Suriye'deki yeni ‘Ulusal Diyalog’ ölü mü doğdu?

Ulusal Diyalog Komitesi, ilk toplantısını Kurban Bayramı'ndan sonra yapmak üzere mekanizmalarını ve görev tanımını belirledi.

Ulusal Diyalog Komitesi Suriye'de iktidardaki Baas Partisi tarafından kuruldu (Ajanslar)
Ulusal Diyalog Komitesi Suriye'de iktidardaki Baas Partisi tarafından kuruldu (Ajanslar)
TT

Suriye'deki yeni ‘Ulusal Diyalog’ ölü mü doğdu?

Ulusal Diyalog Komitesi Suriye'de iktidardaki Baas Partisi tarafından kuruldu (Ajanslar)
Ulusal Diyalog Komitesi Suriye'de iktidardaki Baas Partisi tarafından kuruldu (Ajanslar)

Baha el-Avam

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Faruk eş-Şara’nın öncülüğünde Şam’da gerçekleştirilen Ulusal Diyalog toplantısının üzerinden 13 yıl geçti. Bu ilk deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından ülke bir milyon Suriyelinin ölümü, yüz binlerce kişinin tutuklanması ve kaybolmasının yanı sıra milyonlarca kişinin göç etmesine ya da yerinden edilmesine yol açan bir savaşa tanık oldu. Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre ülkede kalanların büyük bölümü şu an yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, bundan birkaç gün önce yeni bir ‘ulusal diyalog’ başlatma kararı aldı. Bu ifadeyi duyar duymaz Suriyelilerin akıllarına ‘Neden şimdi?  Neden Suriye krizi uluslararası kaygılar listesinden düşmüşken? Muhaliflere göre iktidardakiler halkı temeli anlaşılmaz tanımlara göre ‘hainler’ ve ‘vatanseverler’ olarak sınıflandırırken ulusal diyaloga kimler davet edilecek?’ gibi sorular geliyor. 

Aynı şekilde diyalogun amacı da sorulabilecek sorular arasında yer alıyor. Geçmişte uluslararası, bölgesel, yerel taraflarca ve Arap ülkelerince devletin siyasi geleceğinin tartışıldığı diyaloglar başlatılmış, ancak başarısız olmuşlardı. Bu yüzden yeni ulusal diyalog girişimi de ya Suriye’deki siyasi gerçekliğe yaklaşmayacak ya da iktidardakilerin zihinlerindeki bir amaç için sahnelenen bir gösteriden ibaret olacak.

Sabiteler ve parametreler

Suriye hükümetinin danışmanlarından ve Ulusal Diyalog Komitesi üyesi Dr. Abdulkadir Azzuz, Ulusal Diyalog Komitesi’nin görev tanımını ve çalışma mekanizmalarını belirlemek için iç toplantılar yapıldığını ve ulusal diyalogun ilk oturumunun Kurban Bayramı’ndan sonra gerçekleştirilmesinin planlandığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre Dr. Azzuz, ‘ulusal güçler’ tanımını yaptığı terörizmi, işgali ya da ülkenin bölünmesini desteklemeyen herkesin diyaloğa davetli olduğunu belirtti. Diyalog toplantılarının sonuçlarının her oturumdan hemen sonra açıklanacağını ifade eden Dr. Azzuz, ardından tüm sürecin çıktısının uygulanması için bir mekanizma oluşturulacağını kaydetti. Ulusal diyaloğun başlıca dayanağının, Suriye Arap Cumhuriyeti topraklarının birliği ve bağımsızlığının tüm sabitelerini içeren anayasanın olduğunu vurgulayan Dr. Azzuz, diyaloğa katılmaya hak kazananlarla yapılacak toplantılarda herhangi bir ‘bağımsızlık önerisinin’ ya da ‘ayrılıkçı önerinin’ ele alınmayacağını, bölünmeye yönelik önerilerin desteklemediğini vurguladı. Ancak Dr. Azzuz, adem-i merkeziyetçi yönetimin desteklendiğini ve ‘bölgelerde ekonomik denge’ sağlamaya yönelik planlar yapılmasında bir sakınca görülmediğini de ifade etti.

Ulusal Diyalog Komitesi’nin iktidardaki Arap Sosyalist Baas Partisi’ne bağlı olduğunu belirten Dr. Azzuz, komitenin, mevcut anayasanın temellerini etkilemediği sürece, yapılması planlanan ulusal diyalog toplantıları için kırmızı çizgiler çizilmeden, ülkenin ekonomik ve siyasi olarak toparlanmasını isteyen Suriyelilerle iletişimde Devlet Başkanı Esed’in direktifleri doğrultusunda hareket ettiğini kaydetti.

