Araplar için kim daha tehlikeli: İran mı yoksa Müslüman Kardeşler mi?

Arap başkentleri, tarihsel düzeyde iki tehdidi paralel olarak görüyor; çünkü her iki taraf da, birbiri ile savaşsa bile, tek hedefe yönelik uzun vadeli bir stratejiyi gizliyor

Her iki akım birbirine karşı olsa da, Arap ve İslam dünyasında ulus-devlete inanan, modernite ilkesini savunan Arap Müslümanlar ile karşı karşıya geldikten sonra dayanışmaya başladılar (Sosyal paylaşım siteleri)
Her iki akım birbirine karşı olsa da, Arap ve İslam dünyasında ulus-devlete inanan, modernite ilkesini savunan Arap Müslümanlar ile karşı karşıya geldikten sonra dayanışmaya başladılar (Sosyal paylaşım siteleri)
TT

Araplar için kim daha tehlikeli: İran mı yoksa Müslüman Kardeşler mi?

Her iki akım birbirine karşı olsa da, Arap ve İslam dünyasında ulus-devlete inanan, modernite ilkesini savunan Arap Müslümanlar ile karşı karşıya geldikten sonra dayanışmaya başladılar (Sosyal paylaşım siteleri)
Her iki akım birbirine karşı olsa da, Arap ve İslam dünyasında ulus-devlete inanan, modernite ilkesini savunan Arap Müslümanlar ile karşı karşıya geldikten sonra dayanışmaya başladılar (Sosyal paylaşım siteleri)

Velid Fares

Genel olarak Ortadoğu ve özel olarak Arap dünyası, Arap ülkelerini yutan iki akımla boğuşurken, gözlemciler henüz medyada yer almayan ancak geleceği bilmeye yönelik raporları, analizleri ve incelemeleri dolduran merkezi bir analiz sorusuna odaklanıyor. Bu soruyu tek bir cümleyle özetlemek mümkün: “Arap dünyası ve özellikle Arap koalisyonu etrafında toplanan ılımlılar için en tehlikeli olan nedir?  İslam Cumhuriyeti hâlâ en büyük tehlike mi, yoksa Heyet Tahrir el-Şam Hareketi ve Müslüman Kardeşler (İhvan) kökenli hareketlerden onu destekleyen güçlerin ilerleyişi mi daha tehlikeli?

Bu gerçekten büyük bir soru ve cevabı kolay değil, çünkü İslamcılar ve diğerleri ve hatta kendileri arasındaki denklemlerin içinde yer alan her taraf, bir yandan hangi gücün bölgesel istikrarı tehdit edeceği, diğer yandan İslami hareketin kendi içinde kimin istikrar sağlayıcı bir güce dönüşmesi gerektiği konusunda farklı görüşlere sahipler.

İran ile Müslüman Kardeşler arasındaki bölgesel düzeydeki fark ile ilgili ilk ve temel soru, bu İslami güçlerin genel olarak nereye doğru ilerlediğidir. İdeolojik düzeyde mezhepçi görünüyorlar, yani İhvan ve Tekfirciler “cihatçı” olarak tanımlanan İslami hareketlerden geliyorlar ve nihayetinde yeniden halifeliği deklare etmeye çalıştıklarını iddia ediyorlar. Humeyni rejimi ile Arap dünyasında ona bağlı milisler arasındaki eksen de -ki hakkında çok şey yazdık- Sünni İslami hareketlerle paralel veya dengeli bir çağrıda bulunuyor. Bu iki akımı tanımlayanlar sanki ilk görünür ölçüye, yani bu kişilerin Şii ve Sünni çevrelere mensup olmalarına dayanmışlar. Gerçekte ise bunlar arasındaki fark mezhepsel farklılıklardan daha derin. Humeyniciler sadece karşı taraf ile mücadelede dini bir doktrin benimseme çağrısında bulunmuyorlar, aynı zamanda sahada uygulama yöntemi açısından da onlardan ayrışıyorlar. Onlar İslami projeyi İmamcı vizyona bağlı Humeynici yönü ile tesis etme yolunu benimsiyorlar. Sünni hilafet projesiyse İhvancı veya Tekfirci derinliğe odaklanır.

İki akım her ne kadar birbirine karşı olsa da, Arap ve İslam dünyasında ulus-devlete inanan, modernite ilkesini savunan Arap Müslümanlar ile karşı karşıya geldikten sonra dayanışmaya başladılar. İran ile Müslüman Kardeşler arasındaki bakış açısı ve geleceğe dair vizyondaki bu farklılık, pratikte bundan sonraki aşamaları anlamak için kullanılan ölçüdür. İki taraf da uzun süre mücadele edebilir, zira her iki akım da diğerinden ayrı olarak kendi imparatorluğunu kurmak istiyor - ki  meselenin can alıcı noktası da bu - ancak çabalarını birleştirmenin en iyi yol olduğuna karar verdiklerini ve değerlendirdiklerini anlamak gerekir.

