Ortadoğu arenasında Rusya

Moskova bölgedeki stratejik kaybının boyutunu fark etti ve çeşitli ülkelerle ilişkilerini yeniden inşa etmenin yollarını aradı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Riyad'daki bir toplantı sırasında (Reuters)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Riyad'daki bir toplantı sırasında (Reuters)
TT

Ortadoğu arenasında Rusya

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Riyad'daki bir toplantı sırasında (Reuters)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Riyad'daki bir toplantı sırasında (Reuters)

Halid el-Yemani

Eski Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş sırasında Doğu ve Batı kampları arasındaki uluslararası kutuplaşma içerisinde Ortadoğu'da sabit nüfuz alanlarına sahipti. O dönemde sosyalist bloktan yana olanlar ile Batı çıkarlarından yana olanlar şeklindeki Arap ittifaklarının coğrafi sınırları daha netti.

Sovyet döneminde Rusya'nın Ortadoğu'daki çıkarları jeopolitik, stratejik ve ideolojik kaygılar tarafından yönlendiriliyordu. Bu doğrultuda Sovyetler Birliği, ulusal kurtuluş hareketlerini ve sömürgeciliğin boyunduruğundan yeni kurtulmuş ulusal rejimleri destekleyerek Arap bölgesindeki nüfuzunu genişletmeye çalıştı. Soğuk Savaş sırasındaki küresel ittifak ile Sovyetler Birliği, “Amerikan emperyalizmini” yenmeyi ve sosyalist sistemin gücünü öne çıkarmayı amaçlıyordu. Bu nedenle, ittifaklarının ayakta kalmasını sağlamak, kaynaklara erişim ve stratejik yayılma elde etmek amacıyla müttefik ülkelere büyük ekonomik, askeri ve teknik yardım sundu.

Yeni rejimler açısından Sovyetler Birliği ile ittifak varoluşsal bir ittifak olduğundan, her ne kadar Sovyet rejimi ulusal rejimlerin istikrarına katkıda bulunsa da, bu rejimleri dış müdahalelere karşı koruması gereken Rus silahları ve kaynakları, kısa sürede iç savaş, sömürge sonrası dönemdeki iktidar mücadeleleri, diktatörlüklerin ve otoriter rejimlerin güçlenmesi için araçlara dönüştü. Bu durum Ortadoğu ülkeleri de dahil olmak üzere Asya ve Afrika'daki eski sömürgecilerinden bağımsızlığını kazanan tüm ülkeler için geçerliydi.

1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, Rusya'nın çalkantılı ekonomik ve iç koşullarla başa çıkmak için kendi içine yönelmesi nedeniyle Rusya'nın Ortadoğu'daki nüfuzu önemli ölçüde geriledi. Rusya'nın bölgedeki stratejik varlığını yavaş yavaş yeniden pekiştirmesi ancak Vladimir Putin'in 21. yüzyılın başında iktidara gelmesiyle mümkün oldu. Bu süreçte ABD ve Batılı ülkeler, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün yarattığı boşluğu, daha önce Moskova'nın yörüngesindeki ülkeleri kendilerine çekmek için yeni gelişen demokrasiler olarak adlandırılan demokrasiler yaratarak doldurmaya çalıştılar. Ne yazık ki bu çaba, otoriter rejimlerin yenden paketlenip, demokrasiye geçiş yaşayan ülkeler ambalajı ile ​​sunulmasından başka bir şey değildi. Bugün Rusya'nın Ortadoğu'ya olan ilgisi, ekonomik ve askeri ilişkilere, stratejik jeopolitik ortaklıklar kurmaya odaklanan birçok yönü içeriyor.

Hassas denge diplomasisi

Başkan Putin'in Rus devletinin temellerini istikrara kavuşturmayı başarmasının ardından, Rus politikacılar Ortadoğu'daki stratejik kayıplarının boyutunun farkına vardılar. Moskova, çeşitli alanlardaki olası ortak çıkarlar temelinde ortaklıklarını çeşitlendirmek amacıyla, ABD'nin geleneksel müttefikleri de dahil olmak üzere bölgedeki çeşitli ülkelerle ilişkilerini yeniden inşa etmenin yollarını aradı. Rusya Federasyonu petrol üretimini yönetmek, fiyatları yönlendirmek ve Batı silahlarıyla karşılaştırıldığında ucuz olan gelişmiş silah teknolojilerinin satışını artırmak için OPEC ülkeleriyle iş birliği de dahil olmak üzere enerji sektöründeki ekonomik ve yatırım ilişkilerini yeniden formüle etti.

