Ortadoğu: Geçmişin yanılsamaları ve geleceğin hayalleri

Arap ülkeleri, Filistin'i yutma girişiminin başlangıç ​​olacağını anlamalı

Filistinli bir çocuk, İsrail'in Gazze Şehri'nin Zeytun mahallesinde yerlerinden edilmiş kişilerin kaldığı bir okula düzenlediği hava saldırısının arkasında bıraktığı enkazın arasında oturuyor, 21 Eylül 2024 (AFP)
Filistinli bir çocuk, İsrail'in Gazze Şehri'nin Zeytun mahallesinde yerlerinden edilmiş kişilerin kaldığı bir okula düzenlediği hava saldırısının arkasında bıraktığı enkazın arasında oturuyor, 21 Eylül 2024 (AFP)
TT

Ortadoğu: Geçmişin yanılsamaları ve geleceğin hayalleri

Filistinli bir çocuk, İsrail'in Gazze Şehri'nin Zeytun mahallesinde yerlerinden edilmiş kişilerin kaldığı bir okula düzenlediği hava saldırısının arkasında bıraktığı enkazın arasında oturuyor, 21 Eylül 2024 (AFP)
Filistinli bir çocuk, İsrail'in Gazze Şehri'nin Zeytun mahallesinde yerlerinden edilmiş kişilerin kaldığı bir okula düzenlediği hava saldırısının arkasında bıraktığı enkazın arasında oturuyor, 21 Eylül 2024 (AFP)

Mustafa Feki

Ortadoğu'daki çatışmanın taraflarının çalkantılı düşüncelerini ifade eden yaygın bir sembolik hikaye vardır. Buna göre bir akrep, bir arıyı bir kıyıdan diğerine taşıyordur ve suyu geçerken aralarında bir konuşma geçer, bunun üzerine arı onu sokar ve akrep de aynı şekilde karşılık verince hem saldırgan hem de saldırıya uğrayan boğulur.

Ortadoğu ikilemi bugün tüm tasavvurları aşıyor ve çatışmanın uzunluğu, tarafların çokluğu ve aralarındaki nefretin derinliği açısından yeni bir rekor kırıyor. Yahudilere Filistin'de bir ulusal vatan vaat edenler, Yahudilerin sözde ulusal vatanlarına yönelik umutlarına ve özlemlerine sempatiyle bakmak adına işledikleri suçun boyutunun en çok farkında olanlardır.

Çatışmanın gelişmelerini dikkatle düşünen herkes, saldırıya uğrayanlar, toprakları işgal edilenler, vatanlarından sürülenler de dahil olmak üzere tüm tarafların hata yaptığını anlayacaktır. Sorun karmaşık, kompleks ve çok yönlü hale geldi ve istisnasız tüm bölge ülkelerinden, farklı derecelerde de olsa, bu kanlı çatışmanın bedelini ödemeleri talep edilir oldu.

Biz, benim kuşağım ve belki de ondan önceki kuşak ile bizden sonraki üçüncü kuşak da çatışmanın bitmesi ve bir arada yaşama mantığının kabul edilmesi, İsrail’in, bir asırdan fazla süredir - ki buna 1897’deki Basel Konferansı'ndan günümüze kadar geçen on yılları da ekleyebiliriz- durmayan barbar, beceriksiz ırkçı politikalarını ve saldırgan yerleşimci yöntemlerini uygulamaktan vazgeçmesi umuduyla yaşadı.

Filistinliler ile Yahudiler ya da Araplar ile İsrail Devleti arasındaki o uzun çatışmanın geniş dosyasına giren aşamaları belki şu noktalarla özetleyebiliriz:

Birinci aşama, İsrail'de ulusal bir vatanın çekirdeği sayılacak “devlet” adı altında Siyonist bir oluşum kurulması çağrısının başlangıcı ile birlikte başladı. Araplar bu konuya en baştan dikkat etmediler. Birçoğu bunu Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki dini gruplar arasındaki çatışmanın bir parçası olarak değerlendirdi. Bu çatışma ve devlet talebi daha önceki aşamalarda söz konusu dini gruplar arasında alışıldık bir şeydi. Ancak mesele gelişti ve 2 Kasım 1917'de Dışişleri Bakanı Balfour diasporadaki Yahudi halkının umutlarına sempati gösterdiğinde, İngiltere çatışma hattına dahil oldu. Bu, Ortadoğu'daki nüfuz alanlarını İngiltere ve Fransa arasında paylaştırmayı amaçlayan Sykes-Picot anlaşması sırasında yaşandı. Bu anlaşma ve Birinci Dünya Savaşı, Türklerin yenilgisi ve Şerif Hüseyin'in Arap projesinin başarısızlığından sonra yeni bir Arap ülkeleri haritası ortaya çıktı. Şerif Hüseyin’in başarısız olması üzerine bölgede çeşitli Haşimi krallıkları kuruldu ama sadece parlaklığı ve bölgedeki hayati rolüyle Ürdün Haşimi Krallığı ayakta kaldı.

