Suriye'deki yeni ‘Ulusal Diyalog’ ölü mü doğdu?

Ulusal Diyalog Komitesi, ilk toplantısını Kurban Bayramı'ndan sonra yapmak üzere mekanizmalarını ve görev tanımını belirledi.

Ulusal Diyalog Komitesi Suriye'de iktidardaki Baas Partisi tarafından kuruldu (Ajanslar)
Ulusal Diyalog Komitesi Suriye'de iktidardaki Baas Partisi tarafından kuruldu (Ajanslar)
TT

Suriye'deki yeni ‘Ulusal Diyalog’ ölü mü doğdu?

Ulusal Diyalog Komitesi Suriye'de iktidardaki Baas Partisi tarafından kuruldu (Ajanslar)
Ulusal Diyalog Komitesi Suriye'de iktidardaki Baas Partisi tarafından kuruldu (Ajanslar)

Baha el-Avam

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Faruk eş-Şara’nın öncülüğünde Şam’da gerçekleştirilen Ulusal Diyalog toplantısının üzerinden 13 yıl geçti. Bu ilk deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından ülke bir milyon Suriyelinin ölümü, yüz binlerce kişinin tutuklanması ve kaybolmasının yanı sıra milyonlarca kişinin göç etmesine ya da yerinden edilmesine yol açan bir savaşa tanık oldu. Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre ülkede kalanların büyük bölümü şu an yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, bundan birkaç gün önce yeni bir ‘ulusal diyalog’ başlatma kararı aldı. Bu ifadeyi duyar duymaz Suriyelilerin akıllarına ‘Neden şimdi?  Neden Suriye krizi uluslararası kaygılar listesinden düşmüşken? Muhaliflere göre iktidardakiler halkı temeli anlaşılmaz tanımlara göre ‘hainler’ ve ‘vatanseverler’ olarak sınıflandırırken ulusal diyaloga kimler davet edilecek?’ gibi sorular geliyor. 

Aynı şekilde diyalogun amacı da sorulabilecek sorular arasında yer alıyor. Geçmişte uluslararası, bölgesel, yerel taraflarca ve Arap ülkelerince devletin siyasi geleceğinin tartışıldığı diyaloglar başlatılmış, ancak başarısız olmuşlardı. Bu yüzden yeni ulusal diyalog girişimi de ya Suriye’deki siyasi gerçekliğe yaklaşmayacak ya da iktidardakilerin zihinlerindeki bir amaç için sahnelenen bir gösteriden ibaret olacak.

Sabiteler ve parametreler

Suriye hükümetinin danışmanlarından ve Ulusal Diyalog Komitesi üyesi Dr. Abdulkadir Azzuz, Ulusal Diyalog Komitesi’nin görev tanımını ve çalışma mekanizmalarını belirlemek için iç toplantılar yapıldığını ve ulusal diyalogun ilk oturumunun Kurban Bayramı’ndan sonra gerçekleştirilmesinin planlandığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre Dr. Azzuz, ‘ulusal güçler’ tanımını yaptığı terörizmi, işgali ya da ülkenin bölünmesini desteklemeyen herkesin diyaloğa davetli olduğunu belirtti. Diyalog toplantılarının sonuçlarının her oturumdan hemen sonra açıklanacağını ifade eden Dr. Azzuz, ardından tüm sürecin çıktısının uygulanması için bir mekanizma oluşturulacağını kaydetti. Ulusal diyaloğun başlıca dayanağının, Suriye Arap Cumhuriyeti topraklarının birliği ve bağımsızlığının tüm sabitelerini içeren anayasanın olduğunu vurgulayan Dr. Azzuz, diyaloğa katılmaya hak kazananlarla yapılacak toplantılarda herhangi bir ‘bağımsızlık önerisinin’ ya da ‘ayrılıkçı önerinin’ ele alınmayacağını, bölünmeye yönelik önerilerin desteklemediğini vurguladı. Ancak Dr. Azzuz, adem-i merkeziyetçi yönetimin desteklendiğini ve ‘bölgelerde ekonomik denge’ sağlamaya yönelik planlar yapılmasında bir sakınca görülmediğini de ifade etti.