Ortadoğu ülkelerinin Putin'in politikasına ilişkin pozisyonlarıysa, farklılık gösterdi. Bir kısmı dalgalar içinde çırpınan bir dünyada ulusal karar alma süreçlerinin bağımsızlığını korumak için uluslararası ilişkilerde gerekli dengeyi yaratan Rusya'nın yaklaşımını memnuniyetle karşıladı. Direniş ekseninde yer alan diğer kısım ise Rusya'yı askeri, istihbari ve operasyonel yetenekleriyle Amerikan nüfuzunu yenmesine yardımcı olacak kararlı ve vazgeçilmez bir müttefik olarak gördü. Bu, Putin'in çok kutuplu bir dünya inşa etme yönünde defalarca yaptığı çağrı ile de uyumluydu.

Bu durum, Ukrayna savaşı ve ardından İsrail'in Gazze'de yürüttüğü soykırım savaşı ile Rusya'nın pozisyonu tavan yapana kadar bu şekilde devam etti. Bununla birlikte Başkan Putin'in dili, ABD ile varoluşsal bir savaş yürüttüğünü ve Amerikan hegemonyasını reddeden herkes adına saldırgan Batı'ya karşı savaştığını iddia ederek saldırgan bir hal aldı. İran ve bölgedeki ajanlarıyla ortaklık içinde ABD'ye meydan okumak için ideal bir arena olarak Ortadoğu'ya odaklandı. Bugün Rusya, ABD'nin İsrail'e verdiği haksız desteği kınayan küresel tepkilerin gölgesinde ABD'nin telaşını ve gerilemesini izlemekten keyif alıyor.

Batılı araştırma merkezlerinin değerlendirmeleri, Rusya'nın Ortadoğu bölgesindeki sıcak hadiselere ilişkin tutumunun, durumu çeşitli açılardan büyük memnuniyetle takip etmek olduğunu vurguluyor. Bu açıların başında da gelişmelerin, ABD'nin hakim olduğu küresel düzeni baltalama çabasıyla uyumlu olması geliyor. Moskova, ABD'yi müttefiki Ukrayna'yı desteklemekten alıkoyma görüşünün bir parçası olarak, Gazze'deki mevcut savaştan ve İran’ın vekillerinin İsrail'e ve Amerikan çıkarlarına karşı yürüttüğü vekalet savaşlarından yararlanıyor. Ona göre ABD’yi Ukrayna’ya destekten alıkoymak, onun oradaki kendi operasyonunu ve Ukrayna topraklarının önemli kısımlarını koparıp alma amacını tamamlamasının önünü açıyor.

Ayrıca İsrail ve onun arkasındaki ABD ve Batı ile Rusya'nın başrol oynadığı direniş ekseninde aktif olan İran'ın sınırlı çatışmasının Moskova'nın çıkarlarının lehine sonuçları olabilir. Yalnızca Washington'un Ukrayna'ya yaptığı yardımları zayıflatıp dağıtmak ve Filistin meselesinde imajını çarpıtmak perspektifinden değil, aynı zamanda savaşın devamının petrol fiyatlarında artışa yol açabileceği ve bunun da büyük bir fayda sağlayacağı perspektifinden hareketle Moskova sınırlı çatışmayı çıkarına görüyor. Çünkü bu durum mevcut Amerikan yönetimini ABD içinde seçim yarışına dört ay kala hiç de kıskanılmayacak bir konuma sokuyor.

Analistler, Ortadoğu'daki kontrolsüz gerilimin Moskova'nın çıkarına olmadığını, aksine endişelerini artırdığını düşünüyor. Zira kontrolsüz gerilim, Suriye'nin bir yanda İran ve vekillerinin diğer yanda İsrail'in eliyle yıkıcı bir savaşa itilmesine yol açacak. Oysa Suriye, Tartus Deniz Üssü ve Humeymim Hava Üssü'nden başlayarak Doğu Akdeniz'de nüfuzunu yayma, operasyon ve müdahalelerini genişletme vizyonu, askeri varlıklarının Afrika-Akdeniz ülkeleri ile Sahel ve Kızıldeniz bölgesindeki müttefik ülkelere geçişi için bir platform olarak Moskova açısından stratejik değer taşıyor. Rusya ayrıca Akdeniz ve Kızıldeniz havzalarında kalıcı bir dayanak noktası oluşturmak için Libya ve Sudan'da deniz üsleri inşa etmek istiyor.

