Hapishane arkadaşları Hamas’ın “1 Numarası” Yahya Sinvar’ın hikayesini anlattı

Eski mahkumlar 7 Ekim saldırısının beyni olarak görülen Sinvar’ın 'çok katmanlı bir portresini' çizdiler

Yahya es-Sinvar basın mensuplarına açıklamalarda bulunurken
Yahya es-Sinvar basın mensuplarına açıklamalarda bulunurken
TT

Hapishane arkadaşları Hamas’ın “1 Numarası” Yahya Sinvar’ın hikayesini anlattı

Yahya es-Sinvar basın mensuplarına açıklamalarda bulunurken
Yahya es-Sinvar basın mensuplarına açıklamalarda bulunurken

Hamas Hareketi’nin Siyasi Büro Başkanlığına seçilen Ebu İbrahim künyeli Yahya es-Sinvar’ın hayatında ekim ayının özel bir hikayesi var. Altmış yılı aşkın bir süre önce Gazze Şeridi’nin Han Yunus Mülteci Kampı’nda doğan Sinvar, zorlu, heyecanlı ve çetrefilli dönüm noktalarıyla dolu bir hayata adım attı. Yirmi yılı aşkın bir süre İsrail hapishanelerinde kaldıktan sonra özgürlüğüne kavuşan Sinvar, geçtiğimiz ekim ayında Gazze'den Aksa Tufanı Operasyonu’nu başlatarak bölgeyi ve dünyayı sarsan büyük yankılara yol açtı.

Ailesi 1948 Nekbe’sinden (büyük felaket) sonra el-Mecdel şehrinden sürülen Sinvar, Gazze'nin gecekondu mahallelerinde ve dar sokaklarında büyüdü. Hayatın zorluklarından ve acımasızlığından payına düşeni aldı. Zorlu koşullar, 1967 Nekbe’sine çocukken tanık olan Sinvar’ın karakterini şekillendirdi.

Bunu takip eden yıllarda Gazze Şeridi’nde ve mülteci kamplarında yaşanan sefaletin de etkisiyle göğsünde biriken öfke ve kızgınlık, onlarca yıl boyunca içinde kalacak ‘yakıcı bir intikam arzusu’ bıraktı. Konuşmalarında ve çatışmaya bakışında her zaman Nekbe’den ve bunun halkı üzerinde bıraktığı uzun süreli acıdan bahsetti. Onu tanıyanların söylediği gibi her zaman ‘güç dengesini sarsmayı ve değiştirmeyi’ dört gözle bekledi.

Yahya es-Sinvar Han Yunus Mülteci Kampı’ndaki okullarda eğitim gördü. Daha sonra İslam Üniversitesi'nde eğitimini tamamlayarak Arap Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Öğrencilik döneminde ‘İslami Blok’ çatısı altında öğrenci ve örgütsel çalışmalara başladı. Oradan daha geniş görevlere geldi. Hamas Hareketi’nin iç güvenlik birimi olan ve özellikle casusların ve İsrail güvenlik servisleriyle ilişkili kişilerin takibi gibi hassas roller oynayan el-Mecd'i kurdu.

Faaliyetleri nedeniyle İsrail tarafından 1980'li yılların sonlarında tutuklandı. İsrailli yetkililer onu kendileriyle iş birliği yapan dört kişiyi öldürmekle suçladı ve dört kez müebbet hapis cezasına çarptırdı. İsrail’in kuzeyindeki ve güneyindeki hapishanelerde kalan Sinvar, uzun süre tek başına bir hücrede tutuldu.

Hamas'ın Aşkelon Hapishanesi’ni basma ve mahkumları kurtarma planına dair bir şema (Şarku’l Avsat)Hamas'ın Aşkelon Hapishanesi’ni basma ve mahkumları kurtarma planına dair bir şema (Şarku’l Avsat)

Hapishaneden Hamas’ı yönetti, ‘güvenlik takıntısını’ hep vardı. İbraniceyi akıcı şekilde konuşmakta ustalaştı. Beraberindeki diğer mahkumlara gramer öğretti, grevlere ve müzakerelere liderlik etti. Bazen kazandı, bazen kaybetti. Duvarların dışında çatışmalar intifadalar, savaşlar ve barış müzakereleri yaşanırken, hapishane içinde zaman yavaş geçiyordu. Yirmi yılı aşkın bir süre devam eden esaret, yakında özgür kalacağına dair inancını hiç azaltmadı. Kardeşi bir İsrail askerini kaçırdı. Hamas, İsrail askerine karşılık bin Filistinli mahkûmun serbest bırakılmasını istedi. Sinvar da listenin başındaydı. Böylece Sinvar, İsrail-Filistin çatışmasında yeni dönüm noktalarını şekillendiren önemli roller oynamaya devam etti.

Tüm dünya Sinvar'ın adını 7 Ekim'in ardından öğrendi. Bu isim, İsrail'de ve ötesinde güvenlik ve siyasi çevreleri meşgul etti. Sinvar'ın karakteri, fikirleri ve çatışmaya dair görüşünün yanı sıra kararlarının ardındaki nedenler ve bunların maliyetlerinin hesaplanması, özellikle de neden oldukları yankılar ve geride bıraktıkları büyük ve ağır sonuçları nedeniyle bir soru fırtınası yarattı.

Şarku’l Avsat, “İsrail hapishanelerinde geçirdiği esaret yıllarında onunla birlikte yaşamış, onu tanımış ve yediği içtiği bir olmuş yoldaşlarıyla konuştu.

Farklı siyasi ve entelektüel geçmişlere sahip eski mahkûmlar, 7 Ekim'in beyni olarak görülen Sinvar’ın, fikirlerinden, hapishanelerden Hamas’ı yönetmesinden ve diğer gruplarla ilişkisinden, onu 7 Ekim sabahı sıfır saatine götüren nedenlere, uzun soluklu savaşın ve sonuçlarının hesaplarına kadar ‘çok katmanlı bir portresini’ çizdiler.

