Sabit olan oyundur, değişken olansa denklemlerdir

İran, Suriye'deki yeni rejimin ve onun Türk ve Amerikalı sponsorunun yoluna diken ve kaos ekmeden yenilgiyi kabul etmeyecektir

Suriye'nin bağımsızlık bayrağı başkent Şam'ın üzerinde rüzgarda dalgalanıyor (AFP)
Suriye'nin bağımsızlık bayrağı başkent Şam'ın üzerinde rüzgarda dalgalanıyor (AFP)
TT

Sabit olan oyundur, değişken olansa denklemlerdir

Suriye'nin bağımsızlık bayrağı başkent Şam'ın üzerinde rüzgarda dalgalanıyor (AFP)
Suriye'nin bağımsızlık bayrağı başkent Şam'ın üzerinde rüzgarda dalgalanıyor (AFP)

Refik Huri

İranlı-Amerikalı analist Karim Sadjadpour, İran Şahının Kral Faysal bin Abdulaziz Al-Suud'a bir mektup göndererek onu “Suudi Arabistan'da liberalizmi benimsemeye” davet ettiğini, Kral Faysal’ın da cevap olarak gönderdiği mektubunda: “Halkınızın yüzde 90'ının Müslüman olduğunu size hatırlatmalı mıyım Majesteleri?” diye yanıt verdiğini anlatıyor. Merhum Suudi Arabistan Kralı örneğini takip ederek “Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesi” çağrısında bulunanlara iki gerçeği hatırlatabiliriz; birincisi bölge halkları istenilen her şekli alabilecek bir hamur değildir. İkincisi, büyük güçler ya da orta bölgesel güçler arasındaki hiçbir taraf, Ortadoğu'yu tek başına yeniden şekillendiremez.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Gazze ve Lübnan savaşları sonucunda “Ortadoğu'yu yeniden şekillendirdiğini” defalarca söylemesi kibir egzersizlerinden başka bir şey değildir.  Aynı şey, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye rejiminin devrilmesinin ardından bölgeyi kendisine uygun olacak şekilde değiştirme telaşı için de geçerli olabilir. Zira ne Suriye'deki yeni yönetim, kendi ölçülerine göre bir Ortadoğu inşa etmesi için yeterli ne de iki kez “yeni Ortadoğu” kurmaya çalışan ABD başarısızlıktan ders aldı. İslam Cumhuriyeti'nin bölgeyi yönetme hırsı da bölgedeki olayların doğasına aykırı bir girişimden başka bir şey değildi. Nitekim İran dört Arap başkentini yönetmekle övündükten sonra olaylar, bunlardan ikisinde istikrarlı görünen koşulları yerle bir etti.

İngiltere merkezli The Economist dergisinin yıllık sayısında söylediği gibi “savaşın Ortadoğu'yu şekillendirmeye devam edeceği” doğru. ABD'deki NIT Teknoloji Enstitüsü'nden profesör Eric Lin Greenberg'a göre “savaşların tesadüfi olaylar olmadığı” da doğru. Ancak büyük değişimlerin yalnızca çoğu gücü kapsayan büyük savaşlar ile meydana geldiği de doğru. Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri, Osmanlı İmparatorluğu’nu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu ve Almanya'yı yendikten sonra Ortadoğu'yu, Balkanlar'ı ve Türkiye'yi yeniden şekillendirmişlerdi. İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri, Avrupa'yı yeniden şekillendiren, Ortadoğu ülkelerinin bağımsızlığını tanıyan ve Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasına giden yolu tasarlayanlardı.

Geçtiğimiz yıllarda Ortadoğu'da bölgesel güvenlik sistemini belirleyen üç bölgesel güç olan İran, İsrail ve Türkiye arasındaki rekabetin hakim olduğu izlenimi oluştu. Ancak bu, temel gerçeklerle çelişiyor; bunlardan ilki, bölgesel rekabetin bölgesel düzene değil, krizlere ve kaosa giden yol olduğudur. İkincisi, Arap dünyası bu tarafların bir oyun alanıymış ve kendisi bir oyuncu değilmiş ya da oyuncu rolünü üstlenmeye hazır değilmiş gibi davranmak büyük bir hatadır. Çünkü Arap oyuncu bir ölçüde rolünü yeniden kazandı ve hiçbir şey onu önemli bir rol oynamaktan alıkoyamaz. Üçüncüsü, büyük güçler yani ABD, Rusya ve Çin, bölgesel güçlere kendi meselelerini düzenlemek için alan tanımaktadır ancak  savaşları ve anlaşmaları ile Ortadoğu'yu yönetme konusunda onları yalnız bırakmayacaklardır.