Bu durakları, İsrail'in zaman içinde sıçradığını, hakkı olmayanı gasp etmeye, başkasının toprağına el koymaya çalıştığını, geçmişin yanılsamalarından yola çıkarak, hayal ile gerçeği birbirine karıştıran tezler ileri sürdüğünü, dünyanın en eski bölgelerinden biri olan Ortadoğu'da tarihi ve insanlığın gidişatını çarpıtmak için kullandığını herkes anlasın diye hatırlatıyorum. Bunun için hepsi de başkalarının haklarını yutan, kendisini Arap toprakları Filistin'de tek kontrol ve tek söz sahibi deklare eden Tevrat’tan sloganlar ve İbrani mitleri kullandı. İslam ve Hıristiyan kutsallarını hiçe saymanın yanı sıra, insanları korkuttu, emniyet içinde yaşayanlara korku saldı, son 80 yılda tarihe fitne tohumları ekti.

İkincisi, bundan sonra, Siyonist hareketin hakikatin kolunu bükmeye ve ona İbrani devletinin uzun vadeli hedeflerine hizmet edecek şekilde boyun eğdirmeye çalıştığı mücadele aşaması geldi. Filistinliler topraklarına dokunulmasını, miraslarına el konulmasını, vatanlarının çalınmasını kabul etmediler. Devrimlerinin ateşi 1920'lerden itibaren patlamalar ve ayaklanmalarla alevlenmeye başladı. 1930'lu yıllar ile Taksim Kararı ve İsrail Devleti'nin kuruluşunun deklare edilmesinden sonra Nekbe’nin kasvetli yüzünü gösterdiği döneme kadar kanlı bir hal aldı. İsrail Devleti’nin kuruluşu aralarında Amerika Birleşik Devletleri ve dönemin Sovyetler Birliği'nin de bulunduğu büyük güçlere ek olarak, tarihsel olarak Siyonist harekete sempati duyan ve Arap dünyasının kalbinde Siyonist bir devletin kurulmasını kesinlikle destekleyen Batılı ülkeler grubu tarafından da onaylandı.

Araplar, geçmişin rötuşlarından ve karanlık çağların hastalıklarından arınmamış derin bir nefret söylemiyle Filistin halkına düşman bu en tuhaf düşmanla mücadele etmek için geç de olsa uyanmaya başladılar. Ama bu karanlık çağda Yahudiler insanlığın vicdanını sarsan iğrenç bir terör sahnesi ile bir vatan çaldılar, bir halkı yerinden ettiler, sakinlerinin evlerini başlarına yıktılar, hatta Filistinlilerin yaşam hakkını bile reddettiler.

Üniversitesinde eğitim gördüğüm ve diplomat olarak çalıştığım Londra'yı ziyaretim sırasında, şehrin sokaklarında dolaşırken yolların çoğunun kapalı olması ve sloganların kulakları sağır eden uğultusu beni oldukça ürküttü. Daha sonra bunların şu ana kadar neredeyse bir yıl boyunca devam eden dehşet verici sahnelerin ardından Filistin halkı, ölen çocukları, yaslı anneleri ile dayanışma için yapılan gösterilerde atılan sloganlar olduğunu keşfettim. İsrail Başbakanı ise çatışmayı sürdürmek istiyor ve ordusu, daha fazla saldırıyor, açıkça suikastlar düzenliyor, Filistin caddeleri ve sokaklarında soğukkanlılıkla infazlarda bulunuyor. Elektronik cihazları patlatarak sahiplerini öldürüyor ve gece yeri bir yatak, gökyüzünü yorgan edinen yüz binlerce insanı az bir eşya ile aç ve susuz bitmek bilmeyen bir göçle bir yerden başka bir yere sürüklüyor. Bu, çağımızın trajedisi ve milyonlarca insanın çağdaş dünyada eşi benzeri olmayan bir acısıdır.

