İsrail ve Dahiya Doktrini: Yanmış toprak ve binlerce ölü

İsrail, Dahiya Doktrini’ni savaşlarında caydırıcılık stratejisi olarak kullandı ve Gazze'deki sivilleri öldürmesini, Hamas üyelerinin sivillerin arasında saklandığı iddiasıyla meşrulaştırdı

İsrail, Gazze Şeridi'ndeki evlerin yüzde 60'ını tamamen yıktı (AFP)
İsrail, Gazze Şeridi'ndeki evlerin yüzde 60'ını tamamen yıktı (AFP)
TT

İsrail ve Dahiya Doktrini: Yanmış toprak ve binlerce ölü

İsrail, Gazze Şeridi'ndeki evlerin yüzde 60'ını tamamen yıktı (AFP)
İsrail, Gazze Şeridi'ndeki evlerin yüzde 60'ını tamamen yıktı (AFP)

Tony Bouloss

Dahiya Doktrini, İsrail ordusunun silahlı gruplara ve bu grupların destek üsleri olarak kabul edilen sivil bölgelere karşı yürüttüğü savaşlarda benimsediği en önemli askeri stratejilerden biri olarak etkin bir rol oynadı. Doktrin ilk olarak 2006 yılındaki İkinci Lübnan Savaşı'ndan sonra, Hizbullah'ın kalesi olarak kabul edilen Beyrut'un güney banliyösünde İsrail’in Hizbullah ile karşı karşıya gelmesinin ardından ortaya çıktı.

Dahiya Doktrini’nin kökleri, eski İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot'un 2008 yılında İsrail'in düşmanlarını destekleyen her alanı meşru bir savaş alanı olarak göreceğini, altyapıyı yok etmek ve caydırıcılık sağlamak için azami güç kullanılacağını belirttiği açıklamalarına kadar uzanıyor. İsrail ordusu daha sonra bu doktrini 2008-2009 yıllarında yaşanan Gazze savaşı gibi çeşitli çatışmalarda kullandı. Doktrinin temelinde, rakibi zayıflatmak ve güçlü bir caydırıcılık mesajı vermek için yoğun hava saldırı düzenlenmesi ve geniş çaplı yıkım gerçekleştirilmesi yatıyor.

Dahiya Doktrini, başta silahlı grupların konutlar, yollar, köprüler ve bu gruplara fayda sağlayabilecek kamu tesisleri de dahil olmak üzere altyapılarının ve hayati ya da sembolik olarak önemli tesislerinin tamamen imha edilmesi olmak üzere birkaç temel ilkeye dayanıyor. Silahlı gruplar üzerinde toplumsal baskı yaratmak için sivillere ciddi zararlar vererek toplu cezalandırma yoluyla caydırıcılık ve İsrail ordusunun hava hakimiyetinin çatışmada kendisine üstünlük sağladığına inanması nedeniyle hava gücünün kapsamlı olarak kullanımı da doktrinde yer alıyor.

Eleştiriler ve yankılar

Dahiya Doktrini’nin önemli hasara yol açmada ve bazı düşmanları caydırmada etkili olduğu kanıtlanmış olsa da hedeflenen tehditlerle orantısız olduğu düşünüldüğünden ve ağır sivil kayıplara yol açıp yerleşim bölgelerine tamamen zarar verdiği için uluslararası toplum ve insan hakları örgütleri tarafından yoğun şekilde eleştiriliyor. Doktrin, yasal meşruiyeti ve uluslararası insancıl hukuka uygunluğu konusunda da soru işaretlerine yol açtı.

