Irak’ta ‘askeri yönetim’ çözüm değil krizdir

Bunun adı bir liderin diktatörlüğünden, liderlerden oluşan çoğul diktatörlüğe geçiştir

Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
TT

Irak’ta ‘askeri yönetim’ çözüm değil krizdir

Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)

İyad el-Anber

Iraklıların çoğunluğu demokrasi kaosuna alternatif olarak ‘askeri yönetim’ fikrine hoşnutlukla bakıyor. Hatta bazıları bunu yolsuzluğa karşı bir çözüm olarak görüyor. Bu yüzden yönetim reformu tartışmalarında gücün tek bir yöneticinin elinde merkezileştirilmesi çağrıları her zaman yer alıyor. Öte yandan bu fikri savunanların akademik, siyasi ve hatta kültürel elitler olması oldukça ironik.

Son çağrı, giderek Irak hükümeti ve ordusuna paralel bir unsura evrilen Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) bünyesindeki Ensar el-Merceiyye Tugayı Komutanı Hamid el-Yasiri, tarafından yapıldı. Yasiri, Temsilciler Meclisi’ni ve Başbakanı yolsuzluk yapanları görevden almak üzere Muthanna iline tarafsız bir ‘askeri vali’ göndermeye çağırdı.

Yasiri'nin çağrısı, Temsilciler Meclisi’ne ve Başbakan’a il meclisini feshetme, mevcut valiyi görevden alma ve yerine ilin işlerini yürütmek üzere askeri bir vali atama kararı alma hakkı vermeyen anayasa ve yasalar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını yansıtsa da Yasiri böyle bir çağrının, yönetici sınıftan hoşnutsuz olan halkı kutuplaştırma gücüne sahip olduğunun tamamen farkında.

Irak'taki siyasi sistemin krizlerine çözüm bulmayı düşünürken bazı çevrelerin ‘liderin şahsiyeti’ üzerine bahis oynaması ve ‘tarihteki kahraman teorisine’ güvenmesi sorunuyla karşı karşıya kalınıyor. Bunu bir çeşit ‘gerçekliği kenara itip hayallerle yaşamak’ olarak nitelendirebiliriz ya da belirli bir kişi ya da kişilere fayda sağlayabilecek ve onları bir ülkenin tarihinin akışını değiştiren kahramanlara dönüştürebilecek olaylar ve gelişmeler olduğunu varsaydıklarını söyleyebiliriz. Irak'ta siyasi değişimin gerçekleşmesi için bu iki varsayımın örtüşmesi gerekebilir.

Kamu düşüncesi de bir sorundur. Şu an bizi yöneten siyasi makamların çoğu, önyargıları ve kendisini yönetenlerin peşinden koşma isteğiyle uyumlu bir halk yaratmakla ilgilenen ‘siyasi liderlik’ yanılsamasıyla yaşıyor. Eğer itaat yoksa, bir lidere körü körüne boyun eğilmiyor, yüceltilmiyor, posterleri taşınmıyor ve sloganları atılmıyorsa bu boş bir yaşamdır.

Terör örgütlerine meydan okuyup iç savaşa sürüklendiklerinde, ölüm ve yıkıma maruz kalan ve demokratik bir sisteme geçişin bedelini kanlarıyla ödeyen Iraklılar, nasıl olur da kendilerini yolsuzların egemenliğinden kurtaracak ve devleti yeniden kuracak ‘tek bir yönetici’ arayışına girebilir? 2003 yılından sonra seçimlerle iktidara gelen yönetici sınıfın diktatörlüğün etkilerini silemediği, iktidarı mezhep ya da milliyetçilik adına yöneten oligarşinin kontrolüne vererek birçok sayfasını akladığı ve yolsuzlukta aşırıya kaçtığı ve kontrolsüz silah kaosunun temellerini attığı doğrudur. Ancak halk, 2019 yılının ekim ayında başlayan protesto gösterilerinde olduğu gibi, bu sınıf için bir korku kaynağı ve bu egemen sistemin bekası için bir tehdit olmaya devam ediyor. Bu kazanım feda edilemeyeceği gibi, bir diktatörün yönetimine boyun eğmeyi düşünerek de feda edilemez.

