileri

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Elie el- Kasifi

Geçtiğimiz hafta bölgedeki gelişmelerle ilgili iki önemli görüşme gerçekleşti. Medyada geniş yer bulan ilk görüşme, İran'ın nükleer programını müzakere etmek üzere Umman'ın başkenti Maskat'ta ABD ve İran heyetleri arasında yapılan müzakere toplantısıydı. Medyanın ilgisini ilki kadar çekemeyen Fazla ikinci toplantı ise Türkiye ve İsrail heyetleri arasında ‘iki taraf arasında sürtüşmeyi önleyecek istikrarlı bir mekanizmaya’ ulaşmak ve Suriye'de iki taraf arasında ‘kırmızı çizgiler’ çizmek amacıyla Azerbaycan'da bir araya geldikleri görüşmeydi.

Bu iki görüşmeden önce, ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında Beyaz Saray'da bir görüşme gerçekleşti. Bu görüşmeden çıkan ana sonuç, kendince bir ‘barış adamı’ olmaya çalışan ABD Başkanı'nın İran ile müzakere etmeye ve bir anlaşmaya varmaya kararlı olduğuydu. Trump ayrıca ‘barış yapma’ çabalarının, dostları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Binyamin Netanyahu arasında gerginliğin yaşandığı Suriye'ye de uzanmasını istiyor.

Suudi Arabistan Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman Al Suud pazar günü ABD'li mevkidaşı Chris Wright ile bir araya geldi. Suudi Bakan, ABD ile Suudi Arabistan'ın enerji ve sivil nükleer teknoloji alanlarında iş birliği için bir ön anlaşma imzalamaya yakın olduğunu açıkladı.

Bu açıklama, 2015 yılında eski ABD Başkanı Barack Obama yönetimi ile İran arasında imzalanan ve daha sonraki gelişmelerle meşrulaşan Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerinin endişelerini arttıran nükleer anlaşmanın ardından bölgede hakim olan atmosferi hatırlattı. O dönemde Riyad'ın sivil bir nükleer program arayışında olduğuna dair söylentiler artmıştı.

Ancak bu açıklama, ABD Başkanı'nın ikinci dönemindeki ilk yurtdışı ziyareti olarak mayıs ayı ortalarında gerçekleştirmesi beklenen Riyad ziyaretinin arifesinde gelmesi ve bu ziyaretin ABD'nin Ortadoğu stratejisinin başlıklarını ortaya koyması açısından büyük önem taşıyor. Ancak burada ‘İsrail'in Filistin topraklarındaki ve bölgedeki saldırgan politikalarında ısrar etmesiyle giderek karmaşıklaşan bölgede Trump'ın ‘büyük bir pazarlık’ peşinde mi yoksa uzun vadeli çözümleri erteleyerek ya da umursamayarak, öngörülebilir gelecekte bölgenin özelliklerine dair esnek bir algı içerisinde ‘perakende anlaşmalar’ peşinde mi?’ diye sorulması gerekiyor.

Bu bağlamda, ABD Enerji Bakanı Wright’ın Riyad'dan yaptığı açıklamaya İsrail'in verdiği tepki dikkat çekiciydi. Muhalefet lideri Yair Lapid, Tel Aviv'in Washington'dan Suudi Arabistan topraklarında uranyum zenginleştirilmesine açık bir yasak getirmesini istemesi gerektiğini söyledi. Bu durum, Washington'ın İsrail'i bölgede kabul görmesi sürecini genişletme girişiminden, Gazze Şeridi'nde devam eden savaşın bu süreci engelleyen sonuçlarına ve İran'ın bölgesel nüfuzunun azalmasının ardından bölgedeki güç dengesine ilişkin yeni bir harita çizme girişimine kadar bölgedeki dosyaların birbiriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor.

ABD'nin garantisi, Lübnan'da İsrail ve Suriye arasındaki çelişkileri yönetmek için yeterli olmasa da aralarındaki çatışmanın doğrudan savaş sınırlarına tırmanmasını önlemek için her zaman mevcuttu.