İlk karşılaşmalar

Yıllarını İsrail hapishanelerinde geçiren, Sinvar'la tanışıklığı olan Demokratik Cephe üyesi eski mahkûm İsmet Mansur, 1990'lı yılların sonlarında Aşkelon Hapishanesi’nde onunla tanıştıktan sonraki ilk izlenimlerini şöyle anlattı:

“Sinvar'la tanıştığınızda sıradan bir insan görüyorsunuz. Sade ve dindar ama aynı zamanda katı ve keskin özelliklerini de taşıyor. Dindar bir adam ama bir hatip ya da teorisyen değil. Dini geçmişi ilişkilerinin şekillenmesinde rol oynar ve sizinle ilgilenirken önyargılarını bir kenara bırakamaz.”

Yahya Sinvar, Gazze'de “Kudüs Günü” münasebetiyle düzenlenen törene katılırken, 14 Nisan 2023 (Getty Images)Yahya Sinvar, Gazze'de “Kudüs Günü” münasebetiyle düzenlenen törene katılırken, 14 Nisan 2023 (Getty Images)

Sinvar'ın henüz genç yaşlarda cezaevine girmeden ve orada uzun yıllar kalmadan önce çocukken yaşadığı deneyimler davranışlarında, bakış açısında ve başkaları ile ilişkilerinde açıkça görülüyor. Sinvar’ın zorlu geçen çocukluk döneminin ‘nefretini’ şekillendirdiğini ve siyasi yönelimini biçimlendirdiğini söyleyen Mansur, “Uzlaşmayı kabul etmiyor ve taktikler çerçevesi dışında çözüm olasılığı ya da formüllere ve anlaşmalara ulaşma olasılığı görmüyor” değerlendirmesinde bulundu.

Yıllarını İsrail hapishanelerinde geçiren Fetih Hareketi (El Fetih) üyesi eski mahkûm Abdulfettah Devle, Sinvar ile ilk kez 2006 yılında tanışmış. Onunla tanışmasından önce, mahkumlar Sinvar'ın ‘ününü’ bir hapishaneden diğerine aktarıyor ve ‘keskin huylu ve kararlı’ bir adamın portresini çiziyorlardı. Beerşeba’daki çöl hapishanesinde ilk karşılaşmasında bu izlenimlerin doğru olduğunu anlayan Devle, “Yahya es-Sinvar, Hamas’ın diğer liderinden farklı, sosyal ve insani bir karaktere sahipti. Genel meseleleri tartıştığınız Yahya es-Sinvar, partizan meselelerini tartıştığınız Yahya es-Sinvar'dan farklıydı. Genel meselelerde sosyal, partizan meselelerde fanatikti. Sanki iki kişiliği varmış gibi hissediyorsunuz” ifadelerini kullandı.

Sinvar'la birlikte yıllarca hapis yatan ve esir takas anlaşması ile serbest bırakılan Hamas üyesi eski mahkûm Selahaddin Talib, Sinvar ile ilk karşılaşmasını “İlk göze çarpan alçakgönüllülüğü ve gençlerle olan şakacı ilişkisi oluyor” diyerek aktardı. Ancak Refik el-Esrar, Sinvar’ın güvenlikçi yapısının onu Hamas’ın diğer liderlerinden farklı kıldığını belirtiyor. Esrar, “O bir hatip değil, ancak el-Mecd güvenlik biriminin kurucusu. Bu, büyük ölçüde kişiliğine de yansımıştı. Güçlü sosyal ilişkilerine rağmen, güvenlik konusunda katı ve tavizsizdi” şeklinde konuştu.

Yahya es-Sinvar Gazze Şeridi’nde basın mensuplarına açıklamalarda bulunurken, 28 Ekim 2019 (Reuters)Yahya es-Sinvar Gazze Şeridi’nde basın mensuplarına açıklamalarda bulunurken, 28 Ekim 2019 (Reuters)

Hapishanelerdeki “güvenlik takıntısı”

Sinvar, hem hapishanelerin içinde hem de dışında bir numaralı güvenlik yetkilisi olarak kalmaya devam etti. Hamas Hareketi ve onun Batı Şeria ile Gazze Şeridi'ndeki hücreleri, İsrail güvenlik güçlerinin 1990'lı yılların ortalarında başta Yahya Ayyaş ve İmad Akil olmak üzere bazı Hamas liderlerine suikast düzenlemesi, Hamas üyelerine yönelik geniş çaplı tutuklama kampanyaları yürütmesi ve çok sayıda askeri hücreyi çökertmesiyle art arda acı darbeler aldı. Bu gelişmeler Hamas içinde büyük sarsıntılara yol açtı. Geniş çaplı güvenlik ihlallerine dair korkuları derinleştiren yankılar uyandırdı. Bu durum, Hamas üyelerinin İsrail hapishanelerindeki koşullarına ağır ve kasvetli bir gölge düşürdü ve hareket tarihindeki ‘güvenlik takıntılı dönemi’ başlattı. Sinvar da bu dönemin itici gücü ve maestrosuydu.

Yahya Sinvar, Gazze'de İzzeddin el-Kassam Tugayları komutanları tarafından karşılanırken, 30 Nisan 2022 (AFP)Yahya Sinvar, Gazze'de İzzeddin el-Kassam Tugayları komutanları tarafından karşılanırken, 30 Nisan 2022 (AFP)

Sinvar'la birlikte cezaevlerinde güvenlik görevlerini üstlenen ve bu ‘zorlu dönemi’ hatırlayan Talib, “Bu çılgınlık hali, tüm cezaevlerindeki Hamas üyelerine kadar uzandı. Soruşturmalar ve incelemeler yapıldı. Güvenlik dosyaları önce cezaevleri arasında dolaştı, sonra dışarıya aktarıldı. Bu durum bir güvenlik çılgınlığı yarattı. Sızmalar, suikastlar ve tutuklamalar oldu. Hamas bu durumu iyi bir şekilde yönetmeye hazır ya da gerekli deneyime sahip değildi” diye konuştu.

Hamas odaları, sorgulama ve soruşturma merkezleri haline geldi. Pek çok üyesi işbirlikçi olmakla suçlandı. Bazılarının ‘sadece işçi olduğunun kanıtlandığını’ ancak birçoğunun bu güvenlik takıntısının kurbanı olduğunu söyleyen Talib, “Zor bir dönemdi ve kimse bundan yara almadan çıkamadı” dedi.

