Ortak Arap eyleminin geleceği ve mevcut zorluklar

Batı'nın büyük bölümünün, özellikle de ABD'nin bu kanlı süreç ve eğilime her yönden destek verdiği artık bir sır değil.

Bütünleştiren ve sesleri birleştiren geçici bir Filistin hükümetinin kurulması zorunlu hale geldi (AFP)
Bütünleştiren ve sesleri birleştiren geçici bir Filistin hükümetinin kurulması zorunlu hale geldi (AFP)
TT

Ortak Arap eyleminin geleceği ve mevcut zorluklar

Bütünleştiren ve sesleri birleştiren geçici bir Filistin hükümetinin kurulması zorunlu hale geldi (AFP)
Bütünleştiren ve sesleri birleştiren geçici bir Filistin hükümetinin kurulması zorunlu hale geldi (AFP)

Mustafa Feki

Ortak Arap eylemi çokça tekrarladığımız, içeriği kayboluncaya, etkisi yok oluncaya ve Arap saflarının birliğine işaret eden bir rutin haline gelinceye kadar kullanmaktan vazgeçmediğimiz bir tabirdir. Büyük ölçüde artık var olmayan bir içeriği simgelemektedir. Burada ortak Arap eyleminin, Kral Faysal'ın merhum Mısır devlet başkanı Sedat'ı desteklediği ve zaferini kutladığı, İsrail'i destekleyen Batılı ülkelere uygulanan petrol ambargosuna öncülük ettiği, 1973’teki Arap-İsrail savaşında zirveye ulaştığını kabul etmeliyiz.

 

O zaman, Arap ülkeleri arasındaki ilişkiler milli uzlaşının ve Arap anlayışının zirvesine ulaşmıştı. Ancak bundan sonra işler değişti ve Mısır’ın kendi kararıyla Cumhurbaşkanı Sedat'ın Kudüs'e gitmesi, Arap arenasında parçalanma ve bölünmeye yol açtı. Biz bunu söylerken Sedat'ın yaptığının, fayda sağladığı takdirde onun lehine takdir edilecek, başarısız olması halinde ise aleyhine sayılmayacak bir çaba olduğunun bilinciyle söylüyoruz. Çünkü insan çabalar ama başarılı olup olmayacağının garantisi sadece Allah’ın elindedir.

Burada İsrail'in, bölgede uluslararası barış ve güvenliğin önemini tüm tarafların anladığı ciddi ve çetin müzakereler dışında köklerini söküp atmanın veya gidişatını değiştirmenin kolay olmadığı kanser gibi bir ırkçı harekete dayandığının altını çizmeliyiz. Tarihte hiçbir çatışma, taraf tutmayan, hak ve hakikatten sapmayan, adil uluslararası meşruiyet çatısı altında olması şartıyla, müzakere masası dışında çözülmemiştir.

Bu satırları Arap ve milli tarihimizin çok zor ve aslında modern çağın en kompleks aşamalarından biri olan bir aşamanın gölgesinde yazıyorum. Hâlâ kan akıyor, İsrail'in Gazze'deki sivillere yönelik saldırganlığı her geçen gün artıyor, tüm barış girişimleri gözle görülür, hatta sistematik bir şekilde başarısızlığa uğratılıyor.

Resmi Batı'nın büyük bölümünün, özellikle de ABD'nin bu kanlı süreç ve eğilime her yönden destek verdiği artık bir sır değil. Hatta Filistin halkına yönelik bu vahşi saldırıya öncülük eden Netanyahu'nun şu ana kadar İsrail kamuoyunda, özellikle de aşırı dinci sağcılar arasında salt çoğunluğa sahip olduğunu bile söyleyebiliriz. Dolayısıyla Netanyahu'nun İsrail'de tek başına uyumsuz bir nota olduğunu ya da sürünün dışında hareket ettiğini söylemek doğru değil. Aksine, doğru olan, İbrani devleti içinde yer edinen İsrail aşırıcılığının bir ürünü olduğudur.

