Irak’ta ‘askeri yönetim’ çözüm değil krizdir

Bunun adı bir liderin diktatörlüğünden, liderlerden oluşan çoğul diktatörlüğe geçiştir

Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
TT

Irak’ta ‘askeri yönetim’ çözüm değil krizdir

Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)

İyad el-Anber

Iraklıların çoğunluğu demokrasi kaosuna alternatif olarak ‘askeri yönetim’ fikrine hoşnutlukla bakıyor. Hatta bazıları bunu yolsuzluğa karşı bir çözüm olarak görüyor. Bu yüzden yönetim reformu tartışmalarında gücün tek bir yöneticinin elinde merkezileştirilmesi çağrıları her zaman yer alıyor. Öte yandan bu fikri savunanların akademik, siyasi ve hatta kültürel elitler olması oldukça ironik.

Son çağrı, giderek Irak hükümeti ve ordusuna paralel bir unsura evrilen Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) bünyesindeki Ensar el-Merceiyye Tugayı Komutanı Hamid el-Yasiri, tarafından yapıldı. Yasiri, Temsilciler Meclisi’ni ve Başbakanı yolsuzluk yapanları görevden almak üzere Muthanna iline tarafsız bir ‘askeri vali’ göndermeye çağırdı.

Yasiri'nin çağrısı, Temsilciler Meclisi’ne ve Başbakan’a il meclisini feshetme, mevcut valiyi görevden alma ve yerine ilin işlerini yürütmek üzere askeri bir vali atama kararı alma hakkı vermeyen anayasa ve yasalar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını yansıtsa da Yasiri böyle bir çağrının, yönetici sınıftan hoşnutsuz olan halkı kutuplaştırma gücüne sahip olduğunun tamamen farkında.

Irak'taki siyasi sistemin krizlerine çözüm bulmayı düşünürken bazı çevrelerin ‘liderin şahsiyeti’ üzerine bahis oynaması ve ‘tarihteki kahraman teorisine’ güvenmesi sorunuyla karşı karşıya kalınıyor. Bunu bir çeşit ‘gerçekliği kenara itip hayallerle yaşamak’ olarak nitelendirebiliriz ya da belirli bir kişi ya da kişilere fayda sağlayabilecek ve onları bir ülkenin tarihinin akışını değiştiren kahramanlara dönüştürebilecek olaylar ve gelişmeler olduğunu varsaydıklarını söyleyebiliriz. Irak'ta siyasi değişimin gerçekleşmesi için bu iki varsayımın örtüşmesi gerekebilir.

Kamu düşüncesi de bir sorundur. Şu an bizi yöneten siyasi makamların çoğu, önyargıları ve kendisini yönetenlerin peşinden koşma isteğiyle uyumlu bir halk yaratmakla ilgilenen ‘siyasi liderlik’ yanılsamasıyla yaşıyor. Eğer itaat yoksa, bir lidere körü körüne boyun eğilmiyor, yüceltilmiyor, posterleri taşınmıyor ve sloganları atılmıyorsa bu boş bir yaşamdır.

Terör örgütlerine meydan okuyup iç savaşa sürüklendiklerinde, ölüm ve yıkıma maruz kalan ve demokratik bir sisteme geçişin bedelini kanlarıyla ödeyen Iraklılar, nasıl olur da kendilerini yolsuzların egemenliğinden kurtaracak ve devleti yeniden kuracak ‘tek bir yönetici’ arayışına girebilir? 2003 yılından sonra seçimlerle iktidara gelen yönetici sınıfın diktatörlüğün etkilerini silemediği, iktidarı mezhep ya da milliyetçilik adına yöneten oligarşinin kontrolüne vererek birçok sayfasını akladığı ve yolsuzlukta aşırıya kaçtığı ve kontrolsüz silah kaosunun temellerini attığı doğrudur. Ancak halk, 2019 yılının ekim ayında başlayan protesto gösterilerinde olduğu gibi, bu sınıf için bir korku kaynağı ve bu egemen sistemin bekası için bir tehdit olmaya devam ediyor. Bu kazanım feda edilemeyeceği gibi, bir diktatörün yönetimine boyun eğmeyi düşünerek de feda edilemez.

Diktatörlükler görünüşte istikrarı sağlayan güçlü bir yönetim sistemi dayatarak başarılı olurlar. Bizim böyle bir sistemle yönetilmiyor olmamız, belki de bu sisteme ihtiyacımız olduğunu düşünmemizi sağlıyordur.