Bu çatışma bölgedeki Arap İslam ülkelerini en zor ve karmaşık seçeneklerle, yani iki bloktan hangisinin ılımlılığa diğerinden önce tehdit oluşturacağını bilmeye çalışmakla karşı karşıya bırakıyor. Burada belli bir bakış açısına sahip olabiliriz, ancak bundan önce şunu belirtmeliyiz ki, ılımlılık kampı genel olarak iki akımı da kışkırtmama yöntemini benimsiyor. Bu nedenle, çatışmalara rağmen bölgede bu ülkelerin doğrudan ya da dolaylı olarak İran bloğuyla ya da Müslüman Kardeşler bloğuyla ilişkilerin iyi ve normal olduğunu deklare etmeleri siyasi bir gelenek oldu.

Denklemin derinliklerinde, Arap başkentleri, otorite merkezleri ve araştırma merkezleri, özellikle Batı dünyası İslamcıların hırslarıyla yüzleşmede yer almadığında, her zaman sorunları çözme, radikal güçlerle çatışmaya sürüklenmelerini engellemek için Filistin davası gibi davaların arkasında birleşme isteklerini beyan ettiler. Çünkü çatışma patlak verirse Arap dünyasına sadece felaketler ve krizler getirir, hayaller yıkılır. Bu nedenle doğrudan bir çatışma olmadığı sürece Arap başkentlerinde İslami hareketlere ilişkin algılar duymuyoruz. Buradaki soru; Arap ülkeleri için İran-Humeyni ekseni mi daha tehlikelidir yoksa Arap toplumları için bir kardeş tehlikesi olsa bile Maşrık’tan Kuzey Afrika'ya kadar en uzak ve en derin tehlike İhvancı milisler midir?

Arap başkentleri tarihsel düzeyde bu iki tehdidi paralel olarak görüyor. Birbiri ile savaşsa da her iki kampın da hedefi, tek hedefe yönelik uzun vadeli bir stratejiyi gizliyor; Arap rejimleri dedikleri ılımlı hükümetleri zayıflatmak ve mağlup etmek. Yani Humeyniciler ile İhvancılar arasında çok büyük bir fark yok çünkü her birinin uzun vadeli bir hedefi var; o da içinde modern Arap devletlerine yer olmayan bir devlet, bir rejim, bir emirlik, bir hilafet veya bir imamlık kurmak. Bu, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden bu yana bölgedeki çatışmaların omurgasını oluşturdu. Ancak ılımlı ülkelerin jeopolitik konumlarını ve önceliklerini incelediğimizde ortak tehdide ilişkin pozisyonlar arasında basit veya değişken de olsa farklılıklar olduğunu görüyoruz.

Örneğin İslam dünyasının önde gelen ülkesi Suudi Arabistan Krallığı için, 1979'da Tahran'da İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşunun başlı başına Şii İslamcı tehdidin yükselişinin başlangıcı olarak değerlendiren tarihsel yansımaları var. Bu tehdit açığa çıktığından beri sadece Krallığın politikalarını değil varlığını da hedef aldı. Bu cumhuriyet Hicaz'a ulaşana kadar rahat etmeyecek ve liderleri de bunu söylüyor, her iki ülkeden yorumcular da bunun etrafında tartışıyor ve karşı karşıya geliyorlar.

Suudi Arabistan devletinin, siyasi ilişkilerin küreselliği ve Riyad’ın istikrar isteyen geniş bir ülkeler bloğunun derinliklerinde yer alması temelinde, bu ilişkilerini nasıl yöneteceğini tam olarak bilen, rasyonel ve mantıklı bir fikir devleti olduğu doğru.  Krallık geleceğe bakarken, İslam Cumhuriyeti geriye gitmek istiyor. Humeyni liderliğinin Husiler, Hizbullah, Irak ve Suriye'deki sözde Şii milisler aracılığıyla Krallığa karşı yürüttüğü tüm savaşlar ile birlikte İran'ın Suudi Arabistan içini etkileme girişimi, bütün bunlar gösteriyor ki, sonunda İran'da reformlar gerçekleşmezse Krallığı hedef alan asıl tehlike Mollalar ve rejimleridir. Bu, Riyad'ın liderlik merkezlerinin gerektiğinde bununla yüzleşmesine, gerçeğe dönüştüğünde de Tahran ile barış yapmasına ve kendi çıkarları için en iyi olanı seçmesine engel olmadı.