Biz Araplar olarak birçok karta sahip olmamıza rağmen, ABD'nin İsrail hükümetine mutlak desteğinin, dahası sürekli mühimmat ve fon tedarikinin, her koşulda kendisini savunma konusundaki daimî gayretinin sonuçları nedeniyle ne yazık ki bu kartlar işlevsiz durumdalar. Ayrıca ortak Arap aklı, olup bitenlerle yüzleşmek için gerçek gücünü henüz seferber edemedi. İhtiyacımız olan daha fazla bağırıp çağırma veya kınama ve tenkit ifadeleri değildir. Gerçekten ve samimi bir şekilde ihtiyacımız olan, özellikle Batılı başkentlerdeki çeşitli uluslararası idarelerden duyduğumuz hoşnutsuzluğu resmi olarak göstermektir.

Rakibin aşina olmadığı yeni bir dilde daha yapıcı girişimlerde bulunulması çağrısında bulunmayı da sürdürüyorum. Şimdi bize düşen görev, her düzeyde, siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal, gençlik ve spor gibi tüm alanlarda bizimle aynı fikirde olmayanlarla iletişim kanallarını açmaktır. Özgürlüğün değerli ve ona ulaşmanın kutsal bir görev olduğunun, bu görevin bir gecede gerçekleşmeyeceğinin, terk edilemeyeceğinin veya ihmal edilemeyeceğinin de farkına varmalıyız. Bu noktada, bahsedeceğim ve incelenmeyi hak eden bazı fikirlerin uygulanması için içtenlikle çağrıda bulunuyorum. Bunlardan ilki, bu çatışmaya köklü bir çözüm bulmak için uzun vadeli müzakerelere odaklanmaktır. Yani tek amacımız Gazze'deki çatışmayı durdurmak olmamalı. Buna ek olarak, Yahudilerle müzakere etmenin çok zor ama Arapların karşı tarafın aşina olmadığı yeni bir dil ve yöntem kullanarak statükoyu değiştirip, pragmatik çözümlere yönelme yönünde sağlam bir iradeye sahip olduklarını hissetmeleri halinde imkânsız olmadığının bilincinde olarak, çözülmemiş sorunları çözmek için paralel önerilerde bulunulmalı.

80 yıldır kullandığımız dilden herkes bıktı, artık gerçekçi çözümlere ve yapıcı girişimlere dayalı, yenilikçi bir dile başvurmanın zamanı geldi. Bu girişimlerin bazıları karşı tarafa hitap etmese bile, ABD’nin her koşulda İsrail'e desteğin son kalesi olduğu dikkate alındığında, en azından ve özellikle Batı Avrupa ülkelerinde, iki taraf arasında gidip gelen diğer taraflara hitap edebilir.

İkincisi, karargâhı, Arap olmayan başkentlerden birinde ister İstanbul ister Yunanistan'ın başkenti isterse Kıbrıs’ta olsun, bütünleştiren ve sesleri birleştiren geçici bir Filistin hükümetinin kurulması zorunlu hale geldi. Böylece Avrupa Birliği ve Doğu Akdeniz'deki ilgili ülkelerle doğrudan temas halinde olabiliriz. Buna ilave olarak, iki taraf arasında karşılıklı sükûnet ve istikrar için güvencelerin yanı sıra, birlikte yaşama ve arzu edilen Filistin devleti ile ilgili yeni fikirler de sunulmalı. Hâlâ Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ), İslami Direniş Hareketi'ni (Hamas) ve diğer fraksiyonları içeren tek bir Filistin oluşumunun hayalini kuruyorum. Çağdaş dünya sabitelere bağlı ve barışın ufukta olduğu, pek de uzak görünmediği bazı aşamalarda FKÖ'nün politikalarına yakın birleşik bir sakin Filistin sesine şahit olursa, gerçekçi umut kapılarını açacaktır.