Diktatörlükler görünüşte istikrarı sağlayan güçlü bir yönetim sistemi dayatarak başarılı olurlar. Bizim böyle bir sistemle yönetilmiyor olmamız, belki de bu sisteme ihtiyacımız olduğunu düşünmemizi sağlıyordur.

Irak’ta bunun adı bir liderin diktatörlüğünden liderlerden oluşan çoğul diktatörlüğe geçiştir. Destekçiler ve fırsatçılar bu liderler arasında paylaşıldı. Görevleri şu ya da bu lideri alkışlamak ve yüceltmek olan bir ‘dalkavuklar kalabalığı’ haline geldiler. Liderleri, posterleri ve sloganları sokaklarda narsisizmi çağrıştıran ‘sembollere’ dönüştürmeyi başardılar. Bu liderlerden bazıları, kendilerini ortadan kaldırabilecek ya da iktidardaki etkilerini artırabilecek yabancı bir gücün iradesiyle iktidara geldi. Fakat şimdi tüm bunları unutup, kitlelerinden ya da seçimlerde elde ettikleri siyasi meşruiyetten bahsediyorlar.

xcdvfbg
Musul'da Irak'taki yerel seçimlerde adayların posterlerinin önünden geçen bir kadın ve bir çocuk, 18 Aralık 2023 (AFP)

Bugün bizi yöneten siyasi liderlerden birinin Irak üzerindeki yetkisini genişlettiğini ya da yolsuzluk ve kaos sisteminden bir askeri komutanın kendi kontrolü altında merkezi bir hükümet kurduğunu düşünün. Sizce Irak nasıl bir yer olurdu? Bu nahif duygusallık, krizlerimizin çözümünü yöneticinin şahsına indirgemek istiyor. Ancak aynı zamanda aşırı merkeziyetçiliğin nasıl petrolden kolay para elde ettiğini ya da rantta güvenlik birimleri kurmak ve sadakat satın almak için nasıl araçlar bulduğunu görmezden geliyor. Irak devleti, petrol rantı devlettir. Dolayısıyla, devletin kaynaklarına hâkim olan tekelci bir yöneticinin olması, iktidardaki oligarşi ile diktatör bir yönetici arasında rol değişimine yol açmaz.

Askeri bir yönetici ya da ‘adil bir diktatör’ düşüncesi, totaliter yönetimin doğasını ve Hannah Arendt'in Totalitarizm adlı kitabında açıkladığı gibi, kamu yararı diye bir şeyin ya da kişisel çıkarların dışında geleceği düşünmenin söz konusu olmadığı, bu totaliter yönetimin üyelerinin hayatlarını nasıl yaşayacaklarıyla meşgul olduğu, nasıl parçalanmış bir toplum üretebileceğini açıkça göz ardı etmek anlamına gelir. Diktatörlük yönetimi altındaki toplumun içinde olacağı gerçeklik budur. Bugüne kadarki siyasi kültürümüzün tek parti, tek lider sisteminin düşüncelerimize aşıladıklarının bir ürünü olduğunu, geçmişi ve diktatörlük nostaljisini çağrıştırmak dışında geleceği düşünemez hale gelmiş olabileceğimizi göz ardı etmemeliyiz.

