Nebil Fehmi
Libya'da başarısız bir devlet, Sudan'da parçalanmış bir devlet, Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da işgal edilmiş ve vahşice hedef alınan bir halk, Suriye'de hizmet vermeyen bir devlet ve topraklarında Türk ve diğer güçlerin devam eden varlığı, Lübnan’da gerilimler var. Irak ise iç zorluklar ve durduramadığı veya budayamadığı dış bölgesel ve yabancı müdahaleler karşısında iyileşmeye çalışıyor. İran-Körfez ilişkilerinde bir miktar iyileşmeye rağmen sınır anlaşmazlıkları devam ediyor. Yemen'deki durum, modern çağın önceki kargaşa ve parçalanma dönemlerinin tekrarı gibi görünüyor.
Bu kadarla sınırlı olmayan ve sadece örnek olarak saydığımız tüm bu vakalar, bir dizi başka konu, sorun ve siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal meydan okumalarla birlikte temel olarak ulus-devletin istikrarına ve egemenliğine yönelik ihlallere odaklanıyor.
Tüm bu tehlikeli ve hassas sorunlar karşısında Arap dünyası etkili politikalar benimseyemiyor ve kendisi için önemli ve dinamik girişimlerde bulunamıyor. Durumu kendi lehine döndürecek, krizleri çözecek ve hatta başkalarının bariz ve sınırsız insanlık dışı ihlallerini durduracak veya caydırıcı olacak kararlı tutumlar benimsemekten çekiniyor. Kahraman Filistin halkının maruz kaldıkları ve kardeş Sudan halkı arasındaki ölüm ve yıkım bunun en yakın örneği.
Güvenirlik bizden, zaman zaman Cezayir, Fas, Mısır, Suudi Arabistan ve diğerleri gibi bazı Arap ülkelerinin bu meselelerin bir kısmındaki kötüleşmeyi durdurma girişimlerine tanık olduğumuzu belirtmeyi gerektiriyor. Ancak somut bir diplomatik başarı elde edemiyor veya siyasi bir çözüme ulaşamıyorlar. Nedeni de sorunları çözmek için gerekli siyasi ağırlığın bulunmaması. Keza başarısız olmaları kimi zaman bir tarafı diğerine tercih etme çabasının bir sonucu olabiliyor. Halbuki mutabakata dayalı ulusal çıkarlardan yola çıkarak çeşitli alanlarda ortak Arap eylemi tercih edilmeli. İş birliği tümü değil de bazı bölgesel Arap taraflar ile sınırlı kalıp, öncelikler zaman zaman farklılık gösterse bile bölgesel koşullar uzlaşmacı çözümlerle güvence altına alınmalı.
Filistin-İsrail çatışmasının merkeziliği göz önüne alındığında, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı'nın “iki devletli çözümü uygulamak için uluslararası bir koalisyon” oluşturma ve ilk toplantısına yakında ev sahipliği yapma yönündeki duyurusuna işaret etmek ve duyduğum memnuniyeti belirtmek isterim. Bundan iki devleti destekleyecek ve bu çözümü doğrudan veya dolaylı olarak engelleyenlerden hesap sorulmasını sağlayacak net kararlar ve birleşik politikaların çıkmasını ümit ettiğimi de söylemek isterim. Bölge dışından olumlu hamleler arasında ise Suudi Arabistan ve İran'ın son anlaşmalarının sponsoru olarak Çin'i seçmeleri yer alıyor. Ancak Arap ülkeleri tarafından daha önce yapılan birkaç başarısız girişimin ardından, Filistinli tarafların Arap olmayan arenalarda buluşmaya ve aralarında resmi bir uzlaşmaya varmaya ihtiyaç duymaları, çok geçmeden geri çekilmeleri konusunda hiç de rahat değildim.