Üçüncüsü, elde kalan Arap kartları, özellikle de en büyük ve en önemli İslam ülkesiyle normalleşme, uluslararası toplumun İsrail'e baskı yapması, Filistinlilerin meşru hakları ve davanın yerleşik ilkeleri çerçevesinde uluslararası meşruiyetin mevcut tezahürlerine boyun eğmesini sağlaması için güçlü bir ayartma oluşturabilir. Buna ek olarak bir yanda Ortadoğu krizi, diğer yanda Arap-İsrail çatışması arasındaki bu karmaşık bağlantı da çözülmeli. Tahran'ın, Gazze'deki askeri operasyonların derhal durdurulması karşılığında halihazırda Heniyye suikastına yanıt hakkını saklı tutacağını duyurmasını isterdim. Ancak farklı bağlamları, Batı Asya ile Arap Maşrık (Levant) bölgeleri sanki ayrı adalarmış gibi birbirinden ayırdık. Oysa müzakere masasına oturma ihtimaline yakın bir noktaya ulaşmak için modern bir yaklaşımla ve farklı bir dille başta Türkiye ve İran olmak üzere komşu ülkelere de görev verilebileceğini düşünüyorum.

Dördüncüsü, Hamas hareketi askeri olarak, lehine ve aleyhine olan rolünü oynadı ve şimdi taraflar arasında ihtiyaç duyulan müzakere diline hizmet etmek için rolünü diğer fraksiyonlar ile koordinasyon halinde kullanmasının zamanı geldi. Zira ne daimî bir çatışma ne de sürekli bir müzakere vardır, tam aksine ikisinin birleşimi çatışmaların çözümünde ve savaşların sona ermesinde belirleyici faktördür. Araplar arasında da roller, İsraillilerin yaptığı gibi, ulusal sabiteler çerçevesinde ve bunlardan taviz verilmeden ılımlılar ile aşırılar arasında paylaştırılabilir. Herkes adil barışın sadece bir gerçeklik değil, bir yöntem olduğunu hatırlamalı. Arap dünyamızda, ihtiyacımız olan nihai çözüme ulaşmamızı veya ona götürecek bir yol bulmamızı sağlayacak şekilde birbiri ile uyumlu olabilecek her alanda parlak beyinlerimiz var.

Beşincisi, Filistinliler ile İsrailliler arasında Oslo tarzından ziyade tamamlanmamış Cenevre Konferansı’na daha yakın yeni köprüler kurmak için Arapların Hindistan ve Çin gibi bazı Asya ülkeleriyle, hatta İspanya ve belki Fransa gibi Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinden de yararlanabilir.

Darboğazda sıkışıp kalmak yerine, çıkmazdan kurtulmak ve mevcut tüm kartlardan faydalanabilmek istiyoruz. Geriye özellikle tarihsel olarak kabul edilebilir bazı tarafların, ABD'de yoğun bir faaliyet yürütmesi çağrısında bulunmamız kaldı. Bunlara Ürdün diplomasisini, bazı Körfez ülkelerini, ayrıca Kuzey Afrika'daki kardeşlerimizin rolünü örnek verebiliriz. Özellikle Kuzey Afrika’daki kardeşlerimiz onları kültürel olarak Batı Avrupa'ya bağlayan tarihi bağlardan yararlanabilirler. Hiç şüphe yok ki bu sayede, bir gün bizi dışarıda kabul edilebilir Arap ve İslami dayanakların varlığına götürecek bir duruma ulaşacağız. Buna ek olarak, bir yandan İslamofobi diğer yandan Filistinlilerin hakları arasındaki bağın tamamen kopuşu da gerçekleştirilmeli. Filistin davası dini bir mesele değil, her şeyden önce menfur ırkçılıktan ve yol boyunca farklı güçler arasındaki daimî kutuplaşmalardan yoksun olmayan siyasi bir meseledir.