Ulusal Diyalog Komitesi’nin iktidardaki Arap Sosyalist Baas Partisi’ne bağlı olduğunu belirten Dr. Azzuz, komitenin, mevcut anayasanın temellerini etkilemediği sürece, yapılması planlanan ulusal diyalog toplantıları için kırmızı çizgiler çizilmeden, ülkenin ekonomik ve siyasi olarak toparlanmasını isteyen Suriyelilerle iletişimde Devlet Başkanı Esed’in direktifleri doğrultusunda hareket ettiğini kaydetti.

Diyalog için diyalog

Gazeteci yazar Samira el-Mesalime, Independent Arabia'ya yaptığı değerlendirmede, ilan edilen diyalog girişiminin parametrelerini, rejimin muhataplarına yönelik sabitelerini ve terörizmi ya da işgali desteklemekten ne kastettiğini şöyle açıklıyor:

“Bu sayede herhangi bir girişimi tartışmadan reddetmek, ondan faydalanmaya çalışmak ve onun üzerine inşa etmek suretiyle geçmişte yapılan hataları tekrarlamamış olacağız. Bana göre Suriye dramının çözümü her zaman yerel bir mesele, yani bir Suriye’nin iç meselesidir. Bunun yanında sadece diyalog için diyalog yararlı değil. Rejimin diyalog kurmak istediği kişilere yönelik önerilerine ve koşullarına eklediği formüle göre kendisiyle bile diyalog için diyalog kurulması doğru değil.”

Mesalime’ye göre rejim, muhalefeti ya da muhalefetin çoğunluğunu teröristler ya da terör destekçileri olarak görüp Türkiye, ABD ya da Arap ülkeleri tarafından desteklendiklerini düşünürken muhalefet de rejimin yanında yer alan İran ve Rusya gibi ülkeleri işgalci olarak görüyor.

Mesalime 2008-2011 yılları arasında Tishreen gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptıktan sonra 2013-2017 yılları arasında Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun (SMDK) üyesi oldu ve başkan yardımcılığını yaptı. Ancak herhangi bir diyalog için Suriye'deki siyasi krizin ve siyasi değişimin ihtiyaçlarının tanımlanmasının gerektiğini düşünen Mesalime, “Ama Esed bunu istemiyor. Çünkü Suriye'yi tekelinde ve kendisine kalan bir miras olarak görüyor. Sonuç olarak Suriyeliler, 13 yıldır kendi görüşünü dayatmak ve başkalarına teslim olmak için pazarlık yapan bir rejim ile destekçilerinin çıkarlarıyla kısıtlanan bir muhalefet arasında sıkışıp kalmış durumda” ifadelerini kullandı.

“Diyalog rejim için bir seçenek değil”

Astana'dan Soçi'ye ve ardından Cenevre'ye kadar çeşitli forumlarda Suriye rejimiyle diyalog deneyimi hiç kolay değildi. Rejimin temsilcilerinin masaya yatırdığı ‘sabiteler’ de dahil olmak üzere çeşitli engellerle karşılaşan Arap ülkelerinin ve yerel tarafların girişimleri dahi işe yaramadı. Toplantılar durdu ve kriz bir kısır döngüye girdi. Bu kısır döngü en az 2015 yılından bu yana her yıl tekrarlanıyor.

SMDK’nın eski danışmanlarından ve Cenevre'de diyalog için kurulan Anayasa Komitesi'nin eski üyesi olan Dr. Yahya el-Aridi, Suriye rejimiyle diyalog başlatmanın bir anlamı olmadığını düşünüyor. Çünkü Dr. Aridi’ye göre eğer diyalog rejim için bir seçenek olsaydı, milyonlarca kişinin yerinden edilmesine, bir milyon kişinin öldürülmesine, yüz binlerce kişinin tutuklanmasına, şehirlerin yıkılmasına ve kalan nüfusun açlıktan ölmesine izin vermezdi. Bu diyaloğun başlatılmasının nedenlerine gelince Dr. Aridi, öncelikle Esed'in kendisine normalleşme elini uzatan, ancak karşılığında umduğunu bulamayan Arap ülkelerini tatmin etmeye çalıştığına inanıyor. Dr. Aridi’ye göre ikincisi nedense Fırat'ın doğusundaki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin ve ülkenin güneyindeki Suveyda'daki muhalif hareketin kapısını çalarak bir çeşit uzlaşı arayışı olabilir.