Diktatörlükler, görünüşte istikrarı sağlayan güçlü bir yönetim sistemi dayatarak başarılı olurlar. Bizim böyle bir sistemle yönetilmiyor olmamız, belki de bu sisteme ihtiyacımız olduğunu düşünmemizi sağlıyordur. Ancak diktatörlükle ilgili tüm deneyimler, diktatörlüğün çöküşünden sonra, rejimin bu istikrar ve gücünün iç ya da dış bir şoka maruz kaldığında kırılgan olduğunu her zaman kanıtlamıştır. Çünkü rejim, birey ve devlet arasında siyasi uzlaşı sağlayamamış, hukukun üstünlüğünü ve kurumların egemenliğini tesis edememiştir. Bu yüzden rejim çöktüğünde, rejimin üyeleri kendi çıkarlarını korunmak için hukuk yerine silah gücüne başvurur.

Yanlış bir temelin doğru sonuçlar doğuramayacağı aşikâr. Irak'taki siyasi sistem, önceki rejimlerin toplumla ilişkilerinde yaptıkları hataların üstesinden gelmek için onları harekete geçirmeden, geçmişin saplantılarına göre kurulmuştur. Kuruluşundan itibaren anayasasını yazanlar ve sistemin ilkelerini belirleyenler, bunun devlet ve toplum arasında sağlıklı bir ilişki kuran bir sistem değil, bileşenlerin liderleri arasında bir güç paylaşımı projesi olduğu düşüncesiyle yola çıktılar.

Askeri bir yönetici ya da ‘adil bir diktatör’ düşüncesi, totaliter yönetimin doğasını ve nasıl parçalanmış bir toplum üretebileceğini açıkça göz ardı etmek demektir.

Fakat artık bir tanka binip, radyo ve televizyon binasının kontrolünü ele geçirerek duyuru yapan kahramanlara ihtiyaç duymayan bir zamanda yaşıyoruz. Bu tür olaylar bundan böyle günümüze değil, tarih kitaplarına ait. İktidardakiler bile, ordunun gücü ve silahlarıyla iktidarlarını sürdüremiyorlar. Artık şehirlerde tankları durdurabilecek kalabalıklar, tel örgüler ve demir kapılarla çevrili olsalar bile, iktidar saraylarının duvarlarını delebilecek internet ve sosyal medyanın yanı sıra yolsuzluklar nedeniyle servetleri şişen mafyalara dönüşmüş otoriter yöneticilerden intikam almak için fırsat bekleyen gençlerden oluşan gruplar var.

Hükümetler ve iktidar güçleri sosyal medyada yayınlananlarla sarsılmasaydı, iktidar güçlerinin söylemlerini eleştirenler tarafından paramparça edilen siyasi egolarını tatmin etmek için kendilerini savunacak ve imajlarını düzeltecek onlarca blog yazarı ve yüzlerce çevrimiçi ordu yaratmaya çalışmazlardı.

‘Adil diktatör’ görüşünü tekrarlayan kişi, benzer semptomları olan ancak hastalığın nedeni konusunda radikal farklılıklar gösteren bir hastalığı tedavi etmek için hazır reçeteyi tekrarlayan kişi gibidir. Voltaire bu görüşü ‘aydınlanmış otokrat’ başlığı altında ortaya attığında, bunun Kilise'nin gücüne karşı koymak için gerekli olduğuna inanıyordu.

Cemaleddin el-Afgani için ise bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine adaletle eşlik etmeyi amaçlayan bir görüştü. Bugün mutlak bir hükümdara ihtiyacımız yok. Kırılgan demokratik sistemimizin krizine bazı çözümler düşünmemiz yeterli.

scdfvgt
Iraklı lider Mukteda es-Sadr'ın aralık ayında yapılacak yerel seçimlerin boykot edilmesi çağrısının ardından yürüyüş düzenleyen Necef'teki destekçileri (Reuters)

Bunu yapmak da akademik, kültürel ve hatta siyasi elitlerin görevi. Onların projesi, demokrasinin kazanımlarını korumak ve varlıklarını kaçınılmaz olarak normalleştirmemizi isteyen iktidar güçleriyle mücadele etmek olmalı. Sadece onların otoritesine boyun eğebiliriz. Bu güçler demokrasiye inanmazlar ama iktidara ulaşmak ya da iktidarda kalmak için bir araç olarak demokrasiyi pragmatik bir şekilde ele alırlar. Bu, otoriter güçlerin kuyruğu rolünü kabul etmiş, mezhebi ya da milliyeti temsil eden ve onların haklarını savunan imajlarını parlatmak isteyen kültürel ve akademik unvanlara sahip kişilerin değil, gerçek elitlerin görevidir.