Diyalog için diyalog

Gazeteci yazar Samira el-Mesalime, Independent Arabia'ya yaptığı değerlendirmede, ilan edilen diyalog girişiminin parametrelerini, rejimin muhataplarına yönelik sabitelerini ve terörizmi ya da işgali desteklemekten ne kastettiğini şöyle açıklıyor:

“Bu sayede herhangi bir girişimi tartışmadan reddetmek, ondan faydalanmaya çalışmak ve onun üzerine inşa etmek suretiyle geçmişte yapılan hataları tekrarlamamış olacağız. Bana göre Suriye dramının çözümü her zaman yerel bir mesele, yani bir Suriye’nin iç meselesidir. Bunun yanında sadece diyalog için diyalog yararlı değil. Rejimin diyalog kurmak istediği kişilere yönelik önerilerine ve koşullarına eklediği formüle göre kendisiyle bile diyalog için diyalog kurulması doğru değil.”

Mesalime’ye göre rejim, muhalefeti ya da muhalefetin çoğunluğunu teröristler ya da terör destekçileri olarak görüp Türkiye, ABD ya da Arap ülkeleri tarafından desteklendiklerini düşünürken muhalefet de rejimin yanında yer alan İran ve Rusya gibi ülkeleri işgalci olarak görüyor.

Mesalime 2008-2011 yılları arasında Tishreen gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptıktan sonra 2013-2017 yılları arasında Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun (SMDK) üyesi oldu ve başkan yardımcılığını yaptı. Ancak herhangi bir diyalog için Suriye'deki siyasi krizin ve siyasi değişimin ihtiyaçlarının tanımlanmasının gerektiğini düşünen Mesalime, “Ama Esed bunu istemiyor. Çünkü Suriye'yi tekelinde ve kendisine kalan bir miras olarak görüyor. Sonuç olarak Suriyeliler, 13 yıldır kendi görüşünü dayatmak ve başkalarına teslim olmak için pazarlık yapan bir rejim ile destekçilerinin çıkarlarıyla kısıtlanan bir muhalefet arasında sıkışıp kalmış durumda” ifadelerini kullandı.

“Diyalog rejim için bir seçenek değil”

Astana'dan Soçi'ye ve ardından Cenevre'ye kadar çeşitli forumlarda Suriye rejimiyle diyalog deneyimi hiç kolay değildi. Rejimin temsilcilerinin masaya yatırdığı ‘sabiteler’ de dahil olmak üzere çeşitli engellerle karşılaşan Arap ülkelerinin ve yerel tarafların girişimleri dahi işe yaramadı. Toplantılar durdu ve kriz bir kısır döngüye girdi. Bu kısır döngü en az 2015 yılından bu yana her yıl tekrarlanıyor.

SMDK’nın eski danışmanlarından ve Cenevre'de diyalog için kurulan Anayasa Komitesi'nin eski üyesi olan Dr. Yahya el-Aridi, Suriye rejimiyle diyalog başlatmanın bir anlamı olmadığını düşünüyor. Çünkü Dr. Aridi’ye göre eğer diyalog rejim için bir seçenek olsaydı, milyonlarca kişinin yerinden edilmesine, bir milyon kişinin öldürülmesine, yüz binlerce kişinin tutuklanmasına, şehirlerin yıkılmasına ve kalan nüfusun açlıktan ölmesine izin vermezdi. Bu diyaloğun başlatılmasının nedenlerine gelince Dr. Aridi, öncelikle Esed'in kendisine normalleşme elini uzatan, ancak karşılığında umduğunu bulamayan Arap ülkelerini tatmin etmeye çalıştığına inanıyor. Dr. Aridi’ye göre ikincisi nedense Fırat'ın doğusundaki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin ve ülkenin güneyindeki Suveyda'daki muhalif hareketin kapısını çalarak bir çeşit uzlaşı arayışı olabilir.

dcfvergty
Şam, 2011 yılında Faruk eş-Şara başkanlığında Suriye ulusal diyalog toplantısına ev sahipliği yapmıştı (Sosyal medya siteleri)

Suriye Devlet Başkanı Esed'in Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bölgelerini güç kullanarak geri alamayacağını ve Suveyda'yı varil bombalarıyla bombalayamayacağını belirten Dr. Aridi, “Bu yüzden (Esed’in) her iki tarafla da barışçıl bir şekilde anlaşmaktan başka çaresi yok. Ona göre bu, uluslararası ve bölgesel atmosfer izin verdiği sürece kendisinden istenenleri geçiştirmeye çalışmak anlamına geliyor” yorumunda bulundu. Suriye rejiminin ‘değişmeye ya da değiştirilmeye müsait olmadığını’ belirten Dr. Aridi, “(Esed) 2011 yılındaki ulusal diyalogda teklif etmediğini, tüm bu olanlardan sonra masaya koymayacaktır” diye konuştu.