Dahiya Doktrini bazı silahlı gruplara karşı bir caydırıcılık durumu yarattı, ancak aşırı güç kullanarak caydırmaya dayanan bir askeri strateji örneği olduğundan çatışmaları çözmek yerine körüklemeye katkıda bulundu. Bu durum, İsrail askeri doktrininde geleneksel olmayan çatışmalara doğru bir kaymanın da habercisi. Bu strateji bazı durumlarda askeri hedeflerine ulaşsa da insani ve siyasi maliyetleri nedeniyle uluslararası çevrelerde tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Kitlesel imha

İsrailli askeri analist Elias Hanna, İsrail'in 2006 temmuzunda Lübnan'a karşı yürüttüğü savaş sırasında Dahiya Doktrini’ni uyguladığını doğruladı. Bu doktrin caydırıcılık sistemini istikrara kavuşturmak için yıkım stratejisi aracılığıyla, yani düşman tarafta insanların ve binaların tamamen yok edilmesi yoluyla uygulanıyor. Ancak Hanna bu doktrinin yeni olmadığını, ilk kez 1948 yılında Nekbe (Büyük Felaket) sonrasında yüzlerce Filistin köyünün yok edildiği sırada da kullanıldığını belirtti. Hanna’ya göre İsrail, 1982 yılında da yüzlerce Filistin köyünü yok etmiş ve Lübnan'ın işgali sırasında Camille Chamoun Spor Şehri Stadyumu’nun (CCSC) yıkıntılarını gösteren bir fotoğrafta da görüldüğü üzere Dahiya Doktrini’ne başvurdu.

x cvfdbg
1982 yılında iç savaş ve İsrail işgali sırasında Beyrut’taki Camille Chamoun Spor Şehri Stadyumu’nun yıkılmış hali (Lübnan arşivi)

İsrail'in Gazze'de yürüttüğü savaşın ilk aşamalarında da aynı doktrini benimsediğini, ardından özel operasyonlar ve Hamas üyeleri ile liderlerinin takibi ve hedef alınması yoluyla güvenlik savaşına geçtiğini ve bunun da daha önce görülmemiş boyuttaki yıkımı açıkladığını belirten Hanna, aynı durumun Lübnan sınırlarında devam eden savaş için de geçerli olduğunu, zira İsrail’in askeri ve stratejik olarak daha fazla yıkım yoluyla caydırıcılık sağlama şeklindeki tutumunun değişmediğini kaydetti. Hanna, Hizbullah'ın da İsrail'e Dahiya Doktrini ile yerleşim yerlerini yıkarak ve yaklaşık 70 bin İsrailliyi yerinden ederek karşılık verdiğinin altını çizdi.

Hasan Nasrallah, İsrail'in Hizbullah’ın ağırlık merkezi olan Dahiya'yı hedef almasıyla birlikte mevcut çatışmaların topyekûn bir savaşa dönüşmesi tehlikesine karşı uyardı. Nasrallah, herhangi bir gerilimi ve stratejik bir noktanın hedef alınmasının İsrail içindeki eş değer hedeflere yapılacak misillemeyle karşılık bulacağını belirterek caydırıcı bir güç olarak gördüğü birtakım denklemler açıkladı.

Yanmış toprak politikası

Siyasi analist Haldun Zeynuddin, İsrail'in yaşanmaz bir yer haline getirdiği Gazze Şeridi'nde Yanmış toprak politikası uyguladığını belirtti. Gazze Şeridi'ndeki tüm şehirlerin uydu görüntüleri incelendiğinde İsrail'in orantısız silahlı güç kullanımı olan Dahiya Doktrini’ni uyguladığının görüldüğünü belirten Zeynuddin’e göre bu topraklar bir yıkım alanı olarak kalacaksa iki devletli çözüme başvurmanın da hiçbir anlamı kalmıyor. Tıpkı 2006 yılında Beyrut'un güney banliyölerini yerle bir ederek Hizbullah'a yaptığı gibi.

Tel Aviv'in elindeki tüm silah gücünü seferber ettiğini söyleyen gazeteci Ahmed Cemal ise üst düzey siyasi ve askeri yetkililerin, Dahiya Doktrini olarak bilinen ve İsrail'deki aşırı sağcıların tahminlerine göre Hizbullah'ı ortadan kaldırmayı amaçlayan bir tehditle savaşın gerekli olduğuna dair açıklamalarda bulunduklarını belirtti.

İsrail’in bu savaşı ‘beka savaşı’ olarak gördüğünü vurgulayan Cemal’e göre Başbakan Binyamin Netanyahu bunu ikinci kurtuluş savaşı olarak adlandırırken, Hizbullah ve bölgesel müttefikleri bunu bir ‘hayatta kalma savaşı’ olarak görüyor.