Irak’ta bunun adı bir liderin diktatörlüğünden liderlerden oluşan çoğul diktatörlüğe geçiştir. Destekçiler ve fırsatçılar bu liderler arasında paylaşıldı. Görevleri şu ya da bu lideri alkışlamak ve yüceltmek olan bir ‘dalkavuklar kalabalığı’ haline geldiler. Liderleri, posterleri ve sloganları sokaklarda narsisizmi çağrıştıran ‘sembollere’ dönüştürmeyi başardılar. Bu liderlerden bazıları, kendilerini ortadan kaldırabilecek ya da iktidardaki etkilerini artırabilecek yabancı bir gücün iradesiyle iktidara geldi. Fakat şimdi tüm bunları unutup, kitlelerinden ya da seçimlerde elde ettikleri siyasi meşruiyetten bahsediyorlar.

xcdvfbg
Musul'da Irak'taki yerel seçimlerde adayların posterlerinin önünden geçen bir kadın ve bir çocuk, 18 Aralık 2023 (AFP)

Bugün bizi yöneten siyasi liderlerden birinin Irak üzerindeki yetkisini genişlettiğini ya da yolsuzluk ve kaos sisteminden bir askeri komutanın kendi kontrolü altında merkezi bir hükümet kurduğunu düşünün. Sizce Irak nasıl bir yer olurdu? Bu nahif duygusallık, krizlerimizin çözümünü yöneticinin şahsına indirgemek istiyor. Ancak aynı zamanda aşırı merkeziyetçiliğin nasıl petrolden kolay para elde ettiğini ya da rantta güvenlik birimleri kurmak ve sadakat satın almak için nasıl araçlar bulduğunu görmezden geliyor. Irak devleti, petrol rantı devlettir. Dolayısıyla, devletin kaynaklarına hâkim olan tekelci bir yöneticinin olması, iktidardaki oligarşi ile diktatör bir yönetici arasında rol değişimine yol açmaz.

Askeri bir yönetici ya da ‘adil bir diktatör’ düşüncesi, totaliter yönetimin doğasını ve Hannah Arendt'in Totalitarizm adlı kitabında açıkladığı gibi, kamu yararı diye bir şeyin ya da kişisel çıkarların dışında geleceği düşünmenin söz konusu olmadığı, bu totaliter yönetimin üyelerinin hayatlarını nasıl yaşayacaklarıyla meşgul olduğu, nasıl parçalanmış bir toplum üretebileceğini açıkça göz ardı etmek anlamına gelir. Diktatörlük yönetimi altındaki toplumun içinde olacağı gerçeklik budur. Bugüne kadarki siyasi kültürümüzün tek parti, tek lider sisteminin düşüncelerimize aşıladıklarının bir ürünü olduğunu, geçmişi ve diktatörlük nostaljisini çağrıştırmak dışında geleceği düşünemez hale gelmiş olabileceğimizi göz ardı etmemeliyiz.

Diktatörlükler, görünüşte istikrarı sağlayan güçlü bir yönetim sistemi dayatarak başarılı olurlar. Bizim böyle bir sistemle yönetilmiyor olmamız, belki de bu sisteme ihtiyacımız olduğunu düşünmemizi sağlıyordur. Ancak diktatörlükle ilgili tüm deneyimler, diktatörlüğün çöküşünden sonra, rejimin bu istikrar ve gücünün iç ya da dış bir şoka maruz kaldığında kırılgan olduğunu her zaman kanıtlamıştır. Çünkü rejim, birey ve devlet arasında siyasi uzlaşı sağlayamamış, hukukun üstünlüğünü ve kurumların egemenliğini tesis edememiştir. Bu yüzden rejim çöktüğünde, rejimin üyeleri kendi çıkarlarını korunmak için hukuk yerine silah gücüne başvurur.

Yanlış bir temelin doğru sonuçlar doğuramayacağı aşikâr. Irak'taki siyasi sistem, önceki rejimlerin toplumla ilişkilerinde yaptıkları hataların üstesinden gelmek için onları harekete geçirmeden, geçmişin saplantılarına göre kurulmuştur. Kuruluşundan itibaren anayasasını yazanlar ve sistemin ilkelerini belirleyenler, bunun devlet ve toplum arasında sağlıklı bir ilişki kuran bir sistem değil, bileşenlerin liderleri arasında bir güç paylaşımı projesi olduğu düşüncesiyle yola çıktılar.

Askeri bir yönetici ya da ‘adil bir diktatör’ düşüncesi, totaliter yönetimin doğasını ve nasıl parçalanmış bir toplum üretebileceğini açıkça göz ardı etmek demektir.