Suveyda’dan Independent Arabia’nın sorularını yanıtlayan Dr. Aridi, ulusal diyalog çağrısının son 10 aydır rejim karşıtı protesto hareketine sahne olan Suveyda’da olumlu yankı bulmayacağını öngörüyor. Suveyda’daki protesto hareketi, geçim sıkıntısından kaynaklanan ekonomik taleplerle başlayıp daha sonra iktidarı etkileyen başlıklara dönüşmüştü. Buna rağmen Suveyda, hala tüm kurumlarıyla Şam'a bağlı ve Fırat'ın doğusundaki bölgelerde olduğu gibi özerk bir yönetim haline gelmiş değil. 

Adem-i merkeziyetçilik formülü

Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) siyasi kolu olan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, rejimin başlatmayı planladığı ulusal diyaloğunun ana hedeflerinden biri olabilir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin en büyük partisi olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) Halkla İlişkiler Ofisi Direktörü Sihanouk Dibo, bugün Suriyelilerin çoğunun, ‘ciddi olmayan ya da sadece medya için’ yapılan girişimler ve açıklamalarla değil, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararını temel alan bir yolla krizlerine çözüm getiren tutumlar görmeyi istediğini söyledi.

Tercihlerinin her zaman Suriye coğrafyasındaki çıkmazı ve çatışmaları sona erdirecek gerçekçi bir iç diyalogdan yana olduğunu belirten Dibo, uluslararası müdahalenin ve onun farklı gündemlerinin krizin çözümünü bir çıkmaza dönüştürdüğünü ve geciktirdiğini vurguladı. Independent Arabia'ya açıklamalarda bulunan Dibo, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Suriye'de ulusal diyaloğa inandığını, bu inancının da merkeziyetçi bir sistemin yeniden üretilemeyeceği, aksine tüm koşulların çoğulcu ve demokratik bir ademi merkeziyetçilik formülünün önünü açan diyaloglara elverişli olduğu inancına dayandığını belirtti.

Bazı çevreler Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ayrılıkçı bir Kürt projesi olarak görürken, bazı çevreler de Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) üyeleri başta olmak üzere birçok ülkede terör örgütü olarak listelenen PKK’nin desteklediğini söylüyor. Ancak Dibo, SDG’nin DEAŞ’la mücadelede 35 binden fazla ölü, yaralı ve esir verdiğini, bir milyon Suriyelinin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kontrolü altındaki bölgelerde yaşadığını ve ‘Suriye'nin egemenliği, birliği ve parçalanmasının önlenmesi için ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon, Rusya ve Arap ülkeleriyle temas halinde’ olduğunu vurguladı.



BM, bağışçı fonlarında keskin düşüş yaşanması üzerine insani yardım çağrısını yarı yarıya azalttı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
TT

BM, bağışçı fonlarında keskin düşüş yaşanması üzerine insani yardım çağrısını yarı yarıya azalttı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)

Birleşmiş Milletler (BM) bugün, önümüzdeki yıl için insani yardım çağrısını bu yılki hedefinin yaklaşık yarısına düşürdü. Bu adım, bağışçı finansmanının gerilediğinin ve insani ihtiyaçların benzeri görülmemiş biçimde arttığının açık bir itirafı olarak değerlendiriliyor.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre BM, 23 milyar dolarlık yardım çağrısının, fon yetersizliği nedeniyle yalnızca en acil durumlara odaklanmak zorunda kalacağı ve bu nedenle on milyonlarca en savunmasız kişinin destek dışında kalacağını açıkladı.

Bu gelişme, insani yardım kuruluşlarının, çatışma bölgelerindeki güvenlik koşullarının kötüleşmesi ve saha personelinin ihtiyaç sahiplerine ulaşmakta yaşadığı güçlükler gibi ek zorluklarla karşı karşıya olduğu bir dönemde geldi.

BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Tom Fletcher, düzenlediği basın toplantısında, “Finansman kesintileri, bizi bu zor ve acı verici kararları almaya zorluyor. Büyük bir yük altındayız, kaynaklarımız ciddi şekilde yetersiz ve saldırılara maruz kalıyoruz. Dünyayı temsilen yangının ortasına bir ambulans sürüyoruz ve aynı anda yangını söndürmemiz bekleniyor… ama su tankı boş” ifadelerini kullandı.

Geçen yıl BM, 2025 yılı için yaklaşık 47 milyar dolar toplamayı hedefliyordu. Ancak bu rakam, ABD Başkanı Donald Trump ve Almanya gibi diğer Batılı bağışçıların yardım kesintilerini açıklamasının ardından düşürüldü.

Kasım verilerine göre BM bugüne kadar yalnızca 12 milyar dolar topladı; bu, son on yılın en düşük insani yardım finansmanı seviyesini oluşturuyor ve bildirilen ihtiyaçların ancak dörtte birinden biraz fazlasını karşılıyor.

2026 yılı için belirlenen 23 milyar dolarlık yeni yardım çağrısı, öncelikli ve hayati tehdit altında olan 87 milyon kişiyi hedefliyor. Ancak BM, dünyada yaklaşık 250 milyon kişinin acil yardıma ihtiyaç duyduğunu ve teorik olarak 33 milyar dolarlık finansmanla 135 milyon kişiye ulaşılabileceğini belirtiyor.