Suriye rejiminin yıkılmasından sonraki yeni faktör, Gazze ve Lübnan'daki vekilleri üzerinden ağır darbeler alan ve önemli Suriye coğrafyasını kaybeden İranlı oyuncunun, Türk ve İsrailli oyunculara hareket özgürlüğü tanınması ve Arap oyuncunun daha fazla öne çıkması ile zayıflatılmasıdır. Türkiye, denizdeki zenginliğinden pay almaya göz dikmiş bir halde Suriye'de karada genişliyor. Çevresinde yani Libya, Sudan ve Kuzey Irak'ta oynadıktan sonra şimdi Arap coğrafyasının kalbinde oynamaya başladı.

Yeni Osmanlıcılık söyleminin hızla geri dönmesi de şaşırtıcı değil. İsrail de, Filistin'in göbeğinde oynuyor, Suriye'ye doğru genişliyor ve Suriye ordusunun stratejik silahlarını imha ediyor. Lübnan'daki savaşını taksitli bir şekilde sürdürüyor ve İran'ı genel bölgesel oyunun dışında bırakma konusunda ABD Başkanı Donald Trump'a güveniyor. Ancak birincisi ABD, ikincisi Rusya açısından oyunun sınırları kontrolsüz değil. Washington, Ankara'nın kendisini ya Türkiye ya da Kürtler şeklinde belirli bir tercih ile karşı karşıya bırakmasını kabul etmeyecektir. Moskova, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov aracılığıyla Türkiye'nin “güvenlik çıkarlarını” Suriye'nin birliğini ve toprak bütünlüğünü koruma çerçevesine oturtması gerektiğini söyledi. Her ne kadar yeni Suriye'de önemli bir payı olsa da Türkiye eninde sonunda her şeye sahip olamayacağını anlayacaktır. Aynı şekilde İsrail, Suriye'de bir devlet olmadığı bahanesiyle işgal ettiği topraklardan sonunda çekilip, Golan'da 1974 anlaşması ile çizilen hatta geri dönmeye mahkumdur.

Ancak Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden sonra değişen şeyin denklemler olduğunu, rekabet ve çatışmaya dayalı oyununsa sabit kaldığını herkes biliyor. İran, kaybettiğini geri kazanmaya çalışmadan ya da en azından Suriye'deki yeni rejimin, Türk ve Amerikan sponsorunun yoluna dikenler ve kaoslar ekmeden yenilgiyi kabullenmeyecektir. Suriye'de hiçbir şey kolay değil. Rejimi buharlaşıp yok olmuş gibi gösteren gizemli saatlerde yaşananların ardından ilk günlerde kolay gibi görünen şey, şimdi böyle kalmayacağını gösteriyor. Bunu sadece Tahran, İran projesinin çöküşünün bir parçası olan Suriye rejiminin devrilmesine katkıda bulunan herkesi cezalandırmakla tehdit ettiği için değil, aynı zamanda Suriye'deki durumun karmaşıklığı ve Irak'ta yapılan, bir boşluk aşamasında, zorlayıcı ekonomik ve güvenlik koşulları altında ordunun dağıtılması hatasının tekrarlanması nedeniyle söylüyoruz. Fırtınalara, kaosa, çetelerin eylemlerine karşı kesin güvence, Suriye çeşitliliği üzerine bir devlet inşa etmektir.

Geçmişte Cahiz şöyle demişti: “Hataların kökü zulümdür.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Libya'nın Zaviye kentinde UBH tarafından düzenlenen askeri operasyonun arkasında ne var?

Zaviye şehrine giden askeri araçlar (Libya Savunma Bakanlığı'na bağlı Batı Sahili Askeri Bölgesi Komutanlığı)
Zaviye şehrine giden askeri araçlar (Libya Savunma Bakanlığı'na bağlı Batı Sahili Askeri Bölgesi Komutanlığı)
TT

Libya'nın Zaviye kentinde UBH tarafından düzenlenen askeri operasyonun arkasında ne var?