Fakat artık bir tanka binip, radyo ve televizyon binasının kontrolünü ele geçirerek duyuru yapan kahramanlara ihtiyaç duymayan bir zamanda yaşıyoruz. Bu tür olaylar bundan böyle günümüze değil, tarih kitaplarına ait. İktidardakiler bile, ordunun gücü ve silahlarıyla iktidarlarını sürdüremiyorlar. Artık şehirlerde tankları durdurabilecek kalabalıklar, tel örgüler ve demir kapılarla çevrili olsalar bile, iktidar saraylarının duvarlarını delebilecek internet ve sosyal medyanın yanı sıra yolsuzluklar nedeniyle servetleri şişen mafyalara dönüşmüş otoriter yöneticilerden intikam almak için fırsat bekleyen gençlerden oluşan gruplar var.

Hükümetler ve iktidar güçleri sosyal medyada yayınlananlarla sarsılmasaydı, iktidar güçlerinin söylemlerini eleştirenler tarafından paramparça edilen siyasi egolarını tatmin etmek için kendilerini savunacak ve imajlarını düzeltecek onlarca blog yazarı ve yüzlerce çevrimiçi ordu yaratmaya çalışmazlardı.

‘Adil diktatör’ görüşünü tekrarlayan kişi, benzer semptomları olan ancak hastalığın nedeni konusunda radikal farklılıklar gösteren bir hastalığı tedavi etmek için hazır reçeteyi tekrarlayan kişi gibidir. Voltaire bu görüşü ‘aydınlanmış otokrat’ başlığı altında ortaya attığında, bunun Kilise'nin gücüne karşı koymak için gerekli olduğuna inanıyordu.

Cemaleddin el-Afgani için ise bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine adaletle eşlik etmeyi amaçlayan bir görüştü. Bugün mutlak bir hükümdara ihtiyacımız yok. Kırılgan demokratik sistemimizin krizine bazı çözümler düşünmemiz yeterli.

scdfvgt
Iraklı lider Mukteda es-Sadr'ın aralık ayında yapılacak yerel seçimlerin boykot edilmesi çağrısının ardından yürüyüş düzenleyen Necef'teki destekçileri (Reuters)

Bunu yapmak da akademik, kültürel ve hatta siyasi elitlerin görevi. Onların projesi, demokrasinin kazanımlarını korumak ve varlıklarını kaçınılmaz olarak normalleştirmemizi isteyen iktidar güçleriyle mücadele etmek olmalı. Sadece onların otoritesine boyun eğebiliriz. Bu güçler demokrasiye inanmazlar ama iktidara ulaşmak ya da iktidarda kalmak için bir araç olarak demokrasiyi pragmatik bir şekilde ele alırlar. Bu, otoriter güçlerin kuyruğu rolünü kabul etmiş, mezhebi ya da milliyeti temsil eden ve onların haklarını savunan imajlarını parlatmak isteyen kültürel ve akademik unvanlara sahip kişilerin değil, gerçek elitlerin görevidir.

Bu görevlerin başında, bazen seçimler yoluyla, bazen mezhepçi ya da milliyetçi bir oluşumu temsilcisi olduğu söylemlerini tekrarlayarak, bazen eski rejime karşı çıkarak, bazen de söz konusu oluşumun ‘iktidar hakkını’ savunan silahın gölgesinde iktidarlarını hayali bir meşruiyetle cilalamak isteyen iktidar oligarşisinin, iktidarı tekellerine aldıkları sütunları yıkmak geliyor.

Siyasi sistemin dinamizmine dayanan ikinci görev ise kırılgan ya da melez de olsa bir demokrasi altında geçen zaman, siyasi rekabet sisteminde geleneksel otoriter güçleri zayıflatıp dağıtabilecek ve sokağın güvenini kazanmayı düşünmeden devleti, kurumlarını ve ekonomik rantını elde etmek için mücadele çemberi içinde kalma ısrarları nedeniyle etkilerini azaltabilecek denklemler üretebilir. Bu sistemin çöküşündeki tarihi an, bölgesel bir komşu ülkenin yönetim yapısındaki bir değişiklikle bağlantılı olarak yönetim yapısı içinden gelen bir siyasi protesto hareketi ya da yapısal bir darbenin sonucu olabilir. Böylece Irak'taki siyasi aktörler üzerindeki gücünü zayıflatabilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Lonra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Suriye’de sivillerin üzerine varil bombası atılmasını öneren komitenin üyesi olan bir pilot tutuklandı

Suriye’de sivillere karşı varil bombası kullanılmasına karışan isimlerden Tuğgeneral Faik Miyase (Suriye İçişleri Bakanlığı)
Suriye’de sivillere karşı varil bombası kullanılmasına karışan isimlerden Tuğgeneral Faik Miyase (Suriye İçişleri Bakanlığı)
TT

Suriye’de sivillerin üzerine varil bombası atılmasını öneren komitenin üyesi olan bir pilot tutuklandı

Suriye’de sivillere karşı varil bombası kullanılmasına karışan isimlerden Tuğgeneral Faik Miyase (Suriye İçişleri Bakanlığı)
Suriye’de sivillere karşı varil bombası kullanılmasına karışan isimlerden Tuğgeneral Faik Miyase (Suriye İçişleri Bakanlığı)

Lazkiye'deki iç güvenlik güçleri, Suriye’deki devrimin başlangıcında savunmasız Suriye halkına karşı varil bombalarının kullanılmasını öneren eski rejimin askeri komitesinin üyesi olan Tuğgeneral Faik Eyub Miyase’yi tutukladı.

