Suriye-Türkiye yakınlaşmasında İran'ın yokluğu ve Irak'ın yükselişi

Bağdat'ın Rusya'nın desteğiyle durgun suları hareketlendirmeye başlamasının ardından Tahran'ın rolünün akıbetine ilişkin soru işaretleri belirdi

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2010 yılında dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Şam'da karşılarken (AP)
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2010 yılında dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Şam'da karşılarken (AP)
TT

Suriye-Türkiye yakınlaşmasında İran'ın yokluğu ve Irak'ın yükselişi

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2010 yılında dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Şam'da karşılarken (AP)
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2010 yılında dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Şam'da karşılarken (AP)

Mustafa Rüstem

Suriye ve Irak basınında yer alan haberlerde Suriye-Türkiye normalleşmesi sürecinin Irak'ın başkenti Bağdat'ta Rusya'nın da katılımıyla yapılması planlanan görüşmeye hazırlık amacıyla her iki tarafın da taleplerini okuma ve inceleme döneminden geçtiği belirtildi. Görüşmenin tarihi henüz belirlenmemiş olsa da sahada açıkça tartışılanların hayata geçirilmesi için yeni bir aşamaya zemin hazırlayacak olması görüşmenin gerçekleşmesi halinde önemini teyit ediyor.

İran'ın rolü

Irak’ın müzakereci olarak Rusya'nın desteğiyle Şam ve Ankara arasındaki durgun suları hareketlendirmek için devreye girmesinin ardından, özellikle de iki tarafı birbirine yakınlaştırmak için önceki ve uzun soluklu müzakere deneyimi çerçevesinde İran’ın gözlemci rolünün akıbetine ve doğasına ilişkin soru işaretleri ortaya çıktı.

Rusya ve Türkiye ile birlikte Suriye'nin kuzeyinde gerginliğin azaltılması ve akabinde ateşkes sağlanması amacıyla gerçekleşen Astana Süreci’nin garantör ülkelerinden biri olan İran, sonuncusu 24 Ocak'ta olmak üzere 21 tur yapılan garantör ülkeler toplantılarına katıldı.

zxcvfbg
Masadaki en çetrefilli konulardan biri Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin geri dönüşü (Independent Arabia)

Suriye krizini sona erdirecek herhangi bir çözümün, görüşmenin ya da müzakerenin İran'ın onayından geçmesi gerektiğini düşünen gözlemciler, aksi takdirde başarısızlığa mahkum olacağına ve Tahran'ın yer almadığı herhangi bir müzakere sürecinin başarılı olması ve Tahran'ın bundan fayda sağlayamaması halinde sonucun kaçınılmaz olarak gelecekte çeşitli engellerle karşılaşacağına inanıyorlar.

Labirentte kaybolmak

Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi (YTSAM) araştırmacılarından Ali el-Esmer, Suriye ve Türkiye arasındaki normalleşme sürecini, tüm tarafları her an bir çıkmaz sokağa götürebilecek karmaşık bir labirent olarak tanımladı. Esmer, Rusya ve Irak'ın arabuluculuğunda gerçekleşen son müzakerelerin, İran'ın olup bitenleri dikkatle izlediği bir dönemde gerçekleştiğini ifade etti.

Tahran'ın Şam'a Türk askerlerinin çekilmesini müzakerelere önkoşul olarak sunması için baskı yaparak süreci engellemeye çalışacağına inandığını söyleyen Esmer, İran'ın Türkiye'nin bu normalleşmedeki amacının çekilmek değil, Suriye'deki varlığını meşrulaştırmak olduğunu çok iyi bildiğine dikkati çekti.

Esmer, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“İran'ın tutumunun aynı olduğunu ve hiç değişmediğini tahmin ediyorum. Zira daha önce İran'ın Türkiye'nin Suriye ile normalleşme sürecinin durmasındaki rolüne şahit olmuştuk. Bugün de İran'ın Şam üzerinde baskı kurduğu ve hükümete kabarık mali borçlarını hatırlattığı aynı senaryonun sahneye koyulduğunu görüyoruz. İran'ın stratejisi Irak, Suriye ve Lübnan'dan geçen ve 'direniş ekseni' olarak bilinen yolla İsrail sınırında aktif bir varlık göstermeye dayanıyor. Bu da İran'ın Suriye'nin jeopolitik konumuyla her şeyden daha fazla ilgilendiği anlamına geliyor.”