En büyük tek seferlik yardım çağrısı 4 milyar dolar ile işgal altındaki Filistin topraklarına yönlendirilmiş durumda. Bunun büyük kısmı, son iki yıldır İsrail ile Hamas arasında süren çatışmalar nedeniyle yıkıma uğrayan Gazze Şeridi’ne ayrıldı. Gazze Şeridi’nde yaklaşık 2,3 milyon kişi, barınaksız ve neredeyse tamamen yardımlara bağımlı olarak ciddi bir insani çöküş içinde yaşıyor.

Gazze Şeridi’ni, insani yardım ihtiyacı açısından Sudan ve Suriye izliyor.

Fletcher, insani yardım kuruluşlarının karşı karşıya olduğu ‘karanlık tabloya’ dikkat çekerek, açlığın yayılması, hastalıkların artışı ve şiddet seviyelerinin benzeri görülmemiş biçimde yükselmesi gibi sorunlara işaret etti.

Fletcher, “Yardım çağrısı, savaşlar, iklim felaketleri, depremler, salgınlar ve mahsul kayıpları gibi en zorlu kriz bölgelerinde hayat kurtarmaya odaklanıyor” dedi.

BM insani yardım ajansları, çoğunluğu Batılı ülkelerden gelen gönüllü bağışlara dayanıyor ve ABD, en büyük bağışçı konumunda bulunuyor. BM verilerine göre ABD, 2025 yılına kadar yardımda lider konumunu koruyacak olsa da, katkısı büyük ölçüde azaldı.


Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
TT

Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)

Suriye’nin güneyi, Beşşar Esed rejiminin bir yıl önce devrilmesinden bu yana, Şam’ın ‘1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na karşı bir İsrail darbesi’ olarak nitelendirdiği gelişmelere sahne oluyor. İşgal altındaki Golan Tepeleri sınırlarını düzenleyen anlaşma, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca bölgedeki hukuki ve güvenlik çerçevesini oluşturmuştu. Ancak Tel Aviv, son gelişmeleri fırsat bilerek benzeri görülmemiş bir askeri tırmanışa girişti ve bu süreçte ülkenin güneyindeki Kuneytra ve Dera’daki yeni alanları kontrolü altına aldı.

Suriye’deki yeni yönetim ise İsrail’in Esed sonrası işgal ettiği bölgelerden çekilmesini öngören bir güvenlik anlaşması yapmaya çalışıyor. Bu kapsamda Şam yönetimi, Washington’ın etkin bir rol üstlenmesini bekliyor. Konuya hâkim kaynaklara göre, ABD’nin İsrail’i böyle bir anlaşmaya ikna edebilecek en güçlü taraf olduğu düşünülüyor; zira Tel Aviv, şimdiye kadar bu anlaşmayı imzalamaya yanaşmadı.

İşgalin genişlemesi

Şam’ın yaklaşık 60 kilometre güneybatısında yer alan ve İsrail tarafından Haziran 1967 Savaşı’nda işgal edilen Golan Tepeleri cephesi, uzun yıllar boyunca hem Hafız Esed hem de oğlu Beşşar Esed dönemlerinde sakinliğini korudu. Bu durum, 1973 Ekim Savaşı sonrasında Suriye ile İsrail arasında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması sayesinde mümkün olmuştu. Anlaşma, toplam bin 860 kilometrekarelik Golan’ın üçte ikisinin İsrail işgali altında kalmasını fiilen kabul ediyordu.

Ancak 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Esed’in Moskova’ya kaçmasının ardından, dünya çapında yankı uyandıran bu gelişmeden sadece saatler sonra İsrail, anlaşmanın çöktüğünü ilan ederek Suriye topraklarındaki tampon bölgeyi ele geçirdi. Yaşananlar, sessiz fakat kesintisiz bir savaşın başlangıcı olarak değerlendiriliyor.

Söz konusu anlaşmayla oluşturulan tampon bölge, Golan’ın kuzeyinden güneyine doğru yaklaşık 75 kilometre boyunca uzanıyor; Dera vilayetindeki Yermuk Vadisi’ne komşu bu hattın genişliği bazı yerlerde birkaç yüz metreden 14 kilometreye kadar çıkıyor. Bölgenin toplam yüzölçümü yaklaşık 235 kilometrekare.

