Dayatılan savaş ve kayıp sorumluluk

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Dayatılan savaş ve kayıp sorumluluk

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Husam İtani

Bu, Lübnan'a ve Lübnanlılara dayatılan bir savaş. Yaşanan felaket ile mücadele etmek ve İsrail'in bu küçük ülkeye yaptığı kanlı saldırının sonucu olarak büyük acılar çeken mevcut felaketzedeler topluluğunu desteklemek için Lübnanlılar kendi aralarında, Araplar ve Müslümanlarla dayanışma göstermeliler. Güney Lübnan ve güney banliyölerinin kendilerini savaşın alevleri içinde bulan yüz binlerce sakinine insani ve tıbbi yardım sağlama, barınma ve sığınma ihtiyaçlarını karşılama çağrıları bu şekilde formüle ediliyor.

Çoğu sivil aktivist, medya çalışanı ve insan hakları savunucusu olan bu çağrıların savunucuları, bazıları köylerinden başkent Beyrut'a veya diğer yarı güvenli bölgelere intikal etmek için yaklaşık 20 saat beklerken kalp krizi geçiren vatandaşların yaşadığı sıkıntı nedeniyle, bu tarafı veya şu partiyi sorumlu tutan siyasi konuşmalar için şu an doğru zaman olmadığını belirtiyorlar. İnsani yardım yükünü paylaşmanın hâlâ ihanetten ve keyfi suçlamalara sürüklenmekten daha iyi olduğunu söyleyerek, kendilerine yöneltilen direniş ekseninin söylemlerini tekrarladıkları şüphesine karşı kendilerini savunuyorlar.

Bahsi geçen tutum genel biçimiyle ikna edici görünüyor. İsrail'in hava saldırıları dalgasının yol açtığı, Lübnan'ın iç savaşın en karanlık günlerinde bile benzerine tanık olmadığı bir insani felaketle karşı karşıyayız. Lübnan Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 560'tan fazla insanın öldürülmesine ek olarak, yaklaşık 2 bin kişinin yaralanması göz ardı edilebilecek ya da felaketlerin arka arkaya katlanılamaz bir hızla yaşandığı Lübnan üzerinde gelecekteki etkileri görmezden gelinebilecek bir husus değil.

Bu tutumun sorunu, bahsedilen savaşın sürpriz olmadığını, bunu “dayatan”, savaşın çıkması için çalışan, savaşın Lübnanlılar üzerinde patlak vermesi tehlikesini önemsemeyen birçok tarafın bulunduğunu belirtmekten kaçınmasıdır. Bu ülkenin vatandaşlarının geçen yıl, bilinen güçlerin körüklediği bir yanılsama, “korku dengesi”, “caydırıcı güç” ve İsrail’i tek ayak üzerinde durmaya zorlama” ve iş ciddiye bindiğinde en hafif tabirle doğru olmadığı ve yanıltıcı olduğu ortaya çıkan diğerleri gibi sloganlara dayanan, aldatıcı bir güvenlik duygusu içinde yaşadıklarını söylemekten kaçmasıdır.

İsrail'in hava saldırıları dalgasının yol açtığı, Lübnan'ın iç savaşın en karanlık günlerinde bile benzerine tanık olmadığı bir insani felaketle karşı karşıyayız.

Dayatılan savaş ve acil toplumsal dayanışma mantığına göre yetkilileri hatalarından muaf tutma, her şeyden önce Lübnanlılara yönelik görevlerini, rollerini yerine getirebilmeleri için devlet kurumlarına asgari düzeyde de olsa yeniden güç kazandıracak herhangi bir reform adımını bilinçli olarak engelleyen Lübnanlı siyasi grubu (sınıfı) kapsıyor. Oysa bu tesadüfen olmadı ve savaş bulutları, Aksa Tufanı'nın ertesi günü, yani 8 Ekim sabahı Hizbullah'ın İsrail'e ilk füzelerini fırlatmasından bu yana Lübnan semalarında toplanıyor. Ama hiçbir siyasetçi, olup bitenlere karşı bir sorumluluk duygusu göstermedi ve ateşkes için çalışma yükünden kaçtı. Dahası geçici hükümetin Başbakanı, kendisine Güney Lübnan'daki çatışmaları durdurmak için neler yaptıklarını soran bir gazeteciye, Curaçao Adasında mı yaşadığını ve ülkede neler olup bittiğini bilmediğini mi sorarak alay etti. Böylece tüm dünya ülkelerinin en önemli egemenlik kararı olan savaş ve barış kararını bütünüyle Hizbullah'a ve liderine devretti. Sorumluluk aynı zamanda, kendisine, meşgul etme ve destek savaşına dahil olmakta ısrar etmenin, İsrail'e öncelikle kendisini yok etme ve Lübnan'a kaldıramayacağı zararlar verme fırsatını sunacağı söylendiğinde, Humeyni'nin ilk dönemlerinde eleştirdiği “kibirlilere” yakışan benzersiz bir kibir ve küstahlıkla karşılık veren Hizbullah'a da düşüyor.