Zaviye şehrine giden askeri araçlar (Libya Savunma Bakanlığı'na bağlı Batı Sahili Askeri Bölgesi Komutanlığı)
Zaviye şehrine giden askeri araçlar (Libya Savunma Bakanlığı'na bağlı Batı Sahili Askeri Bölgesi Komutanlığı)

Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) tarafından Libya'nın batısındaki Zaviye kentinde başlatılan ve insansız hava araçlarıyla (İHA) desteklenen askeri operasyonun üçüncü günü, başlatılma nedenleri ve gerçekten ‘akaryakıt ve insan kaçakçılarının inlerini’ hedef alıp almadığı konusunda soru işaretlerine yol açtı.

Askeri analistlerin bu operasyonun hedeflerine ilişkin değerlendirmeleri, vatandaşların endişeleri arasında farklılık gösterirken, bazıları başkent Trablus'un batı kıyısı haritasına hâkim olan ‘akaryakıt kaçakçılığı ve uyuşturucu ticareti yapan silahlı oluşumlar ve çetelerle mücadele etmeyi’ amaçladığı yönündeki resmi versiyonu destekledi. Buna karşılık başka bir grup ise operasyonu, bu bölgedeki askeri grupların Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu'na (LUO) sadık olduğuna inanıldığı gerçeği ışığında ‘nüfuz haritasını yeniden çizmek’ için siyasi bir kılıf olarak gördü.

Dibeybe hükümetinin ‘yılan avı’ olarak adlandırdığı operasyona yönelik yaygın medya ilgisinin ortasında, Libya Savunma Bakanlığı'na bağlı Batı Sahili Askeri Bölgesi Komutanlığı Komutanı Korgeneral Salah en-Nemruş'un, Mayıs 2023'te başlayıp aşiretlerin arabuluculuğunda bir uzlaşmayla sona eren önceki operasyonu anımsatan bir sahnede, ‘suç yuvaları’ olarak tanımladığı yerleri vurmak için Zaviye'den operasyon başlatma emri vermesi gözlemciler için dikkat çekiciydi.

Askeri kaynaklara göre Zaviye'deki operasyonda çok sayıda sığınak ortadan kaldırılırken ölen ya da yaralanan olmadı. Libya eski Savunma Bakanı Muhammed el-Bergusi, ‘Dibeybe hükümetinin akaryakıt kaçakçılığı ve insan ticaretini engellemek ve çete liderlerini tutuklamak için yeni bir girişimde bulunduğunu’ düşünüyor.

El-Bergusi Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, ‘Libya'nın en büyük petrol rafinerisinin kentte bulunduğunu ve silahlı milislerin kentte geniş bir alana yayıldığını, ayrıca kentin insan kaçakçılığı ve deniz yoluyla yapılan kaçakçılıkla ünlü Zuvare kentine yakın olduğunu’ söyledi.

Daha önce yayınlanan bir Birleşmiş Milletler (BM) raporunda Zaviye, ‘Zuvare, Sabratha ve Verşafane dahil olmak üzere başkent Trablus'un batısındaki kıyı bölgesine hâkim olan bir dizi organize suç şebekesi için önemli bir merkez’ olarak tanımlamıştı.

BM'nin 2023 raporunda kentteki çeşitli silahlı oluşumlar tanımlanırken, Petrol Tesisleri Muhafızları şefi Muhammed el-Emin Keşlaf ve Dibeybe ile yakın ilişkisi olan ve el-Far olarak bilinen Muhammed Bahrun, ‘Batı Libya'daki akaryakıt kaçakçılığı ağının kilit isimleri’ olarak geçiyor.

dfvgb
Zaviye'de uyuşturucu kaçakçılığı yapıldığı düşünülen bir dükkana giren askeri araç (Libya Savunma Bakanlığı'na bağlı Batı Sahili Askeri Bölgesi Komutanlığı)

Diğer yandan, Temsilciler Meclisi (TM) üyesi Ali Ebu Zureybe ve Zaviye'deki İstikrar Destek Gücü’ne liderlik eden ve sahil yolunun kontrolünde el-Far ile rekabet eden kardeşi Hasan’a açıkça atıfta bulunan BM raporuna göre Ebu Zureybe grubu ve müttefiklerinin etkisi öne çıkıyor. Raporda, el-Far'ın, silahlı bir oluşumun lideri olan ve ‘el-Bidca’ olarak bilinen Abdurrahman Milad'ı öldürmekle suçlandıktan sonra Libya'dan kaçtığı bildirildi.