Üçüncüsü, geleceği inşa etmek için bugünü analiz etmek istiyorsak, geçmişin yanılsamalarından, çağın ve uluslararası toplumun gerçeklerini ve çeşitli boyutlarını incelemeye geçiş yapmalıyız. Hikayenin bölümleri henüz tamamlanmadı ve yakın gelecekte iyimser olmamızı gerektiren veya Filistin halkının meşru hedeflerinin gerçekleşeceğine inanmamıza olanak tanıyan şeyler görünmüyor. Herkes Netanyahu ve aşırı sağ hükümetin reddettiği iki devletli çözümden bahsetse de, biz adalete en yakın çözümün tek bir devletin kurulması olduğunu açık yüreklilikle söylüyoruz. Bu devlet, Araplar ile Yahudileri eşit temelde kapsamalı, yönetimde adil bir iktidar devir teslimi ile siyasi rotasyona izin vermeli. Vatandaşları arasında ayrım yapmayan, evlatlarını ayırmayan, dahası zamanın ruhuna uygun, uluslararası meşruiyete saygı duyan ve bir arada yaşama kavramını kabul eden tam demokratik bir devlet olmalı. Bunun boş bir hayal olduğunu söyleyenler olabilir. Nitekim bir gaflet anında, görünmeden, gerçeği çarpıtarak yerleşen İsrail varlığının yanında yerleşik tarihi Filistin varlığına saygı duyan tek bir devlette kim işleri yola koyabilir ve adalet terazisini kurabilir?

Dördüncüsü, Arap ülkeleri, Filistin'i yutma girişiminin bir başlangıç ​​olacağını anlamalılar. Kelile ve Dimne kitabındaki kara öküzün “Asıl ben beyaz öküzün yenildiği gün yenilmiştim” sözünü burada tekrar ediyorum. Siyonist hareket, dünya ulusları ve dünya halkları arasında benzerini pek bilmediğimiz, sömürgeciliğin özel bir türünü temsil eden saldırgan, ırkçı bir harekettir. Trajedi devam ediyor ve adaletsizlik ortada. Medeniyet hukukunun ve insan düşüncesinin değil, güçler dengesinin hakim olduğu çağımızda çifte standart politikası sürüyor. Ama insan aklı, karanlık uzun süre hüküm sürse ve gerçekler onlarca yıl saklı kalsa da yenilenmekten, uygarlaşmaktan ve ilerlemekten vazgeçmez. Böylece bir gün sabah gelir ve tüm insanların cinsiyet, renk, inanç ayrımı olmaksızın vatandaşlık mantığına göre eşitlik içinde yaşayacağı yeni bir devletin üzerine güneş doğar.

Gelin, Gazze şehitlerinin kanlarının ve çocuklarının parçalanmış bedenlerinin, Ortadoğu halklarına umut veren, umutların gerçekleştiği, uluslararası barış ve güvenliğin sağlandığı, kalkınmaya, devam etmeye ve yaşamı sürdürmeye olanak tanıyan sağlam temeller, güçlü sütunlar üzerinde çatışmanın sona erdiği bir geleceğe ışık tutan yeni bir itici güce dönüşeceği günü sabırsızlıkla bekleyelim.

Bunlar, evrenin geniş sahnesinde birbirini takip eden medeniyetlerin, semavi dinlerin ve insan hukukunu diğerlerinden önce tanıyan milletlerin evlatlarının düşünceleridir. Bu çatışma bir gün bitecek mi?

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Afrika Boynuzu'nda Mısır-Etiyopya gerginliği zemininde tansiyon yükseliyor

Somali Savunma Bakanı Abdulkadir Muhammed Nur geminin yükünün boşaltılmasını izliyor. (Somali Başbakanlık Ofisi - X)
Somali Savunma Bakanı Abdulkadir Muhammed Nur geminin yükünün boşaltılmasını izliyor. (Somali Başbakanlık Ofisi - X)
TT

Afrika Boynuzu'nda Mısır-Etiyopya gerginliği zemininde tansiyon yükseliyor

Somali Savunma Bakanı Abdulkadir Muhammed Nur geminin yükünün boşaltılmasını izliyor. (Somali Başbakanlık Ofisi - X)
Somali Savunma Bakanı Abdulkadir Muhammed Nur geminin yükünün boşaltılmasını izliyor. (Somali Başbakanlık Ofisi - X)

Mısır ile Somali arasında geçtiğimiz ağustos ayında imzalanan savunma iş birliği protokolünün ardından Kahire ile Addis Ababa arasında gerginlik arttı. Bu süreçte Somali hükümeti, askeri sevkiyatların sınırlarından geçmesine izin veren Etiyopya'yı eleştirdi. Söz konusu eleştiriden bir gün sonra Batılı medya kuruluşları, Mısır askeri varlığında yeni bir gelişme olarak askeri teçhizat taşıyan bir Mısır gemisinin Somali'nin başkenti Mogadişu'ya geldiğini bildirdi.