İran'ı Suriye'den çekilmeye ikna etmenin çok zor olduğuna inanan Esmer, Tahran’ın Türkiye’nin Suriye'de kaydedeceği herhangi bir ilerlemenin kendi zararına olacağına inandığını ve bu yüzden normalleşmeyi engellemek için mümkün olan her şeyi yapacağını değerlendirdi. Türk gazetelerine göre normalleşme sürecinde olumlu bir gelişme olması halinde İran'ın PKK ve Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) desteğini artırması bekleniyor.

Nüfuz mücadelesi

Ankara ile Şam arasındaki normalleşme trenini harekete geçirmek için var gücüyle çalışan Moskova, Rusya-Ukrayna savaşı ve ABD'nin Ortadoğu'daki rolünün zayıflaması gibi bölgesel ve uluslararası gelişmelerin ortasında Türkiye'yi kendi tarafına çekmek için zaman kazanmaya çalışıyor. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Kremlin aynı zamanda ABD’nin kasım ayında yapılması planlanan başkanlık seçimi yarışıyla meşgul olmasından faydalanmayı amaçlıyor. Bu da Washington’ın, ABD Senatosu'nda normalleşmeye karşı çıkan sesler dışında, Suriye ve Türkiye arasındaki yakınlaşma konusundaki sessizliğini açıklıyor.

Moskova, 10 Mayıs 2023 tarihinde Suriye, Türkiye ve İran dışişleri bakanlarının katıldığı görüşmelere ev sahipliği yaptı. Bu, 2011 yılında Suriye’de savaşın patlak vermesinden ve 2012 yılında Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin kesilmesinden bu yana üst düzey bir isimle yapılan ilk görüşmeydi. Aynı ülkelerin savunma bakanları da 2022 yılının aralık ayında Moskova'da bir araya geldi. Üst düzey istihbarat yetkilileri de müzakerelere hazırlık amacıyla toplantılar düzenledi.

Ancak bugün yaşananlar çok farklı. Normalleşme süreci İran olmadan ilerliyor ve Tahran'ın rolü, gizlice İran'ın nüfuzunun genişlemesiyle mücadele eden Rusya’nın niyetinin bu olup olmadığı ya da Tahran'ın şu an görüşmelere girmekten uzak mı durduğu ya da buna hazır olup olmadığı ve doğru zamanda dokunuşunu yapıp yapmayacağı gibi soru işaretleri arasında açıkça marjinalleşiyor.

Suriye’nin dış politikası konusunda uzman bir isim olan Muhammed Huveydi, İran'ın tutumunun net olmadığını ve bugüne kadar açıklanmış resmi bir tutumu bulunmadığını, ancak Tahran'ın daha önce taraflar arasında yakınlaşmayı desteklediğini ve 2022 yılında Moskova'da dışişleri bakanları düzeyinde toplantılara katılan ülkelerden biri olduğunu, dolayısıyla taraflar arasındaki yakınlaşmaya destek veren ülkelerden biri olduğunun düşünüldüğünü söyledi.

ascdv
Masadaki en çetrefilli konulardan biri Türkiye'ki Suriyeli mültecilerin geri dönüşü (Independent Arabia)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 12 Temmuz'da Washington'da gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi kapsamında düzenlenen basın toplantısında bir soru üzerine Suriye Devlet Başkanı Esed'i Türkiye'de ya da üçüncü bir ülkede görüşmeye davet ettiğini söylediği ve hem İran'ın hem de ABD'nin Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin normalleşmesini desteklemesi gerektiğini vurgulayan açıklaması bunun bir kanıtıdır. Erdoğan’ın Suriye-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesinin desteklenmesine ilişkin vurgusu, özellikle Tahran'ın Şam'ın stratejik bir müttefiki olması nedeniyle, Türkiye açısından İran'ın tutumların yakınlaştırılmasındaki rolünün önemine işaret ediyor.

Huveydi, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“İran’ın nüfuzuna gelince Rusya'nın desteğiyle Suriye ve Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin Suriye-İran ilişkilerini etkilemeyeceğine inanıyorum. Ancak İran’ın Suriye’de Türkiye lehine oynadığı rolü de azaltmayacaktır. Çünkü Suriye ve Türkiye arasında varılacak her türlü mutabakat Suriye'nin müttefiklerinin çıkarlarını da dikkate alacaktır. Bugün bile Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesinde Arapların önemli bir rolü bulunuyor. Eğer bu gerçekleşirse İran'ın nüfuzunda bir azalmaya sebep olmaz. Ne var ki jeopolitik değişimler ve İran'ın Suriye'deki gözle görülür yıpranması nedeniyle bu rol etkisini biraz olsun yitirebilir.”