dcfvergty
Şam, 2011 yılında Faruk eş-Şara başkanlığında Suriye ulusal diyalog toplantısına ev sahipliği yapmıştı (Sosyal medya siteleri)

Suriye Devlet Başkanı Esed'in Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bölgelerini güç kullanarak geri alamayacağını ve Suveyda'yı varil bombalarıyla bombalayamayacağını belirten Dr. Aridi, “Bu yüzden (Esed’in) her iki tarafla da barışçıl bir şekilde anlaşmaktan başka çaresi yok. Ona göre bu, uluslararası ve bölgesel atmosfer izin verdiği sürece kendisinden istenenleri geçiştirmeye çalışmak anlamına geliyor” yorumunda bulundu. Suriye rejiminin ‘değişmeye ya da değiştirilmeye müsait olmadığını’ belirten Dr. Aridi, “(Esed) 2011 yılındaki ulusal diyalogda teklif etmediğini, tüm bu olanlardan sonra masaya koymayacaktır” diye konuştu.

Suveyda’dan Independent Arabia’nın sorularını yanıtlayan Dr. Aridi, ulusal diyalog çağrısının son 10 aydır rejim karşıtı protesto hareketine sahne olan Suveyda’da olumlu yankı bulmayacağını öngörüyor. Suveyda’daki protesto hareketi, geçim sıkıntısından kaynaklanan ekonomik taleplerle başlayıp daha sonra iktidarı etkileyen başlıklara dönüşmüştü. Buna rağmen Suveyda, hala tüm kurumlarıyla Şam'a bağlı ve Fırat'ın doğusundaki bölgelerde olduğu gibi özerk bir yönetim haline gelmiş değil. 

Adem-i merkeziyetçilik formülü

Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) siyasi kolu olan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, rejimin başlatmayı planladığı ulusal diyaloğunun ana hedeflerinden biri olabilir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin en büyük partisi olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) Halkla İlişkiler Ofisi Direktörü Sihanouk Dibo, bugün Suriyelilerin çoğunun, ‘ciddi olmayan ya da sadece medya için’ yapılan girişimler ve açıklamalarla değil, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararını temel alan bir yolla krizlerine çözüm getiren tutumlar görmeyi istediğini söyledi.

Tercihlerinin her zaman Suriye coğrafyasındaki çıkmazı ve çatışmaları sona erdirecek gerçekçi bir iç diyalogdan yana olduğunu belirten Dibo, uluslararası müdahalenin ve onun farklı gündemlerinin krizin çözümünü bir çıkmaza dönüştürdüğünü ve geciktirdiğini vurguladı. Independent Arabia'ya açıklamalarda bulunan Dibo, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Suriye'de ulusal diyaloğa inandığını, bu inancının da merkeziyetçi bir sistemin yeniden üretilemeyeceği, aksine tüm koşulların çoğulcu ve demokratik bir ademi merkeziyetçilik formülünün önünü açan diyaloglara elverişli olduğu inancına dayandığını belirtti.

Bazı çevreler Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ayrılıkçı bir Kürt projesi olarak görürken, bazı çevreler de Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) üyeleri başta olmak üzere birçok ülkede terör örgütü olarak listelenen PKK’nin desteklediğini söylüyor. Ancak Dibo, SDG’nin DEAŞ’la mücadelede 35 binden fazla ölü, yaralı ve esir verdiğini, bir milyon Suriyelinin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kontrolü altındaki bölgelerde yaşadığını ve ‘Suriye'nin egemenliği, birliği ve parçalanmasının önlenmesi için ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon, Rusya ve Arap ülkeleriyle temas halinde’ olduğunu vurguladı.



İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat
TT

İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat

James Jeffrey

24 Haziran'da dünya Ortadoğu'da farklı bir sahneye uyandı. Ateşkes, Gazze Şeridi hariç, 7 Ekim 2023'te İran’ın vekillerinin başlattığı bölgesel bir çatışmayı, son olarak Tahran'ın kendisinin doğrudan müdahil olmasının akabinde sonlandırdı. Bu çatışma İran ve vekilleri için dolaylı olarak da askeri müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın tozu dumanı dağılırken temel bir soru ortaya çıkıyor; nadiren barışı tatmış bir bölgede uzun vadeli istikrarı sağlamak için bu başarıyı nasıl kullanabiliriz? İlk adım İran'ı çevrelemektir, ancak bu çabanın başarısı, ayrıntılarının tam ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.

ABD, daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da bazen başarılı, bazen de etkisi sınırlı kilit bir rol oynadı. Ancak bu rolün, Başkan Trump'ın bu hayati öneme sahip bölgeye olan ilgisini kaybetmesi nedeniyle değil, aksine ABD'nin ne sunabileceği ve nelerden kaçınması gerektiği konusundaki gerçekçi vizyonundan hareketle “savaş sonrası” aşamada değişmesi muhtemel.  Trump'ın siyasi tabanında izolasyonistlerin güçlü varlığı göz önüne alındığında bu kaçınma önemli. İran'a yönelik son saldırıda olduğu gibi, Amerikan taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve doğrudan Amerikan vatandaşının çıkarlarıyla bağlantılı olması koşuluyla, bu akımı ikna etmek mümkün.

Bu nedenle bölge ülkeleri, Başkan Trump'ın mayıs ayında Riyad'da yaptığı konuşmada ortaya koyduğu, ABD'nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalı. ABD, bundan sonra “son çare” rolünü, yani yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda ve başka alternatif kalmadığında müdahale eden bir güvenlik garantörü rolünü üstlenmeyi planlıyor. Fordo tesisinin bombalanması bu tür kararlı müdahalelerin açık bir örneğiydi. Daha geniş çerçevede, Trump konuşmasında, bölgenin sorumluluklarını üstlenebilme gücüne güvendiğini, bölgenin birçok krizi kendi başına çözebilecek olgunluğa ulaştığına inandığını dile getirdi.

Bölgesel güçler, bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun

Bu durum, bölgedeki iki ana taraf olan ABD ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bölge ülkeleri arasında ideal bir rol dağılımına işaret ediyor; burada İsrail'in özel bir statüye sahip olduğuna işaret edelim. Zira Amerikan güvenlik şemsiyesi, İsrail ile eşgüdüm halinde, İran'ın doğrudan oluşturduğu stratejik tehditlerle mücadeleye odaklanacaktır. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de İran’ın vekillerinin kalan ağlarıyla mücadeleye gelince, son dönemde Suriye'ye yönelik izlenen politikada da görüldüğü gibi, gayriresmi bir ittifak çerçevesinde bölge devletlerinin sorumluluğunda olduğu varsayılıyor. Bu dağılım iki nedenden dolayı mantıklı görünüyor; birincisi, bu ağların nüfuzunu ve dolayısıyla İran'ın bunlar üzerindeki kontrolünü sınırlamak, en çok bu ağlara ev sahipliği yapan ülkelere komşu olan Arap ülkeleri ve Türkiye’nin menfaatinedir. İkincisi, bölgesel güçler bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun.

Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran'ın gayrimeşru hegemonyasını zayıflatmayı amaçlayan bölgesel katılım için bir “eylem planı” yer almaktadır. Bu plan, ABD'nin doğrudan müdahalesini gerektiren alanları belirliyor. Diğer uluslararası tarafların rolleri ise nispeten sınırlı kalıyor. Zira Avrupa Birliği ve İngiltere genel olarak ABD'nin hedeflerine destek verseler de finansal alan dışında bölgesel güvenliğe katkıları sınırlı olmayı sürdürüyor. Öte yandan Çin ve Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç sınırlı ve yoğun rol dışında, bölgenin farklı yerlerinde 20 aydır süren operasyonlar boyunca neredeyse hiçbir etkileri olmadı.