Gerçek şu ki, bu tutumu ile Hizbullah, içindeki birkaç kişinin İsrail'e savaş açma zamanının geldiğine karar verip, binlerce militanı Gazze Şeridi sınırına yönlendirdiğinde ve yüzlerce İsrailli sivil ve askeri öldürdüğünde, arkadaşı Hamas'ın ondan önce yaptığı hatayı tekrarladı. Hamas bugüne kadar ne yaptığı büyük hatayı ne de İsrail siyasi gerçekliğini yanlış yorumladığını itiraf etti. Ne de 1948'de devletin kuruluşundan bu yana tüm İsrail tarihi boyunca oportünizmin taçsız kralı olan Binyamin Netanyahu’ya, Itamar Ben Gvir gibi çılgınların temelini oluşturduğu bir hükümete güvenerek iç sorunlardan kaçmak için altın bir fırsat sunduğunu kabul etti. Hamas, dini sağcı bir grup radikale, yalnızca İzzeddin Kassam Tugayları militanlarını ortadan kaldırma fırsatını değil, aynı zamanda Filistin davasının tamamını zor bir duruma sokma fırsatını da gümüş bir tepside sundu. Bunlar çok iyi biliniyor ve burada tekrarlanmalarının amacı, bize Lübnan'daki mevcut durumun dayandığı temelleri ve bizi buraya getiren süreci hatırlatmaktır. Çevresini dahi savunmada başarısız olan yerel bir aktörün, sorumluluklarından muaf tutulması doğru değil. İster siyasi sınıfı ve 2019'daki çöküşe yol açan uygulamalarını korumasının, ister cumhurbaşkanının seçilmesini engellemesinin, isterse Lübnan'da toplumu ve devleti canlandıracak her şeyi engelleyip, şiddet, tehdit ve suikast dilini yaymasının sonucunda ortaya çıkan durumdaki sorumluluklarını üstlenmeyi reddeden, yetersiz bir tarafın temize çıkarılması yanlıştır. Onu beraat ettirmek, dahası onun yerine sorumluluk üstlenmek ne uygun ne de etiktir.

İnsanları mevcut trajediye sürükleyen taraflardan hesap sorma mekanizmalarının yokluğunda toplumsal dayanışma ve insani yardımlar eksik kalır. Olur da birisi sandığa başvurma çağrısında bulunmak için kendini zorlayacak olursa, Lübnan'daki parlamento seçimlerinin, mezhepçi liderlerin söylemlerini ve silahlarını ebedileştirmeye yönelik festivalden başka bir şey olmadığını söyleyelim.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Lodra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



‘Köprü savaşı’ Sudan'ın başkentini felç etti

Sudan'ın başkentindeki Halfaya Köprüsü yakınlarında dumanlar yükseliyor. (Arşiv-Reuters)
Sudan'ın başkentindeki Halfaya Köprüsü yakınlarında dumanlar yükseliyor. (Arşiv-Reuters)
TT

‘Köprü savaşı’ Sudan'ın başkentini felç etti

Sudan'ın başkentindeki Halfaya Köprüsü yakınlarında dumanlar yükseliyor. (Arşiv-Reuters)
Sudan'ın başkentindeki Halfaya Köprüsü yakınlarında dumanlar yükseliyor. (Arşiv-Reuters)

Sudan'ın başkenti Hartum sakinleri dün (perşembe) adeta ani bir felç durumu yaşadı. Görgü tanıkları ve askeri kaynaklar, ordunun başkenti geri almak için topçu ve hava saldırıları başlattığını ve bunun Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ile arasındaki savaşın başlangıcından bu yana türünün en büyüğü olduğunu bildirdi. Çatışmalar başkentte el-Fatihab, Beyaz Nil ve Halfaya olmak üzere üç stratejik köprü üzerinde yoğunlaştı.

Nisan 2023'te savaşın patlak vermesinden bu yana HDK, askeri alanları da dahil olmak üzere Hartum şehrini tamamen kontrol altına aldı ve şehrin doğusunda bulunan ordu karargahını kuşattı.

Görgü tanıkları, ordunun metropol bölgesini oluşturan üç komşu şehri birbirine bağlayan Nil Nehri üzerindeki köprüleri geçmeye çalıştığı sırada ağır bombardıman ve çatışmaların patlak verdiğini, çatışmanın her iki tarafının da köprülerin kontrolünü ele geçirdiğini iddia ettiğini söyledi.

Şarku’l Avsat’a konuşan bölge sakinleri, ordunun Halfaya ve Şambat bölgelerini yoğun bir şekilde bombaladığını, uçakların ise özellikle Bahri tarafındaki Halfaya Köprüsü'nü çevreleyen çiftlik alanlarında yoğun bir şekilde uçtuğunu söyledi. Sosyal medya platformlarında paylaşılan videolarda, arka plandaki çatışma sesleri arasında başkentin gökyüzünde yükselen siyah dumanlar görülüyor.