Hakkında herhangi bir şüphe olan herkesin sorgulandığını ve bunun trajik sonuçlar doğurduğunu söyleyen Abdulfettah Devle ise Şarku’l Avsat’a “Sinvar, birçok iç soruşturmayı yönetti. Bazı alçaklara ulaşmayı başarmış olabilir, ancak sorgulananlardan bazıları işkence nedeniyle öldü.  Daha sonra bunların Hamas’ın en iyi evlatlarından bazıları olduğu ortaya çıktı” şeklinde konuştu.

Sinvar ve İzzettin el-Kassam Tugayları

Sinvar, 1990'lı yılların başlarında Hamas'ın askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları ön plana çıkıp, İsrail ordusu hedeflerine ve yerleşimcilere karşı çeşitli operasyonlar gerçekleştirmeye başladığında İsrail hapishanelerindeydi. İşin güvenlik boyutunda yer almasına rağmen, askeri çalışmalar henüz hazırlık ve gelişme aşamasındayken tutuklanan Sinvar'ın Hamas'ın askeri kanadından isimlerle ilişkisi hapishanelerde gelişmeye başladı. Çünkü Kassam Tugaylarının önemli isimlerinden bazıları hapishanelere ve gözaltı merkezlerine gelmeye başlamıştı.

Yahya es-Sinvar, 2021 mayısında İzzeddin el-Kassam Tugayları’ndan savaşçılarla birlikte İsrail'le çatışmalarda ölenleri anma törenine katıldıYahya es-Sinvar, 2021 mayısında İzzeddin el-Kassam Tugayları’ndan savaşçılarla birlikte İsrail'le çatışmalarda ölenleri anma törenine katıldı

İsmet Mansur, Sinvar’ı anlatırken şunları söyledi:

“Sinvar’, başından beri belli bir güvenlik zihniyetine ve anlayışına sahip. Bir güvenlik takıntısı ve çevreye bir güvenlik bakışı var. Her zaman bu takıntıyla yaşıyor. İsrail’e dair okumaları bile çoğunlukla güvenlik ve ordunun ve istihbarat servislerinin yapısıyla ilgili. Dolayısıyla askeri kanatla ilişkilenme konusunda bu arka plana ve yatkınlığa sahip.”

Hamas’ın askeri kanadıyla kurulan ve olgunlaşan bu ilişki daha sonra 2011 yılında İsrailli asker Gilad Şalit’in serbest bırakılması karşılığında yapılan anlaşma çerçevesinde, Ebu İbrahim (Sinvar) ve yoldaşlarının hapishaneden salıverilmesiyle yeni bir döneme girdi.

Sinvar’ın küçük kardeşi Muhammed es-Sinvar, Kassam Tugaylarının önde gelen yetkililerinden biriydi. İsrailli asker Gilad Şalit'in yakalanması ve esir takası anlaşması çerçevesinde serbest bırakılmadan önce yıllarca alıkonulması sürecinde yer almıştı. Sinvar'ın kardeşi ve onunla birlikte hapisten çıkan yoldaşları, ayrıca hareket içindeki ‘kredisi’, askeri kanadın kapılarının yeni gelen kişiye açılmasına katkıda bulundu. Mansur bu faktörlerin Sinvar'ın ‘askeri ortama entegre olmasını ve kendini bulmasını’ kolaylaştırdığını söylüyor.

Şalit ve anlaşma

İsrailli asker Şalit'in esir alınması ve ardından esir takası anlaşması için yapılan görüşmeler, Sinvar için birçok gerçeği değiştirdi. Hem onun hem de arkadaşlarının kaderini değiştirdi. Sinvar, Hamas'ın serbest bırakılmasını talep ettiği isimler listesinin başında yer alıyordu. Şalit dosyasının getirdiği dönüşümler, Sinvar'ın cezaevleri içinde ve dışındaki konumunu güçlendirdi. Müzakere dosyasında ileri düzey roller oynamaya başladı.

Mansur, sözlerini şöyle sürdürdü:

“2006 yılından önceki Sinvar ile sonraki Sinvar farklıydı. Şalit anlaşması ve sonrasında Hamas'ın Gazze'yi kontrol etmesi nedeniyle büyük bir güç merkezi haline geldi. Hamas bir bölgeyi yöneten, güç sahibi olan ve bir esir alıkoyan rejim haline geldi. Bu esir, Sinvar'ın kardeşinin elindeydi.”

Hamas'ın elindeki İsrailli rehinelerin, Yahya Sinvar'ın ve Binyamin Netanyahu'nun resimlerinin bulunduğu ve üzerinde “Onlar oyuncak değil... Savaşı durdurun... Kimse kazanamayacak” yazılı pankart tutan bir protestocu (Getty Images)Hamas'ın elindeki İsrailli rehinelerin, Yahya Sinvar'ın ve Binyamin Netanyahu'nun resimlerinin bulunduğu ve üzerinde “Onlar oyuncak değil... Savaşı durdurun... Kimse kazanamayacak” yazılı pankart tutan bir protestocu (Getty Images)

Mansur, Şalit anlaşmasının Sinvar'a hapishanelerde, Ahmed Yasin ve Salah Şehade dışında hiçbir Hamas liderinin sahip olmadığı bir güç verdiğine dikkat çekti.

Sinvar daha sonra bir sonraki anlaşmanın kilit ismi haline geldi. Eline geçen bu gücü hapishanelerin içinde ve dışında statüsünü, otoritesini ve karar verme yeteneğini artırmak için kullanmaya başladı. Sinvar’ın diğer mahkûmlara “Seni hapisten çıkarabilirim, seni özgür bırakabilirim” diyen biri gibi davranmaya başladığını söyleyen Mansur, “Bunu sadece kişisel nedenlerle değil, proje, düşünce ve öncelikleriyle ilgili farklı kriterleri olduğu için uyguladı” dedi.

İsrail ve Hamas arasındaki esir takası anlaşması için yapılan görüşmelerde ilerleme kaydedilmişti ki, Sinvar görüşmelere dahil oldu ve çıktılarını reddetti. Bunun üzerine görüşmeler yeni bir yola girdi. Devle, Şalit anlaşmasından sorumlu İsrailli müzakerecinin ‘hapishanelere geldiğini ve büyük bir nüfuza sahip görünen Yahya es-Sinvar ile doğrudan görüştüğünü’ hatırlıyor.