Açıklamanın en can alıcı noktası ise ABD yönetiminin İran'ın nükleer dosyasını ele alma planına atıfta bulunmasıdır. ABD'nin tutumundan Washington'ın İran'ın nükleer programını İsrail'in istediği gibi Libya tarzında tasfiye etmek istemediği, ancak İran'ın nükleer silaha sahip olmaması olduğu ve bunun Tahran tarafından da teyit edildiği sonucu çıkarılabilir. Diğer bir deyişle, Trump yönetimi İran'ın sivil amaçlı nükleer programının devam etmesini önemsemiyor. Bu durum daha çok İsrail'de bir endişe yaratıyor. Fakat daha da önemlisi, Bakan Wright'ın pazar günü Riyad'dan yaptığı açıklamada yer alan Amerikan algısına göre yeni bölgesel dengeleri anlamak için yeni bir bakış açısı yaratıyor.

Nihayetinde tüm bu toplantıların ortak paydası, bölgeyi kendi çıkarlarına uygun şekilde dizayn etmeye çalışan bir oyuncu olarak ABD’dir. Bu, ABD'nin sürekli değişime tabi olan eski bir çabası olsa da İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı, tıpkı ABD'nin ‘Yeni Ortadoğu’ projesini hayata geçiren Irak işgali sonrasında olduğu gibi, bu çabayı yeniden alevlendirdi. Ancak bu süreç İran'ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen olmak üzere dört Arap ülkesinin başkentini kontrol etmesiyle sona erdi.

drgty
Suriye'nin güney sınırı boyunca İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki bir bölgede bir Merkava savaş tankını inceleyen bir İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Buradaki akıllara ‘eğer bölge şu anda ters bir yörüngeye girmişse, yani İran'ın bölgedeki nüfuzunun azaldığı bir yörüngeye girmişse, Tahran'ın bıraktığı boşluğu kim, nasıl dolduracak?’ sorusu geliyor.

İsrail ve Türkiye'nin Suriye'de karşı karşıya gelmesi, bu boşluğu doldurma mücadelesinde önemli bir kısmı oluştursa da bu çatışma, İran ve İsrail arasında Suriye topraklarında on yıldan fazla bir süredir tanık olunan çatışmadan farklı olacak gibi görünüyor. Buradaki en belirgin fark ise Washington'ın Tel Aviv ve Ankara arasında arabulucu rolü oynayarak, Suriye'de her iki taraf için de kırmızı çizgiler konusunda bir anlaşmaya varmaya çalışmasıdır. Bu anlaşma, 1976 yılında Suriye ordusunun Lübnan'a girmesinin önünü açan ve ABD himayesinde Lübnan'da İsrail ile Suriye arasında imzalanan kırmızı çizgiler anlaşmasını anımsatıyor.

Ancak 1976-1982 yılları arasında Lübnan'da olduğu gibi, Amerikan garantisi Lübnan topraklarında İsrail ve Suriye arasındaki çelişkileri yönetmek için yeterli olmadı. Ancak ikisinin de istemediği doğrudan bir savaşı önlemek için her zaman hazır bulundu. Aynı senaryonun Suriye’de de tekrarlanması ve Washington'ın Suriye topraklarında Tel Aviv ve Ankara arasındaki tüm çelişkileri yönetemese de aralarındaki çatışmanın iki tarafın da istemediği doğrudan bir askeri çatışmaya dönüşmesini engellemek için müdahale edebilmesi ihtimali de söz konusu.

İsrail'in Suriye ve Lübnan'daki saldırganlığı, güvenliğini sağlama iddialarının ötesine geçerek bölgedeki uzun vadeli hedeflerini gerçekleştirmeye, öncelikle de kendi çıkar haritasına uymayan yeni bölgesel nüfuz haritalarının çizilmesini engellemeye yönelik bir saldırganlıktır.

Ancak İsrail'in Suriye'ye müdahalesi, Tel Aviv'in Suriye topraklarındaki ısrarlı saldırganlığını meşrulaştırmak için öne sürdüğü ve İsrail içinde bazı çevrelerin sorgulamaya başladığı başlıklarla hiçbir ilgisi olmayan başka bir başlığa atıfta bulunuyor. İsrail'in Suriye'deki ‘korkularının’ ne askeri açıdan ne de Suriye'deki yeni rejimin öncelikleri açısından sağlam bir gerekçesi var. Bu öncelikler temelde ekonomik ve sosyal meseleler ve bunların şiddetlenmesini sınırlandırmak için Arap dünyasından ve uluslararası toplumdan en geniş desteği alabilmekle ilgili.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Lübnan ile sınırdaki beş noktada askerlerini konuşlandıran ve hava saldırılarına devam eden İsrail, 27 Kasım'dan bu yana Lübnan’a karşı gerçekleştirdiği bombardımanlarda 14 kadın ve 9 çocuğun ölümüne neden olurken kendisine karşı askeri eylem planladıklarını doğrulayacak hiçbir delil olmamasına rağmen Hizbullah kadrolarına düzenlediği suikastlarla ateşkes anlaşmasını ihlal etmeye devam ediyor. Tüm bunların İsrail'in ‘güvenlik kaygıları’ ile de ilgisi yok. Çünkü kendi lehine olan ateşkes anlaşmasının bu ‘endişeleri’ ortadan kaldırması gerekirdi. Ancak İsrail, bölgesel konumunu güçlendirmek ve bölgenin yeni hatlarını etkilemek için mümkün olduğunca çok kart toplamaya çalışıyor.

fgrtyu
Lübnan'ın güneyindeki sınır kasabası Ayterun’da İsrail’in bombardımanında yıkılan binaların önünden geçiyor Şii bir din adamı (AFP)

Sonuç olarak, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı, ilk haftalarından bu yana, 7 Ekim 2023'teki Hamas’ın Aksa Tufanı Operasyonu’na verilen tepkinin ötesine geçerek İsrail'in Filistin toprakları üzerindeki uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için bir araca dönüştü. Bu hedeflerin başında, yaşanılabilir bir Filistin devletinin kurulması için her türlü coğrafi, sosyal ve siyasi zeminin baltalanması geliyor.

Bu durum, Suriye'deki değişimin varlıklarını kanıtlamalarının ve bölgesel nüfuzlarını güçlendirmelerinin yolunu açtığı yükselen bölgesel güçler ile bölgede kendi entegrasyonu pahasına da olsa bölgesel istikrarsızlaştırma kartını oynayan İsrail arasında büyük çelişkiler yarattı. Başka bir deyişle, İsrail'in Filistin toprakları ve ötesiyle ilgili mevcut stratejisi, Tel Aviv'in normalleşme ve barış yollarına, bu yolların Filistin topraklarındaki politikalarıyla çelişmesi halinde bağlı kalmayacağını teyit ediyor. Bu saldırgan politikalar, mevcut sağcı hükümet koalisyonunun devamı için bir gereklilik haline gelmiştir.

İran’ın ve bölgedeki vekillerinin teslim olması o kadar da ‘mantıklı’ görünmüyor. Zira İran'ın kendi sınırları içine dönmeye ve yayılmacı projesinden ve vekillerinden tamamen vazgeçmeye hazır olduğu teorisine güvenmek zor.

Dolayısıyla, İsrail bölgesel bir mesele olarak İran’ın bölgedeki nüfuzunu zayıflattıysa, kendisi de giderek daha belirgin ve kötüleşen bir bölgesel mesele haline geldi. Sanki İran meselesi bir süreliğine İsrail meselesini gölgede bırakmış gibi, bu da bölgedeki İran-İsrail çatışmasının karmaşık dinamiğini yansıtıyor. Bu bağlamda tanık olunan tüm korkunç suçlar ve zulümlerle birlikte Gazze Şeridi'ndeki savaşın, İsrail'in Filistinliler ve bölge halklarıyla kolayca uzlaşma yolunu izleyebileceğini hayal etmek oldukça güç. Bu da bölgesel istikrar beklentilerini değerlendirmede kilit bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.

İran'ın Trump’ın ‘önerisini’ kabul etmesinin temel faktörü olan içinde bulunduğu boğucu ekonomik kriz nedeniyle rejimine karşı risk haline gelen içerideki tehlikeler kötüleştiğinden kendi sınırlarına dönmeye ve yayılmacı projesinden tamamen vazgeçmeye hazır olduğu teorisine güvenmenin de zor olduğu bir gerçek. Fakat bu, Tahran'ın bölgedeki uyuyan hücrelerini yeniden harekete geçirmek için gelecekte fırsat kollamayacağı anlamına gelmiyor.