Bu görevlerin başında, bazen seçimler yoluyla, bazen mezhepçi ya da milliyetçi bir oluşumu temsilcisi olduğu söylemlerini tekrarlayarak, bazen eski rejime karşı çıkarak, bazen de söz konusu oluşumun ‘iktidar hakkını’ savunan silahın gölgesinde iktidarlarını hayali bir meşruiyetle cilalamak isteyen iktidar oligarşisinin, iktidarı tekellerine aldıkları sütunları yıkmak geliyor.

Siyasi sistemin dinamizmine dayanan ikinci görev ise kırılgan ya da melez de olsa bir demokrasi altında geçen zaman, siyasi rekabet sisteminde geleneksel otoriter güçleri zayıflatıp dağıtabilecek ve sokağın güvenini kazanmayı düşünmeden devleti, kurumlarını ve ekonomik rantını elde etmek için mücadele çemberi içinde kalma ısrarları nedeniyle etkilerini azaltabilecek denklemler üretebilir. Bu sistemin çöküşündeki tarihi an, bölgesel bir komşu ülkenin yönetim yapısındaki bir değişiklikle bağlantılı olarak yönetim yapısı içinden gelen bir siyasi protesto hareketi ya da yapısal bir darbenin sonucu olabilir. Böylece Irak'taki siyasi aktörler üzerindeki gücünü zayıflatabilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Lonra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İsrail, Gazze'ye gönderilecek yardımlar için Ürdün ile olan sınır kapısını yeniden açtı

Kral Hüseyin Köprüsü ile Ürdün arasındaki sınır geçişi (AFP)
Kral Hüseyin Köprüsü ile Ürdün arasındaki sınır geçişi (AFP)
TT

İsrail, Gazze'ye gönderilecek yardımlar için Ürdün ile olan sınır kapısını yeniden açtı

Kral Hüseyin Köprüsü ile Ürdün arasındaki sınır geçişi (AFP)
Kral Hüseyin Köprüsü ile Ürdün arasındaki sınır geçişi (AFP)

İsrail ve Filistinli yetkililer AFP'ye verdikleri demeçte, İsrail'in, Gazze'ye yardım taşıyan kamyonlar için Ürdün ile işgal altındaki Batı Şeria arasındaki Kral Hüseyin Köprüsü (Allenby Köprüsü) sınır kapısını, kapanmasından yaklaşık üç ay sonra dün yeniden açtığını söyledi.

İsrail, eylül ayında Ürdünlü bir sürücünün sınırda ateş açarak iki İsrail askerini öldürmesinin ardından sınır kapısını kapatmıştı. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre birkaç gün sonra, sınır kapısı bireysel geçişlere yeniden açıldı, ancak savaşın harap ettiği Gazze Şeridi'ne yönelik insani yardımlara kapalı kaldı.

İsrail hükümetinin Topraklardaki Hükümet Faaliyetleri Koordinatörlüğü (COGAT) sözcüsü, "Allenby Köprüsü sınır kapısı bugün açıldı ve kamyonlar Allenby Köprüsü'nden Gazze'ye geçiyor" dedi. Adının açıklanmasını istemeyen bir Filistinli yetkili de sınır kapısının yeniden açıldığını doğruladı.

Yetkilinin açıklamasına göre, salı günü çimento ve yapım malzemesi taşıyan 96 kamyonun geçişine izin verildi. Dün ise insani yardım taşıyan 20 kamyon bu sınır kapısından giriş yaparken, inşaat sektörü için kumun da bugün girişine izin verilmesi bekleniyor.