Artık Arap tarafların Ortadoğu'daki bölgesel sorunları çözmeyi başaramadığı, hatta bölgede çoğunluğu oluşturmalarına ve meşru pozisyonlar benimsemelerine rağmen durumu kendi lehlerine çevirmeyi başaramadığı konusunda kendimize karşı dürüst olmamızın zamanı geldi. Bazı Arap ülkelerinin pozisyonlarının çeşitli ve Libya, Sudan, Suriye, İran, Yemen ve Kızıldeniz'in güvenliği de dahil olmak üzere çeşitli alanlarda karşıt olduğu hiç kimse için bir sır değil. Bu da Arap ülkelerinin etkinliğini sınırladı ve Arap kamuoyunda bile uluslararası ve bölgesel olarak Arap siyasi anlayışı hakkında pek çok soruyu ve şüpheyi gündeme getirdi.
Gerçekten de Arapların imajı, özellikle İsrail'in Gazze'deki tehlikeli ve çirkin ihlalleri konusunda etkili tutumlar benimseyememeleri sonucunda ciddi şekilde sarsıldı. Bu İsrail'in kendisi ya da onu destekleyen ABD ve birçok Batılı ülke ile Güney Afrika’nın başını çektiği Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki dava, diğer uluslararası ve hukuki kurumlardaki faaliyetler hakkındaki tutumları için de geçerli.
Yurt dışı gezilerim sırasında birçok kez bana Arapların tutumunun neden zayıf olduğu sorusu soruldu. Arap ülkelerine ziyaretlerim sırasında ise milletimizin gençliğinin, siyasi Arap milleti kavramının artık var olmadığına, yarı bölgesel ilişkilere ya da Ortadoğulu olmayan taraflarla ilişkilere odaklanılmasının daha iyi olacağına dair tekrarlanan acı verici sözlerini defalarca dinledim. Ama bu gelecekte kimlik konusunda tehlikeli kapılar açıyor.
Gerçekten de Arap dünyasının işbirliğine dayalı siyasi anlayışı ciddi ve benzeri görülmemiş bir siyasi bozulmaya tanık oluyor. Şimdi son derece tehlikeli ve zor bir dönemdeyiz; bu dönemde kınama ve eleştiri yahut yalnızca yankı uyandıran ifadeler ve polemiklerle yetinemeyiz. Zira bazıları İran ile imzalanan nükleer anlaşmada olduğu gibi bize danışmayı bile ihmal ediyor, ardından Arapların işgale son verilmesi ve iki devletli çözüm yönündeki devam eden taleplerine onlarca yıldır yanıt vermeyi reddettikten sonra, yalnızca yangınları söndürmek ve durumun daha da kötüleşmesini önlemek için bize başvuruyorlar.
Artık yapılması gereken, hususiyetlere ve ulusal mülahazalara saygı göstererek, bölgesel çıkar ve istikrarı hedefleyerek, çeşitli alanlarda aktif Arap ülkeleri ile ulus-devletleri kapsayan somut iş birliği çabaları aracılığıyla anlaşmazlıkları çözecek, amaçlı ve akıllı hareketler ve girişimlerdir. İş birliğinin amacı bu ülkeler farklı önceliklere sahip olsalar bile uzlaşmacı çözümler etrafında pozisyonlarını ve çıkarlarını uzlaştırmaya çalışmaktır çünkü kısmi başarılar, başarısız çabalardan ve sıfır toplamlı çözümlere dair umutlardan daha faydalıdır.
Dost ülkelerden destek talep etmeye ve ardından sorunlarımıza ilişkin politika ve standartlarındaki ikiyüzlülükleri ile yaşamaya artık razı olmamalıyız. Eylemlerimizin artık amaçlı olması, uluslararası ve bölgesel forumlarda ve dost ülkelerle ikili ilişkiler düzeyinde belirli icraatların talep edilmesi daha iyi ve hatta gerekli.