İsrail savaş uçakları, Esed rejiminin devrilmesini izleyen ilk günlerde yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek askeri hava üslerini ve Suriye ordusunun elinde kalan ağır silahları imha etti. İsrail sadece tampon bölgeyi işgal etmekle yetinmedi; Kuneytra ve Dera kırsalının doğu kesimlerine doğru ilerleyerek kontrol alanını genişletti. İsrail ordusu bölgede her gün yeni operasyonlar düzenliyor, kontrol noktaları kuruyor ve sivilleri gözaltına alıyor.

fgt
Golan Tepeleri'nde İsrail ile Suriye arasındaki tampon bölgede hareket eden İsrail güçleri, 10 Aralık 2024 (EPA)

Suriyeli yetkililer, İsrail’in geçtiğimiz yıl aralık ayından bu yana ülke içine binden fazla hava saldırısı düzenlediğini ve güney vilayetlerine yönelik sınır ötesi kara operasyonlarının 400’ü aştığını belirtti. Çalışmalara göre Esed rejiminin devrilmesinin ardından başlayan süreçte İsrail’in kontrol altına aldığı Suriye topraklarının toplamı 460 kilometrekareyi geçiyor. Bu alanlarda dokuz askeri üs ile gözetleme ve kontrol noktaları kuruldu. Ayrıca İsrail, Cebel eş-Şeyh’teki Suriye gözlemevini de ele geçirerek Suriye ve Lübnan içindeki hareketliliği, hatta Irak sınırına kadar uzanan bölgeleri izlemeye başladı.

Esed’in kaçışından sonra İsrail’in Suriye’deki tutumu için çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Suriyeli askeri uzman İsmet el-Absi’ye göre Tel Aviv, 1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın artık kendi güvenlik çıkarlarına hizmet etmediğini düşünüyor. Özellikle Suriye’nin uluslararası arenaya dönüşü ve bölgesel etkisinin artması bu değerlendirmede belirleyici oldu.

El-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail’in son tırmanışının olası herhangi bir anlaşma öncesinde sahada yeni bir gerçeklik dayatma amacı taşıdığını vurguladı. El-Absi’ye göre Tel Aviv, operasyonel özgürlüğünü sınırlayabilecek herhangi bir kısıtlamaya bağlı kalmayacağını göstermek, ayrıca uluslararası toplumun ve ABD’nin Golan’daki olası ihlallere vereceği tepkiyi test etmek istiyor.

İsrail hükümeti, eski rejim güçlerinin çekilmesinin ardından tampon bölgenin işgalini ‘Golan’daki yerleşimlerin güvenliğini sağlama’ gerekçesiyle savunuyor. Ancak birçok gözlemci, Suriye’nin yeni yönetiminin İran destekli milisleri, Hizbullah’ı ve diğer silahlı grupları ülkeden çıkarmayı başarması ve kalan uyuyan hücreleri takip etmeyi sürdürmesi nedeniyle bu gerekçeyi ikna edici bulmuyor.

Dürzileri koruma bahanesi

Temmuz 2025’te Suriye’nin güneyindeki çoğunluğu Dürzi olan Suveyda’da, Dürzi silahlı gruplar ile Bedevi aşiretlerine mensup silahlı unsurlar arasında kanlı çatışmalar patlak verince, Suriye ordusu ve güvenlik birimleri tarafları ayırmak için harekete geçti. Bu gelişme, İsrail’in ‘Dürzileri koruma’ gerekçesiyle yeni bir askeri müdahalede bulunması için ek fırsat yarattı.

Bu müdahale, özgürleşme sürecinden sonra İsrail’in yeni Suriye yönetimine yönelik en sert askeri operasyonu oldu. İsrail savaş uçakları 16 Temmuz 2025’te Şam merkezindeki Genelkurmay binasını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresini vurdu. Aynı saatlerde Suveyda kentinde ve çevresinde İçişleri ve Savunma bakanlıklarına bağlı unsurlara ait araçlar hedef alındı. Saldırılar, onlarca asker ve güvenlik mensubunun hayatını kaybetmesine yol açtı. Buna paralel olarak Dera ve Kuneytra’da da benzer hava saldırıları düzenlendi.

İsrail’in kendisini Suriye’deki Dürzilerin ‘koruyucusu’ gibi göstermeye yönelik çabaları sürerken, uzmanlar sahadaki gelişmelerin Tel Aviv’in hedeflerinin çok daha geniş olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Analistlere göre İsrail’in asıl amacı, ‘yeni Suriye’yi zayıflatmak için ülkeyi parçalamak, Suriye ordusunun güney illerinde (Dera, Kuneytra ve SUveyda’da) hatta Şam’ın güneybatı kırsalında varlık göstermesini engellemek.’ Nitekim İsrailli yetkililer bu hedefi daha önce birçok kez açık şekilde dile getirdi.