Beyin tümörü ve helikopterle özel kurtarma

Esir takası görüşmeleri ivme kazanıp sona yaklaşırken, Sinvar bir sağlık sorunu yaşadı ve ölümle burun buruna geldi. Bu durum hesapları karıştırdı ve özellikle İsrail tarafında endişeye yol açtı. Çünkü Sinvar, müzakerelerde başrol oyuncusuydu. Sağlık durumu kötüleşince İsrail'in güneyindeki Beerşeba Hapishanesi’ndeki arkadaşları onu hapishane kliniğine gitmeye ikna etti. Bu konuda Sinvar’ın inatçı olduğunu söyleyen Devle, “Cezaevi yönetimini kullanmayı hep reddetti” dedi. Durumunun kötüleşmesi ve bilincini kaybetmesi üzerine mahkûm arkadaşlarının onu kliniğe götürmek zorunda kaldığını belirten Devle, “Durumu kötüleşince onu gitmeye zorladılar” diye konuştu.

Sinvar'ın o gün Beerşeba Hapishanesi kliniğine gelmesi, cezaevi yönetiminde büyük bir karışıklığa neden oldu. Cezaevi yönetimi derhal olağanüstü hâl ilan ederek Sinvar'ın tutulduğu bölümü kapattı. Sinvar’ın yaşadığı sağlık sorununa eşlik eden o anların ayrıntılarını anlatan Devle, “Beerşeba Hapishane yönetiminden bir temsilci geldi. Bize Sinvar'ın durumunun kötü olduğuna dair belirtiler olduğunu söyledi” ifadelerini kullandı. Devle’ye göre bir helikopter hapishanenin uçak pistine indi ve Sinvar'ı Soroka Hastanesi'ne götürdü. Sinvar burada ameliyata alındı. Doktorlar kafasında iyi huylu bir tümör buldular ve onu derhal çıkardılar. Sinvar ‘çok karmaşık ve tehlikeli’ bir ameliyat geçirdi ve bu sırada ölümle burun buruna geldi.

Helikopterin Sinvar’ı kurtarma operasyonuna katılması, üç eski mahkûmun çelişkili ifadeler vermesine neden olan istisnai bir olaydı. Devle, Sinvar vakasının kendisinin hapishanede kaldığı süre zarfında bir ilk olduğunu söylerken, Mansur olayı iyi hatırlamadığını belirtti. Talib ise Sinvar’ın helikopterle hastaneye kaldırıldığı iddiasını reddetti. Talib, o sırada cezaevi yetkilileri tarafından alınan tüm önlemlerin ‘gayet normal bir çerçevede’ olduğunu vurguladı.

İsraillilerin bugün bile Sinvar için yapılanlardan dolayı ‘utanç duyduklarını’ belirten Mansur, dönemin İsrail Cezaevi Servisi ve Cezaevi İstihbarat Müdürü'nün son dönemde birçok kez ‘Sinvar'ın hayatını kurtardıkları için duydukları pişmanlığı’ dile getirdiklerini söyledi.

İsrail'in Sinvar'ın hastalığını ele alış biçimi, Sinvar'ın sağlık durumunun Şalit anlaşmasının son aşamalarına ağır gölge düşüreceğinden korkan İsrailliler arasında büyük bir kafa karışıklığı yaşandığına işaret ediyordu. Mansur, bununla ilgili olarak “Dünyada hiç kimse Sinvar'a suikast düzenlemediklerine ya da onu tasfiye etmediklerine inanmazdı. Bunun da anlaşma üzerinde büyük etkileri olurdu” değerlendirmesinde bulundu.

Sinvar, Bergusi ve Saadat aynı çatı altında

İsrail'in kuzeyindeki Hadarim Hapishanesi, Sinvar'ı Mervan Bergusi ve Ahmed Saadat gibi Filistinli önde gelen liderlerle bir araya getirdi. Üç büyük isim arasındaki ilişki, buradaki toplu tecrit bölümünde şekillenmeye başladı. Birbirlerine büyük saygı duyuyor ve ortak bir dil bulabiliyorlardı. Mansur, “Bu onları aynı görüşe sahip yapmasa da aralarında birlikte çalışmalarını ve gelecekteki ilişkilere dair ortak vizyon belirlemelerini sağlayan bir güven ve saygı hali olduğunu düşünüyorum” diyor.

Sinvar, Bergusi ve Saadat birlikte çalıştılar. Cezaevlerinde grevler düzenlediler ve dışarıya yönelik inisiyatifler ve mesajlar hazırladılar. 2006 baharında Filistin siyaset sahnesinin iki kutbu olan El Fetih ve Hamas arasındaki geniş uçurumu kapatma girişimi olan ‘Ulusal Uzlaşı için Mahkûmlar Tüzüğü’ imzalandı.

Devle, tüzüğün imzalanmasının ardından Sinvar'a yakınlığıyla bilinen Tevfik Ebu Naim'in Hadarim Hapishanesi’nden Beerşeba Hapishanesi’ne gönderdiği bir mesajı ilettiğini ve harfi harfine “Abbas es-Seyyid'e (Kassam Tugayları’nın hapishanedeki komutanlarından biri) ve tüzüğü imzalayan kardeşlere, imzaladıkları güne pişman olacaklarını söyledi” denildiğini anlattı. Devle bunun da kendisinde Sinvar'ın tüzüğe karşı olduğu izlenimini bıraktığını belirtti. Ancak Mansur, Hamas’ın hapishanelerdeki herhangi bir uzlaşıyı Ebu İbrahim tarafından onaylanmadan onaylamayacağını düşünüyor.

Mansur, savaş sonrası senaryoları değerlendirirken, Mervan Bergusi de dahil olmak üzere mahkûmların serbest bırakılmasının El Fetih ve Sinvar'ın birlikte çalışabileceği bir ortak arayış çerçevesinde olduğunu belirtti.

2011 sonrası Kassam Tugayları

Sinvar, 2011 yılındaki takas anlaşması çerçevesinde hapisten çıktıktan sonra, Hamas saflarındaki varlığını ve askeri kanadındaki rolünü güçlendirmeye devam etti. Sinvar, 2012 yılında Hamas Siyasi Büro üyesi olarak seçildi ve hemen ardından askeri kanatla siyasi büro arasındaki irtibat noktası olma rolünü üstlendi. Sinvar, bu dönemde ordu ile olan güçlü ilişkisine güvenerek daha geniş bir rol oynamaya başladı. Hamas’ın 2017 seçimlerine kadar Gazze'deki Siyasi Bürosu’nu yönetti. Başta İsmail Heniyye olmak üzere önde gelen isimleri saf dışı bıraktı. Mansur'a göre Sinvar hapisten çıktıktan sonra ‘Gazze'ye hâkim olmada, yönetmede ve olayları şekillendirmede bir numara olmayı’ benimsedi.

Halil el-Hayya, İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar Refah Sınır Kapısı’nı ziyaret ederken, 19 Eylül 2017 (Reuters)Halil el-Hayya, İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar Refah Sınır Kapısı’nı ziyaret ederken, 19 Eylül 2017 (Reuters)

Sinvar, 7 Ekim'den iki yıl önce yapılan yeni bir seçime kadar Hamas’ın Gazze'deki Siyasi Bürosu’nun başında kaldı ve Hamas'ın Gazze'deki lideri olarak yeniden boy gösterdi. Bu kez Sinvar ile Hamas’ın diğer üst düzey isimleri arasında kıyasıya bir rekabet başlamıştı. İç seçim görevlileri Sinvar'ın zaferini garantilemek için ‘üç ya da dört kez’ yeniden oy kullandı. Bunun ‘7 Ekim anına’ hazırlık olduğunu düşünen Mansur, “Sinvar ve Kassam Tugayları'nın birtakım planları olduğu açıktı” yorumunda bulundu.

Bu dönemde önemli roller oynayan Sinvar, ‘askeri eylemlerin geliştirilmesine eşi ve benzeri görülmemiş bir ilgi’ gösterdi. Talib, “En yüksek ses askeri çalışmalardı. O olmasaydı, Sinvar da diğerleri gibi gri bir insan olurdu” dedi.

1 numara olma hırsı

Sinvar'ın hayatında, önde gelen bir oyuncu olarak ya da tek başına göründüğü, çalışmaları ve ayrıntıları yönettiği ve nüfuzunun ve gücünün meyvelerini topladığı birçok istasyon vardı. Sinvar'ın ikinci adam olmayı kabul etmediğini düşünen Devle Şarku’l Avsat’a, “O sadece hareketin bir numaralı adamı olmayı kabul eder. Ama buna kibir demeyelim de hırsın bir sonucu diyelim. Bu hırs, onu hapisteyken her zaman hareketin birinci adamı olmaya itti” değerlendirmesinde bulundu.

İsrail, son yirmi yılda Hamas liderlerine yönelik takip ve suikastlarını yoğunlaştırdı. Bu da Hamas’ın önde gelen liderlerinin sahneden uzaklaştırılıp yerlerine yeni isimlerin gelmesine zemin hazırladı. Devle, Sinvar’ın mevcut liderlerden hiçbirinin ona patronluk yapma hakkına sahip olmadığını düşündüğünü ve bunu asla kabul etmediğini söyledi.

Aksa Tufanı Operasyonu’nun ilk işaretleri

Devle, "Şalit anlaşması birçok Hamas mensubunu ve ilk Kassam liderlerini kapsamıyordu. Bu yüzden hareket yetersiz kaldığını hissetti" diyen Devle, Hamas mahkumlarının anlaşmadan sonra üzgün olduklarını ve liderliğe eleştirel ve öfkeli mesajlar gönderdiklerini söylüyor. Devle "Belki de Sinvar, Şalit anlaşmasının yapamadığını düzeltmek için ahlaki bir yükümlülüğü olduğunu hissetmiş olabilir " şeklinde konuştu.

Kudüs'te bir caddede Yahya Sinvar ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın resminin bulunduğu ve üzerinde İbranice ‘Sizce bölünmemiz kimin işine yarar?! Şimdi birlik zamanı’ yazılı bir afiş (AFP)Kudüs'te bir caddede Yahya Sinvar ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın resminin bulunduğu ve üzerinde İbranice ‘Sizce bölünmemiz kimin işine yarar?! Şimdi birlik zamanı’ yazılı bir afiş (AFP)

Sinvar'ın tahliye sonrası Gazze'nin merkezindeki el-Kuteybe Meydanı'nda toplanan kalabalığa yaptığı ilk konuşmayı hatırlayan Talib, “’Bugün biz onları işgal ediyoruz ama onlar bizi işgal etmiyor’ dediğinde kürsüdeydim. Esir takası anlaşmasını İsrail için bir kırılma noktası olarak gördü. Bunun üzerine başka kırılma noktaları inşa edebilirdi” diye değerlendirdi.

7 Ekim öncesi birçok faktörün bir araya geldiğini ve Sinvar'ın çatışmayı ideolojik açıdan okumasını desteklediğini savunan Mansur, “Sinvar, Filistin Yönetimi ile uzlaşmayı denedi ama bunda başarısız oldu. İsrail ile asker takası anlaşmasına varmayı denedi, bunda da başarısız oldu. Kuşatmayı krımayı denedi, Gazze'nin durumundan bir çıkış yolu bulmak ve mahkumların salıverilmesini sağlamak için her yolu denedi, bunlarda da başarısız oldu. Bu yüzden geriye sadece bu seçenek kaldı. Eğer başka seçenekler olsaydı 7 Ekim gerçekleşmezdi” ifadelerini kullandı.

İsrail ve savaşın simgesi

Sinvar, Gazze'deki savaşın başlamasından bu yana, Gazze'ye yönelik askeri harekatın ana başlığı ve İsrail'in askeri ve siyasi kurumlarının peşinde koştuğu bir tür zafer imgesi haline geldi. İsrail'in kendisini bu savaşın bir ‘simgesi’ haline getirdiğini ve yaşananlardan tamamen onu sorumlu tuttuğunu düşünen Mansur, “İsrail, dünyanın aklına kazınacak Hitler, Saddam, Kaddafi, Çavuşesku ve dünyanın diğer diktatörleri gibi olacak bir imaj ve isim aramaya başladı. Bu, bütün Hamas'ı, bütün olup bitenleri ve bütün Filistin davasını bir kişiye indirgeme ve onu şeytanlaştırma girişimiydi” değerlendirmesinde bulundu.