Suriye Arap Haber Ajansı (SANA), Lazkiye İç Güvenlik Komutanı Albay Abdulaziz el-Ahmed, Haffah bölgesindeki İç Güvenlik Müdürlüğü birimlerinin Terörle Mücadele Şubesi ile iş birliği içinde özel bir güvenlik operasyonu gerçekleştirdiğini söylediğini ve birkaç gün süren dikkatli izleme ve takip sonucunda, Lazkiye kırsalındaki Lukmani köyünden pilot Tuğgeneral Faik Eyub Miyase’nin tutuklandığını aktardı.

Albay Ahmed, Miyase'nin askeri rütbelerde yükseldiğini, teğmen pilot rütbesiyle mezun olduğunu ve 1982 yılında Hama Askeri Havaalanı’nda çalıştığını belirtti. Suriye devriminin başlangıcında Taftanaz Askeri Havaalanı'ndaki 63. Tugay'ın komutanlığına atanan Miyase, İdlib kırsalındaki Mestuma’daki hava ve kara harekât odalarıyla birlikte hedefleri belirlemekle görevlendirildi, böylece tüm bu noktalar daha sonra helikopterler tarafından hedef alınabilecekti.

Suriye rejimi tarafından Suriye'nin güneyinde bulunan Dera kentindeki İnhil beldesine atılan varil bombası (Arşiv - Reuters)Suriye rejimi tarafından Suriye'nin güneyinde bulunan Dera kentindeki İnhil beldesine atılan varil bombası (Arşiv - Reuters)

Miyase, ön soruşturmalar sırasında, devrimin başlangıcında varil bombalarının kullanılmasını öneren askeri komitenin üyesi olduğunu itiraf etti. Ayrıca, çeşitli illerde varil bombaları ve deniz mayınlarıyla hedef alınacak yerlerin belirlenmesinden de sorumluydu.

Lazkiye iç güvenlik komutanı, masumların kanıyla lekelenmiş her suçluyu adalete teslim etmek ve yasalar uyarınca hesap vermelerini sağlamak için her türlü çabayı göstereceğine dair taahhüdünü teyit etti.

Bu operasyon, İçişleri Bakanlığı ve ilgili makamların, geçiş dönemi adaletinin uygulanması, mağdurların ve ailelerinin haklarının güvence altına alınması ve hiçbir suçlunun hesap vermekten kaçmaması ilkeleri temelinde, Suriye halkına karşı işlenen suçlara ve ihlallere karışan eski rejimin simalarının peşine düşme ve hesap sorma çabaları çerçevesinde gerçekleşti.


İsrail, Mısır ile doğalgaz anlaşmasının yakında tamamlanmasını bekliyor: Peki, gerginlikler azalacak mı?

Mısır hükümeti gaz ve petrol keşiflerini teşvik edecek (Petrol Bakanlığı)
Mısır hükümeti gaz ve petrol keşiflerini teşvik edecek (Petrol Bakanlığı)
TT

İsrail, Mısır ile doğalgaz anlaşmasının yakında tamamlanmasını bekliyor: Peki, gerginlikler azalacak mı?

Mısır hükümeti gaz ve petrol keşiflerini teşvik edecek (Petrol Bakanlığı)
Mısır hükümeti gaz ve petrol keşiflerini teşvik edecek (Petrol Bakanlığı)

İsrail basını, Mısır ile yapılan ‘doğalgaz anlaşmasının’ önümüzdeki günlerde kesinleşeceğini öne sürerek, anlaşmanın İsrail için ekonomik ve güvenlik açısından önemini vurguladı. Daha önce ise anlaşmanın iptal edilmeye yakın olduğu ve onaylanmayacağı bildirilmişti. Bu durum, böyle bir değişimin nedenleri ve Mısır ile gerginliğin azalması üzerindeki etkisi hakkında soruları gündeme getirdi.

İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth dünkü sayısında, İsrail Enerji Bakanlığı'nın ‘önümüzdeki günlerde yürürlüğe girmesi beklenen İsrail'den Mısır'a doğalgaz ihracatı anlaşması çerçevesinde, önümüzdeki ay İsrail'in münhasır ekonomik bölgesinde yeni bir keşif turuna başlayacağını’ bildirdi. Anlaşmanın ‘siyaset ve güvenlik açısından İsrail için özel bir öneme sahip’ olduğunu vurgulayan gazete, Leviathan Doğal Gaz Sahası’ndan Mısır'a ihraç edilecek doğalgaz miktarı konusunda müzakerelerin halen devam ettiğini kaydetti.

Mısır ile İsrail arasındaki ilişkiler, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik savaşı, Filistinlileri Mısır’ın Sina Yarımadası’na yerleştirmek için yaptığı planlar ve sınırın istikrarı, sınır kapılarının açılması ve Gazze’de barış planının ikinci aşamaya geçişi konusundaki anlaşmazlıklardan ötürü Şarm eş-Şeyh’te varılan barış anlaşmasının uygulanmasına ilişkin komplikasyonlar nedeniyle gergin. Ayrıca, İsrail'in insansız hava araçları (İHA) kullanılarak Sina Yarımadası'ndan silah kaçakçılığı yapıldığına dair düzenlediği bombardımanlardan dolayı Mısır ile arasında sınır krizleri de yaşanıyor.

Baskı aracı

El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde İsrail işleri uzmanı olan Said Ukkaşe, anlaşmanın Mısır ve İsrail tarafından ekonomik açıdan ayrıntılı bir şekilde incelendiğini, ancak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bunu Gazze Şeridi ve sınır sorunları konusunda Mısır'a siyasi baskı uygulamak için bir araca dönüştürmek istediğini söyledi.

Ukkaşe, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmeyi şöyle sürdürdü:

“Ancak Kahire sakin bir şekilde yanıt verdi ve birçok alternatif yol izledi. Netanyahu, özellikle Amerikan şirketlerinin anlaşmanın tamamlanmasında payı olmasından ötürü bu durumun ABD'nin çıkarlarına zarar vereceği ve istediği sonucu elde edemeyeceğini fark etti.”

İsrail'in Leviathan Gaz Sahası’nın ortaklarından biri olan NewMed Energy, geçtiğimiz ağustos ayında Mısır ile yapılan doğalgaz tedarik anlaşmasını 2040 yılına kadar uzatmak için değiştirdiğini ve anlaşmanın değerinin 35 milyar dolara ulaştığını duyurdu. Ancak geçtiğimiz eylül ayı başlarında, Gazze’deki savaş nedeniyle gerginliğin tırmandığı bir dönemde, İsrail'in anlaşmada ‘geri adım attığına’ dair işaretler görüldü. İsrail basını aynı sıralarda, Netanyahu’nun anlaşmayı nihai olarak onaylamadan önce Mısır'ın barış anlaşmasının şartlarına tam olarak uyacağını garanti altına almak istediğini bildirdi.

İsrail, Kahire'yi 1979 yılında Washington'da imzalanan barış antlaşmasının güvenlik ekini ‘ihlal etmekle’ suçlayıp Kahire’nin Sina Yarımadası'na asker konuşlandırmasına dikkati çekerken Mısır ise antlaşmayı ihlal ettiği iddiasını reddetti.

Anlaşma, ABD’nin İsrail’e anlaşmayı sonuçlandırması için baskı yapmasının ardından Kasım ayında daha da yoğun bir şekilde gündeme geldi. Ancak İsrail Enerji Bakanı Eli Cohen, o dönemde bakanlığının yayınladığı resmi bir açıklamada, ‘ABD'nin önemli baskısına rağmen, Mısır ile yapılan devasa gaz anlaşmasının onaylanmasını reddettiğini’ belirterek, bunu ‘İsrailli tüketiciler için artan gaz fiyatlarına ilişkin endişeler’ ile gerekçelendirdi.

İlişkilerin ana faktörü çıkarlar

Mısırlı siyasi analist Abdulmunim Said, Mısır ile İsrail arasındaki ilişkinin karmaşık olduğunu ve barış antlaşmasına dayandığını belirterek, “Bu antlaşma, ekonomik ilişkileri ve birbirlerinin kapasitelerinden yararlanmayı da içeriyor. Mısır, geçmişte on yıllar boyunca İsrail’e doğal gaz tedarik ederek bunu gerçekleştirmişti” dedi.

Said, Mısır’ın, İsrail’in bol miktarda doğalgaz rezervine ve yerel ihtiyaçları karşılamak için büyük miktarlara ihtiyaç duyan artan nüfusuna benzer bir hamle beklediğini de sözlerine ekledi.

Mısır ile İsrail arasındaki ilişkinin sadece iki taraf arasındaki ilişkilerle sınırlı olmadığını vurgulayan Said, bir yandan Filistin meselesinin bu ilişkinin şekillenmesinde önemli bir rol oynadığını, diğer yandan ise ABD'nin bu ilişkide kilit bir oyuncu olduğunu açıkladı.