Huveydi, şöyle devam etti:

İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın politikaları henüz net değil, dış politikaları ise kazanımlar elde etmek üzerine kurulu ve bölgedeki nüfuzuyla elde ettiği çıkarların meyvelerini toplamayı hedefliyor. Irak, Rusya ve Arap ülkeleriyle birlikte yakınlaşmada rol oynayabilir.

Türkiye'nin Suriye topraklarının yüzde 10'unu kontrol ettiği ve mülteci kartı da dahil olmak üzere oynayabileceği birçok karta sahip olduğu düşünüldüğünde İran'ın herhangi bir engel çıkaracağını düşünmeyen Huveydi, bunun yanında Türkiye ve İran arasında ekonomik çıkarlar da dahil olmak üzere göz ardı edilemeyecek ortak çıkarların olduğunun altını çizdi.

Suriye arenasının tekelleştirilmesi

Fakat Huveydi'nin görüşünün aksine gözlemciler ekonomik çıkarları en önemli gizli engellerden biri olarak görüyor. İlişkilerin yeniden kurulmasının ardından Türkiye’nin Suriye pazarlarına hakim olması ve İran'ın ulaşım, telekomünikasyon, enerji gibi sektörleri elde etmeye çalışırken Suriye'nin yeniden yapılanma ve inşa ihtiyacının ortasında yeni bir rakibin gelişiyle ülkenin ekonomik arenasındaki rakipsiz konumunu kaybetmesi bekleniyor.

Gözlemciler İran ve ABD’nin tutumlarının henüz netleşmediğini düşünüyorlar. ABD seçimlerle meşgul. Donald Trump'ın Beyaz Saray’a geri dönmesi ve ülkedeki tüm askerlerini geri çekerek mevcut Başkan Joe Biden ve ABD öncülüğündeki DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’nundan (DMUK) eşi ve benzer görülmemiş bir destek alan SDG ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Halk Koruma Güçleri'ni (YPG) desteklemeyi bırakma ihtimali söz konusu.

zxcvdfbgt
Suriye savaşının başlamasından bu yana kapalı olan Suriye'nin kuzeyinde yer alan Halep'teki Türk konsolosluğu (Independent Arabia)

SDG, 2014-2019 yılları arasında ABD güçleriyle birlikte DEAŞ’a karşı savaştı. İran'ın tutumu ise anlaşmayı kendi çıkarları lehine ya da özellikle Tahran, Suriye, Irak ve Lübnan'ı tek bir yolla birbirine bağlayan stratejik konumu nedeniyle nüfuzuna zarar vermeyecek şekilde olabilir. Dolayısıyla ABD ve SDG’nin potansiyel tehdidini sona erdirme çabası, taraflar arasındaki yakınlaşmayı düzenlemeye ve hızlandırmaya yardımcı olabilir.

Öte yandan SDG lideri Mazlum Abdi, Suriye'deki çatışmaları durdurmak ve ülkede siyasi bir çözüme ulaşmak için Şam ve Ankara gibi tüm taraflarla her türlü diyaloğa hazır olduklarını ifade etti. Abdi yaptığı açıklamada, “Suriye krizinin şiddet, savaş ve kavga yoluyla çözülemeyeceğini herkes biliyor, herkes bu gerçeği görmeli. Kriz diyalog olmadan çözülemez ve biz kendi adımıza sadece krizi sona erdirmek için diyaloğa hazırız” ifadelerini kullandı. Ankara'yı en çok endişelendiren konulardan biri Kürt grupların nüfuzunun genişlemesi ve Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçılığa sebep olması.

Öte yandan, Türkiye'nin Şam ile yakınlaşma girişimini kabul etmeyen Suriyeli muhalif grupların kontrolü altındaki bölgelerde halk protestoları devam ediyor. Protesto gösterilerinin kapsamı genişlese de herhangi bir çatışma ya da şiddet olayı yaşanmıyor. İdlib ve Halep'in kuzey kırsalındaki bölgelerde her gün oturma eylemleri düzenleyen protestocular, uzlaşıyı reddederek, egemen kararlarının Türkiye tarafından gasp edilmesini ve Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ofislerinin kapatılmasını kınayıp SMDK’nın bölgeyi kontrol eden Türk güçlerinin nüfuzuna bağlı olmakla suçluyorlar.

Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne (SOHR) göre Fırat Kalkanı bölgesinde yer alan Halep'in kuzey kırsalındaki Azez’de onlarca kişinin katılımıyla normalleşmeye karşı protesto gösterisi düzenlendi. Göstericiler, son dönemde Suriye sahasında izlenen politikaları kınayan pankartlar taşıdı.

Uzlaşmaya giden yoldaki tuzaklar

Suriye’nin dış politikası üzerine uzman olan Huveydi, görüşmelerin sorunsuz geçmesini beklemediğini, çözümü zorlaştıran çetrefilli dosyaların bulunduğunu ve yolun tuzaklarla dolu olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla her iki ülkenin ulusal güvenliğinin yanı sıra PKK’nın Suriye’de ve Irak'ta büyüyen nüfuzuyla ilgili koşullar göz önüne alındığında bu yolun zorlu ve yorucu olduğunun altını çizen Huveydi, “Bence tarafların birbirlerine, ekonomik meselenin çözümüne ve Türkiye'nin kara koridorları aracılığıyla Körfez ülkelerine açılmasına ihtiyaçları var” yorumunda bulundu.

Huveydi, şunları söyledi:

Mülteci kartı, iç ekonomik kriz ve herkesi aynı masaya oturtacak iç faktörler de dahil olmak üzere Türkiye'nin Suriye dışında ele alamayacağı dosyalar bulunuyor. Çok uzun bir zamana ve aynı zamanda bölgesel desteğe ihtiyacı var. İran'ın şu an olmasa da bölgede kendi çıkarlarına hizmet edecek bir uzlaşı ve mutabakat formülü oluşmasıyla bu dosyaya katılacağına inanıyorum.

Moskova müzakerelerde arabulucu olarak aktif hareket etmeye devam ediyor. Ancak bu tur, İranlı müzakerecinin aniden istifa etmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanan diğer turlara benzemiyor. Suriye'nin doğu komşusu Irak müzakerelere dahil oldu. Türkiye ile Suriye arasında, Suriye yargısı tarafından aranan ve Türkiye'de bulunan tüm Suriyelilerin, Türk güçlerinin İdlib ve Halep kırsalından çekilmesinden vazgeçilmeksizin teslim edilmesi, sınır kapılarının ve Fırat'ın doğusunun kontrolünün devredilmesine karşın, Türkiye’nin mültecilerin Şam tarafından haklarında soruşturma açılmadan geri dönmeleri, güvenli geri dönüşün garanti edilmesi ve ihtiyaç duyulması halinde Türk ordusunun Suriye topraklarının 30 kilometre derinliğine kadar girmesine izin verilmesi gibi talepleri olduğuna dair bazı bilgiler sızdırıldı.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independenr Arabia’dan çevrilmiştir.



İran'ın Irak'taki nüfuzu azalıyor, ancak tamamen son bulur mu?

Görsel: Nesma Moharam
Görsel: Nesma Moharam
TT

İran'ın Irak'taki nüfuzu azalıyor, ancak tamamen son bulur mu?

Görsel: Nesma Moharam
Görsel: Nesma Moharam

Robert Ford

Washington Enstitüsü’nden Irak, İran ve Körfez ülkelerinin askeri ve güvenlik meseleleri uzmanı Michael Knights, İran ile İsrail ve ABD arasında on iki gün süren savaşın ardından 10 Temmuz'da “A moment of great opportunity for expanding US influence in Iraq... and reducing Iranian influence” (ABD'nin Irak'taki nüfuzunu artırmak ve İran'ın nüfuzunu azaltmak için büyük bir fırsat) başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Knights, 12 gün boyunca Irak'taki İran yanlısı milislerin gösterdikleri göreceli zayıflığa ve itidale işaret etti. İran'ın Irak'taki nüfuzunun azaldığı açıkça görülüyordu, peki tamamen sona erer mi?

ABD Hazine Bakanlığı'nın uyguladığı yaptırımlar, Irak'ın İran'dan enerji ithalatını azalttı. Bu da İran'ın Bağdat üzerindeki en önemli baskı araçlarından birinin zayıflaması anlamına geliyordu. Irak'ı vuran şiddetli sıcak dalgaları nedeniyle bu konu daha da hassaslaştı. Elektrik kesintileri artık sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda çok hassas bir siyasi mesele haline geldi. Son haftalarda Bağdat, Vasit, Diyaniye ve Necef şehirlerinde, tekrarlanan elektrik kesintilerine karşı protesto gösterileri düzenlendi. Irak halen yaklaşık 27 gigawatt/saat elektrik üretiyor, ancak yaz aylarında talep 45 gigawatt/saatin üzerine çıkabiliyor.