Libya'da resmi ve gayri resmi dış tarafların desteklediği karşıt iç gruplar arasındaki çatışmanın devam etmesinin ülkeyi bölme tehdidi oluşturduğunu, bunun Akdeniz'den Avrupa'ya kadar batı, doğu, güney ve hatta kuzeydeki tüm komşu ülkelere yansımaları olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, Libya'nın yeniden birleşmesi için uluslararası temsilcilerle birlikte Mısır-Cezayir ortak girişiminde bulunulması, kardeş ülkelerin bazı politikalarının uzlaştırılmasını gerektirse bile, çatışmanın Arap ve uluslararası denetim altında çözülmesine yönelik bir yol haritası geliştirilmesi çağrısında bulunuyorum.
Suudi Arabistan, Mısır ve BAE'yi, askeri olarak çatışan Sudanlı taraflar ve sivil toplum arasında, ülkenin birliğini koruyacak, çatışmaları durduracak, halkının acılarını hafifletecek siyasi ve meşru anlaşmalara ulaşmak için çabalarını buraya yönlendirmeye çağırıyorum. Üç ülke çabalarını, Sudan devletini ve kurumlarını korumak, ancak bir Sudanlı tarafı diğerine karşı güçlendirmeyen uzlaşmacı çözümlere ulaşmak için birleştirmeliler.
Lübnan ve İran'a yönelik saldırıların eşlik ettiği Gazze'deki duruma ve Netanyahu’nun, herhangi bir cephede müzakerelerin savaş örtüsü altında yapılacağı konusundaki ısrarına gelince, Amerikan sağının ve İsrail destekçilerinin dikkatini Harris yerine Trump'ı desteklemeye yöneltene kadar, önümüzdeki ekim ayının son haftalarından önce herhangi bir anlaşmaya varılmayacak.
Araplar, geçici bir süre için olsa bile, İsrail'in Gazze'nin bazı bölgelerini yeniden işgal etmesini resmi veya örtülü olarak kabul ettiklerini yansıtan her türlü tutumu reddetmeliler. Zira güç ve işgal gerçekliği adına meşruiyetin ve uluslararası hukukun temellerinin herhangi bir şekilde ihlali, Filistin-Arap-İsrail barışına ulaşmaya yönelik her türlü çaba için son derece tehlikeli emsaller yaratacaktır. Bu konudaki Arap sesinin kararlı ve kati olması gerekiyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün, İsrail'in Batı Şeria'da operasyon yapma hakkına sahip olduğu yönündeki açıklamalarını büyük endişeyle takip ettim. Zira ABD’nin İsrail’in işgalci bir devlet olduğunu ve yerleşimlerin genişletilmesi ile militarizasyonunu finanse ettiğini tamamen göz ardı ederek, İsrail'in Gazze'de operasyon yapma ve Gazze’den gelebilecek herhangi bir dış saldırıya karşı kendini güvence altına alma hakkına sahip olduğuna dair benzer açıklamaları da olmuştu.
Arap ülkelerinin ayrıca İsrail'in ateşkesi engellemesine karşı açık ve net bir tavır alması da gerekiyor. Dost ülkelerden İsrail'e yönelik çeşitli askeri destekleri durdurmalarını talep etmeli, bunu önlemek için uluslararası ve ulusal forumlarda yasal girişimlerde bulunmalılar.
İsrail'in insani ihlallerinin yabancı mahkemelerde görülmesini teşvik etmeliler, hükümet kurumları veya sivil toplum aracılığıyla uluslararası düzeyde İsrail'in hesap vermesini talep eden sesin tonunu yükseltmeliler.
Araplar, bazı Avrupa Birliği ülkelerinin yaptığına benzer şekilde, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerden işgal altındaki Filistin topraklarından İsrail malları ithal etmekten kaçınmalarını talep etmeliler.
Çabalarımızı destekleyen ve çıkarlarımızı güvence altına alan cesur pozisyonlar, belirli talepler ve belirgin hedeflerle daha aktif, daha net ve daha etkili bir Arap siyasi eyleminin zamanı geldi. Böylece çıkarlarımız göz ardı edilmez, başkaları bize saldırmaz, hareketlerimiz üzerinde herhangi bir şekilde siyasi bir etki oluşmaz, gençlerimiz geleceğe yönelik güvenlerini ve ulusal siyasi umutlarını kaybetmez.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.