Mısırlı bir strateji uzmanı Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, Somali ordusunun faaliyetlerini desteklemek ve terörist unsurlarla mücadele etmek için imzalanan savunma protokolünün ardından Somali'ye askeri sevkiyat yapılmasını normal olarak değerlendirdi. Uzman, Mısır'ın, Etiyopya'nın Kahire ile Mogadişu arasındaki iş birliği hakkında ne söylediğiyle ilgilenmediğini belirtti. Afrika konularında uzman olan başka bir araştırmacı, yeni gelişmenin, Addis Ababa ile Mısır'ın istemediği bir çatışmanın habercisi olduğu görüşünü dile getirdi.

zasdvf
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, Somalili mevkidaşını geçtiğimiz ağustos ayında Kahire'de kabul etti. (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Reuters’ın dün (Pazartesi) askeri yetkililere ve iki liman çalışanına dayandırdığı haberinde, “Bir Mısır savaş gemisi, iki ülke ve Etiyopya arasındaki gerilimi tırmandırması muhtemel bir hareketle Somali'ye uçaksavar ve topçu silahları da dâhil olmak üzere ikinci büyük silah sevkiyatını gerçekleştirdi” ifadesi yer aldı.

Somali Başbakanı Hamza Abdi Berri'nin ofisinde bir yetkili olan Nasra Beşir Ali, X platformundaki hesabında, Savunma Bakanı Abdulkadir Muhammed Nur'un geminin yükünün boşaltılmasını izlediğini gösteren bir fotoğraf yayınladı. Konuya dair Mısır'dan herhangi bir yorum gelmedi.

Mısır ve Somali arasındaki ilişkiler 1960 yılına kadar uzanıyor ve son yıllarda istikrarlı bir şekilde gelişiyor. Bu yıl Mısır ve Somali arasındaki ilişkiler, Etiyopya hükümetinin ocak ayında Somaliland bölgesi ile deniz limanı alacağı bir ön anlaşma imzalamasını reddetme konusundaki ortak tutumları zemininde arttı. O dönemde Kahire bu anlaşmayı ‘uluslararası hukukun ihlali ve Somali'nin egemenliğine saldırı’ olarak değerlendirmişti.

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve Somalili mevkidaşı Hasan Şeyh Mahmud, geçtiğimiz ağustos ayında Kahire'de bir ‘savunma iş birliği protokolü’ imzaladı. Sisi ayrıca ülkesinin Ocak 2025'ten itibaren Afrika Birliği'nin (AfB) barışı koruma güçlerine katılmaya hazır olduğunu duyurdu.

svf
Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud Mogadişu'daki ofisinde (Reuters)

Ağustos ayı sonunda Somali'nin Mısır Büyükelçisi Ali Abdi Avari yaptığı basın açıklamasında, savunma iş birliği protokolünün bir parçası olarak ‘Mısır askeri teçhizatının Somali'nin başkenti Mogadişu'ya gelmeye başladığını’ duyurdu. Askeri teçhizatın gelişi, Mısır ile su anlaşmazlıkları olan Etiyopya tarafından eleştirildi.

Etiyopya Dışişleri Bakanı Taye Atske Selassie geçtiğimiz ağustos ayında düzenlediği bir basın toplantısında Mogadişu'ya ‘Etiyopya'nın çıkarlarını hedef alan taraflarla hareketlerini durdurma’ çağrısında bulunarak, ülkesinin ‘sabrının sınırları’ olduğu uyarısında bulundu.

Mısır'ın askeri sevkiyatından önce Mogadişu, komşu Etiyopya'yı, ülkenin kuzeydoğusunda bu yıl bağımsızlık talebinde bulunan Puntland bölgesine silah göndermekle suçladı. Somali Dışişleri Bakanlığı cumartesi günü yaptığı basın açıklamasında bu hareketi ‘Afrika Boynuzu'nda barışa yönelik ciddi bir tehdit’ olarak nitelendirdi ve Addis Ababa'yı bunu durdurmaya çağırdı.