İran, Irak'ın kaynaklarını çeşitlendirmesini engellemeye ve 2020 yılında, dönemin Başbakanı Haydar İbadi’nin hükümetine baskı uygulayarak Suudi Arabistan ile Irak'a elektrik tedarik etmek üzere bir anlaşma imzalamaktan vazgeçirmeye çalıştı.

Irak hükümeti ABD’nin İran'a ticari mallar karşılığında ödeme yapan ülkeleri hedef alan yaptırımlarından on yıllığına muaf tutulmayı talep etti. Hem ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk yönetimi hem de eski Başkan Joe Biden yönetimi, ödemelerin üçüncü bir ülkedeki özel bir banka hesabına yatırılması ve belirli amaçlar için kullanılması şartıyla bu muafiyetleri kabul etti. Irak geçtiğimiz yıl İran'dan günlük yaklaşık 1,5 gigawatt/saat elektrik ithal ediyordu, ancak bu ticaret, Trump’ın ikinci yönetiminin Bağdat'a Tahran'dan ithal ettiği elektriğin bedelini ödemesine izin veren yeni bir muafiyet vermeyi reddetmesi üzerine geçtiğimiz mart ayında sonlandırıldı.

ABD yönetimi şimdiye kadar Irak'a İran'dan doğal gaz ithal ettiği için yaptırım uygulamadı. Oysa doğalgaz ithalatı elektrik ithalatından daha önemli. Çünkü doğalgaz ithalatı –tam kapasiteyle çalıştırıldığında– Irak'ın toplam elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 30'unu oluştururken, İran'dan ithal edilen elektrik yüzde 4'ü geçmedi.

Trump'ın ilk döneminden bu yana Washington, Bağdat'a alternatif elektrik ve doğal gaz kaynakları geliştirmesi ve İran'a bağımlılıktan uzaklaşması için baskı yapmaya devam etti. Bazı Iraklı eski yetkililer, İran'ın Irak'ın kaynaklarını çeşitlendirmesini engellemeye çalıştığını belirtti. Irak’ın eski Elektrik Bakanı Kasım el-Fahdavi, 2020 yılında yerel bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, İran'ın (dönemin) Başbakan Haydar İbadi hükümetine baskı yaparak Suudi Arabistan ile Irak'a elektrik tedarik etmek üzere bir anlaşma imzalamaktan vazgeçirmeye çalıştığını söyledi. İbadi'nin o dönemde İran'ın elektrik ihracatında kasıtlı bir azalma olduğunu fark ettiğini belirten Fahdavi, bu durumun halk arasında büyük öfkeye neden olduğunu ve bunun da Tahran'ın bir baskı aracı olarak görüldüğünü belirtti.

Iraklı Şii siyasetçi Bahaa Alaraji‎, 2018 yılında bir televizyon kanalına verdiği röportajda, İranlıların kendisi ekonomi bakan yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde (2013-2015) Irak hükümetine baskı uygulayarak Körfez ülkeleriyle elektrik tedariki konusunda anlaşma yapmamasını sağladığını söylemişti.

Irak hükümeti, İran’ın bu gizli baskısına rağmen 2022 yılına gelindiğinde, doğrudan ABD'nin baskısı altında ve İran'ın güvenilmezliği ve yüksek maliyetli tedariklerinden bıkmış halde yeni tedarikçilere yönelmeye başladı. Bağdat, o yıl Riyad ile Irak sınırındaki Yusufiye bölgesine 1 gigawattlık elektrik ithal etmek için elektrik iletim hatları inşa etmek üzere bir anlaşma imzaladı.  Proje halen devam ediyor.

İran'ın Irak'taki nüfuzu artık sadece dış destek veya silahlı milislerle sınırlı kalmayıp Tahran'ın müttefiklerinin Irak devlet kurumlarına entegrasyonuna kadar uzanıyor.

Aynı yıl Irak, ülkenin güneyindeki Körfez bölgesi elektrik ağına bağlamak için Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile bir anlaşma imzaladı. Aynı şekilde Ürdün ile de bir anlaşma imzalandı. Ürdün Ulusal Elektrik Şirketi Genel Müdürü geçtiğimiz mayıs ayında ülkenin resmi haber ajansı Petra'ya yaptığı açıklamada, ülkesinin ağustos ayında Irak'a 150 ila 200 megavat arasında elektrik ihraç etmeye başlayabileceğini söyledi. Bağdat ayrıca Türkiye'den 600 megavat elektrik ithal etmesini sağlayan bir anlaşma da imzaladı. Irak şu anda sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ithalatı için tesisler kurmaya çalışsa da bu tesislerin hazır olması zaman alacak.