Gözlemcilere göre İsrail, Dürzi şeyhi Hikmet el-Hicri’yi planlarını uygulamak için uygun bir araç olarak gördü. İsrail, Hicri’nin Suveyda’nın Suriye’den ayrılmasını savunan çağrılarını destekledi. Hicri ise bu desteğe sürekli teşekkür etti. Hicri’nin takipçileri sokak ve meydanlarda İsrail bayrakları ile Netanyahu’nun fotoğraflarını açtı. Bu adımlar, Hicri’nin, vilayetteki Dürzi silahlı gruplar ve çeşitli milislerden oluşan Ulusal Muhafızlar’ı kurmasının, kontrolü elinde tutmasının ve muhalifleri susturma politikasını uygulamasının ardından geldi.

sdcfrgt
Aktivistler tarafından paylaşılan bir fotoğrafta, 2025 yılının mayıs ayında hükümet ile vilayet liderleri arasında imzalanan anlaşma uyarınca Suveyda girişinde konuşlandırılan kamu güvenlik güçleri görülüyor.

Gözlemciler, Hicri’nin projesinin artan zorluklarla karşı karşıya olduğunu, Arap, bölgesel ve uluslararası aktörlerin Suriye toprak bütünlüğüne bağlılıklarını sürdürdüğünü ve ayrılıkçı adımlara karşı çıktığını vurguluyor. Ayrıca Suveyda’daki çeşitli toplumsal kesimlerin projeye güçlü şekilde karşı çıktığı ve bunun Hicri’yi muhalifleri tasfiye etmeye yönlendirdiği belirtiliyor.

Ulusal Muhafızlar, 23 Ağustos 2025’te Suveyda merkezli olarak kurulan, vilayetteki silahlı Dürzi unsurları bir araya getiren yarı askeri bir grup olarak biliniyor.

Tıkalı müzakereler

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera göreve gelir gelmez hükümetinin önceliklerini, Suriye’nin Arap, bölgesel ve Batılı ülkelerle ilişkilerini onarmak, izolasyondan çıkarmak ve yaptırımların kaldırılması yoluyla yabancı yatırımların akışını sağlayarak yeniden imarı hızlandırmak olarak açıkladı.

Şera, İsrail’e dolaylı bir mesaj vererek, ‘yeni Suriye’nin daha fazla savaş istemediğini’ vurguladı.

Geçen ay gerçekleştirdiği ve Başkan Donald Trump ile görüştüğü tarihi Washington ziyaretinde Şera, Washington Post gazetesine verdiği röportajda, Suriye’nin İsrail ile güvenlik anlaşması müzakerelerine başladığını ve önemli mesafe kat ettiğini belirtti. Şera, “Ancak nihai bir anlaşmaya varmak için İsrail’in 8 Aralık’ta işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekiyor” dedi.

Şera, ABD’nin müzakerelerde Suriye ile birlikte olduğunu ve birçok uluslararası aktörün bu tutumu desteklediğini vurguladı. Şera, “Bugün Başkan Trump’ın da görüşümüzü desteklediğini gördük. Bu konunun çözümü için en kısa sürede harekete geçecek” ifadelerini kullandı.

İsmet el-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail ile yürütülen müzakerelerin temel zorluklarının karşılıklı güven eksikliği ve İsrail içindeki bölünmelerden kaynaklandığını belirtti. Bazı kesimler kapsamlı bir çatışmayı önlemek için anlaşmayı gerekli görürken, bazıları sert şartlar dayatmak için tırmanışı tercih ediyor. El-Absi, buna rağmen Amerikan açılımının, gerçek bir siyasi irade mevcutsa anlaşmalara ulaşmak için bir pencere açabileceğini ifade etti.

grt
Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcileri tarafından Güney Kuneytra kırsalındaki bir İsrail askeri üssünün karşısına göndere çekilen UNDOF (BM’nin Golan Tepeleri'ndeki Ateşkes Gözlem Gücü) bayrağı (Arşiv – Şarku'l Avsat)

El-Absi, Netanyahu’nun Trump baskısı karşısında nasıl bir tutum alacağı sorusuna yanıt verirken, “Amerikan baskısını görmezden gelmek, İsrail Başbakanı’nı doğrudan Washington ile karşı karşıya getirebilir ki, bu iç krizleri göz önünde bulundurulduğunda isteyeceği bir durum değil” dedi.

Bu nedenle el-Absi’ye göre Netanyahu’nun muhtemel yaklaşımı, ‘müzakerelere şeklen açık görünmek, ama pratikte imkânsız şartlar koyarak süreci engellemek’ şeklinde olacak.

Olası senaryolar

El-Absi’ye göre İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı imzalamakta ısrar etmemesi halinde Suriye’nin güneyinde üç olası senaryo gündeme gelebilir: İsrail’in askeri tırmanışı sürdürerek sahada yeni bir gerçeklik dayatması, uluslararası aktörlerin (özellikle Rusya ve ABD’nin) krize doğrudan müdahale ederek kapsamlı bir çatışmayı önlemesi, ya da yerel direnişin İsrail güçlerine karşı güçlenmesi.