Mısır-İsrail ilişkilerinin ana faktörünün çıkarları olduğuna inanan Said, Filistin meselesinin hararetli tartışmalarına veya ABD'nin bölgedeki çatışmaları yatıştırma girişimlerine bakılmaksızın, doğalgaz anlaşmasının her iki ülke için de stratejik öneme sahip olduğunu belirtti.

Mısır Petrol Bakanlığı, doğalgaz ihtiyacını karşılarken (Bakanlık)Mısır Petrol Bakanlığı, doğalgaz ihtiyacını karşılarken (Bakanlık)

Mısır'ın ABD merkezli Hartree Partners şirketinden 4 milyar dolar değerinde yaklaşık 80 sevkiyat sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithal etmek üzere bir anlaşma imzalamasının yanı sıra Suudi Aramco, Trafigura ve Vitol şirketleriyle diğer sevkiyatlar için anlaşmalar imzalamasının ardından İsrail basınında anlaşmanın devam edeceğini öne süren haberler yer aldı.

İsrail gazeteleri birkaç gün önce, Katar’ın, İsrail’in Mısır’a doğalgaz satışı anlaşmasının tamamlanmasının ertelenmesinden kaynaklanan ‘fırsatı değerlendirerek’ Kahire'ye büyük miktarlarda LNG teklif ettiğini iddia etti, ancak ne Mısır ne de Katar bu iddiayı doğruladı.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth gazetesinden aktardığına göre İsrail Enerji Bakanı Mısır ile doğalgaz anlaşmasının onaylanmasını yakında duyurmayı planlıyor, Enerji Bakanlığı Genel Müdürü Yossi Dayan başkanlığındaki Doğalgaz Komitesi ise ihracat için ayrılacak miktarlar ile İsrail'in iç kullanım için saklayacağı miktarlar hakkındaki kararlarını yayınlamaya hazırlanıyor.


İsrail, Gazze'de yeni bir tampon bölge oluşturmak için harekete geçti

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta enkazın arasında duran bir İsrail askeri, 8 Aralık 2025 (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta enkazın arasında duran bir İsrail askeri, 8 Aralık 2025 (Reuters)
TT

İsrail, Gazze'de yeni bir tampon bölge oluşturmak için harekete geçti

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta enkazın arasında duran bir İsrail askeri, 8 Aralık 2025 (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta enkazın arasında duran bir İsrail askeri, 8 Aralık 2025 (Reuters)

İsrail’in Gazze Şeridi’nde sürdürdüğü saha hareketliliği, işgal hattının doğusundaki bölgeler ile Hamas’ın faaliyet gösterdiği alanları ayıran ‘sarı hattın’ batısında, yaklaşık 3 kilometre derinliğinde yeni bir güvenli bölge oluşturma çabası olarak değerlendiriliyor.

Gazze Şeridi’ndeki Filistinli direniş gruplarından saha kaynaklarına göre İsrail, ateşkesin ikinci aşamasına geçilmeden önce sahada yeni fiili durumlar yaratmak için zamanla yarışıyor. Bu kapsamda hedeflenen bölgenin tamamen görünür hâle gelmesini sağlamak amacıyla evlerin yıkıldığı, arazilerin düzleştirildiği bildiriliyor.

Bu gelişmeler, İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in geçtiğimiz pazar günü Gazze Şeridi’ndeki birliklerini denetlediği sırada yaptığı açıklamalarla da örtüşüyor. Zamir, söz konusu alana atıfla “Sarı hat yeni bir sınır çizgisi, yerleşimler için ileri savunma hattı ve aynı zamanda bir saldırı hattıdır” ifadesini kullandı.

ABD Başkanı Donald Trump'ın planına göre Gazze Şeridi'nden çekilme aşamalarının haritası (Beyaz Saray)ABD Başkanı Donald Trump'ın planına göre Gazze Şeridi'nden çekilme aşamalarının haritası (Beyaz Saray)

Hamas yöneticilerinden Hüsam Bedran, İsrail Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarının ‘işgalin ateşkes anlaşması hükümlerine uymadığını açık biçimde ortaya koyduğunu’ söyledi. Bedran, ‘Sarı hattın içindeki Filistinlilere ait evlerin yıkılmaya devam etmesinin, anlaşmanın ilk gününden itibaren durması gereken askeri faaliyetlerin sürdürüldüğü anlamına geldiğini’ belirtti.

Bedran dün AFP’ye yaptığı açıklamada, hareketin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçilmeden önce İsrail’in ihlalleri durdurmasını şart koştuğunu vurguladı ve arabuluculara İsrail üzerinde baskı kurma çağrısında bulundu.