Bu yılın başlarında Irak hükümeti başka bir anlaşma daha imzaladı. Washington, Fransız Total şirketi ile, şu anda petrol çıkarma sahalarında yakılan doğal gazı elektrik üretimi için bir kaynağa dönüştürmek üzere tesisler kurmak üzere bir anlaşma imzaladı. Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani, ABD yönetimine Irak'ın 2028 yılına kadar İran'ın gazına ihtiyaç duymayacağını bildirdi.

Derin devlet

İran'ın Irak'taki nüfuzu artık sadece dış destek veya silahlı milislerle sınırlı kalmayıp Tahran'ın müttefiklerinin Irak devlet kurumlarına entegrasyonuna kadar uzanıyor. İran, kendisine bağlı en önemli Şii İslamcı partileri bir araya getiren ve ‘Koordinasyon Çerçevesi’ olarak bilinen siyasi ittifak aracılığıyla Irak’taki nüfuzunu sürdürüyor. Bunun yanı sıra, İran'ın desteklediği başta Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) olmak üzere milis grupların siyasi temsilcileri de aktif olarak Irak siyasetinde rol oynuyor.

Koordinasyon Çerçevesi, İran'ın ülke içindeki nüfuzunun merkezini oluşturdu ve Tahran'ın çıkarlarını güvence altına almak için Irak parlamentosunu ve siyasi araçlarını kullandı. Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin liderleri, 2022 yılının ekim ayında Muhammed Şiya es-Sudani’yi başbakan olarak atamaya karar verdiler. Bu gelişme, İran'ın Bağdat'taki siyasi kararları, yönetim kurumları içindeki yerel temsilcileri aracılığıyla yönlendirme yeteneğini yansıttı.

ABD Askeri Akademisi (USMA) Terörle Mücadele Merkezi tarafından 2023 yılının aralık ayında yayınlanan bir raporda, Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin sistematik adımlar atarak eski Başbakan Mustafa Kazımi'nin atadığı yetkilileri değiştirip yerine kendilerine sadık kişileri atadığını ortaya koydu. Raporda, Irak Ulusal İstihbarat Servisi (INIS) içinde iç güvenlikten sorumlu yeni bir müdür, gözetimden sorumlu başka bir müdür ve casuslukla mücadeleden sorumlu üçüncü bir müdür atandığı belirtildi. İç güvenlikten sorumlu Irak Ulusal Güvenlik Konseyi düzeyinde ise, İslami Dava Partisi'ne mensup bir müdür ve İran'a sadık en önemli milis gruplarından biri olan Asaib Ehl-i Hak grubundan bir isim yardımcısı olarak atandı.

Koordinasyon Çerçevesi güçleri liderleri aynı şekilde havaalanları, limanlar, sınır ve gümrük idareleri ile başlıca bakanlıklardaki üst düzey pozisyonlara atamalar konusunda müzakere ettiler. Bakanlıklar ve kurumlardaki bu üst düzey yetkililer, projelere sözleşme ve onay verme yetkisine sahipler, bu da onlara genel bütçe kaynaklarını müttefiklerine ve İran'la bağlantılı gruplara yönlendirmelerine olanak tanıyor.

Bunun da ötesinde İran'a bağlı birçok milis grubunu bünyesinde barındıran Haşdi Şabi, hepsi olmasa da Irak hükümeti tarafından doğrudan finanse ediliyor. Haşdi Şabi’nin devlet bütçesindeki payı 2020 yılında 2,16 milyar dolardı. Bu rakam, 2024 bütçesinde 3,4 milyar dolara yükseldi. Hükümet, Haşdi Şabi liderlerine daha fazla ayrıcalık tanıdı ve 2023 bütçesinde üye sayısını 122 binden 238 bine çıkarmalarına izin verdi. Hükümetin sağladığı finansmanın kısa vadede sıkı bir denetime tabi tutulmaması, Washington'da büyük endişe yaratıyor.

Yolsuzluğun yaygınlaşması, kaynakların kötü yönetimi ve baskıdan duyulan korkunun artmasıyla Irak seçimlerine katılım oranları sürekli düşüş gösteriyor.