Bunların yanı sıra, anlaşmanın başarısızlığı direniş ekseninin yeniden etkinleşme olasılığını artırabilir ve İsrail’i uzun vadeli stratejik zorluklarla karşı karşıya bırakabilir. Güvenilir kaynaklara göre, Güney Suriye’deki gelişmeler ve bölgenin yeniden istikrara kavuşturulma çabaları, Lübnan, İran ve Irak başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası ortamda yaşanan derin dönüşümlerden bağımsız değil.

Adının açıklanmasını istemeyen kaynaklar, ABD aracılığıyla yürütülen Şam-Tel Aviv müzakerelerinin yazılı bir güvenlik anlaşmasına ulaşılmasını sağladığını, söz konusu anlaşmanın eylül ayında BM Genel Kurulu çerçevesinde imzalanmasının planlandığını, ancak Netanyahu’nun imzayı reddettiğini belirtti.

Kaynaklar, Güney Suriye’deki durumu ‘son derece endişe verici’ olarak nitelendirirken, Şam’ın eski durumu yeniden tesis etmek için ABD’nin etkin bir rol üstlenmesini beklediğini vurguladı. Zira Başkan Trump’ın, İsrail üzerinde baskı kurarak güney Suriye’deki tırmanışı sona erdirebilecek tek aktör olduğu ifade ediliyor.


Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar
TT

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Eski memurlar ve çalışanlar yaşananları anlatırken Suriye-Lübnan sınırındaki sürücülerin ve çalışanların ifadeleri, sınır geçişlerinde sekiz saatlik bekleme sürelerine neden olan benzeri görülmemiş bir tıkanıklığa işaret ediyor

Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan üç kaynak, İran’ın müttefiki eski Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin devrildiği 8 Aralık 2024 tarihinden iki gün önce, Suriye'deki diplomatik misyonunu ve güçlerini geri çekti.

Bir yıl önce, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara liderliğindeki İslamcı gruplar, muhalefetin ülkenin kuzeybatısındaki kalesinden düzenlenen sürpriz bir saldırının ardından Şam'a ulaşmış ve birkaç gün içinde, elli yılı aşkın bir süredir ülkeyi demir yumrukla yöneten Esed rejimini devirmeyi başarmıştı.

Ani bir bağlantı

Tahran, çatışma yıllarında (2011-2024) Esed'in en önemli destekçisiydi ve İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), danışmanlar ve askerler göndererek sahada yer aldı. Özellikle Lübnan Hizbullahı, Irak ve Afganistan’dan İran yanlısı gruplar da Esed güçlerini desteklemek için Suriye’ye konuşlanırken şiddetli çatışmalara girip önemli savaş cephelerini ellerinde tuttular.

DMO’nun Şam'daki karargahlarından birinde çalışan ve güvenliğinden endişe duyduğu için kimliğinin gizli tutulmasını isteyen eski bir Suriyeli subay, 5 Aralık 2024'te İranlı komutanlardan, eski rejimin düşmesinden üç gün önce, 6 Aralık 2024 Cuma sabahı ‘önemli bir konu’ için Şam'ın doğusunda Mezze semtindeki operasyon karargahına gitmesini isteyen bir telefon aldığını söyledi.

bgnmh
Büyükelçilik ofisleri, konsolosluk bölümü ve tüm İran güvenlik merkezleri ertesi gün tamamen boşaltılmıştı (AFP)

O sırada gruba komuta eden ve Hac Ebu Ibrahim olarak bilinen İranlı komutanın, İran komutası altında görev yapan yaklaşık 20 Suriyeli subay ve askere ‘DMO bugünden sonra Suriye'de olmayacak’ dediğini aktaran Suriyeli subay, onlara, “Biz gidiyoruz” diyerek bu şok edici haberi verdiğini belirtti. Suriyeli subaya göre İranlı komutan, personelden ‘kritik öneme sahip belgeleri onun önünde yakıp imha etmelerini ve bilgisayarlardaki tüm sabit diskleri çıkarmalarını’ istedi. Ardından kendilerine ‘her şey bitti, artık sizden sorumlu olmayacağız ve birkaç gün içinde sivil kimliklerinizi alacaksınız’ bilgisi verildiğini ifade etti.

Subay şöyle devam etti:

“Sanki önceden planlanmış gibi görünüyordu ama bizim için sürpriz oldu. İşlerin iyi gitmediğini biliyorduk ama bu kadar kötü olduğunu bilmiyorduk."

O dönemde eski rejim, Halep'ten Hama'ya kadar sahada arka arkaya kayıplar veriyordu. Subay ve silah arkadaşları, şok içinde dağılmadan ve evlerine dönmeden önce bir aylık maaşlarını peşin olarak aldılar. İki gün sonra, 8 Aralık şafağında rejim çöktü ve Esed ülkeden kaçtı.