Arap ülkeleri arasında, mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de ne ölçüde rol üstlenmeye hazır olduğu konusunda görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır

Gazze

BAE ve Mısır, Gazze'deki “ertesi gün” aşaması için Filistin Ulusal Otoritesi, bölgesel organlar ve uluslararası tarafların ortak roller üstlenmesini öngören planlar sundular. Bu planların genel hatları ümit verici görünse de Hamas'ın Gazze’de siyasi kontrolden vazgeçmesini, güç kullanımının başka bir Filistinli oluşuma veya kolektif bir Arap oluşumuna ya da ortak bir oluşuma münhasır olduğunu tanımasını şart koşuyor. Bu şartın sağlanması zor olsa da özellikle İsrail'in, tıpkı Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere benzer şekilde, Hamas'ın askeri gücünü yeniden inşa etmesi durumunda müdahale etme hakkını savunacağı düşünüldüğünde, imkânsız değil. Mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda da Arap ülkeleri arasında görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)

Bu bağlamda ABD’nin rolü çok önemli. ABD, Gazze'deki Hamas kalıntılarına karşı devam eden ve sivil halka büyük zararlar veren savaşı durdurması için mevcut İsrail hükümetine baskı yapabilecek tek taraf olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın İran'a yönelik saldırısının olumlu yan etkilerinden biri de kazandığı güvenilirlik oldu ve bu da ona İsrailliler üzerinde bu hassas konuda etkili baskı uygulayabilme olanağı tanıyor.

Suriye

Genel olarak Türkiye ile ittifak içinde olan önde gelen Arap devletleri takdire şayan bir öncü rol üstlendiler. Ancak Suriye'deki sahne farklı; İran'ın açık nüfuzu önemli ölçüde gerilemiş olsa da Tahran hâlâ çok sayıda Suriyeli tarafla örtülü ilişkilerini sürdürüyor ve nüfuzunu yeniden kazanmak konusunda oldukça istekli olduğunu gösteriyor. Buna karşılık mevcut Suriye rejimi, Esed'in eski müttefiki İran'a karşı açık bir düşmanlık sergiliyor. En büyük meydan okuma, 14 yıldır süren savaş nedeniyle nüfusunun yarısının yerinden edildiği, yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve kapsamlı bir ekonomik çöküş yaşayan yeni Suriye devletinin kırılganlığıdır. Kuzeyde, kuzeydoğuda, batıda ve güneyde yayılan ve merkezi hükümete bağlılıkları şüpheli silahlı grupların yanı sıra, DEAŞ’a bağlı grupların devam eden varlığının gölgesinde kökleşmiş iç ayrışmalar, bu durumu daha da derinleştiriyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesi şartları, Lübnan hükümeti ve halkının Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına hukuki bir zemin sağlıyor

Bölge ülkelerinin öncelikli görevi, özellikle Başkan Trump'ın Suriye'ye yönelik ciddi toparlanma çabalarını engelleyen yaptırımları kaldıran başkanlık kararnamesini yayınlamasının ardından, etkili ekonomik destek sağlamaktır. İkinci görev ise bölgesel pozisyon birliğini korumaktır. Nitekim 2018 yılından itibaren Arap dünyasında Suriye politikası konusunda ortaya çıkan ayrışmalar, Esed rejimine yönelik ortak pozisyonu zayıflatmıştı. Bu durum daha sonra, özellikle de Esed'in Arap Birliği'ne tam dönüşü karşılığında herhangi bir reformda bulunmayı reddetmesinin ardından 2023'te düzeltildi.