Buradan hareketle Moskova, meşgul etme fikrinin ötesine geçecek kontrolsüz bir tırmandırma istemiyor. O, Amerikan nüfuzunu baltalama arzusu ile aşırıya kaçma ve topyekün bir savaşa sürüklenme korkusu arasındaki ince çizgide yürüyen biri gibi. Müttefiki İran'ın artan müdahalesi konusunda temkinli davranıyor. İran'ın bölge meselelerindeki artan nüfuzunun Araplar ile ilişkileri üzerindeki hassasiyetinin de farkında. Moskova, Tahran ile yakın zamanda kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşmasına ulaşılacağını duyurmasına rağmen Araplarla ilişkilerini tehlikeye atmamak adına bu konudaki kararını erteliyor. Hâlâ kırılgan durumda olan İran-Arap ilişkilerinin bozulması Moskova'yı endişelendiriyor.

Arap pragmatizminin sınırları

Aynı zamanda Araplar uluslararası ilişkilerde dengeyi korumak için Rusya ile ilişkinin gerekli olduğu konusunda hemfikirler. Çin ile ilişkilerine de aynı şekilde, yani Rusya Federasyonu da dahil olmak üzere bir grup büyük ülkeye güvenme perspektifinden bakıyorlar. Zira tarihsel an hassas, özellikleri açık olmasına rağmen saflarını tek bir Arap liderliği arkasında birleştirmeyen Arap kararı ise dağınık. Arapların adeti böyledir; çok eski zamanlardan beri başkalarının satranç tahtasındaki piyonlar oldular. Arap ülkelerinin Rusya'ya karşı tutumu, güvenli bir tarafsızlık mesafesine bağlı kaldıkları ve kalmaya devam ettikleri Ukrayna krizinden de görülebilir. Araplar ne ABD’yi kızdırmak  ne de Rusya'ya düşman olmak istemiyorlar.

Bu, tuzaklardan birine düşmekle sonuçlanabilecek ince bir ip üzerinde yürümeye benzeyen hassas bir diplomatik denklem. Bölgedeki çatışmaların kapsamı genişlerse Arap ülkeleri bir seçim yapmak zorunda kalacaklar. Bir pozisyon belirlemeden iki taraf arasında manevra yapmaya devam etmeleri zor olacak. Dolayısıyla Suudi Arabistan ve bir dizi büyük Arap ülkesinin Gazze'deki çatışmayı sona erdirmeye yönelik Arap çabaları, Başkan Biden yönetiminin Beyaz Saray'daki geri kalan zamanında başarmaya çalıştığı ateşkes, Ukrayna krizinin sona erme ihtimaline işaret eden Washington'da Cumhuriyetçilerin söyleminin öne çıkması ve Kiev'deki benzer işaretler, uluslararası çatışmaların odağı olan ve olmayı sürdüren, çatışmanın köklerine ve nedenlerine çözüm bulunamadığı sürece de böyle kalacak bir bölgede, uluslararası ve bölgesel dengeyi yeniden sağlamanın kapısını oluşturabilirler.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Sudan Savaşında yeni umut penceresi: Suudi–ABD Girişimi

Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
TT

Sudan Savaşında yeni umut penceresi: Suudi–ABD Girişimi

Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)

Sudanlıların, 15 Nisan 2023’ten bu yana yaşadıkları savaşın ve insani trajedinin yakın zamanda sona ereceğine dair umutları giderek zayıfladı. İlk kurşunun sıkıldığı andan itibaren bölgesel ve uluslararası girişimlerin tıkanması, kamuoyundaki karamsarlığı daha da derinleştirdi.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın inisiyatif alması ve Başkan Donald Trump’tan doğrudan müdahale istemesi, karamsar tablo içinde yeni bir umut penceresi açtı; Suudi Arabistan, kilitlenmiş sürecin çözümünde belirleyici bir aktör olarak öne çıktı.

Veliaht Prens, kısa süre önce ABD’ye yaptığı resmî ziyaret sırasında, savaşın durdurulmasına yardımcı olması için Başkan Trump’tan müdahale talep etti. Trump, 19 Kasım’da düzenlenen ABD–Suudi İş Forumu’nda yaptığı açıklamada bu talebi doğruladı.

dfrgt
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Riyad’daki el-Yemame Sarayı’nda Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah el-Burhan’ı kabul ederken (SPA)

Veliaht Prens’in Sudan’daki savaşı sona erdirmek için kendisinden doğrudan müdahale istediğini ifade eden Trump,  “Prens, Sudan konusunda belirleyici bir adım atmamı talep ediyor” dedi. Trump, ABD’nin çatışmanın bitirilmesinde etkin bir rol oynayacağını da sözlerine ekledi.

Halk ne diyor?