Askeri uzman Tümgeneral Semir Ferec, “Mısır, ulusal güvenliğini koruyabilmesi ve terörizmle mücadele edebilmesi için Somali silahlı kuvvetlerini desteklemek, eğitmek ve silahlandırmak amacıyla Somali ile bir savunma iş birliği protokolü imzaladı. Mısır gemisinin Mogadişu'ya gelişi, yükümlülükleri ve taahhütleri olan iki ülke arasındaki iş birliği çerçevesinde gerçekleşiyor” ifadelerini kullandı.

xz
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve Somalili mevkidaşı Hasan Şeyh Mahmud geçtiğimiz ağustos ayında Kahire'de askeri iş birliği protokolünün imza törenine katıldı. (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Ferec, ‘Mısır'ın Somali'yi desteklediğini, çünkü Somali'nin güvenlik ve istikrarının Mısır için Kızıldeniz'de ulusal güvenlik meselesi olarak kabul edilen Babu'l Mendeb Boğazı’nı güvence altına aldığını’ vurguladı. Ferec, Mısır'ın Etiyopya ile çatışmadığını ya da onunla omuz omuza vermediğini ve onun ne dediğiyle ilgilenmediğini, ancak ulusal güvenliğini her zaman ve her şekilde koruyabileceğini belirtti.

Ferec'e göre Somali'de bilinen bir varlığı olan Mısır, yasalar ve tüzükler uyarınca Arap Birliği'ndeki kardeş bir devleti desteklemek için barışı koruma güçleri aracılığıyla asker ve eğitim desteği vermeye devam edecek. Ayrıca savaş etkinliğini arttırma ve terörizmi ortadan kaldırma çerçevesinde çabasını sürdürecek.

Nairobi'deki Doğu Afrika Araştırma ve Stratejik Çalışmalar Merkezi tarafından cumartesi günü yayınlanan yeni bir çalışmaya göre Mısır'ın Somali ile ilişkileri 1960 yılına kadar uzanıyor. Mısır, Mogadişu'nun bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri. Kahire yönetimi, 1991'de savaşın patlak vermesinden bu yana, özellikle barış konferansları ve müzakereleri olmak üzere, barış ve güvenliği müzakere etmek için diplomatik çabalara aktif olarak katıldı. Mısır ayrıca, AfB ve Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi (IGAD) gibi diğer bölgesel örgütlerle de sık sık iş birliği yaptı.

Kahire yönetimi, Somali federal hükümetine son yıllarda devlet kurumlarını yeniden inşa etme çabalarında (özellikle altyapı geliştirme, ticaret ve güvenlik gibi sektörlerde) destek sağladı. Kıtlık, kuraklık ve şiddet dönemlerinde Somali'ye yaptığı insani yardım desteğine ek olarak tıbbi yardım da gönderen Mısır, Somalili öğrencilere burs da sağlıyor.

Doğu Afrika Araştırma ve Stratejik Çalışmalar Merkezi Direktörü Dr. Abdullah İbrahim, Mısır-Somali ilişkilerinin gücü ışığında, ‘durumu kontrol altına almanın zor olduğuna ve Etiyopya'nın ekim ayında harekete geçebileceğine’ inanıyor.

İbrahim, askeri teçhizat taşıyan bir Mısır gemisinin gelişini doğruladı. ‘Etiyopya ve Mısır'ın doğrudan çatışmayacağını’ öne süren İbrahim, ‘Mısır'ın Etiyopya ile doğrudan bir savaşa girmesine gerek olmadığını ve çoğu komşu ülkeye düşman olan Addis Ababa'nın sahip olmadığı çeşitli seçeneklere sahip olduğunu’ belirtti.

İbrahim, bir yandan Mısır ve Somali diğer yandan Etiyopya krizleri gibi meselerin çözümünde arabuluculuğun önemine inandığını, ancak arabuluculuğun önünde, özellikle Rönesans Barajı ve Somali'deki askeri mevzi sorunlarının yer aldığını ifade etti. İbrahim'e göre bu sorunların dışında üç ülkenin farklı ulusal çıkarları da çatışıyor. İbrahim, “Kenya ve Cibuti tarafından daha önce sarf edilen çabalar, genellikle çıkmaza yol açan bu rekabet halindeki ulusal çıkarlar nedeniyle başarılı olamadı” dedi.

Bu durum, Mısır ile Somaliland bölgesi arasındaki gerginliğin tırmandığı bir döneme denk geldi. Bu, son zamanlarda yapılan açıklamalara ve alınan kararlara da yansıdı. Son olarak Mısır, vatandaşlarına güvenlik istikrarsızlığı nedeniyle ayrılıkçı Somaliland bölgesini terk etme çağrısı yaptı. Bu çağrı, bölgenin başkanı Musa Abdi'nin bölgenin ayrılmasını reddeden Mısır tutumunu eleştiren bir televizyon konuşması yapmasından bir gün sonra gerçekleşti. Bölgede resmi bir Mısır kütüphanesinin kapatılmasından günler sonra uzmanlar, anlaşmazlığı körüklemede Etiyopya'nın rolünü de göz ardı etmedi.