Bugün en büyük meydan okuma, Arap devletleri ile Türkiye arasında yalnızca Şam rejimine yönelik değil, aynı zamanda ülkenin geniş bölgelerini kontrol eden silahlı gruplara karşı pozisyonlarda da görüş ayrılığı yaşanması olasılığıdır. Bu bağlamda Arap dünyası ile Türkiye'nin görüş birliği içinde olması zaruri hale geliyor. Burada, iç reform, yönetişim, güvenlik ve dış ilişkiler dosyalarını kapsayan net bir “yapılacaklar listesi” hazırlanması, Arap dünyasının 2021-2024 yılları arasında Esed'e yönelik benimsediği yaklaşıma benzer şekilde, yeni Suriye hükümetine ortak bir çerçeve olarak sunulması öneriliyor.

ABD Başkanı Trump, Suriye dosyasıyla ilgili olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasındaki gerginliği azaltmak konusunda arabuluculuk yapabileceğini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya bildirdi. Bu, mevcut Suriye bağlamında en hassas konulardan birinde gerilimi azaltabilir. Buna paralel olarak ABD, DEAŞ’ı çevrelemeye devam etme konusunda doğrudan çıkar sahibi ve bu da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sürekli iş birliğini gerektiriyor. Ancak Suriye'deki tablo oldukça karmaşık; zira aynı güçler, Türkiye ile PKK bağlantıları nedeniyle çatışma içinde oldukları bir dönemde, Şam ile kuzeydoğunun merkezi devlete yeniden entegrasyonu konusunda, idari, ekonomik, enerji ve güvenlik konularını da içeren müzakereler yürütüyor.

Dolayısıyla ABD'nin yaptırımları kaldırma sorumluluğunun yanı sıra hâlâ temel bir rolü bulunuyor. Son olarak Washington'un, Golan Tepeleri'nin hukuki statüsü de dahil olmak üzere, Suriye ile İsrail arasında 1974’te varılan anlaşmada yer alan konuları ele almak için hem Suriye hem de Ürdün ile birlikte çalışması gerekiyor.

 İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)

Lübnan

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesinin şartları, Lübnan hükümetine ve halkına, “devlet içinde silahlı devlet” olarak Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına yasal bir zemin sağlıyor. Bu bağlamda, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu hukuki zorluklar ve ciddi ekonomik kriz göz önüne alındığında, BM ve uluslararası bağışçılara önemli rol düşüyor. Ancak Arap ülkelerinin de halen en az bunun kadar önemli, finansal destek ve diğer ekonomik yardım biçimlerini sunmak gibi ciddi bir rolü bulunuyor. Bunun ötesinde, bu rol, Lübnan hükümetine Hizbullah'ı dizginleme sözünü yerine getirmesi için baskı yapmak amacıyla siyasi tutumları birleştirmeye kadar uzanıyor. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere dış yardımların, silahsızlandırma taahhüdüne, 1701 sayılı kararın uygulanmasına ve ateşkese bağlanması, Lübnan ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için olmazsa olmaz bir unsurdur.

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler ekonomik ve diplomatik düzeyde giderek gelişiyor

Arap iş birliğinin etkin koordinasyon gerektiren en önemli alanlarından biri de Lübnan-Suriye ilişkileri. Suriye'nin Hizbullah'a gönderilen silahlar konusunda kaçakçılığı sınırlaması için bölgesel desteğe ihtiyacı var. Zira Şam'daki hükümetin değişmesinden sonra bile, 1701 sayılı kararın açıkça ihlali niteliğindeki silah sevkiyatı girişimleri devam etti. Lübnan ve Suriye'nin Şeba Çiftlikleri konusunda ortak tavır alması da önem taşıyor.

ABD ise Lübnan'da doğrudan önemli bir rol oynamasa da Lübnan ordusuna verdiği sürekli destek, sunduğu diğer yardımların yanı sıra, Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye olarak etkinliği aracılığıyla aktif olmayı sürdürüyor. Buradan hareketle Arap ülkelerinin, İsrail'in ateşkese bağlılığının sağlanması, Lübnan topraklarında halen işgal ettiği mevzilerden güçlerini çekmesi başta olmak üzere, Lübnan’da Washington ile koordinasyon ve iş birliği yapmaları gerekiyor.