Bunlar, Filistinliler, Araplar ve hatta belki İsrailliler için daha iyi bir gelecek adına daha fazla araştırılması ve sakin, bilinçli bir şekilde olgunlaştırılması gereken dağınık fikirler ve acele ile akla gelmiş düşüncelerdir.



ABD, Yemen'deki Husi hedeflerini vurdu

Husiler, geçtiğimiz cuma günü el-Cevf vilayetinde ABD’ye ait olduğunu söyledikleri bir İHA’yı düşürdü. (Reuters)
Husiler, geçtiğimiz cuma günü el-Cevf vilayetinde ABD’ye ait olduğunu söyledikleri bir İHA’yı düşürdü. (Reuters)
TT

ABD, Yemen'deki Husi hedeflerini vurdu

Husiler, geçtiğimiz cuma günü el-Cevf vilayetinde ABD’ye ait olduğunu söyledikleri bir İHA’yı düşürdü. (Reuters)
Husiler, geçtiğimiz cuma günü el-Cevf vilayetinde ABD’ye ait olduğunu söyledikleri bir İHA’yı düşürdü. (Reuters)

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), ABD savaş uçaklarının dün (Cumartesi) gece Yemen'deki İran destekli Husilere ait gelişmiş silah depolama tesislerine çok sayıda hava saldırısı düzenlediğini açıkladı.

AFP'ye konuşan ABD'li bir savunma yetkilisi, söz konusu silahların Kızıldeniz ve Aden Körfezi'ndeki askeri ve sivil gemilere saldırmak için kullanıldığını söyledi.

Husi medyası, dün akşam Sana’ya hava saldırıları düzenlendiğini ve saldırıların arkasında ABD ve İngiltere’nin olduğunu bildirdi.

Husilerin medya organlarından biri olan Al-Hadath televizyonu bölgedeki muhabirinden, el-Hafa Askeri Kışlası ve en-Nehdeyn bölgesindeki Husilere ait mevzilerin hedef alındığını ve Sana semalarında yoğun bir keşif uçuşu gerçekleştirildiğini aktardı.

İran destekli Husiler, bu saldırı öncesinde geçtiğimiz cuma günü Necef (Negev) bölgesinde İsrail’e ait bir askeri üsse saldırı düzenlediğini duyurmuştu. ABD'ye ait bir MQ-9 insansız hava aracını (İHA) düşürdüğünü iddia ederken, Batılı ülkeler tarafından ülkenin güneyindeki kıyı şehri Hudeyde'de bir bölgeye hava saldırıları düzenlendiğini de kabul etti.

Bir yılı aşkın bir süredir Kızıldeniz ve Arap Denizi'nde İsrail, ABD ve İngiltere'ye ait gemilere saldırılar gerçekleştiren Husiler, ayrıca Gazze Şeridi'ndeki Filistinliler ve ardından Lübnan’da Hizbullah ile dayanışmasının bir göstergesi olarak İsrail'e roketli ve İHA’lı saldırılar düzenlemeye devam ediyor.

Husi medyası, cuma günü ülkenin batısındaki Hudeyde ilinin güneyinde bir bölgeye iki hava saldırısı düzenlendiğini bildirdi.

Öte yandan İngiltere Deniz Ticareti Operasyonları Kurumu’ndan (UKMTO) yazılı olarak yapılan açıklamada, Yemen yakınlarından geçen bir ticaret gemisine ‘Yemenli yetkililer’ tarafından Aden'in yaklaşık 57 deniz mili güneybatısında rotasını değiştirmesi talimatı verildiği belirtildi.

Pentagon, ekim ayında B-2 stratejik bombardıman uçaklarıyla Husiler tarafından kontrol edilen bölgelerdeki silah depolama tesislerine hava saldırıları düzenlediğini duyurdu.