Komşusu ve müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) gelince, özel koşulları, jeopolitik konumuna rağmen kendisi için en büyük tehlikenin genel olarak İslami hareketlerden, özel olarak da Müslüman Kardeşler'den geldiğini düşünüyor. BAE ve Suudi Arabistan, terörizm ile mücadelelerini koordine eden yakın kardeşler olmalarına rağmen, İslami tehlikelere ilişkin analitik görüşleri önceliklere göre farklılık gösteriyor. Riyad, İran'ı bir tehdit olarak görürken BAE, Müslüman Kardeşler ile milislerini tehdit olarak görüyor. Onların ardından gelen Mısır, tarihi ve tecrübesi nedeniyle kısa bir süreliğine iktidarı ele geçiren Müslüman Kardeşleri kendi ülkesi için en tehlikeli hareket olarak görüyor. Nitekim Mısır halkının bizzat kendisi Haziran 2013 devrimi ile iktidardaki Müslüman Kardeşler rejimini devirmek için harekete geçmişti.

Mısır'ın stratejik mantığı, İhvan’ın ulusal güvenliğe yönelik tehdidinin en yüksek seviyede olduğunu düşünüyor. İran açısından ise Kahire, terörle mücadele çabalarında Arap ülkeleriyle dayanışma içinde ve odak noktası, devlet gücünü ele geçirmeye çalışan İhvan tehdidiyle mücadele etmek olmayı sürdürüyor. Diğer Arap ülkelerine gelince, onların da tehlikeyle yüzleşmeye yönelik bakış açıları farklılık gösteriyor. Ürdün Haşimi Krallığı'nda Kral Hüseyin ve ardından Kral Abdullah döneminde Amman'ın etrafını saracak bir “Şii Hilali” korkusu vardı. Dolayısıyla Ürdün için tehlike özellikle 1979'dan sonra İran’dı. Ancak siyasal İslam gruplarının içerideki bazı faaliyetleri de Ürdün'ün iki tehlikeden hangisinin daha önemli olduğu konusundaki görüşünü biraz değiştirdi. Şimdi Suriye'nin büyük bir kısmının Heyet Tahrir el-Şam'ın eline geçmesinin ardından politikalarında ılımlı olan Ürdün Krallığı’nın ulusal güvenliğinin İhvan ve İran’ı kendisi için zorlayıcı bir durum varsaydığı düşünülebilir. İki tehlikeden birinin etkisi arttığında, Ürdün'de alarm zili çalıyor.

Libya'ya gidersek Trablus'ta konuşlanmış, Katar ve Türkiye'ye bağlı İslamcı milisler ile ılımlı Arap ülkelerinin destek verdiği Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu arasındaki çatışma, her iki taraf için de adeta bir tehdit değerlendirme haritası çizmiş oldu. Ordu, sadece İhvancı milisler ile değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçilmiş parlamentonun etkisine karşı koymak için gönderdiği askeri güçlere karşı da savaştı. Libya'da durum ortada; Libya ordusunun destekçileri ve milletvekilleri, Müslüman Kardeşler'i en büyük tehlike olarak görüyorlar. Bu da, sivil toplumun, özellikle de Libyalı vatanseverlerin, ağırlıklı olarak doğuda yerleşik olan İranlı milislerden ziyade İhvancı milisler ile ilgili endişe duyduğunu gösteriyor.

Arap toplumlarının durumu böyle dönüşümlü olarak değişiyor. Bazen onları Tahran'ı kendi ulusal güvenliklerine yönelik tehdidin temeli olarak görmeye bazen de Müslüman Kardeşler tehdidini en önemli ve öncelikli tehdit olarak görmeye itiyor. Bütün bu ülke ve gruplar arasında iki tehlikenin paralel olduğunu ve bir tehlikenin diğerinden daha küçük ya da büyük sayılamayacağını düşünenler de var. Meseleyi daha da zorlaştıran da bu, zira her Arap ülkesi aşırıcılığın yalnızca ulusal güvenliğini değil aynı zamanda kalkınma projelerini de tehdit ettiğini düşünüyor, ancak her ülkenin, kendi iç bölgelerine ve toplumlarının imkanlarına yönelik tehdidin gelişimini değerlendirme konusunda kendi kıstası bulunuyor.