İsraillilerin zihninde savaşın sonunun nasıl şekilleneceğinin Sinvar'ın akıbetiyle bağlantılı olduğuna inanan Mansur, bu akıbetin ya Hamas'ın Gazze'den çıkarılması gibi Sinvar'ın bireysel ya da tüm çevresiyle birlikte ortadan kaldırılması ya da tutuklanması, tasfiye edilmesi ya da aranan biri olarak kalması şeklinde olacağını belirtti. Sinvar’ın aranan biri olarak kalmaya devam etmesinin takip operasyonlarının devam etmesi için  gerekçe haline geleceğini ve böylece Sinvar’ın tünelden yöneten isimler gibi olacağını da belirten Mansur, “Ancak İsrail'in bölge üzerindeki kontrolü arttıkça Sinvar'ın işi zorlaşacak ve başka seçeneklere yönelme olasılığı da artacaktır” dedi.

Tasfiye edilen Hamas liderleri ve hedef tahtasındaki Yahya es-Sinvar (Görsel: Arap haber ağları)Tasfiye edilen Hamas liderleri ve hedef tahtasındaki Yahya es-Sinvar (Görsel: Arap haber ağları)

Sinvar pragmatik biri mi?

Sinvar'ı tanıyanlar, onun hapishanede kaldığı sürenin bazı aşamalarında pragmatik bir politika yürüttüğünü söylüyor. Onlardan biri olan Mansur, “Bazıları onun anlaşma yapan bir kişi olmasına şaşırabilir. Önceki aşamalarda İsraillilerle anlaşmalar yaptı. Belirli aşamalarda uzlaşıya varabiliyor ve pazarlık yapıyor, ancak kendi talimatları dahilinde olması gerekiyor” şeklinde konuştu.

Ancak bugün, İsrail Sinvar'ı ‘yaşayan ölü’ olarak tanımlarken, ateş ve yıkım altında gerilen Gazze Şeridi'nde yerin altında ve üstünde onu yoğun bir şekilde aramaya devam ederken, şimdi ya da gelecekte hiçbir İsrailli liderin Sinvar'ın hayatta kalmasını kabul etmeyeceğine inanan Mansur, “Kendisine duyulan nefret ve öfke, yöneltilen suçlamalar ve sorumluluklar ile İsrail'in halk arasında, basında ve küresel düzeyde yürüttüğü seferberlik, İsrail'in geri adım atmasını ya da normal bir durumda onun Gazze'de kalmasını sağlayacak bir anlaşma yapmasını imkansız hale getiriyor. İsrail onun hayatta kalmasını asla kabul edemez” öngörüsünde bulundu.

Yaklaşık 10 aydır devam eden savaşın ve yol açtığı kayıp ve yıkımın ardından, Sinvar’ın herhangi bir esneklik gösterilebileceğini düşünmeyen Talib, “Ödediği bu kadar yüksek bedelden sonra herhangi bir esneklik göstermesini beklemiyorum. Savaşla ilgili plan ve beklentilerinin, savaşın yıllarca olmasa bile aylarca devam edeceği yönünde olduğuna inanıyorum” dedi.



Ortadoğu stratejik konumunu korumaya devam ediyor

Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
TT

Ortadoğu stratejik konumunu korumaya devam ediyor

Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)

Elie el-Kasifi

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesiyle sonuçlanan gelişmeler, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgede meydana gelen jeopolitik değişikliklerin güçlü bir göstergesiydi. Her ne kadar geçtiğimiz eylül ayı ortalarından bu yana Lübnan'da Hizbullah'a indirilen ve onu büyük ölçüde zayıflatan ağır darbeler, İsrail'in ABD desteğiyle Gazze Şeridi'ne açtığı savaşın dayattığı bu değişikliklerin bir kanıtı olsa da Suriye'deki son gelişme, Gazze Şeridi’nden ve Lübnan'dan sonra üçüncü büyük gelişme ve her ikisinde de yaşananların bir sonucu olması nedeniyle bu değişikliklerin teyidinde belirleyici bir unsur oldu.

Bu durum akıllara ‘Bu değişim döngüleri nerede duracak? Suriye son durak mı olacak, yoksa Irak ve muhtemelen İran'ı da kapsayacak mı?’ gibi temel soruları getirdi. Gerçekten de 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana yaşananlar, Ortadoğu gibi bir bölgede ve İsrail'in savaştığı gibi karmaşık bir bölgesel ve uluslararası sahnede, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleriyle ‘Batı’nın hegemonyasına’ karşı kendilerini sağlam bir kutup olarak sunmaya çalışan bölgesel ve uluslararası güçler arasında derinleşen bir yeniden konumlanma zemininde yaşanan bir savaşta gelecekteki gelişmeleri tahmin etmenin çok güç olduğunu ortaya koyuyor.

Sadece 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşananların Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik konumunu hala koruduğunu teyit ettiği kesin. Tüm bunlar, savaştan önce ABD'nin önceliklerinin Rusya ve Çin ile kendi coğrafi ve siyasi bağlamlarında mücadeleye yönelmesi nedeniyle bölgeye olan ilgisini kaybettiğinin konuşulduğu bir dönemde gerçekleşti. Bu yeni yönelim, Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik değerinin ABD'nin bölgeyi ‘terk etmesi’ nedeniyle azaldığı izlenimini yarattı. Gerçekte bu izlenim, bölgesel ve uluslararası güçlerin ABD'nin önceliklerindeki değişimi, ABD'nin gerileyen nüfuzu pahasına bölgedeki etkilerini güçlendirmeleri için bir fırsat olarak gösteren bir medya ve siyasi platform yaratma çabaları çerçevesinde okunmalı.

fdvgbrht
“İnsan mezbahası” olarak tanımlanan Sednaya Hapishanesi’nin dışında oturan bir adam, 17 Aralık 2024 (Reuters)

Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi’ndeki lideri Yahya es-Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu'nu planlarken bu okumayı göz önünde bulundurduğuna şüphe yok, Zira Washington'ın Avrupa’ya ve Pasifik'e yönelmesi İsrail'i savunmak için bölgede yeniden angaje olma isteğini azaltacağına şüphe yok. Fakat bu, Sinvar'ın henüz tam olarak ortaya çıkmamış ve pek çok yönü belirsiz ve bilinmez olarak kalabilecek operasyonunu gerçekleştirme nedenlerini özetlemiyor. Ancak Sinvar’ın, Netanyahu liderliğindeki hükümetin yürüttüğü ‘yargıda reform’ planından dolayı yaşanan anlaşmazlık nedeniyle İsrail içindeki bölünmelerin yanı sıra başta kendisiyle birlikte Hamas ve Gazze Şeridi'nin tamamının, ardından da Hizbullah ve Lübnan'ın kurban edildiği ‘meydanların birliği’ stratejisini uygulamak için İran'ın başını çektiği Direniş Ekseni’nin kendisiyle birlikte savaşa girmeye hazır olduğu düşüncesi üzerine bahis oynadığı da bir gerçek.