Sınır kapısının kapatılmasından bu yana Ürdünlü yetkililer, Batı Şeria'nın kuzeyindeki Şeyh Hüseyin sınır kapısından Gazze'ye yardım ulaştırabildiklerini söylüyor. Salı günü bir İsrailli yetkili, Ürdün'den Allenby Köprüsü sınır kapısından mal ve yardım transferinin yakında yeniden başlayacağını söyledi.

Yetkili şöyle devam etti: “Gazze Şeridi'ne giden tüm yardım kamyonları, kapsamlı bir güvenlik kontrolünden geçtikten sonra, refakat ve güvenlik eşliğinde seyahat edecek… Ürdünlü sürücüler ve kargolar için güvenlik kontrolü ve kimlik doğrulama prosedürleri sıkılaştırıldı. Geçişi güvence altına almak için özel güvenlik güçleri görevlendirildi.”

Ürdün Vadisi'ndeki sınır geçişi, Batı Şeria'dan Filistinlilerin İsrail topraklarına geçmeden ayrılmalarına olanak tanıyan tek geçiş noktasıdır.

İsrail, özel izinleri olmadığı sürece Filistinlilerin havaalanlarından geçmesine izin vermiyor.


Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
TT

Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)

Akil Abbas

Irak seçimlerinin sonucu önceki genel seçimlerin çoğundan farklı olarak, bu kez açık ve net bir kazanan ortaya çıkardığı için dikkat çekici ve belirleyiciydi. Seçimlerin kazananı çeşitli seçim listeleriyle “Koordinasyon Çerçevesi”ydi. Seçimleri yönetmekten sorumlu Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından açıklanan sonuçlara göre Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin başkanlığını yaptığı liste de dahil olmak üzere, Koordinasyon Çerçevesi’nin çeşitli seçim listeleri 180'den fazla sandalye kazandı.

Çerçeve’nin güçlü seçim performansının işaretlerinden biri, 46 sandalye kazanan Sudani’nin “Yeniden İnşa ve Kalkınma Koalisyonu” listesinin, Koordinasyon Çerçevesi ile rekabet etme fikrinden vazgeçerek hızla bu yapıya entegre olmasıydı. Bu durum bilhassa Koalisyon’un, desteklediği ve aday gösterdiği başbakanların seçimlere katılmak için siyasi ittifaklar kurmalarını engelleyen bir taahhütte bulunmalarını şart koşan Çerçeve’nin isteklerine karşı kurulmuş olduğu göz önüne alındığında oldukça önemliydi. Çerçeve’nin bu şartının arkasında, başbakanların kendi siyasi güçlerini oluşturmalarını ve Şii oylarının çok sayıda rakip arasında dağılmasını önlemek yatıyor.

Bu halk desteği değil sadece bir seçim zaferidir

Ancak, bu seçim zaferini bazı Koordinasyon Çerçevesi gruplarının pazarlamaya çalıştığı yapay bağlamda değil, doğru ve dolaysız bağlamında anlamak önemlidir. Bu zafer, çeşitli taraflı yasal, teknik ve mali faktörlerin amacına ulaşmasıyla gerçekleşti. İyi yönetim performansıyla veya toplumun olumlu sonuçlarını hissettiği ve bunun sonucunda Koordinasyon Çerçevesi'ni seçimlerde ödüllendirdiği yönetişimdeki net bir iyileşmeyle ilgisi yoktu.

2023'te Koordinasyon Çerçevesi iktidarda olanlar başta olmak üzere, cömertçe harcama yapabilecek mali imkanlara sahip büyük partilerin çıkarlarına hizmet eden, daha küçük ve mali açıdan dezavantajlı partileri ise dışlayan adaletsiz bir seçim yasasını meclisten geçirdi.