Savaşın harabeye çevirdiği Hartum’da vatandaşlar, Suudi hamlesini “kardeşlerden beklenen” bir adım olarak görüyor. Ahmed Musa, “Veliaht Prens’in yaptığı, kardeş bir ülke olan Suudi Arabistan’dan beklenen bir adımdır” diyor.

Hızlı Destek Güçleri’nin kontrolüne giren Faşir’de yaşayan Hava İbrahim, savaşın yıkımını şu sözlerle anlatıyor: “Savaş yeşili kuruyu yok etti; çok zarar gördük.”

Kuşatma altındaki Kuzey Kordofan’ın başkenti Ubeyd’en İsa Abdullah ise genel ruh hâlini şöyle özetliyor: “Savaştan etkilenmeyen ev kalmadı; bu nedenle kardeşlerin müdahalesini memnuniyetle karşılıyoruz.”

Sudan Kurucu İttifakı'nın (Te'sis) fiilî başkenti konumundaki Nyala’dan F. Cibril, kamuoyunun temel beklentisinin çatışmaların sona ermesi, insani yardımların ulaştırılması ve yerinden edilenlerin geri dönüşü olduğunu belirtti.

sa
Güney Sudan’ın Renk şehrinde bir sınır noktasından ayrılmayı bekleyen, yerinden edilmiş ailelerin kişisel eşyalarını taşıyan bir kamyon (Arşiv – AFP)

Sudanlılar dışarıdan dayatılan bir çözümden ziyade, tarafları yeniden müzakere masasına getirecek, siyasi süreçlerin zaman kazanmak için kullanılmasını engelleyecek “tarafsız” bir arabulucu istiyor. Kamuoyunda Suudi Arabistan’ın bu rolü üstlenebileceği düşünülüyor.

Geri adım sinyalleri

Resmî düzeyde tepkiler tek çizgide ilerlemedi. Trump’ın 19 Kasım 2025’te Veliaht Prens’in talebini açıklamasının hemen ardından, Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdülfettah el-Burhan adımı memnuniyetle karşıladı ve X’te “Teşekkürler Prens Muhammed bin Selman, teşekkürler Başkan Trump” mesajını paylaştı.

Suudi ve ABD girişimlerine destek açıklayan Burhan hükümeti, barış için hazır olduğunu vurguladı; ancak Dörtlü Grup çerçevesindeki arabuluculuğa mesafeli durarak Suudi Arabistan’ın tek başına yürüteceği bir süreci ön plana çıkardı.

Askerî bir anlaşma mı?

Eski Başbakan Abdullah Hamduk’un liderliğindeki sivil-demokratik ittifak Sumud, Suudi çabalarını “yeni bir yol açabilecek olumlu bir adım” olarak değerlendirdi; ancak çözümün yalnızca askerler arasında kalmaması ve sivil aktörlerin kapsamlı bir uzlaşmaya dâhil edilmesi şartını koydu.

HDK’ye yakın Sudan Kurucu İttifakı da Suudi Arabistan’ın  hamlesini desteklediğini ve bunun krallığın Sudan’ın çöküşünü önleme konusundaki hassasiyetini yansıttığını söyledi.

Girişim başarılı olur mu?

Sudanlılar, Suudi–ABD girişimlerinin ateşkesi zorlayan, insani yardım geçişlerini mümkün kılan ve krizi yeniden üretmeyen bütüncül bir diplomatik çerçeveye dönüşmesini umuyor. Avukat Hatem İlyas, Şarku’l Avsat’a bu yaklaşımın “en büyük ihtiyaç” olduğunu ifade etti.

İlyas, Şarku’l Avsat’a, savaşın en büyük zorluğunun meşruiyet mücadelesi, toplumsal bölünme, kurumların zayıflığı ve çok sayıda aktörün çıkar çatışmalarından kaynaklanan karmaşık yapı olduğunu ifade etti.

rty6
Faşir’den kaçan Sudanlılar, 19 Kasım 2025’te Kuzey Sudan’daki Debbe kentinde bulunan “El-Ifad” yerinden edilmişler kampına ulaştıktan sonra dinlenirken (AFP)

Tüm belirsizliklere karşın, Sudan’ın doğusundan batısına uzanan kentlerde ortak bir duygu öne çıkıyor. Paris’te yaşayan gazeteci Muhammed el-Esbat, kamuoyunda silahların susmasına ve uzun süredir beklenen barışa giden yola dair temkinli ama güçlü bir beklentinin hâkim olduğunu ifade etti.