El-Bergusi, ‘Zaviye'nin bir çelişkiler kaynağı olduğu’ paradoksuna dikkat çekti. Silahlı oluşumların çoğalmasının yanı sıra, Zaviye aynı zamanda ordudaki eski askerlerin bölgesi, subayları için önemli bir kale ve 2011'de Kaddafi rejimiyle safları ayıran ilk şehirlerden biriydi.

Birleşik Krallık merkezli Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü'nde Libya meseleleri uzmanı olan Celal Harşavi, Zaviye operasyonunun ‘tam zamanlamasının silahlı gruplara önceden bildirilmesinden sonra başlatıldığını’ belirtti. Harşavi bu durumun ‘güvenilirliklerini önemli ölçüde zedelediğini’ söyledi. Ona göre bu, ‘milislerin etki alanlarının yeniden konumlandırılması’ anlamına geliyor.

Ancak analistler, özellikle Dibeybe'nin Hafter'in batıdaki müttefiklerini hedef alacağı spekülasyonları arasında, bu operasyonun sakinleşme çabaları ve ülke liderleri arasında genel seçimlere yol açacak bir çözüm ve siyasi uzlaşı bulma girişimleri üzerindeki etkilerinden duydukları korkuyu gizlemiyor.

En-Nemruş, korkuları yatıştırmak amacıyla, ileri gelenler, uzmanlar, sivil toplum aktivistleri ve Batı Bölgesi milletvekilleriyle (TM ve Devlet Yüksek Konseyi (DYK) üyeleri) yaptığı toplantıda ‘bu askeri operasyonun arkasında hiçbir siyasi amaç olmadığına’ dair güvence verdi.

Şarku’l Avsat'a açıklamalarda bulunan Libyalı askeri analist Muhammed et-Tarhuni, uyuşturucu satıcılarının hedef alınmasını ‘siyasi bir sürecin güvenlik kılıfı’ olarak nitelendirdi. Olan biteni ‘UBH’ye bağlılık borcu olmayanlara boyun eğdirme operasyonu’ olarak tanımlayan et-Tarhuni, özellikle ülkenin doğusundaki LUO’ya sadık olduğuna inanılan ‘Ali ve Hasan Ebu Zureybe kardeşlere’ işaret etti. Bu iki isim, Libya'nın doğusundaki hükümetin içişleri bakanı İsam Ebu Zureybe'nin kardeşleridir.

Et-Tarhuni, operasyonun amacının ‘batı kıyısında bir yeşil bölge kurmak için UBH’nin muhaliflerini tasfiye etmek ya da belki de tırnaklarını kesmek’ olduğunu göz ardı etmedi ve geçen eylül ayında başkent Trablus'un batısında ‘el-Bidca'nın bilinmeyen silahlı kişiler tarafından tasfiye edilmesi’ emsaline işaret etti.

İki bakış açısı arasında Zaviye operasyonuna ilişkin açıklamalar, bazılarının bakış açısına göre, özellikle Hafter güçlerinin Ubari kentinde UBH Savunma Bakanlığı'na ait karargahları kontrol altına almasından kısa bir süre sonra gerçekleştiği ve Dibeybe hükümetinin ‘2020'de imzalanan ateşkes anlaşmasının ihlali’ olarak görüldüğü için, Dibeybe ve Hafter grupları arasında ‘entrikadan yoksun olmayan bir güç gösterisi’ olarak kalıyor.

Ayrıca Dibeybe'nin hamleleri, Hafter güçlerinin Sebha askeri bölgesinin savunma sektörlerini güvence altına alma ve güneydeki tüm sektörleri tek bir askeri odaya bağlama hamleleriyle eş zamanlı olarak gerçekleşti.

Libya'da iki hükümet iktidar için mücadele ediyor: Birincisi başkent Trablus'ta bulunan Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki UBH. İkincisi ise TM tarafından görevlendirilen ve Usame Hammad tarafından yönetilen, Mareşal Halife Hafter liderliğindeki LUO tarafından desteklenen Libya İstikrar Hükümeti (LİH).