Petrole dayalı ve dolara bağlı Irak ekonomisinde para akışı olduğu her yerde, ABD Hazine Bakanlığı etkili baskı araçlarına sahipti. Bunun yakın zamandaki bir örneği olarak, iki ay önce Washington, İran’dan petrol kaçakçılığı yapmakla suçlanan İngiltere vatandaşı Iraklı zengin bir iş insanı ile kaçakçılık faaliyetlerinde kullanılan on iki tanker ve Hor ez-Zubeyr'deki bir nakliye istasyonuna yaptırım uyguladı. Bu olay, Irak'ın diğer petrol ihracatı faaliyetlerini aksatabilir ve hükümetin itibarını zedeleyebilir.

Bazı Iraklı siyasetçiler, geçtiğimiz haziran ayında Haşdi Şabi üyelerinin maaşlarının ödenmesinin gecikmesinin, ABD'nin Rafidain Bank’a baskı yaparak banka kartlarını bloke ettirmesinden kaynaklandığını iddia ederken, Irak hükümeti ve Haşdi Şabi yönetimi bu gecikmenin sebebinin ‘teknik bir sorun’ olduğunu öne sürdü.

ABD ve İsrail savaş uçakları ve füzeleri tek başına, İran'a sadık Şii İslamcı partilerin ve Haşdi Şabi güçlerinin Irak devleti üzerindeki hakimiyetini sarsamaz. Eğer İran'a yakın bir genel müdür, bakan yardımcısı veya istihbarat yetkilisi suikasta kurban giderse İran’ın müttefikleri o kişinin yerine yine İran’a sadık bir başkasını getirirler. Bu nüfuzu ortadan kaldırmanın tek yolu güç kullanmak değil, Iraklıların kendilerinin öncülüğünde iç siyasi hareketlerdir.

Koordinasyon Çerçevesi ve Haşdi Şabi sağlam yapılar gibi görünseler de gerçekte bariz zayıflıklarla boğuşuyorlar. 2019 yılında Irak'ın orta ve güney kesimlerinde Şii İslamcı partilerin ve milislerin hakimiyetine karşı başlayan ‘Tişrin Ayaklanması’nda, göstericiler birçok şehirde bu partilerin ve milislerin merkezlerini ateşe verdiler ve İran’ın Basra'daki konsolosluğuna saldırdılar. Halkın bu güçlerin meşruiyetine yönelik tehdidi, bu güçleri silahlı unsurları veya güvenlik güçleri üzerindeki kontrolü aracılığıyla aşırı şiddetle yanıt vermeye itti. Bu da binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden oldu. Uluslararası Af Örgütü’nin (UAÖ) 2023 yılında yayınlanan bir raporuna göre aynı partiler ve milislerin hakim olduğu Irak hükümeti hesap verdirme sözü vermesine rağmen, çok sınırlı sayıda güvenlik görevlisini adalete teslim etti.

Yolsuzluğun yaygınlaşması, kaynakların kötü yönetimi ve baskıdan duyulan korkunun artmasıyla birlikte Irak'taki seçimlere katılım oranları sürekli düşüş gösteriyor. Irak’ta 2010 yılındaki seçimlerde yüzde 62 olan sandık başına gitme oranı, 2014 yılında yüzde 60'a, 2018 yılında yüzde 44'e ve 2021 yılında ise yüzde 43'e kadar geriledi. Bu gerileme, nüfusun çoğunluğunu oluşturan gençlerin büyük bir kısmının, İran'ın on yıldır hakim olduğu siyasi sisteme olan güvenini yitirdiğini yansıtıyor. Iraklı Şii din adamı Ali es-Sistani, halkın artan hoşnutsuzluğuna yanıt olarak ve devletin meşruiyetinin aşınmasından endişe duyarak, Bağdat'taki devlet kurumlarında yaygın olan yolsuzluğu düzenli olarak eleştirmeye devam ediyor, ancak belirli kişi veya kuruluşların isimlerini zikretmiyor. Sık sık silahların devletle sınırlandırılması gerektiğini vurgulayan Sistani, başta Haşdi Şabi olmak üzere milis grupların kontrol altına alınması gerektiğini ima ediyor.

Necef'te köklü bir dini aileden dini ve siyasi lider Mukteda es-Sadr ise kendi milislerini yönetmesine rağmen, silahlı milislere doğrudan eleştiriler yönelterek daha açık ve cesur bir tavır sergiliyor. İran'ın Irak'ın iç işlerine müdahalesini kesin bir dille reddeden Sadr, özellikle de Şii siyasi partilerin, lideri olduğu Sadr Hareketi’nin 2022 seçimlerinde elde ettiği zaferin ardından parlamentoda hükümet kurmasını engellemelerinden sonra, parlamentodan tamamen çekilerek Koordinasyon Çerçevesi'nin azılı bir rakibi haline geldi.