Selahaddin Caddesi'nin kontrolü

Filistinli gruplardan bir kaynağın Şarku’l Avsat’a aktardığı bilgilere göre, son dönemde farklı bölgelerde gözlenen İsrail faaliyetleri, ‘esas planın 7 Ekim 2023 öncesinde Gazze çevresindeki yerleşimlerin sınırlarından başlayarak ana arter Selahaddin Caddesi’ne kadar uzanan yaklaşık 3 kilometrelik bir şeridi kontrol altına almak olduğunu’ ortaya koyuyor. Kaynak, bu hattın özellikle Han Yunus, Gazze kenti, ayrıca Cibaliye ve Beyt Lahiya’nın karşısındaki bölgeleri kapsadığını belirtti.

Selahaddin Caddesi, kuzeyden güneye tüm Gazze Şeridi boyunca uzanan hayati bir ulaşım yolu. İsrail’in savaş boyunca bu güzergâhı kontrol etme çabası, hattın askerî açıdan taşıdığı kritik önem nedeniyle yoğunlaştı. Operasyonlar sırasında İsrail birlikleri, caddenin çeşitli noktalardan kesilmesini hedefleyen adımlar attı.

Gazze Şeridi'ndeki Selahaddin CaddesiGazze Şeridi'ndeki Selahaddin Caddesi

Kaynak, Gazze Şeridi’nin en güneyindeki Refah ile en kuzeyindeki Beyt Hanun’un tamamen İsrail kontrolünde olduğunu, İsrail güçlerinin buralardan çekilmesi halinde iki kenti de ‘tamamen yıkılmış bir halde’ bırakacağını ve şu anda da geride kalan yapıların sistematik biçimde tahrip edildiğini ifade etti.

Şarku’l Avsat’a konuşan saha kaynakları ise İsrail’in her gün aralıksız süren kara ilerleyişi, hava ve topçu bombardımanı ile patlatma operasyonları gibi yöntemlerle, sarı hattın yakınlarına dönmeye çalışan sivillere sürekli bir baskı uyguladığını aktardı. Bu saldırıların amacının, bölge halkına buralarda kalamayacaklarını, yaşamlarının sürekli tehlikede olacağını hissettirmek olduğu belirtiliyor. Kaynaklara göre İsrail, sivillerin sarı hattın doğusuna yaklaşmasını engelleyip onları Gazze’nin daha batısındaki bölgelerde tutmayı hedefliyor.

Daha derin tampon bölge

Son savaş öncesinde, Gazze Şeridi ile çevredeki İsrail yerleşimleri arasındaki güvenlik bölgesi, sınır çitinin yaklaşık 300 metre kadar doğusunda yer alıyordu. Bazı noktalarda bu mesafe daha da daralırken, İsrail güçleri olası tehditleri tespit etmek için büyük ölçüde teknolojik sistemlere güveniyordu. Bazı değerlendirmelere göre bu durum, Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği ani saldırının başarıya ulaşmasına zemin hazırladı.

Kaynaklara göre İsrail güçleri, Gazze Şeridi içinde güvenlik kontrolünü sağlamlaştırmak amacıyla, teknolojik imkânlardan yararlanarak güvenli bölgeyi genişletebildiğini göstermeye çalışıyor. Bu genişlemenin, ileride yeni ateş açma kuralları belirlemeye ve bölgede hareket eden herhangi bir hedefle anında karşılık verebilmeye olanak sağlayacağı, böylece İsrail çekilse bile sivillerin bu alanlara geri dönüşünün fiilen engelleneceği ifade ediliyor.

Bir başka kaynak ise “İsrail’in bu yeni güvenli bölgeyi uzaktan ateş kontrolüyle yöneteceğini, bölgede pusular kuracak özel birliklerle ani baskınlar düzenleyebileceğini ya da zaman zaman gerçekleştirilen kara sızmalarıyla ilerleyip geri çekilerek sivillere bu bölgelerde hiçbir güvenliklerinin olmadığı mesajını vermeye çalışacağını” söyledi.

Yeni stratejik pozisyonlar

Kaynaklar, İsrail güçlerinin şu anda sarı hattın üzerinde sabit şekilde konuşlanmadığını, sürekli hareket halinde olduklarını aktarıyor. Buna göre birlikler zaman zaman hattın dışına doğru ilerleyerek kontrol alanını genişletiyor, kimi zaman ise daha geriye çekiliyor. Bu hareketlilik kapsamında bazı noktalara patlayıcı yüklü araçlar yerleştirilip uzaktan infilak ettirildiği de belirtiliyor.