Buna ilave olarak birçok gözlemcinin belirttiği gibi, bu etkili partiler tarafından seçim merkezlerinin önünde bile yaygın olarak oy satın alınması söz konusuydu. Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı. Ayrıca bu etkili partiler, ülke çapında başarılı kampanyalar yürütebilecek devasa, pahalı ve deneyimli kampanya aygıtlarına da sahip.

Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı

Irak'ta “Sivil Güçler” olarak adlandırılan muhalif güçler, bu avantajların hiçbirine sahip değil; bu da onları neredeyse her seçimde yapısal olarak zayıf bir konumda bırakıyor. Bu güçler, tek çatı altında birleşme ve sınırlı seçim etkisine sahip, sınırlı bir elit kitleye hitap eden mevcut muhalif söylem yerine, sıradan Iraklıların dikkatini çekecek net bir muhalif seçim söylemi oluşturmakta sürekli yetersiz kaldığı için daha da zayıflıyor.

Sivil Güçler ayrıca bu seçimlere yönelik boykottan da zarar gördü. Zira seçimleri boykot edenler genellikle iktidarın dizginlerini elinde tutan muktedir partilerden memnun değiller ve bu nedenle mantıksal olarak, oy kullansalar muhalefet partilerine oy verme olasılıkları daha yüksek olurdu. Yüksek Seçim Komisyonu ise uluslararası standartlara aykırı ve hatalı bir formül kullanarak seçimlere katılım oranını (yüzde 56) şişirmeye devam ediyor. Seçim Komisyonu, oy kullanma oranlarını, oy kullanma hakkına sahip Iraklıların toplam sayısı yerine, kayıtlı seçmenlerin sayısına göre fiilen oy kullanan seçmenleri sayarak hesaplıyor.

Seçim sonrası hesaplar

Koordinasyon Çerçevesi’nin halihazırda yaşadığı ve iktidardaki tekeline herhangi bir rakibin olmadığı anlamına gelen zafer coşkusunun ötesinde, en zorlu meydan okumalar hükümetin kurulmasının ardından yakında başlayacak. Yeni hükümetin, Koordinasyon Çerçevesi’nin kontrolü altındaki yeni meclis tarafından, alışıldık ve “tek sepet” anlaşması olarak bilinen kota anlaşması yoluyla hızla onaylanması bekleniyor. Yani üç başkanlık (meclis, hükümet ve cumhurbaşkanlığı) için adayların aynı anda kabul edileceği ve onaylanacağı tahmin ediliyor. Bu süreç ayrıca Şii, Sünni ve Kürt siyasi grupları arasında, üç başkanlık pozisyonu için adayları ve diğer yüksek mevkilerin kota sistemine göre nasıl dağıtılacağını belirleyecek “büyük bir siyasi anlaşma” yapılmasını da içeriyor. Buna ek olarak, söz konusu gruplar arasındaki siyasi anlaşmaya dayanarak kurulacak hükümetin programı da belirlenecek (bu, hükümet kurulduktan sonra nadiren uyulan, ancak bu grupların seçmenlerine ihtiyaçlarının dikkate alındığı konusunda güvence vermek için halkla ilişkiler açısından faydalı bir anlaşmadır).

Çoğunluğu elde ettiği seçim zaferiyle, Çerçeve, gelecekte kendisine bir zorluk oluşturmayacak veya kendisinden bağımsız hareket edemeyecek, tamamen kontrolü altında, ona boyun eğmiş zayıf bir başbakan geleneğini yerleştirme yolunda ilerliyor (bu bağlamda, Ekim 2020 protestolarının devirdiği eski Başbakan Adil Abdulmehdi, Çerçeve’nin aradığı ideal model sayılıyor, ancak Sudani'de bu aradığını bulamadı). Çerçeve, Sudani'nin görev süresini ister yeni ve daha sıkı koşullar altında uzatmaya karar versin, ister yeni bir başbakan seçsin ki bu şu anda daha muhtemel görünüyor, yeni hükümet ve onu destekleyen Çerçeve, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması ve İslam Cumhuriyeti'nin Irak'taki baskın etkisine son verilmesi gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı.

ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle) ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle)

Yeni hükümet, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı

Önümüzdeki günlerde ABD Başkanı’nın Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya Bağdat'ı ziyaret edecek. Başkan Donald Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı ayrıntılı paylaşımdan da açıkça görüldüğü gibi, fraksiyonların dağıtılması konusunu gündeme getirecek. Savaya paylaşımında, Irak'ın silahın devletin elinde toplanması konusunda bir yol ayrımında olduğunu, Irak devletinin ekonomik refah beklentileri de dahil olmak üzere gelecekteki başarısının veya başarısızlığının, milis grupları silahsızlandırma gücüne bağlı olacağını belirtti. Irak'taki en önemli İran yanlısı silahlı örgüt olan Nuceba Hareketi'nin liderinin bu açıklamaya yönelik öfkeli tepkisi özellikle dikkat çekiciydi. Genel Sekreteri Şeyh Ekrem el-Kabi, Irak hükümetinin Savaya'nın “açık müdahalesi” olarak nitelendirdiği bu açıklamalarını reddetmemesi halinde, “İslami Direniş'in onu susturacağını ve efendilerine geri göndereceğini” açıkladı.

Washington ile muğlak ilişki

Savaya'nın ülkeye yapacağı beklenen ziyaretin önemi, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Sudani arasında ekim ayında, Irak genel seçimlerinden yaklaşık 20 gün önce yapılan telefon görüşmesinin ardından yayınlanan Amerikan bildirisinde belirtildiği gibi, “İran destekli milislerin silahsızlandırılmasının gerekliliği” ile ilgili Amerikan pozisyonundaki önemli bir boşluğu doldurması olasılığında gizli. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu boşluk, Irak'ın bu milisleri dağıtma yönündeki ABD talebine uymaması durumunda ortaya çıkacak sonuçların ne olacağının bilinmemesinden kaynaklanıyor. Eğer varsa bu sonuçların ne olacağının açıklanması bir fark yaratacak ve Irak'ın resmi tutumunu ve Amerikan talebine nasıl yanıt vereceğini önemli ölçüde etkileyecektir.

Trump yönetimindeki ABD, şu ana kadar Irak'taki İran nüfuzuna son verme gerekliliği konusunda net ve kararlı (ve önceki yönetimlerin aksine açık) bir dil kullanmakla yetiniyor. Bu nüfuzun temel direği olarak silahlı fraksiyonların dağıtılmasının gerekliliğini vurguluyor. Ancak, bu doğrudan Amerikan talepleri, netliklerine rağmen Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar.

Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)

Bu doğrudan Amerikan talepleri netliklerine rağmen, Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar

Bu muğlaklık, Irak’ın olası bir reddiyle başa çıkmak konusunda gerçek bir Amerikan planının olmamasından ve ABD'nin ekonomik ve mali baskı uygulamak gibi daha ileri gitmeden siyasi ve medyatik baskısıyla yetinmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bu senaryo, Koordinasyon Çerçevesi ve ona bağlı silahlı fraksiyonlar için olduğu kadar, bu çatışmayı büyük bir bekleyişle takip eden İran için de en iyi seçenek olarak kabul ediliyor.