Irak

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler hem ekonomik hem de diplomatik düzeyde giderek gelişiyor. Ancak Irak sahnesi doğası gereği Lübnan'dakinden farklı. İran'ın Irak'taki nüfuzu, bilhassa Lübnan'daki doğrudan vekili Hizbullah'ın nüfuzuyla karşılaştırıldığında daha güçlü nüfuza sahip siyasi partiler, Haşdi Şabi’ye bağlı milisler aracılığıyla çok daha geniş ve çeşitli. Ancak Lübnan’a göre Irak'ın kırılganlığı daha derin görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre zira Irak İran'a komşu olmasının yanı sıra, onunla yakın enerji bağları da var. Ayrıca Lübnan'dan farklı olarak, vekillerin nüfuzunu sınırlamasını sağlayacak uluslararası hukuki yetkilerden de yoksun. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Irak, İran'ın bölgesel hesaplarında stratejik bir kazanımı temsil ediyor.

Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir

Arap ülkeleri, Irak hükümetiyle gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, dolaylı yoldan harekete geçerek, Bağdat'ın karar alma bağımsızlığını desteklemeye katkıda bulunmak için kullanabilirler. Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir. Bu iki gelişme sadece Irak'ın değil, tüm bölgenin güvenliği için tehdit oluşturuyor. Bu bağlamda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat hükümeti arasındaki ilişkilerin yönetilmesi konusunda Türkiye ile iş birliği yapılması en önemli önceliktir.

Irak'taki Amerikan rolüne gelince, giderek azalsa da özellikle enerji sektöründeki ticari anlaşmalar açısından hâlâ büyük önem taşıyor. Buna ilave olarak, DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemede oynadığı önemli rolün yanı sıra, son yıllarda biriktirdiği hukuki, mali ve diplomatik mirasla etkisini sürdürüyor. Washington, Arap ülkeleri, Türkiye ve daha geniş ölçüde uluslararası toplum açısından önemli olan sonuç şudur, Irak'ın son 20 yıldır Lübnan ve Yemen'in izlediği yola sapması bölgesel bir felakete yol açacaktır.

Arap devletleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı koymaya en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar

Yemen

Yemen dosyasında onlarca yıldır hiçbir dış güç gerçek bir atılım sağlayamadı. Buna vekili Husilerin ülkeyi tamamen kontrol altına almasını veya uluslararası alanda meşru olarak tanınmasını sağlayamayan İran da dahil. Husilerle merkezi hükümet arasındaki çatışmanın büyük ölçüde donmuş bir biçimde kalacağı varsayıldığında, Arap devletlerinin meşru hükümete siyasi destek vermeye ve insani yardımları yoğunlaştırmaya odaklanmaları gerekiyor. ABD açısından ise Husiler'in deniz trafiğine yönelik saldırılarını yeniden başlatmaması durumunda, Husiler ile çatışmaya girme konusuna ilgisi sınırlı kalmaya devam edecektir. Konunun karmaşıklığı göz önüne alındığında, sahadaki gelişmeler farklı bir yaklaşımı gerektirmediği sürece, konunun sonraki bir aşamaya bırakılması daha iyi olacaktır.

Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)

Sonuç

İran, bölge genelinde geniş bir vekil ağı kurmak için onlarca yıl harcadı ve bu çabasında büyük ölçüde başarılı oldu; bu da Arap dünyasını muazzam bir baskı altına soktu. Dört Arap ülkesi ve Gazze Şeridi halklarının kendi kaderlerini tayin haklarını ellerinden aldı. Bu halklar, çeşitli aşamalarda, ağır insani kayıplar vermelerine neden olan ve tüm bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açan savaşlara girmeye zorlandılar. Uzun vadede refah ve barışın hüküm sürdüğü bir Ortadoğu için sadece nükleer ve askeri programlarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda vekalet yoluyla diğer ülkeleri kontrol etme yeteneği açısından da İran'ın nüfuzu azaltılmalıdır. Birkaç nedenden ötürü, Arap ülkeleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında bu görevi yerine getirmeye en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar. Ancak bu konuda başarıya ulaşmak için, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı ortak bir duruş ve kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.