Yakın bir çözüme dair umutların zayıflamasının ardından, Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah el-Burhan’ın 15 Aralık’ta Riyad’a yaptığı ziyaret ve Veliaht Prens’le gerçekleştirdiği üst düzey görüşme, yeniden iyimser bir hava yarattı.

Riyad’da bu görüşmenin yapılması bile, savaşın durdurulması ve insani felaketin sona erdirilmesine yönelik yeni bir umut kapısı araladı. Genel kanaat, “Suudi Arabistan’ın Sudan’da savaşı durdurma dosyasını önceliklerinin başına aldığı” yönünde.

Savaşın yorduğu, canlar aldığı, geçim kaynaklarını yok ettiği ve milyonları mülteci ile yerinden edilmiş kişi hâline getirdiği Sudanlılar, ülkelerine, evlerine ve özledikleri hayatlarına dönmeyi umut ediyor. Peki bu kez girişimler kalıcı bir barış getirecek mi?


Şam–SDG hattında belirsizlik: Anlaşma iddiaları yalanlandı

Fotoğraf:  Reuters
Fotoğraf:  Reuters
TT

Şam–SDG hattında belirsizlik: Anlaşma iddiaları yalanlandı

Fotoğraf:  Reuters
Fotoğraf:  Reuters

Suriye’nin El Vatan gazetesi, bugün (perşembe) hükümetten bir kaynağa dayandırdığı haberinde, Suriye hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında yakın zamanda bir askerî anlaşmaya varılacağı yönündeki iddiaların yalanlandığını aktardı.

Kaynak, SDG ile temasların şu anda durmuş olduğunu ve hükümetin, Suriye Savunma Bakanlığı tarafından sunulan bir öneriye SDG’nin verdiği yanıtı değerlendirdiğini vurguladı.

Suriye televizyonu ise bugün, bir kaynağa dayandırarak, ABD arabuluculuğunda hükümet ile SDG arasında, unsurların yıl sonundan önce Suriye ordusu ve iç güvenlik güçlerine entegre edilmesini öngören bir askerî anlaşmaya yakında varılmasının beklendiğini bildirmişti.

Televizyonun aktardığına göre, söz konusu anlaşma Savunma ve İçişleri bakanlıklarına 90 bin unsurun entegre edilmesini ve Rakka, Deyrizor ve Haseke’de Savunma Bakanlığına bağlı güçler içinde SDG’ye tahsis edilecek üç askerî tümeni kapsıyor.

Kaynak ayrıca, hükümet güçlerinin Suriye’nin kuzeydoğusuna girişi, askerî karar alma mekanizması ile görev, yetki ve sorumlulukların dağılımı gibi başlıca ihtilaflı konuların hâlen müzakere edildiğini belirtti.


Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
TT

Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, bugün (perşembe) Gazze savaşıyla ilgili açıklamalarında, “Gazze’de kazandık” dedi. Hamas ile olası bir ateşkes anlaşmasına değinen Katz, ülkesinin “Gazze’den asla ayrılmayacağını” söyledi. Katz, İsrail Gazze Şeridi içinde, yerleşimleri korumak amacıyla bir güvenlik kuşağı oluşturacağını ifade etti.

Savunma Bakanı Katz, Hamas’ın silah bırakması gerektiğini yineleyerek, aksi takdirde “İsrail’in bu görevi kendisinin yerine getireceğini” ifade etti.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth gazetesinden aktardığı habere göre Katz, Bnei Akiva, Ulpanot Merkezi ve Makor Rishon’un ortak düzenlediği Ulusal Eğitim Konferansı’nda yaptığı konuşmada, ABD Başkanı Donald Trump’ın planı çerçevesinde Hamas silah bırakmazsa İsrail’in bu adımı bizzat atacağını söyledi.

Haberde, ordunun Gazze’den çekilmesini ve bölgenin Filistinlilere devrini içeren anlaşmaya karşın, Katz’ın Gazze Şeridi’ni çevreleyen bir güvenlik kuşağının yerleşimlerin korunması amacıyla kurulacağını ifade ettiği belirtildi.

Öte yandan Batılı ülkeler iki devletli çözümden söz etmeyi sürdürürken, İsrail parlamentosu Knesset, Haziran 2024’te Ürdün Nehri’nin batısında bir Filistin devletinin kurulmasını reddeden kararı resmen kabul etmişti. Kararda, 7 Ekim olaylarının ardından bir Filistin devleti kurulmasının “teröre ödül” anlamına geleceği savunulmuş ve bunun Hamas’ı daha da teşvik edeceği öne sürülmüştü.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile aşırı sağcı dini kanattan bazı bakanlar da defalarca Filistin devleti kurulmayacağını dile getirmişti.