“Birçok gözlemci, son zamanlarda IKBY’deki Erbil Havalimanı’nı ve petrol tesislerini hedef alan İHA saldırılarını, Kürtlere petrolle ilgili Bağdat'a baskı yapmamaları konusunda Haşdi Şabi tarafından yapılan bir uyarı olarak görüyor.

Sadr Hareketi’nden bir sözcü son dönemde yaptığı bir açıklamada, “Irak'taki siyasetin kokusu artık Iraklı değil, yabancı” diyerek, siyasi sürece yapılan dış müdahalenin boyutuna işaret etti. Sadr, devlet yapısına değişiklikler getirecek köklü reformlar yapılmasını istiyor. Bu reformlar arasında İran'a bağlı milislerin dağıtılması ve silahsızlandırılması, milis grupların unsurlarının Irak ordusu çatısı altında toplanması yer alıyor. Sadr, ülkede yaygın olan yolsuzluğun reform sürecini zorlaştırdığına ve mevcut denklemde reformu imkansız hale getirdiğine dair sağlam inancı nedeniyle önümüzdeki kasım ayında yapılacak seçimleri boykot etme kararı aldı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Sadr'ın bu tutumu, parlamentoyu kontrol eden Şii partileri ve onlara bağlı milis grupları endişelendiriyor. Sadr, 13 Temmuz'da milis grupların lağvedilmesi de dahil olmak üzere reformist vizyonuna bağlı kalacak alternatif bir siyasi bloğu destekleyeceğini açıkladı. Irak merkezli haber sitesi Sotaliraq, 15 Temmuz'da, Koordinasyon Çerçevesi güçleri liderlerinin, Sadr’ın milis grupların silahlarını toplayacağına dair vaadini bir kez daha dile getiren Başbakan Sudani’yi desteklemesinden endişe ettiklerini, ancak Sudani’yi eleştirenlerin onun ciddiyetinden şüphe duyduklarını ve sadece Haşdi Şabi’nin kontrolü dışındaki milisleri hedef alabileceğini düşündüklerini aktardı.

Sudani’nin kendi siyasi bloğunu oluşturmaya başlaması ve bu sayede bağımsız bir taban oluşturmaya çalışması dikkati çekiyor. Sudani, böylece 2026 yılına kadar İslami Dava Partisi ve Fetih Koalisyonu gibi partilere olan bağımlılığını azaltabilir.

Her ne kadar İran’la bağlantılı Şii partiler dışında Irak'ın çeşitli bileşenlerini içeren yeni bir siyasi koalisyon oluşturmak zor bir görev gibi görünse de böyle bir koalisyonun kurulması ona önümüzdeki kasım ayında yapılması planlanan seçimlerden sonra parlamentoda çoğunluğu elde etmesi, gelecek hükümeti kurması, yeni bir başlangıç yapması, Tahran'a bağlı derin devleti, onunla bağlantılı yetkilileri görevden alarak ve milisleri kademeli olarak silahsızlandırarak lağvetmesi için gerçek bir fırsat sunabilir.

Ancak İran ile bağlantılı partiler ve milis grupların ellerindeki kontrolü ve mali nüfuzu korumak için yasal ve yasadışı tüm araçları, hatta şiddeti bile kullanacaklarına şüphe yok. Bu yöntemler daha önce 2022 yılında Sadr'ın hükümet kurma girişimlerini engellemek için kullanılmıştı. Söz konusu milis gruplar, 2024-2025 yıllarında İsrail veya ABD ile çatışmaya girmekte tereddüt etmiş olsalar da beka savaşı olarak gördükleri Irak'taki rakipleriyle şiddetli bir savaşa girmekten çekinmeyeceklerdir.

Birçok gözlemci, son zamanlarda IKBY’deki Erbil Havalimanı’nı ve petrol tesislerini hedef alan İHA saldırılarını, Kürtlere petrolle ilgili Bağdat'a baskı yapmamaları konusunda Haşdi Şabi tarafından yapılan bir uyarı olarak görüyor. Bu tür eylemlere önümüzdeki dönemde olabileceklerin habercisi gözüyle bakılıyor. Bu yüzden kasım ayındaki seçimlerden sonra alternatif bir koalisyon kurulsa bile bunun hemen ardından şiddetli bir siyasi çatışma ve belki de yeni bir şiddet dalgası yaşanması kaçınılmaz.