Tam geri çekilme

Bunu doğrulayan bir başka ifadeye göre İran’ın Şam Büyükelçiliği konsolosluk bölümünde çalışan iki eski Suriyeli çalışan, konsolosluğun 5 Aralık 2024 akşamı tamamen boşaltıldığını, diplomatik misyonun ülkeyi terk ederek Beyrut'a gittiğini söyledi. İki Suriyeli eski konsolosluk çalışanlarına göre kendilerine ‘evlerinde kalmaları’ söylendi ve üç aylık maaşları peşin olarak ödendi.

Kimliğini açıklamayan bir çalışan, “İran vatandaşı olan bazı Suriyeli meslektaşlarının, DMO’dan üst düzey subaylar eşliğinde gece birlikte ayrıldıklarını” söyledi. Büyükelçilik ofisleri, konsolosluk bölümü ve tüm İran güvenlik merkezleri ertesi gün tamamen boşaltılmıştı.

O dönemde Suriye-Lübnan sınırındaki sürücülerin ve çalışanların ifadeleri, perşembe ve cuma günleri Cedide Yabus-Masna’a sınır kapısında benzeri görülmemiş bir yoğunluk yaşandığını ve sınır geçişi için sekiz saat beklemek zorunda kalındığını gösteriyor.

Halep’in güneyinde İran güçlerinin ana operasyon odası olarak kullanılan bir üssün içinde, Suriye Savunma Bakanlığı'ndan Albay Muhammed Dibu, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Halep düştükten sonra İran başka hiçbir yerde savaşmadı” dedi. Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre Dibu, “Hızlı çöküşün ardından ani bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı” ifadesini kullandı.

fgthy
Halep saldırısının başlangıcında İranlıların öldürüldüğü operasyondan (AFP)

Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) liderliğindeki gruplardan ‘üç intihar bombacısı’ Halep saldırısının başlangıcında İranlıların ölümüne yol açan bir saldırı düzenledi.

Halep’in batı yakası, İran güçleri ve askeri üsleri ile Lübnan Hizbullahı ve Irak’taki İran yanlısı silahlı gruplar gibi güçlerin yoğun konuşlandığı bir merkezdi. Ayrıca Halep’in güney kırsal bölgesi, Nubl ve Zehra beldeleri ile şehrin doğusundaki Neyrab Askeri Havaalanı da bu güçlerin kontrolündeydi.

Terk edilmiş üs

2024 yılının kasım ayı sonlarında İran basınında yer alan haberler, Halep'te İran destekli grupların mensuplarının öldürüldüğünü doğruladı. Öldürülenler arasında, çok sayıda DMO yetkilisinin katıldığı bir törenle Tahran'da toprağa verilen tanınmış askeri danışman Serdar Purhaşimi de bulunuyordu.

Muhammed Dibu, şunları söyledi:

“(Halep'teki) karargahlarına girdiğimizde, İranlı subaylara ait kişisel belgeler, pasaportlar ve kimlik kartları bulduk. Onlar bunları almaya zaman bulamamışlardı.”

Bir AFP muhabiri, duvarları yıkılmış terk edilmiş üssün içindeki bir duvarda Hizbullah ve İran sloganları ile İsrail bayrağını delen bir kılıç resmi gördüğünü aktardı.

İdlib'den Şam'a muhalif gruplara eşlik eden Dibu, Halep’in ele geçirilmesinden sonra ‘yaklaşık 4 bin İranlı savaşçının sığındıkları Rus Hmeymim Hava Üssü üzerinden tahliye edildiğini, diğerlerinin ise Lübnan ve Irak’a kaçtığını’ belirtti.

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen Suriyeli bir subay, 5 Aralık 2024'te ‘Hac Cevad’ adıyla bilinen bir İranlı komutanın, bir grup İranlı milis ve subayla birlikte Hmeymim Hava Üssü’nden Tahran’a tahliye edildiğini söylediği ifadesiyle örtüşüyor.

Hizbullah’tan bir saha kaynağı, 8 Aralık günü sabaha karşı Hizbullah üyelerine Humus ve Şam civarındaki mevzilerinden çekilmeleri talimatını verdiğini söyledi.

Tahran’a sadık gruplar, Şam ve çevresindeki kritik öneme sahip noktalarda, özellikle Mezze, Seyyide Zeyneb Mahallesi ve Şam Havaalanı çevresinde, ayrıca Lübnan ve Irak sınırları boyunca, askeri operasyonları, eğitimi ve eski rejim güçleriyle doğrudan koordinasyonu denetledikleri noktalarda konuşlandırılmıştı.

Çatışma şiddetlendikçe ve Suriye rejim ordusunun savaş yıllarında kapasitesi azaldıkça, İran'ın nüfuzu güvenlik merkezleri, silah depoları ve eski Suriye ordusuyla ortak üsleri kapsayacak şekilde genişledi. Bu üsler, son yıllarda İsrail’in yüzlerce kez tekrarladığı hava saldırılarının hedefi oldu. İsrail, sınırlarına yakın bölgelerde Tahran yanlısı güçlerin bulunmasına karşı olduğunu defalarca dile getirdi.