Orta Gazze’ye yakın bir bölgede bulunan bir başka kaynak, İsrail güçlerinin bölgenin merkezinde belirli mesafeleri koruduğunu, ‘şu ana kadar bu hat üzerinden büyük bir ilerleme kaydetmediğini’ ifade etti. Kaynak, birliklerin sarı hattaki varlığını değişen yoğunluklarda sürdürdüğünü ve ‘gerektiğinde güçlü ateş desteğini muhafaza edeceğini’ öngördüğünü söyledi.

8 Aralık 2025 tarihinde Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta görüntülenen iki İsrail askeri (Reuters)8 Aralık 2025 tarihinde Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta görüntülenen iki İsrail askeri (Reuters)

Kaynak, İsrail güçlerinin geniş alanları gözetleyebilmek için stratejik ve coğrafi olarak yüksek bölgelerde yeni askeri noktalar kurduğunu belirtti. Buna örnek olarak, Gazze’nin doğusundaki et-Tuffah mahallesine hakim konumda bulunan es-Surani Tepesi’nin, hem bu mahalleyi hem de kuzeydeki Cibaliye çevresini izlemek amacıyla kullanıldığı aktarıldı. Ayrıca Muntar Tepesi’nin de Şucaiyye ve ez-Zeytun mahallelerini kontrol eden bir gözlem noktası olarak değerlendirildiği ifade edildi.

Kaynaklar, İsrail güçlerinin geçtiğimiz pazar günü Han Yunus’un doğusundaki Mean bölgesinde yer alan ez-Zehra Tepesi üzerinde yeni bir stratejik nokta kurduğunu bildirdi. Bu tepenin, kentin büyük bölümünü -batı kesimleri dâhil- görme imkânı sağlaması, İsrail’in şehir üzerindeki güvenlik kontrolünü pekiştirdiğinin bir göstergesi olarak yorumlandı.

Bu yüksek bölgeler, İsrail birliklerine olası hareketlilikleri izleme ve özellikle Selahaddin Caddesi’ne yakın noktalara günlük ateş açma imkânı veriyor. Saha kaynakları, İsrail’in söz konusu caddenin yeni güvenli bölgenin başlangıç noktası haline gelmesini planladığını belirtiyor.

Trump baskı yapıyor

İsrail’in mevcut sarı hattı Gazze’nin yeni sınırı haline getirme çabalarına rağmen, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’ye ilişkin planının ikinci aşamasına geçme konusunda kararlı olduğu belirtildi. İsrail gazetesi Haaretz’e göre bu aşama, İsrail’in olası ikinci bir geri çekilmesini de içerebilir.

Haaretz’in askeri analisti Amos Harel, Trump’ın tarafları bir sonraki aşamaya geçmeye zorlamayı planladığını ve bunun ‘İsrail’in Gazze’den bir adım daha çekilmesini’ kapsayabileceğini ifade etti.

Harel, Trump’ın, İsrail ordusunun sınır hattına daha yakın, daha dar bir bölgede konuşlanmasını öngören bir anlaşmaya doğru baskı yapacağını öngördü. Ancak bunun, Trump’ın ay sonunda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yapacağı görüşmenin sonuçlarına bağlı olacağını da vurguladı.

 ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te Kudüs'teki Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (AFP)ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te Kudüs'teki Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (AFP)

İsrail Kamu Yayın Kurumu KAN kaynaklarına göre, ordu ikinci aşama sırasında da sarı hattın boyunca konuşlanmayı sürdürecek ve tüm Gazze Şeridi üzerinde gözlem ve ateş kontrolü sağlayacak, ancak bölge halkının yönetimiyle ilgilenmeyecek.

Kaynaklar, bu yeni konuşlanmanın İsrail’e sahada üstünlük sağladığını, ancak gıda, su, ilaç ve sağlık hizmetleri gibi sivil yükleri üstlenmek zorunda bırakmadığını belirtiyor. Bir askeri kaynak, bu durumu ‘büyük bir operasyonel başarı’ olarak nitelendirdi.

Ancak ABD ile yapılan görüşmeler ve Tel Aviv’e iletilen yazışmalara göre, Trump’ın bu durumu kabul etmeyeceği, ordudan planı doğrultusunda ikinci bir çekilme gerçekleştirmesini isteyeceği öngörülüyor.

İsrail Kanal 12 televizyonu ise Trump’ın Gazze’deki savaşın sona erdirilmesi planının ikinci aşamasına geçilmesi için baskıyı artırmaya başladığını bildirdi. Kanal, Trump ile görüşecek olan Netanyahu’nun bir sınavla karşı karşıya olduğunu, zira Zamir’in görevini tamamladığını ve güvenlik ihtiyaçlarını sunarak Başbakan’ı Trump karşısında zor durumda bıraktığını aktardı.