Temmuz 2006 - Ekim 2023 ve iki savaş arasındaki gerçek

Eski Lübnan Başbakan Fuad Sinyora (Getty)
Eski Lübnan Başbakan Fuad Sinyora (Getty)
TT

Temmuz 2006 - Ekim 2023 ve iki savaş arasındaki gerçek

Eski Lübnan Başbakan Fuad Sinyora (Getty)
Eski Lübnan Başbakan Fuad Sinyora (Getty)

Lübnan'ın 2006 yılında maruz kaldığı ağır sınav ile 8 Ekim'den bu yana maruz kaldığı sınav karşılaştırıldığında köklerinde birçok benzerliğin yanı sıra, özellikle değişen koşullar ve şartlar nedeniyle aralarında büyük farklılıklar olduğu görülüyor.

Düşman İsrail, 2006 yılının temmuz ayında Hizbullah'ın saldırdığı ve iki İsrail askerinin kaçırıldığı bahanesiyle Lübnan'a askeri saldırı başlattığı anda Bakanlar Kurulu'nu acil toplanmaya ve bu saldırının tehlikelerini ve yansımalarını tartışmaya, ulusal güvenliği korumak, hedef alınan bölgelerin sakinlerinin güvenliğini ve emniyetini sağlamak ve Lübnan'ın güneyinde yaşayanların yerinden edilmesini önlemek için tedbirler almaya çağırdım.

Konuyu Bakanlar Kurulu'nda gündeme getirdim ve hükümet olarak bu askeri operasyon karşısında şaşırdığımızı, önceden haberimiz olmadığını ve bunu onaylamadığımızı açıkça ifade ettim. İsrail'in Lübnan'a, egemenliğine ve Lübnan halkına yönelik saldırganlığını kınadık ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) acil bir şikayette bulunarak ateşkes kararı alınması için talepte bulunduk.

Devlet ile Hizbullah arasındaki mesafe

Hükümet, Lübnan devleti ile Hizbullah arasında net bir mesafe koymayı başararak Lübnan’ın Arap ülkelerine ve uluslararası topluma hitap etmesinin ve Lübnan'a yardım etmek ve direncini güçlendirmek için onlarla iletişim kurmasının yanı sıra İsrail’in işlendiği suçların gölgesinde 12 Temmuz sabahından itibaren kurban rolüne bürünmeye çalışırken asıl kurbanın Lübnan olduğunu göstermesini de sağladı.

O zamandan bu yana, Lübnan devletinin tüm bileşenleriyle ve imkanlarıyla yaşananlardan ve yaşanacakların sonuçlarından sorumlu olmasının yanında Lübnan'ı ve Lübnanlıları koruyacak tüm kararları ve tedbirleri alarak, kararlarının gereklerini yerine getirerek ve yerinden edilen Lübnanlılarla ilgilenerek tüm sorumluluklarını üstlenmesini sağlamaya çalıştım.

ascdv
Temmuz 2006'daki savaşta yerlerinden edilen insanlar ateşkesin ardından bölgelerine geri dönüyor (Getty)

O günden bu yana Hükümet Seraili ulusal bir atölyeye dönüştü ve hükümet üyeleri Lübnan'ı savunmak için tek bir ekip haline geldi. O tarihten bu yana hükümet ulusal bir çalıştaya dönüştü. Hükümet üyeleri Lübnan'ı savunmak, Lübnanlılara temel yaşam unsurlarını sağlamak amacıyla tüm devlet daireleri, imkânları ve kabiliyetlerindeki çabaları seferber etmek ve sivil toplumu da Lübnan'ın savunulmasında üzerlerine düşeni yapmaları için harekete geçirmek için tek vücut oldu.

Yurtdışında ise Lübnan Dışişleri Bakanı ile iş birliği içinde, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreterliğinden kardeş Arap ülkelerinin liderlerine kadar uluslararası üst düzey yetkililerle ve karar alma yetkisine, nüfuza ve uluslararası etkiye sahip dost ülkelerle günlük temaslar yoğunlaştırıldı. BMGK’dan öncelikli talebimiz ateşkes kararı alınmasıydı.

O dönemde düşman İsrail, Lübnan'a saldırmaya devam etti. Altyapıyı ve tesisleri hedef alarak köprüleri, yolları, okulları ve köy ve ilçelerdeki binaları tahrip etti. Hükümet, Lübnan'ın çektiği acıları ve maruz kaldığı tehlikeleri kınamak ve durdurmak üzere dünyayı ve uluslararası örgütleri harekete geçirmeye çalıştı.

Yedi maddelik plan

O dönemde, Lübnan'a yönelik savaşın durdurulması ve İsrail’in saldırganlığının sona erdirilmesi amacıyla Lübnan için çözüm formülleri geliştirmek ve bunları ülke liderlerinin ve BMGK’nın önüne koymak için Cumhurbaşkanı'nın huzurunda ve aktif katılımıyla Bakanlar Kurulu ile birlikte inisiyatif aldım. Hükümet, Roma Konferansı’nda sunduğum ve BMGK tarafından uluslararası ateşkes kararının alınmasındaki yapı taşlarının bir parçası olarak kabul edilen yedi maddelik planı onayladı.

xcrgb
Eski Başbakan Fuad Sinyora 2006 yılında Almanya'nın UNIFIL'e katılımı konusunda anlaşmak üzere Almanya Başbakanı Angela Merkel ile bir araya geldi (Getty)

BMGK 1701 sayılı kararı kabul edildi, savaş durdu ve yerinden edilen kişiler 14 Ağustos 2006 tarihi itibariyle evlerine ve köylerine geri döndü. Lübnan hükümetinin tüm kardeş ve dost ülkeleriyle ilişkilerinde tesis ettiği güven temelinde başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap ülkeleri ve dost ülkeler tarafından sağlanan cömert yardımlar sayesinde altyapının ve hasar görmüş ve yıkılmış binaların yeniden inşası en üst düzeyde verimlilik, güvenilirlik, etkinlik ve hızla gerçekleştirildi. Böylece Lübnan bir kez daha yükseliş ve refah içindeki günlerine geri döndü. Arap dünyasındaki ve uluslararası arenadaki eski rolünü yeniden üstlendi. Lübnan, 2007-2010 yılları arasında dört yıl üst üste modern tarihinin en yüksek büyüme oranını yakaladı ve ödemeler dengesinde büyük bir yıllık fazla elde etmeyi başardı. Ayrıca Merkez Bankası'ndaki toplam döviz rezervlerinde büyük bir pozitif fazla elde etti. Lübnan'ın kamu borcunun gayri safi yurtiçi hasılasına (GSYİH) oranında önemli bir denebilecek nispi bir azalma kaydedildi.

Dayanağı olmayan meydanların birliği teorisine

Öte yandan 8 Ekim 2023'te yaşananlar, Hizbullah'ın, Lübnan'ın işgal altındaki Filistin topraklarına bitişik olan güney sınırında bir cephe açmak için Lübnan'daki meşru makamların bilgisi dışında, tek taraflı olarak, Lübnan'ın o dönemde ve halen içinde bulunduğu son derece zorlu koşulları göz önünde bulundurulmaksızın kendi sorumluluğunda gerçekleştirdiği, meydanların birliği teorisine dayanan girişiminin bir sonucuydu.

Ertesi sabah, 8 Ekim 2023 tarihinde, Lübnan'ın aşağıdaki hususları yerine getiremeyeceğini ve bu askeri savaşa sürüklenemeyeceğini vurgulayan bir açıklama yayınladım ve başlıca beş neden sıraladım. Bunlar; ulusal ve siyasi kriz, cumhurbaşkanının seçilememesi, sorumlu bir hükümetin kurulamaması, boğucu ekonomik kriz, Suriyeli mülteci krizi, Arap ülkeleriyle yakın ilişkilerin sekteye uğraması, 2006 yılında kendisini koruyan Arap ülkeleri ve uluslararası toplumun oluşturduğu güvenlik ağının olmaması ve Lübnanlıların çoğunun böyle bir askeri müdahaleyi desteklememesi ve buna sempati duymamalarıydı.

Şimdi BMGK’nın 1701 sayılı kararı gerektiği gibi uygulanmamış ve BM ile BMGK, Lübnan ve Filistin sorunuyla ilgili tüm uluslararası kararların gerektiği gibi uygulanmasını sağlama konusundaki rollerini yerine getirmemiştir. Oysa İsrail, bölgede adil ve kalıcı bir barış arayışında olmadığını, uluslararası hukuku, uluslararası meşruiyeti ve insan haklarını tanımadığını, Gazze ve Batı Şeria'daki yok etme, öldürme ve yıkım suçlarında ısrar ettiğini kanıtlamıştır. Bugün de yeniden Lübnan'a saldırarak sivilleri öldürüyor, güvende olanları yerlerinden ediyor, konutları ve tesisleri yıkıyor ve barışçıl insanları avlamak için modern teknolojinin nimetlerinden yararlanıyor.

Kahramanlarını arayan ulusal bir rol

Şimdi Lübnan'ı İsrail’in saldırganlığının boyunduruğundan kurtarmak için erişebileceğimiz pencereler açısından artık ne durumda olduğumuzu öğrendiğimize göre Lübnan'ın artık büyük bir ulusal role sahip olduğuna inanıyorum. Lübnan, cumhurbaşkanının yokluğunda kahramanlarını arıyor. Bana göre bu kahramanlar, yasama organı meclisin başı olarak Meclis Başkanı Nebih Berri ve geçici hükümetin başı olarak Başbakan Necip Mikati'dir. Berri ve Mikati, çaba göstererek ve kendilerini adayarak bu rolün ve bu kahramanlığın şerefini ve ödülünü kazanmalılar. Tüm yetkililer ve Lübnan'ı kurtarmaya isteyen herkes, aşağıdaki altı hususu benimseyerek onlara yardımcı olmak için inisiyatif almalılar. İşte o altı husus:

1- Milli bir görev olarak tüm Lübnanlılar, dayanışma ve birlik içinde olmalı, birlik ve ulusal kardeşlik temelinde hareket etmeliler. Lübnan halkı, İsrail'in tüm Lübnan'ı ve Lübnan’ın yapısını hedef alan bu acımasız saldırısını, galibi ya da mağlubu olmayacak şekilde uyumlu ve etkileşimli unsurlarıyla birlikte esefle karşılamalı ve kınamalı.

xcvdf
Mikati, Berri ve Canbolat çarşamba günü Ayn et-Tineh'te bir araya geldiler (EPA)

2- Lübnan için çözümler, Taif Anlaşması ve Lübnan Anayasası’nın doğru ve eksiksiz uygulanmasına, Lübnan devletine ve onun tek ve münhasır otoritesine, egemen kararına ve vatanı ve ulusal egemenliği koruma sorumluluğuna, halkına karşı ve onların güvenlik ve istikrarını sağlamadaki sorumluluğuna bağlılığına yönelik ulusal çözümlerden başkası olamaz ve olmamalı da.

3- Düşmanlık tüm Lübnan'ı ve tüm Lübnanlıları etkilediğinden ve hiç kimse kendi siyasi tutumunu desteklemek ya da çıkar elde etmek için İsrail’in düşmanlığını desteklemediğinden Lübnan devletinin dizginleri geri alması ve sorumluluğunu yeniden üstlenmesi gerektiği düşüncesine odaklanılmalı. Bunun için Lübnanlıların birbirini kucaklaması ve tek kaygılarının ülkelerini kurtarmak ve ulusal bekasını, Lübnanlıların birlik ve beraberliğini ve geleceklerini tehdit eden bu derinleşen ve tehlikeli krizden çıkarmak olması için fikirbirliğine dayalı bir ulusal duruş sergilemeleri gerekiyor.

4- BMGK’ya Lübnan'da derhal ateşkes sağlanması için bir karar çıkarması ve tüm tarafların 1701 sayılı kararı tam olarak ve derhal uygulamaları, ilgili tüm uluslararası kararlara saygı duymaları ve uluslararası barışın ve güvenliğin korunmasındaki sorumluluklarını üstlenmeleri çağrısında bulunulmalı.

5- Meclis Başkanı, Lübnan devletini ve Lübnan halkını tehdit eden tehlikeleri görüşmek üzere, Lübnan’ın bekasını koruyacak, Lübnan Anayasası’na saygı gösterecek ve Lübnan'ın birliğini ve toprak bütünlüğünü muhafaza edecek şekilde Meclis'i toplamalı. Ayrıca herhangi bir gecikme olmaksızın, Lübnanlıları, 1701 sayılı kararı tam olarak uygulayacak sorumlu bir hükümet kurmak üzere bir araya getirebilecek, Lübnan'ın sağlığını ve egemenliğini yeniden tesis etmek ve Lübnan'ın bağımsızlığını, egemenliğini, özgürlüğünü, kalkınmasını ve istikrarını korumada Lübnan devletinin tam rolünü geliştirmek için çalışacak yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi için çağrıda bulunmalı.

6- Kan kardeşi ve aynı kimliği taşıyanlar olarak tüm Arap kardeşlerimiz ve Arap Devletleri Ligi (AL) ülkelerinin yanı sıra tüm dost ülkeler ve uluslararası insani yardım kuruluşlarıyla birlikte, yerlerinden edilmiş, şehirlerinden ve köylerinden koparılmış insanların ve Lübnan halkının onurunu korumanın yanı sıra yerlerinden edilenlerin derhal ve acilen şehirlerine ve köylerine dönmelerinin sağlanması, yıkılan ve hasar gören yerlerin yeniden inşası için gerekli mekanizmaların devreye sokulması ve gerekli fonların tahsis edilmesi ve acil tüm yardımların ulaştırılması için çalışılmalı.

Bu yeni sınav, Lübnan'ın 2006 yılında yaşadıklarından hiçbir ders çıkarmadığını, ateş gücü, hava, teknoloji ve istihbarat üstünlüğünü ve sınırsız uluslararası desteğini ölüm ve yıkım için kullanan düşman İsrail’in her türlü saldırısına açık olduğunu kanıtladı. İsrail, hala Lübnanlılar arasında bölünme ve çekişme yaratma üzerine bahis oynuyor, ama Allah'ın izniyle bu asla gerçekleşmeyecek. İsrail, Lübnanlılar arasına bölünme ve çekişme yaratmak amacıyla sonuncusu Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'a düzenlenen suikast olmak üzere, katliamlar ve suikastlar yapmaktan çekinmiyor.

Bugün Lübnan ve tüm dünya bir sınavla karşı karşıya. BM ve BMGK doğru olan için ayağa kalkacak mı? Lübnanlılar tüm güçleriyle ülkelerinin ve kendilerinin şerefi ve güvenli bir ülkede yaşama hakkını savunmak ve İsrail'e gerçeğin, insanlığın ve insan haklarına saygının anlamı konusunda bir ders vermek için inisiyatif alacak mı?!



İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği saldırıda 6 kişi yaralandı

Lübnan'ın güneyindeki Nebatiye kentinin yakınlarında Hizbullah mevzilerini hedef aldığı iddia edilen İsrail hava saldırılarından dumanlar yükseliyor (Arşiv- DPA)
Lübnan'ın güneyindeki Nebatiye kentinin yakınlarında Hizbullah mevzilerini hedef aldığı iddia edilen İsrail hava saldırılarından dumanlar yükseliyor (Arşiv- DPA)
TT

İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği saldırıda 6 kişi yaralandı

Lübnan'ın güneyindeki Nebatiye kentinin yakınlarında Hizbullah mevzilerini hedef aldığı iddia edilen İsrail hava saldırılarından dumanlar yükseliyor (Arşiv- DPA)
Lübnan'ın güneyindeki Nebatiye kentinin yakınlarında Hizbullah mevzilerini hedef aldığı iddia edilen İsrail hava saldırılarından dumanlar yükseliyor (Arşiv- DPA)

Lübnan Halk Sağlığı Bakanlığı dün akşamı yaptığı açıklamada, İsrail'in ülkenin güneyinde düzenlediği bir dizi hava saldırısının ilk etapta altı vatandaşın yaralanmasına yol açtığını duyurdu.

Ulusal Haber Ajansı’nda (NNA) yer alan açıklamada Bakanlık, Sayda ilçesine bağlı Benaful kasabası ve Nebatiye ilçesine bağlı Ensar kasabasına düzenlenen hava saldırılarında yaralıların bulunduğunu belirtti.

Ajans, İsrail savaş uçaklarının dün akşam onlarca füze kullanarak "şiddetli bir hava saldırısı" gerçekleştirdiğini ve Ensar, Sina ve Basfur kasabaları arasındaki Basfur Vadisi'ni hedef aldığını bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın NNA’dan aktardığına göre füzeler, "tüm güney bölgelerinde yankılanan ve vatandaşlar arasında panik ve gerginliğe yol açan muazzam bir patlamaya" neden oldu.

Güney Lübnan'a düzenlenen İsrail hava saldırısı (Arşiv- Reuters)

Güney Lübnan'a düzenlenen İsrail hava saldırısı (Arşiv- Reuters)

İsrail ordusu kısa bir süre önce, Sina Çiftliği bölgesindeki Hizbullah altyapısına ve Güney Lübnan'daki faaliyetlerini gizlemek için kullandığını iddia ettiği "Sınır Tanımayan Yeşiller" (GWB) örgütüne saldırdığını duyurdu.

İsrail, geçen yıl Kasım ayında Hizbullah ile imzalanan ateşkes anlaşmasına rağmen Lübnan'daki bölgelere hava saldırılar düzenlemeye devam ediyor.


Batı Şeria'da İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu bir çocuk ve bir genç hayatını kaybetti

 Batı Şeria'daki Nablus'ta bir İsrail askeri (AFP)
Batı Şeria'daki Nablus'ta bir İsrail askeri (AFP)
TT

Batı Şeria'da İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu bir çocuk ve bir genç hayatını kaybetti

 Batı Şeria'daki Nablus'ta bir İsrail askeri (AFP)
Batı Şeria'daki Nablus'ta bir İsrail askeri (AFP)

Filistin Sağlık Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Batı Şeria'da İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu bir Filistinli çocuk ve bir gencin hayatını kaybettiğini bildirdi.

Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığına göre açıklamada, 11 yaşındaki Muhammed Behcet el-Hallak adlı çocuğun "El Halil'in güneyindeki el-Rihiye kasabasında işgal askerleri tarafından pelvisine isabet eden bir kurşunla şehit düştüğü" belirtildi.

Bakanlık, günün ilerleyen saatlerinde yaptığı açıklamada, 20 yaşındaki Mehdi Ahmed Kamil adlı bir gencin Kabatiye beldesinde İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu hayatını kaybettiğini duyurdu.

İsrail ordusu yaptığı açıklamada, "Kısa bir süre önce, İsrail Ordusu’nun Kabatiye'de düzenlediği askeri operasyon sırasında bir terörist askerlere patlayıcı attı" denildi.

 Açıklamada ayrıca, "Askerler ateşle karşılık vererek teröristi öldürdü. İsrail Kuvvetleri'nin Kabatiye beldesine düzenlediği baskında herhangi bir can kaybı bildirilmedi" ifadeleri yer aldı.

İsrail Ordusu’nun Kabatiye beldesine düzenlediği baskında genç adamın ölümüne dair Filistin tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı.

İsrail ordusu ise çocuğun ölümüyle ilgili henüz bir açıklama yapmadı.

Filistin Haber ve Enformasyon Ajansı (WAFA), "işgal güçlerinin, El-Halil'in güneyindeki El-Rihiye Kız Ortaokulu'nun oyun alanında futbol oynayan bir grup çocuğa ateş açtığını" bildirdi.


Trump'ın anlaşmaları gerçek bir barışa mı, yoksa yeni zorluklara mı gebe?

TT

Trump'ın anlaşmaları gerçek bir barışa mı, yoksa yeni zorluklara mı gebe?

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla

Abdullah Faysal Âl Rabah

Son bir haftadır tüm dünyada yoğun bir diplomasi yaşanıyor. ABD Başkanı Donald Trump, on yıllardır ABD için geçerli olan geleneksel anlamda ‘dünyanın polisi’ ya da ‘diplomatik arabulucusu’ olarak değil, jeopolitik değişimleri, cesurca fırsatları değerlendirecek birini bekleyen bazı büyük anlaşmalar olarak gören bir iş adamı ve gayrimenkul geliştiricisi olarak Ortadoğu'da ABD'nin rolünü yeniden tanımladı.

Trump, 13 Ekim 2025'te iki hızlı ziyaret gerçekleştirdi. İlki Tel Aviv'e yaptığı ziyaretti ve yaklaşık dört saat sürdü. İsrail parlamentosu Knesset'te tarihi bir konuşma yaptı. Ayrıca kendisine İsrail Başkanlık Madalyası verileceği sözü verildi. Diğer ziyaretini ise Mısır’ın tatil beldesi Şarm eş-Şeyh'e gerçekleştirdi. Trump burada bazı uluslararası liderlerin katıldığı uluslararası barış zirvesine ev sahipliği yaptı.

O günün yoğun programı, sadece bazı geçici siyasi olaylar olarak değil, kuralları çiğnemeye dayalı bir metodoloji benimseyen dış politikada ‘Trump Doktrini’ olarak adlandırılabilecek bir durumun canlı bir gösterimi olarak değerlendirilebilir. Bu doktrin, yavaş geleneksel süreçleri atlayarak, tarihsel veya sosyal bağlamın karmaşıklığına bakılmaksızın somut ve acil sonuçlara odaklanıyor.

Destekçileri tarafından cesur pragmatizm, eleştirenleri tarafından ise çatışmanın köklerini görmezden gelen basit bir yaklaşım olarak tanımlanan bu yaklaşım, Trump’ın kişiliği ve inşa etmeye çalıştığı siyasi mirasın ötesine geçen önemli bir soruyu, yani “Bu politika tarafından şekillendirilen Ortadoğu'nun doğası nedir ve anlaşma diplomasisi altında bölgesel istikrar için gelecek senaryoları nelerdir?” sorusunu gündeme getiriyor. Bu doktrini ve potansiyel etkilerini analiz etmeyi, yaklaşımını ayrıştırmayı, altında yatan motivasyonları anlamayı ve tarihinin her döneminde gelecekteki çatışmaların tohumlarını taşıyan bir bölgede başarı olasılığını değerlendirmeyi gerektirir.

Şarm eş-Şeyh'teki zirve olumlu olmakla birlikte, pragmatik ve ateşkes anlaşmasının sağlanmasına yönelikti.

Trump Doktrini: Anlaşma adamı metodolojisinin ayrıştırılması

Trump'ın Ortadoğu politikalarının gelecekteki etkisini anlamak için, öncelikle hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partili önceki ABD yönetimlerinin radikal bir şekilde farklı olan yaklaşımını analiz etmeliyiz. ABD şu an Ortadoğu’da, bir ABD başkanının veya partisinin dış politika uygulamalarını değil, Trump'ın kendi kişiliğinin bir uzantısı olan uygulamaları kullanıyor. Kökleri Washington diplomasisinin sakin koridorlarından ziyade, New York iş dünyasının acımasız ortamına dayanıyor. Bu doktrin, son ziyaretinde açıkça görülen birkaç sac ayağı üzerine inşa edilmiş durumda.

Bu sac ayaklarının birincisi uluslararası ilişkilerin kişiselleştirilmesi ve kurumların atlanmasına dayanıyor. Trump’ın Tel Aviv'deki konuşmanın ‘dostlara ve ortaklara’ hitap etmesi ve İsrailli liderlerle olan şahsi ilişkisine defalarca atıfta bulunması bu durumu açıkça gösterdi. Bu samimi üslup, siyasi çıkarların ötesinde, karşılıklı güven ve sadakate dayalı kişisel bağlara dayanan organik bir ittifak izlenimi yaratıyor.

rt
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te Şarm eş-Şeyh'te düzenlenen Gazze konulu zirvede imzaladığı belgeyi gösterirken (AFP)

Öte yandan Şarm eş-Şeyh'teki liderlerle olan etkileşimler olumlu olmakla birlikte pragmatik ve ateşkes anlaşmasının sağlanmasına odaklanmıştı. Bu ikili yaklaşım kendiliğinden ortaya çıkan bir durum değil, Trump’ın dünyayı, hızlı başarıya engel olarak gördüğü dışişleri bakanlıkları ve bürokratik kurumları atlayarak, her ülkenin başkanı ile ayrı ayrı yönetilebilecek bir dizi ikili ilişki olarak görmesini yansıtıyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İkinci sac ayağı, siyaset ve ideoloji dilinden ziyade ekonomi ve maddi faydalar diline öncelik verilmesi üzerine kurulu. Trump, Knesset'te yaptığı konuşmada güvenlik ve ittifaklar hakkında konuşmakla yetinmeyip Gazze'yi komşu ülkeler tarafından finanse edilen, gelişen bir ekonomi merkezine dönüştürme düşüncesini açarak “İnsanlar rahat ve huzur içinde yaşayabilecekler. Gerçekten muhteşem bir şey gerçekleştireceğiz” dedi. Bu konuşma, ekonomik refah ve büyük projelerin çözümsüz siyasi sorunları çözebileceğine inanan bir gayrimenkul geliştiricisinin zihniyetini yansıtıyor. Açıkça üstü kapalı bir anlaşma sunan Trump, barış ve istikrar karşılığında kalkınma ve yatırım, silahsızlanma karşılığında Gazzeliler için iş imkânlarına işaret etti. Bu mantığa göre yüzeysel çekiciliğine rağmen, çatışmanın özünü oluşturan ideolojik, kimliksel ve tarihsel boyutları büyük ölçüde göz ardı ediyor ve çatışmanın diğer tüm unsurlarını ihmal etmesine rağmen, insanların ulusal özlemlerinin maddi refahla tatmin edilebilecek, tamamen ekonomik varlıklar olduğu varsayılıyor!

Suudi Arabistan’ın tutumu, Washington’ın bıraktığı boşluğun bölgeden kaynaklanan girişimler ve politikalarla doldurulması gerektiğinin farkına varan büyük bölgesel güçler arasında artan stratejik olgunluğu yansıtıyor.

Üçüncü sac ayağı, baskı uygulamak ve yeni bir gerçeklik yaratmak için hız ve ivmeyi bir araç olarak kullanılması olarak öne çıkıyor. İsrail'e yapılan dört saatlik ziyaretin baskısı ve Şarm eş-Şeyh’teki uluslararası zirveye ani geçiş, çözümlerin kaçınılmaz olduğu ve olayların hızlandığı izlenimini yaratarak, tüm tarafları masadaki önerileri kabul etmeye psikolojik ve siyasi baskı altına almayı amaçlıyordu. Bu, iş dünyasında iyi bilinen bir müzakere taktiğidir. Yani rakipleri hızlı kararlar almaya zorlamak için yapay bir zaman krizi yaratılır. Bu yaklaşım taktiksel atılımlar sağlayabilir, ancak karşılığında uzun vadeli sürdürülebilirlik için gerekli olan derin konsensüs ve halk desteğinden yoksun, kırılgan anlaşmalar ortaya çıkabilir.

ABD’nin hesaplanmış boşluğu ve bölgesel stratejilerin doğuşu

Trump'ın doktrini birdenbire ortaya çıkmadı. Aksine Trump'tan önce başlayan ancak onun döneminde hız kazanan, ABD'nin büyük stratejisindeki daha geniş bir değişime, ‘küresel polis’ rolünü sona erdirmek ve ‘Önce Amerika’ sloganı altında ABD'nin çıkarlarına odaklanmaya denk geliyor. Ortadoğu'daki doğrudan askeri taahhütlerden kademeli olarak çekilme, göreceli bir güç boşluğu yaratarak bölgesel güçleri stratejilerini ve ittifaklarını radikal bir şekilde yeniden değerlendirmeye sevk ediyor. Bu karmaşık bağlamda, Şarm eş-Şeyh zirvesine etkili liderlerin katılmamasının etkileri anlaşılabilir. Bu katılım, ABD’nin girişiminin reddi veya ilişkilerdeki gerginliğin kanıtı olarak yorumlanmamalı, daha çok büyük bir hassasiyet ve derinlik içeren diplomatik bir mesaj olarak görülmeli. Bu mesaj, Arap ve İslam dünyasının lideri ve ‘Vizyon 2030’ gibi iddialı projesini gerçekleştirmeye çalışan küresel bir ekonomik güç olan Suudi Arabistan'ın, başkaları tarafından tasarlanan bir projede sadece takipçi olmayacağı anlamına geliyor. Daha önce yine Al Majalla'da yayınlanan bir makalemde açıkladığım gibi, Riyad barışçıl girişimleri memnuniyetle karşılayıp istikrarı arzulasa da eylemlerini öncelikle ulusal güvenlik çıkarlarını garanti altına alan ve ardından Filistin meselesine adil ve sürdürülebilir bir çözümü nihai düzenlemelerin merkezine yerleştiren kapsamlı bir yaklaşım çerçevesinde yürütüyor. Suudi Arabistan'ın herhangi bir yeni barış projesine katılımının karşılığında onun ağırlığı ve merkezi rolüyle orantılı bir bedel ödenmesi gerekir, ancak bu bedel henüz müzakere masasına konulmadı.

dfrgt
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, iki devletli çözümü desteklemek amacıyla Fransa ve Suudi Arabistan tarafından ortaklaşa düzenlenen BM Genel Kurul toplantısında tokalaşırken, 22 Eylül 2025 (AFP)

Suudi Arabistan’ın bu tutumu, Washington’ın bıraktığı boşluğun bölgeden kaynaklanan girişimler ve politikalarla doldurulması gerektiğinin farkına varan büyük bölgesel güçlerin artan stratejik olgunluğunu yansıtıyor. Bu ülkeler artık ABD politikalarının sadece alıcıları değil, kendi koşullarını belirleyen, çıkarlarını tanımlayan ve kırmızı çizgilerini açıkça çizen aktif aktörler haline geldi. Reaktif bölgesel siyaset dönemi geride kalmış ve tamamen ulusal çıkarlara dayalı proaktif eylem dönemi başladı.

Trump Doktrini’nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, ticaret anlaşmaları mantığına kolayca dahil edilemeyen taraflarla başa çıkması olacak.

Gerçeklik karşısında Abraham Anlaşmaları modeli

Abraham (İbrahim) Anlaşmaları, Trump'ın Ortadoğu projesinin temel taşını oluşturuyor. Bu model, ‘barış için barış’ mantığına dayanıyor. İsrail ile Arap ülkeleri arasında paylaşılan ekonomik, teknolojik ve güvenlik avantajlarına odaklanırken, Filistin meselesini daha sonra aşılabilecek veya çözülebilecek bir engel olarak erteletiyor yahut ötekileştiriyor. Bu model, bu anlaşmaları ekonomilerini modernize etmek ve ortak İran tehdidi karşısında güvenliklerini güçlendirmek için bir fırsat olarak gören Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi ülkelerle tarihi anlaşmaların imzalanmasında başarılı oldu. Ancak bu model şu anda en zorlu sınavıyla, yani daha fazla ülkeyi kapsama sınavıyla karşı karşıya.

Karşılaştığı ilk zorluk, halkın karşı çıkması ve geçmişin hafızası. Hükümetler stratejik düşüncelerle diplomatik anlaşmalar peşinde koşarken, Filistin davasına duygusal ve sembolik olarak bağlı kalan Arap kamuoyuyla arasında büyük bir uçurum bulunuyor. Bu sosyal ve kültürel boyutu dikkate almayan herhangi bir barış, yönetici elitlerle sınırlı ve gelecekteki herhangi bir siyasi krizde aksiliklere açık, soğuk bir barış olarak kalacak. Sürdürülebilir barış, yalnızca ekonomik anlaşmalarla değil, sosyal kabul ve tarihi uzlaşı ile inşa edilir, zira Suudi Arabistan'ın tutumunun özünü de bu oluşturuyor.

d
Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zeyani, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump ve BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid en-Nahyan, Washington’da Abraham Anlaşmaları'nın imza töreninde, 15 Eylül 2020 (AFP)

Stratejik açıdan en önemli olan ikinci zorluk, Suudi Arabistan'ın tutumu. Yukarıda belirtildiği gibi, Suudi Arabistan mevcut şartlar altında Abraham Anlaşmaları modeli ile yola devam etmeyi reddediyor. Riyad'ın Tel Aviv ile olası herhangi bir diplomatik anlaşmayı Filistin meselesinde ilerleme kaydedilmesiyle ilişkilendirme konusundaki ısrarı, yalnızca taktiksel bir tutum veya tarihsel bir nezaket değil, Filistinlilerin haklarının yok edilmesi üzerine sürdürülebilir bir bölgesel barışın kurulamayacağına dair derin bir anlayışın sonucudur. Zira Abraham Anlaşmaları modelini bölgeye dayatmaya çalışmak, bölünmeleri çözmekten ziyade derinleştirmeye yol açacak ve ‘direniş ekseninin’ yanı sıra Abraham Anlaşmaları ekseni ile geleneksel eksen arasında bölünmüş bir Ortadoğu'nun ortaya çıkmasına neden olabilir.

Herkesin memnun edilmesi ikilemi

Trump Doktrini’nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, ticaret anlaşmaları mantığına kolayca dahil edilemeyen taraflarla başa çıkması olacak. Söz konusu tarafların başında tüm kesimleriyle Filistinliler geliyor. Esasen siyasi ve ulusal bir soruna ekonomik çözümler sunmak, başarısız olduğu kanıtlanmış geçmiş hataların tekrarıdır. Ramallah’daki Filistin Yönetimi'nden Gazze'deki diğer güçlere kadar çeşitli Filistinli gruplar, yöntemleri ve ideolojileri bakımından farklılık gösterebilirler, ancak devlet, egemenlik ve Doğu Kudüs ile ilgili taleplerinin özünde hemfikirler. Bu taleplerin ötesine geçen herhangi bir proje, Filistinlilerin birleşik reddiyle karşılaşacak ve bu da barışı eksik ve uygulanamaz hale getirir. Çatışmanın bu merkezi tarafını görmezden gelmek, ana ortaklardan birinin rızası olmadan ticari bir sözleşme imzalamakla eşdeğer.

Ortadoğu'nun geleceği sadece Donald Trump tarafından belirlenmeyecek, ancak onun alışılmadık yaklaşımı, bölge liderlerini aradıkları barışın niteliği hakkında zor sorular sormaya zorluyor.

Denklemin diğer tarafında ise İran'ın liderliğindeki direniş ekseni yer alıyor. Direniş ekseni, çatışmayı ekonomik veya müzakereci bir bakış açısıyla değil, ideolojik ve varoluşsal bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Trump’ın İran’a karşı güçlü bir bölgesel ittifak kurma stratejisi, yeni bir güç dengesi yaratmada başarılı olabilir, ancak aynı zamanda kutuplaşmayı pekiştirir ve doğrudan çatışma riskini artırır. Trump’ın aradığı barış, esasen bu yeni ittifakın tarafları arasında bir barış, tüm bölgeyle bir barış demek değil. Böylece, eski bir çatışma (Arap-İsrail) yerini (Abraham Anlaşmalarını imzalayan ılımlılık ekseni ile direniş ekseni arasında) yeni ve daha tehlikeli bir çatışmaya bırakabilir. Bu da bir çözüm değil, ancak bölgedeki fay hatlarının yeniden düzenlenmesi anlamına gelir. Başka bir deyişle, iki karşıt tarafın yeniden yapılandırılmasına dayalı olarak bir çatışma başka bir çatışmanın yerini alır!

Peki, ya sonra?

Sonuç olarak, Trump’ın diplomasi, Ortadoğu’da yüzeyin altında halihazırda meydana gelen derin değişimlerin güçlü bir katalizörü ve ortaya çıkaranı olarak işlev görüyor. Sonuç olarak, Trump’ın diplomasi, Ortadoğu'da yüzeyin altında halihazırda meydana gelen derin değişimlerin güçlü bir katalizörü ve ortaya çıkaranı olarak işlev görüyor. Bir zamanlar düşman olarak görülen ülkeler arasındaki yakınlaşmanın hızını artırıyor ve herkese, pozisyonlarını her zamankinden daha açık ve net bir şekilde tanımlamaları için hem yumuşak hem de sert baskı uyguluyor. Akışkanlık ve hızlı değişimle birlikte ortaya çıkan bu yeni ortamda, bölgedeki büyük güçlerin rolleri daha net hale geliyor.

Suudi Arabistan: Manevi, ekonomik ve siyasi ağırlığıyla, realpolitik merkezli yeni bir aşamaya öncülük ederek, bölgedeki istikrar ve ılımlılığın kilit kutbu olarak rolünü pekiştiriyor. Bu liderlik rolü, ABD’nin taleplerine veya uluslararası baskıya bir yanıt değil, bölgenin çıkarlarını ön planda tutan ve tüm tarafları saygı duyan kapsamlı bir bölgesel vizyona dayalı gerçek bir istikrarın inşa edilmesinde ısrarcı bir tutumdur. Suudi Arabistan'ın bu politikası, barışa karşı sorumlu bir açıklık ile Arap ve İslam değerlerinin korunması arasında dikkatli bir dengeye dayanıyor.

Mısır: Tarihi ve kilit rolü nedeniyle, Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki silahlı çatışmayı çözmeye yönelik her türlü müzakerede bölgenin istikrarının temel taşı ve dayanağı olan Mısır, realpolitik temelinde aynı yaklaşımı izliyor. Kapsamlı çözümleri destekleyen Mısır, hızlı bölgesel dönüşümler ortamında barışın gerekliliklerini ulusal ve vatanseverlik ilkelerinin korunmasıyla dengeliyor.

Türkiye: Batı ile ilişkilerini, İslam dünyasındaki çıkarlarını ve yükselen bir bölgesel güç olarak hedeflerini dengelemeye çalışarak karmaşık ve pragmatik rolünü sürdürmesi beklenen Türkiye, nüfuzunu artırmak için yeni düzenlemelerden yararlanmaya çalışacaktır. Türkiye ayrıca çıkarları doğrultusunda yapıcı veya zorlaştırıcı rol oynayabilir.

İran: Kendisini daha organize ve kararlı bir koalisyonla karşı karşıya bulacak. Ancak bu durum onu üzerine basılıp geçilemeyeceğini kanıtlamak için vekilleri aracılığıyla gerilimi tırmandırmaya itebilir ya da nispeten zayıf bir konumdan yeni müzakere yolları aramaya zorlayabilir.

gthy
Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona ermesini talep eden ve Fas ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini protesto eden bir protesto yürüyüşü sırasında başkent Rabat'taki 5. Muhammed Caddesi'nde Filistin bayrakları ve pankartlar taşıyan protestocular, 5 Ekim 2025 (AFP)

Ortadoğu'nun geleceği sadece Donald Trump tarafından belirlenmeyecek olsa da onun alışılmadık yaklaşımı, bölge liderlerini aradıkları barışın niteliği ve kurmak istedikleri bölgesel düzenin şekli hakkında zor sorular sormaya zorluyor. Sonuç, Trump'ın vaat ettiği kapsamlı barış olmayabilir, daha ziyade jeopolitik haritanın yeniden şekillenmesi ve yeni esnek ittifaklar ve daha net ideolojik fay hatları ile yeni çok kutuplu bir bölgesel düzenin doğuşu olabilir. Bu, ortak çıkarlar temelinde gerçek bir istikrara ya da sallantılı temeller ve kırılgan güç dengeleri üzerine kurulu anlaşmaların beslediği yeni bir çatışma döngüsüne yol açabilecek tarihi bir dönüm noktasıdır. Burada “Eski araçlarla yeni bir Ortadoğu'yu şekillendiren bir projeye mi tanık oluyoruz?” sorusu gündeme geliyor.