Önümüzdeki yeni Irak hükümetinin kurulmasına kadarki dönemde, belirsiz ABD-Irak ilişkilerinin geleceği, çatışmaya doğru mu ilerleyeceği yoksa mevcut muğlak durumunda mı kalacağı yönünde daha da netleşecektir. Bu durum, özellikle Trump yönetiminin bu ilişkinin geleceğini olumlu veya olumsuz yönde belirleyecek somut adımlar atmadan, siyasi açıklamalar, açık uçlu talepler ve aleni suçlamaların ötesinde Irak için hiçbir planı olmadığı ortaya çıkarsa geçerlidir. Koordinasyon Çerçevesi, iki taraf arasındaki ilişkinin olduğu gibi, yani muğlak, birçok olasılığa açık ve çözümsüz kalmasını istiyor, çünkü bu, İslam Cumhuriyeti ile özel ve haksız ittifakını sürdürmesine olanak tanırken, aynı zamanda Amerikan kayıtsızlığından da faydalanmasını sağlıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
TT

Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)

Umman ve Lübnan, bugün yayımladıkları ortak bildiride, İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik süregelen saldırılarından ve Arap topraklarının işgalinden derin kaygı duyduklarını belirtti. Bildiride, bu adımların 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyete ilişkin kararların açık ihlali olduğu vurgulandı.

Taraflar ayrıca, 4 Haziran 1967 sınırları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasını öngören Arap tutumunun değişmezliğini yineledi. Bildiride, Arap dayanışmasının güçlendirilmesinin, devletlerin egemenliğine saygının ve iyi komşuluk ilkeleri ile uluslararası hukukun öneminin altı çizildi.

Ortak bildiri, Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Umman’a gerçekleştirdiği ziyaretin sonunda yayımlandı. Avn, ziyareti sırasında Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile iki oturumdan oluşan görüşmeler yaptı.

Bildiride, Avn’ın ziyaretinin ‘Umman ile Lübnan arasındaki köklü kardeşlik ilişkilerinden’ kaynaklandığı ve ikili iş birliğini güçlendirme iradesini yansıttığı ifade edildi.

Sultan Heysem bin Tarık ile Cumhurbaşkanı Avn’ın gerçekleştirdiği resmi görüşmede, iki ülke arasındaki ilişkiler ele alındı; taraflar siyasi, ekonomik, yatırım, bankacılık, turizm, ulaşım ve lojistik hizmetler gibi alanlarda iş birliğini genişletme kararlılıklarını dile getirdi.

İki ülke, ikili iş birliğini güçlendirecek yeni anlaşmalar ve mutabakat zaptlarının imzalanması için çalışma yürütme konusunda mutabık kaldı. Ayrıca ticari, kültürel ve bilimsel değişimi destekleme; özel sektörün ortaklık ve kalkınma fırsatlarından daha geniş biçimde yararlanmasının teşvik edilmesi kararlaştırıldı.

Bölgesel gelişmeler

Bölgesel gelişmelere ilişkin bölümde, iki taraf İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik devam eden saldırıları ile Arap topraklarının işgalinden duydukları derin kaygıyı dile getirdi. Bu adımların, 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyetin açık ihlali olduğu vurgulandı. Taraflar, saldırıların derhal durdurulması ve işgal altındaki tüm Lübnan ve Arap topraklarından tam çekilme çağrısında bulundu. Ayrıca gerilimin önlenmesi, istikrarın sağlanması, yerinden edilenlerin dönüşünün kolaylaştırılması ve yeniden imar çabalarına destek verilmesi gerektiği ifade edildi.

Umman tarafı, Lübnan’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne tam destek verdiğini yinelerken, devlet kurumlarının -başta Lübnan ordusu ve meşru güvenlik güçleri olmak üzere- güçlendirilmesinin ve Lübnan liderliğinin yürüttüğü ekonomik, mali ve idari reformların desteklenmesinin önemini vurguladı.

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, bu sabah Maskat’taki el-Alam Sarayı'nda özel bir oturum gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın Umman resmi haber ajansı ONA’dan aktardığına göre, görüşmede iki ülkeyi ilgilendiren çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca, iki ülke ve iki halkın yararına olacak iş birliği ve ortaklık fırsatlarının güçlendirilmesinin önemine dikkat çekildi; kültürel, ekonomik ve kalkınma alanları da dahil olmak üzere çeşitli sektörlerde bağların daha da sağlamlaştırılması gerektiği belirtildi.