Başka bir deyişle Sinvar, Direniş Ekseni’nin kendisi hakkında yaydığı güç yanılsamalarına kapılarak İsrail içinde yaşananları ve Washington'ın Tel Aviv'i ne ölçüde destekleyebileceğini yanlış değerlendirdi. Hamas’tan kaynaklara göre Sinvar, Aksa Tufanı Operasyonu'nun bu boyuta ulaşacağını ve amacının İsrailli rehineleri kaçırıp ardından bir esir takas anlaşması müzakere etmek olduğunu tahmin etmemişti. Ancak operasyon, özellikle İsrail'in Gazze Şeridi’ndeki ‘savunma’ ağlarının çökmesiyle kontrolden çıktı. Aynı kaynaklar, Sinvar’ın savaşın başında Norveçli arabuluculara kapsamlı bir anlaşma için müzakerelerin yapılmasını istediğini bildirdiğini, ancak Netanyahu’nun bu teklifi reddettiğini aktardılar.

Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor.

Ne olursa olsun Aksa Tufanı Operasyonu’nun detayları halen gizli tutuluyor. İsrail tarafından yürütülen soruşturmalar, bu konudaki en önemli bilgi kaynaklarından biri olabilir. Ancak dikkate alınması gereken husus, Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu’nun koşullarına ilişkin değerlendirmesinin, Direniş Ekseni ile tam olarak koordine edilmemiş olması. Direniş Ekseni'nin bölgedeki bölgesel ve uluslararası güç dengesine ilişkin değerlendirmesinin genel çerçevesinden sapmadı, ancak daha sonra sadece Hamas'ın değil bir bütün olarak Direniş Ekseni'nin gücünü tahmin etme yanılsamasına düştüğünü yahut olayların gücünün boyutunu ortaya çıkarmasını beklemediğini gösterdi.

Bununla birlikte bölgedeki değişimler, sadece direniş eksenini değil, başta Rusya olmak üzere bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasında kendilerine sağlam bir yer bulmak isteyen uluslararası güçleri de etkiledi. Ortadoğu'daki savaşta ABD’nin ve Batı ülkelerinin dikkatini dağıtarak Ukrayna'da üzerindeki baskıyı hafifletmeyi hedefleyen ve Aksa Tufanı Operasyonu’nda Rusya'nın özel bir rol üstlenip üstlenmediği konusunda soru işaretleri yaratan Moskova, Esed rejiminin düşmesinin ardından kendisini Suriye'deki bu savaşın sonuçlarıyla karşı karşıya buldu. Bu durum, Rusya'nın sadece Suriye'deki değil, tüm bölgedeki nüfuzunun seviyesinde büyük bir değişime yol açtı.

Dolayısıyla mesele Gazze, Lübnan ve Suriye'deki bölgesel olayların İran üzerindeki etkileriyle sınırlı değil. Bu dramatik olayların İran rejiminin içeriden zayıflamasına ve İsrail’in ve -Donald Trump'ın bu olasılığı masaya koymasının ardından- muhtemelen ABD’nin İran’ın nükleer programına karşı bir saldırı düzenlemelerine yol açıp açmayacağı ve başta Suriye'deki gelişmeler olmak üzere bölgesel olayların, Esed rejiminin düşüşünün kaçınılmazlığı netleştikten sonra ‘buna uygun hareket etmekte’ geç kalan Rusya üzerindeki nüfuzunun boyutu hakkında da bir soru işareti söz konusu. Moskova'nın 2015 yılında Esed rejimini kurtarmak için yaptığı müdahalenin ardından bölgeye ve sıcak sulara güçlü bir şekilde geri dönmesi ve -özellikle Kırım'ın ilhakından sonra- uluslararası sahnede önemli bir oyuncuya dönüşmesi, Rusya’nın Suriye'deki projesinin askeri açıdan çöküşüne işaret ediyordu. Rusya'nın Suriye'deki projesinin, Moskova'nın birlikler kurmak için yatırım yaptığı Suriye ordusunun başarısızlığa uğramasının ardından önce askeri olarak ve gerilimi azaltmak amacıyla yapılan Astana ve Soçi süreçlerinin başarısızlığa uğramasının ardından siyasi olarak çökmesi, Rusya'nın Ortadoğu'dan başlayarak uluslararası sahnedeki konumunun gerilemeye başladığının bir göstergesi olabilir. Bu da bölgenin stratejik önemini koruduğunu teyit ediyor. Zira herhangi bir küresel ya da bölgesel gücün bölgedeki etkisinin azalması, uluslararası sahnedeki varlığının da azalmasına yol açıyor.

Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor. Ancak Moskova'nın gücünü ve Batı’nın hegemonyası karşısında önemli bir kutup olarak geri dönüşünü tasvir ettiği göz önüne alındığında, Esed rejimini 2015 yılındaki gibi savunamaması, Moskova'nın uluslararası sahnedeki stratejik kazanımlarını koruma yeteneğini değerlendirmede geçici bir detay olarak görülemez.

Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını kendisine karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?