Silahlı unsurların sivillerin arasında saklandığı iddiası

İsrail basını, Dahiya Doktrini’ni kullanılmasının gerekçesi olarak Hizbullah ve Hamas gibi İsrail karşıtı grupların yoğun nüfuslu şehirlerde siviller arasında gizlendiklerini iddia ediyor. Okullar, hastaneler ve ibadethaneler gibi sivil altyapıyı askeri eylemleri için bir başlangıç noktası olarak kullandıklarını ve İsrail ordusunun önüne, grupların saklandığı sivil alanları hedef almaya zorlayan ve sivil kayıplara neden olan sınırlı seçenekler koyduklarını öne sürüyor.

Şarku’l Avsat’ın İsrail basınından aktardığı haber ve analizlerde Dahiya Doktrini’nin belirli kontroller dahilinde uygulanması sonucu Gazze Şeridi'nde 18 binden fazla Hamas üyesinin öldüğü ve Hamas Hareketi’nin askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları Komutanı Muhammed ed-Deyf ve yardımcısı Kassam Tugayları Han Yunus Tugayı Komutanı Rafi Selame'nin yerlerinden edilen kişilerin kaldığı bir kampta hedef alınmasını örnek gösterilerek sivil kurbanların silahlı unsurlar için canlı kalkan olarak kullanıldığı belirtiliyor. Dolayısıyla, sivil bölgelerin hedef alınmasına kapsamlı bir marj alanı tanıyan Dahiya Doktrini, silahlı grupların sivillerin arasına saklanarak ve sivil tesisleri kullanarak gerçekleştirdikleri ihlallerde bulunmalarına rağmen, uluslararası hukukun açıkça ihlal ediyor.

Bazı istatistikler 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana İsrail'in Gazze'deki evlerin yüzde 60'ını, yani çeyrek milyon konutu tamamen yok ettiğini gösteriyor. Bu durum bazı gözlemcilerin İsrail'in 2006 temmuzunda Lübnan'a karşı yürüttüğü savaşta İsrail ordusu tarafından Dahiya Doktrini’nin uyguladığından bahsetmesine yol açtı.

xz
İsrail, Dahiya Doktrini’ni sivillerin arasına sızan düşman grupları ortadan kaldırmak için uygun bir askeri strateji olarak görüyor (Sosyal medya siteleri)

Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot, İsrail'in asimetrik ateş gücü uygulamasının ve orduya düşman güçlerin bulunduğu köy ve kasabaların altyapısının, bu güçleri halk desteğinden ayırmak amacıyla tamamen yok edilmesinin temelini oluşturan iki ana ilkeyi belirleyen kişi olarak biliniyor. 

Gözlemciler bu doktrinin, İsrail ordusunun ve toplumunun özel yapısı göz önüne alındığında, İsrail'in uygulamak zorunda kaldığı yıldırım savaşı konseptiyle uyumlu olduğunu düşünüyorlar. Bu konsept, çatışmalar başlamadan önce hazırlanmış listelerdeki hedefleri yok etmeye ve kişileri öldürmeye dayanıyor. Bu da askeri hedeflerden bağımsız olarak yıkıma dayanan Dahiya Doktrini çerçevesinde yapılıyor. İsrail bu hamlenin askeri dengeyi kendi lehine çevirmesini umsa da bazıları Dahiya Doktrini’nin Gazze'de önceki dönemlere kıyasla çok daha şiddetli bir şekilde uygulandığına inanıyor.



HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
TT

HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli’ye insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenleyerek Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Bu saldırı sonucunda Bangladeşli altı asker hayatını kaybetti. Şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, personelini tahliye etmeye başladı. Şehir ayrıca sakinlerinin toplu göçüne tanık oluyor.

Sudan Geçici Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranıştır ve uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saymayı ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etmeyi amaçlamaktadır.”

Açıklamada, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunmasını sağlamak için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler’ alınması çağrısı yapıldı.

Bu gelişme, BM Genel Sekreteri António Guterres'in HDK’yı ‘kötü aktörler’ olmakla suçlamasından iki gün sonra yaşandı. Buna karşın HDK, BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladı.


İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir