İsrail, Suriye’nin sahil kesimi vurdu: 36 sivil yaralandı

İsrail’in Şam yakınlarındaki Mezze Hava Üssü’ne düzenlediği hava saldırısı sonucu tahrip olan bir hava savunma sistemi (AFP)
İsrail’in Şam yakınlarındaki Mezze Hava Üssü’ne düzenlediği hava saldırısı sonucu tahrip olan bir hava savunma sistemi (AFP)
TT

İsrail, Suriye’nin sahil kesimi vurdu: 36 sivil yaralandı

İsrail’in Şam yakınlarındaki Mezze Hava Üssü’ne düzenlediği hava saldırısı sonucu tahrip olan bir hava savunma sistemi (AFP)
İsrail’in Şam yakınlarındaki Mezze Hava Üssü’ne düzenlediği hava saldırısı sonucu tahrip olan bir hava savunma sistemi (AFP)

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) pazartesi akşamı, İsrail tarafından düzenlenen hava saldırılarının Suriye’nin sahil kesimi yakınlarındaki birçok askeri bölgeyi hedef aldığını ve 36 sivilin yaralandığını bildirdi.

SOHR, İsrail’in Tartus şehrine düzenlediği hava saldırılarını, bölgede 2012 yılından bu yana gerçekleşen ‘en şiddetli saldırılar’ olarak nitelendirdi. Silah depolarının bombalanması sonucu art arda meydana gelen patlamalarda sivillerin yaralandığını aktaran SOHR’a göre saldırılar, İsrail’in düzenlediği hava saldırıları nedeniyle kısmen kapanan Dreykiş-Tartus yolu üzerinde bulunan Bimelike köyündeki sivillerin evlerinde ve mülklerinde büyük hasara neden oldu.

İsrail savaş uçaklarının dün Suriye’nin sahil kesimindeki stratejik noktalara 18 hava saldırısı düzenlediğini aktaran SOHR’a göre saldırılarda 23. Hava Savunma Tugayı ve Harisun köyü yakınlarındaki askeri karargâhının yanı sıra İsgable Taburu, Dehr el-Belutiye, Harab bölgesi, Marsahin ve Dreykiş yakınlarındaki iki bölge hedef alındı.

Saldırılarda ayrıca Bimelike köyü yakınlarındaki karadan karaya füze depoları ve hava savunma sistemleri, Suriye toprakları içindeki Akkar Ovası'ndaki mevziler ve Tartus kırsalındaki Zama bölgesinde bulunan 107 numaralı kışladaki füze üsleri de vuruldu. Hedef alınan silah depolarından karadan karaya füzelerin infilak etmesi sonucu Tartus'ta şiddetli patlamalar meydana geldi ve saldırılar büyük maddi hasara yol açtı. İsrail, Masyaf bölgesini de hedef aldı.

İsrail'in 8 Aralık’ta Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Suriye topraklarına düzenlediği hava saldırılarının sayısının 473'e ulaştığını vurgulayan SOHR, bu saldırıların tamamının, İsrail'in Suriye'nin tüm silah stokunu yok etme hedefi çerçevesinde havaalanları, radarlar, hava savunma sistemleri, silah ve füze depoları ve diğer birçok askeri tesis de dahil olmak üzere eski rejimin ordusuna ait askeri hedeflere yönelik olduğunu ifade etti.



Esed'in devrilmesinden bu yana kazananlar ve kaybedenler

Şam Üniversitesi kampüsü yakınındaki kalabalık bir gösteri sırasında öğrenciler cumhurbaşkanı Hafız Esed'in düşürülen heykelini yerde sürüklüyorlar, 15 Aralık 2024 (AFP)
Şam Üniversitesi kampüsü yakınındaki kalabalık bir gösteri sırasında öğrenciler cumhurbaşkanı Hafız Esed'in düşürülen heykelini yerde sürüklüyorlar, 15 Aralık 2024 (AFP)
TT

Esed'in devrilmesinden bu yana kazananlar ve kaybedenler

Şam Üniversitesi kampüsü yakınındaki kalabalık bir gösteri sırasında öğrenciler cumhurbaşkanı Hafız Esed'in düşürülen heykelini yerde sürüklüyorlar, 15 Aralık 2024 (AFP)
Şam Üniversitesi kampüsü yakınındaki kalabalık bir gösteri sırasında öğrenciler cumhurbaşkanı Hafız Esed'in düşürülen heykelini yerde sürüklüyorlar, 15 Aralık 2024 (AFP)

Mustaf Feki

Son aylarda Batı Asya'daki ülkelerin ağırlıklarındaki kazanç ve kayıp hesaplarına dair bir okuma, dikkatle okunması gereken göstergeler veriyor. Olayların hızlı olduğunu ve takip edilemediğini kabul etsem de, olup biteni anlayıp ona göre bazı tahminler oluşturabilmemiz için bu göstergeleri okumalıyız. Ama dediğimiz gibi, sahada siyaset ve operasyonel sahneler medyacıların, diplomatların ve hatta müzakerecilerin yazılarından ve beklentilerinden çok daha hızlı ilerliyor.

Batı Asya bölgesinin genelinde yaşananlar, çok büyük değişimlerle, bir aşamadan diğerine radikal bir geçişle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Karşımızdaki olaylar korkutucu ve tuhaf bir bağlamda ve olanlardan kimin kazançlı çıktığını, kimin zarara uğradığını şu anda tam olarak ayırt edemiyoruz. Çünkü öykünün bölümleri henüz tamamlanmadı ve perde henüz kapanmadı. Yine de görünen görüşler ve son sahneler, bölgedeki güç dengesinin dikkatle okunmasını ve üzerinde düşünülmesini gerektiriyor. Burada birkaç tarafı birbirinden ayırmalıyız. Bunlar bir yanda ABD'nin, diğer yanda Rusya Federasyonu'nun sponsorluğu, takibi ve desteği altında İran, Türkiye, ardından Araplar ve İsrail’dir.

Şimdi bu sahnenin tamamına ve bahsettiğimiz farklı durumlardaki değişimlere bakalım.

 Birincisi, bana göre İran ya da en azından rejimi son zamanlarda siyasi, askeri ve medya düzeyinde açık ve net kayıplar yaşadı. Zira Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenler öncelikle Tahran'ın başına da gelmiş sayılır. Lübnan devletinin son aylarda yaşadığı zor durum, İran'ın bölgedeki ağırlığına olumsuz bir katkı olarak değerlendiriliyor. Hizbullah, İran’ın İsrail ile çatışmasında ve doğrudan mücadelesinde en büyük vekili ve en önemli aracıydı. Ama Hizbullah, Hamas Hareketi’nin lideri ve kendisini Tahran'a yakın gören, ona sadık olan İsmail Heniyye'nin İran'da öldürülmesinin ardından, lideri Hasan Nasrallah ve bazı arkadaşlarının öldürülmesiyle zirveye ulaşan saldırılara maruz kaldı. Ardından tamamı İran'ın politikalarına inanmayan, ancak Tahran'ın, İsrail'in son dönemde elde ettiği geçici kazanımlara karşı olduğunun ve öyle olmaya devam ettiğinin farkında olan bir bölgede, hüzünlü nağmeler arasında şehit kervanları birbirini takip etti.

Hiç şüphe yok ki İran'ın Ortadoğu politikasının yaşadığı en büyük kayıp, kendisi için Hizbullah'tan da önemli olan en önemli müttefikinin kaybıdır. Bununla Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından İran’a bağlı vekiller sırasından ayrılan Suriye devletini ve sonrasında bölgede yaşanan dramatik dönüşümleri kastediyorum. Şam'daki Esed rejiminin hızla çökmesi ve kendisinin Rusya Federasyonu'na iltica etmesi ile Tahran'ın büyük bir darbe aldığı aşikar. Suriye'nin yönetimi altında inlediği ve genel olarak Arap bedenini kalbinden vuran bu Alevi hanedanının iktidarı yarım asırdan fazla sürdü. İdlib ve çevresindeki örgüt ve milislerden gelen yeni devrimcilerin kimlikleri ise halen araştırılıyor ve inceleniyor. Bu örgütlerin gençleri arasında radikal bir değişimin mi gerçekleştiği, onları Arapçılık ve birleşik Suriye devletine bağlılık bayrağı altında birleştirip, Muaviye döneminden beri benimsenen birlik ve istikrar sloganlarını benimsemelerini mi sağladığı doğrulanmaya çalışılıyor. Muaviye, Büyük Şam’ın karakterini ve Suriye'nin bölgesel statüsünü belirleyen Emevi devleti yönetimi altında monarşi temelinde bir yönetimin temellerini atmıştı. İran’a dönecek olursak, Şah yönetiminin devrilmesinden ve Mollaların iktidara gelmesinden bu yana bir benzerine tanık olmadığı güçlü bir kasırgayla karşı karşıya olduğuna inanıyorum.

İkincisi, son dönemdeki gelişmelerin en büyük kazananlarından birinin de Türkiye olduğuna şüphe yok. Kendisiyle anlaşamayan Esed rejimini devirmeyi başardığı için zaman alsa da Şam'daki iktidarın anahtarlarını elinde bulunduran taraf haline geldi. Böylece Tahran'ın kaybettiğini Ankara otomatik olarak kazandı. Burada bir Arap devletinin de Türklere karşı verdiği savaşı kaybettiğini aklımızda tutmalıyız. Her ne kadar özellikle devrilmesinin ardından skandallarının, mahkumlara karşı işlediği suçların ve güvenlik teşkilatlarının uzmanlaştığı işkence biçimlerinin medyada yayılmasından sonra, Esed rejiminin kendisine üzülmeyi hak etmediğine inanmamıza rağmen, bunu da unutmamalıyız. Esed rejiminin bu skandalları ve suçları Şam’ın yüzünde üzücü izler bıraktı ve neyin yaklaşmakta olduğuna dair siyasi tahminde bulunmayı zorlaştırdı. Zira insani olguların tamamı belirli matematiksel hesaplamalara tabi olmayıp, kesin olarak ölçülemeyen insan unsuruyla ilgili olduğundan, siyaset, öncülleri yakın ve uzak geleceğin doğru tahmin edilmesine mutlaka izin vermeyen bir sosyal bilim dalıdır.

Hiç şüphe yok ki, Recep Tayyip Erdoğan'ın kişiliği ona siyasi pozisyonlarda net bir esneklik sağlıyor ve onu her zaman alenen dillendirmediği ilke ve sloganlara bağlı kalmaktan muaf tutuyor. Türkiye, Arap-İsrail çatışması hadiselerine ilişkin tutumuyla Araplarla tarihi hesaplarını her zaman görüyor. Ankara, görünürde Filistinlilerin açık bir destekçisi ancak aynı zamanda İsrail devletiyle de düzenli bağları bulunuyor. Dolayısıyla son dönemde kendisini dahil olmaktan muaf tutamayacağımız bu olaylarda Türkiye'nin en büyük kazanan olduğunu iddia ediyorum. Çünkü sonuç olarak örgütlerden kurtuldu ya da kurtulma yolunda ilerliyor. Ayrıca Ankara'nın artık her yerde bir ayağı var ve bu da Türk rejiminin bir numaralı düşmanı PKK’yı dizginlemesine imkan tanıyor.

Üçüncüsü, İsrail, tüm ırkçı ve saldırgan yöntemleriyle ve cezasız kalan sayısız suçuyla, şüphesiz bölgenin en büyük kazananıdır. Gazze ve Lübnan'daki savaşlardan devasa kazanımlar, büyük kazançlar elde etti.  Buna ilaveten, şüpheli koşullar altında ve açıklaması olmayan sebeplerle Suriye askeri makinesini imha ediyor. Esed rejiminin devrilmesiyle birlikte İsrail otomatik olarak harekete geçerek Suriye'nin askeri yapısını havadan, karadan ve denizden kapsamlı bir şekilde yok etti. İsrail hiçbir fırsatı kaçırmıyor ve Arap komşularını yok etmek ve Filistin davasını tasfiye etmek için var gücüyle çabalayarak her fırsatı değerlendiriyor. İşte  Başbakanı Netanyahu’nun nasıl istediği gibi davrandığını, İsrail için başardıklarıyla övündüğünü, Yahudi devletinin Ortadoğu'da ağırlık merkezi haline gelmesi için bölge haritasını yeniden çizdiğini vurguladığını görüyoruz.

Dördüncü olarak, Rusya Federasyonu ve Amerika Birleşik Devletleri'ne baktığımızda, Moskova'nın Beşşar Esed rejimini kaybetmenin neden olduğu büyük kaybının farkında olduğunu dahası kendisine kalanları korumak için çok çalıştığını görüyoruz. Koşullar ne olursa olsun, Moskova için en önemli öncelik olan Rusya-Ukrayna savaşında bir tırmanma yaşanması ihtimaline dair işaretlerin olduğu bir dönemde, Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Lazkiye ve Tartus bölgelerindeki iki deniz üssü için pazarlık ve takas yaptığını görüyoruz.

ABD'ye gelince, istediğimizi söyleyebiliriz; Beyaz Saray sanki tuhaf fikirleriyle ve sonuçlarının tahmin edilmesi veya incelenmesi zor olan anormal politikalarıyla yeni efendisini karşılamaya hazırlanıyormuş gibi. Ancak kesin olan, geleceğin geçmişten daha kötü olduğu ve Arapların bölgede zor bir aşamanın eşiğinde olduğudur. Mısır ve Suudi Arabistan öncülüğünde, Irak, Ürdün, Katar, BAE ve hatta tüm Körfez ve Arap Maşrık ülkelerinin katılımıyla dayanışmaya ihtiyacımız var. Çünkü bu, Arap dünyasının kalbinde, merkez üssünde olduğu, bazen temkinli bir iyimserlikle, bazen de köklü bir karamsarlıkla geleceğe baktığımız, çok hassas bir bölgede, ölüm kalım arasındaki son mücadele. Olayları gözlemleyelim ve sahneyi yakından takip edelim!

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.