Esed'in ordusunun savaşmaya hazır olmaması, Moskova ve Tahran'ın neden Esed'i savunmaya gelmediğini açıklamak için tek başına yeterli değil. Ancak en nihayetinde ne İran ne de Rusya, Esed rejiminin düşmesini bir kez daha engelleyebildi. Ne son savaşta vekilleri ağır darbeler alan İran, danışmanlarını ve kendisine bağlı milis grupların üyelerini, Suriyeli muhalif gruplara karşı savaşmak üzere konuşlandırabildi ne de 2015 yılında savaş uçakları karadaki askeri operasyonlara eşlik eden Rusya, muhalfilerin Şam'a doğru ilerleyişini durdurabildi. Ancak bu durum, aralarındaki tüm çelişkili söylemlere rağmen Tahran ve Moskova'nın bölgede, özellikle de Suriye'de birbirlerini tamamlayan bir nüfuza sahip olduklarını gösterse de iki yılı aşkın bir süredir Ukrayna’da yürüttüğü savaşla meşgul olan ve aylar önce Ukrayna ordusu tarafından işgal edilen sınırları içindeki Kursk bölgesini geri almak için Kuzey Kore’den getirdiği paralı askerleri kullanan Rusya, Esed rejimini savunmak için yeniden savaşa girmeye artık muktedir ya da istekli değildi. Bunun yerine Ukrayna'da yürüttüğü savaşa odaklanmayı seçti. Daha da önemlisi, 7 Ekim 2023'ten bu yana bölgedeki savaşın dayattığı jeopolitik değişimler, Moskova'yı Suriye'de baş etmek için yeterli araçlara sahip olmadığı yeni bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktı. Onu buna teslim olmaya, uyum sağlamaya ve kayıplarını sınırlamaya zorladı. Tüm bunlar, bölgedeki gelişmelere, etkileri Ortadoğu ile sınırlıymış gibi salt bölgesel bir şekilde yaklaşılamayacağını, uluslararası güç dengesi üzerindeki etkileri temelinde uluslararası düzeyde yaklaşılması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Rusya ordusunun Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal Savunma Güçleri (NBC) Komutanı İgor Kirillov’un geçtiğimiz salı günü Kremlin'den yedi kilometre uzaklıkta düzenlenen bir saldırıda öldürülmesi, Ukrayna istihbaratı tarafından gerçekleştirilen suikast ile Esed rejiminin düşüşü arasındaki eşzamanlılığın anlamı üzerine düşünmeye itti.

csadfvgrh
İdlib ilinin doğu ucundaki Ebu ez-Zahur Sınır Kapısı’nda konuşlu Rusya ve Suriye askerleri, 20 Ağustos 2018 (AFP)

İlk bakışta iki olayın zamanlamasını birbiriyle bağdaştırmak, coğrafi olarak farklı bölgelerde olmaları ve suikastın Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana türünün ilk örneği olmadığı göz önüne alındığında yersiz gibi görünüyor. Aynı zamanda aralarında doğrudan bir nedensel ilişkisi kurulmasında abartıya kaçılmaması gerekir. Ancak iki olayın eşzamanlı gerçekleşmesi, Rusya'nın Ortadoğu'daki nüfuzunun gerilemesinin Rusya içindeki, yakın stratejik alanındaki ve dünyadaki güç dinamiklerinin geleceğini ne ölçüde etkileyeceği konusunda ‘Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını Rusya'ya karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?’ şeklindeki temel bir soruyu da gündeme getiriyor.

Özellikle Ukrayna'ya barış getirme sözü veren, ancak bunu başarmak için izleyeceği stratejiyi henüz açıklamayan Donald Trump'ın göreve başlama tarihi yaklaşırken bu soruyu yanıtlamak için elimizde yeterli veri yok. Trump'ın seçilmesinin Rusya-Ukrayna savaşı dosyasına getirdiği değişikliklerden biri de Kiev'e askeri yardımın koordinasyonunu ABD yerine NATO'nun üstlenmiş olması. Öte yandan Vladimir Putin Ukrayna'da hala üstünlük kendisindeymiş gibi davranmaya devam ediyor. Öyle ki geçtiğimiz pazartesi günü bu yılın Ukrayna'da askeri hedeflere ulaşma açısından tarihi bir yıl olduğunu söyleyerek bunun altını çizdi. Aslında Trump'ın başkan olarak seçilmesi, Rusya ordusu sahada bazı ilerlemeler kaydetse de yavaş ve savaş için belirleyici olmadığından nispeten daha az önemli olan sahadaki çatışmaların gidişatından ziyade çatışmanın siyasi çözüm olasılıklarına olan ilgiyi arttırdı.

Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.

Putin geçtiğimiz pazartesi günü yaptığı ve Ukrayna'da cephede geçen bir yılı özetlediği konuşmasında, Suriye'den bahsetmezken, Batı’nın hegemonyası karşısında Rusya'nın tutumunu paylaşan taraflarla ülkesinin askeri ittifaklarını güçlendirmeye devam edeceğin sözünü verdi.

Putin'in sözleri, aralarında Rusya’nın ve Çin'in de bulunduğu yeni küresel güçlerin uluslararası sahnede yükselişi lehine Amerikan imparatorluğunun çöküşünün başlangıcına dair anlatıyı akla getirirken Ortadoğu'daki son olaylar, ABD’nin bölgeye halen güçlü bir şekilde müdahale edip çatışmaları çözebildiğini, düşmanlarının ise arka planda kalıp kayıplarını belirlemeye çalıştığını gösterdi.

dvfgbhy
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Putin, ülkesindeki televizyon ve radyolarda ortak yayımlanan yıllık basın toplantısı ve `Doğrudan Hat` şeklindeki birleşik programdan sonra gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 19 Aralık 2024

Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak İran'dan Rusya'ya ve hatta bölgedeki dramatik gelişmeleri ve bunların sözde müttefikleri üzerindeki etkilerini yakından izlediğine şüphe olmayan Çin'e kadar kendilerini ABD ile yüzleşmeye hazırlayan tüm güçlerin Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.

Nihayetinde Putin'in geçtiğimiz perşembe günü ülkesinin Suriye'de yenilmediğini ve Suriye'deki hedeflerine ‘bir şekilde’ ulaştığını söylemesi, her ne kadar bir kez İranlıların ve İran yanlısı milislerin Şam'ı savaşmadan terk etmesine atıfta bulunarak, bir kez de ülkesinin Suriyeli muhalif gruplarla ilişkilerini sürdürdüğünü söyleyerek Esed rejiminin düşüşündeki sorumluluğunu en aza indirmeye çalışsa da Moskova'nın bölgede savunmaya geçtiğini teyit ediyor. Sonuç olarak Rusya'nın yeni Suriye'deki konumu, düşüşü bölgede uzun bir dönemin sonunu getiren ve bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasının yeniden çizilmesine yol açan ‘Esed'in Suriye'sinde’ olduğu gibi olmayacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.