Özetlersek, Arap koalisyonu ve sivil toplumlar, bir tarafta el-Kaide, DEAŞ ve Müslüman Kardeşler, diğer tarafta Hizbullah, Husiler ve Haşdi Şabi Güçleri gibi İslami hareketleri büyük tehlike olarak değerlendiriyorlar. Bunlar kendi aralarında bazı politikalar konusunda fikir ayrılıkları yaşasalar da, ideolojik farklılığa rağmen bölgesel düzeyde onları birleştiren şey daha güçlü. Bu nedenle bu bölümü ortaokul ve liselerde okutacak olsak, konuyu çok bilinen ve popüler bir atasözü üzerinden özetleyebiliriz: “Kardeşim ve ben amcaoğluma karşı, amcaoğlum ve ben de yabancıya karşı birlikteyiz.” Her Arap ülkesinin tarihsel düzeyde bir görüşü var, ancak sonuçta, Arap başkanlarının bize söylediği gibi, bu, kültürde ve okul sınıflarında verilen birleşik bir savaştır. Çözüm, tüm Arap ülkelerinin derin bir eğitim reformundan geçmesidir; çünkü geleceğin güvenliğini tehdit eden husus, aşırılığın okullarda ve üniversitelerde derinleşmesi ve kök salmasıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Suveyda'daki olaylar SDG ile aşiretler arasındaki ittifaklara ışık tutuyor

Suveyda vilayetindeki Bedevi aşiret savaşçıları, 19 Temmuz (AFP)
Suveyda vilayetindeki Bedevi aşiret savaşçıları, 19 Temmuz (AFP)
TT

Suveyda'daki olaylar SDG ile aşiretler arasındaki ittifaklara ışık tutuyor

Suveyda vilayetindeki Bedevi aşiret savaşçıları, 19 Temmuz (AFP)
Suveyda vilayetindeki Bedevi aşiret savaşçıları, 19 Temmuz (AFP)

Suveyda'da yerel Dürzi gruplar ile Şam'daki hükümet güçlerini destekleyen Bedevi aşiretler arasında yaşanan kanlı olaylar ve Arap aşiretlerinin Bedeviler lehine savaşa girmesi, Suriye'nin güneyinde yaşananların ülkenin doğu ve kuzeyinde de tekrarlanabileceği ve ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) karşı bir aşiret ayaklanması olasılığı spekülasyonlarına yol açtı.

Bu olasılık, Halep, Deyrizor ve Rakka vilayetlerinden gelen binlerce aşiret savaşçısının Suveyda'daki cephe hatlarına ulaşmasının ardından ortaya çıktı. Bu vilayetler, Kürt-Arap ittifakı bağlamında SDG ve Suriye hükümeti tarafından ortaklaşa kontrol ediliyor.

dfrgthyu7
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG), 2024 yılında Rakka kentindeki Arap aşiretlerinin şeyhleri ve liderleri için bir program düzenledi. (Şarku’l Avsat)

Arap Şammar aşiretinin şeyhi Şeyh Mani Hamidi Deham el-Cerba'ya göre Suveyda'daki olayların Cezire bölgesindeki durumla ilişkilendirilmesi söz konusu olamaz. Şarku’l Avsat'a açıklamalarda bulunan el-Cerba, “SDG'nin ve lideri Mazlum Abdi'nin bu zor ve son derece hassas aşamada siyasi uzlaşma ve dengelerin sağlanmasındaki rolüne değer veriyoruz. Ortaklığımız sayesinde bölgemiz ve tüm halkımız için tarihi bir başarı olarak kabul edilen mutabakatlara ulaşmayı başardık” ifadelerini kullandı.

Çoğunlukla Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke vilayetinde bulunan Şammar aşireti, 2013 yılında kurulan ve doğudaki Irak sınırı boyunca Kamışlı'nın doğusundaki Tel Elo ve Tel Tahmis köylerinde konuşlanmış tahmini 7-10 bin savaşçısı olan es-Sanadid güçlerine bağlıdır. Aşiret, Rakka ve Deyrizor kentlerinden yerel Arap gruplarla birlikte SDG'nin kurucu ortakları arasında yer alıyor.

Şeyh el-Cerba sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu yıllar boyunca, kendimizi toprağın kardeşleri olarak adlandırdığımız bir aşamaya ulaştık. Çünkü bizler aynı bölgenin evlatlarıyız ve bu bölgenin tüm bileşenleri arasında kardeşlik ruhuyla birleşen ortak bir davanın sahipleriyiz.”

SDG Ekim 2015'te yayınladığı ilk bildiride kendisini ‘Arapları, Kürtleri, Suriyelileri ve Suriye coğrafyasındaki diğer tüm bileşenleri bir araya getiren, tüm Suriyeliler için ortak bir ulusal askeri güç’ olarak tanımladı. SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart'ta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile güçlerini ve sivil idareyi bu yılın sonuna kadar Savunma Bakanlığı ve devlet kurumlarının yapılarına entegre etmek üzere tarihi bir anlaşma imzaladı.

Raman Araştırma Merkezi'nde (Raman Center) Kürt meseleleri konusunda uzmanlaşmış bir araştırmacı olan Bedr Mulla Reşid, SDG'nin kuruluşundan bu yana aşiret niteliğindeki Arap askeri konseyleriyle ittifaklara dayandığını açıkladı. Şarku’l Avsat'a konuşan Reşid, “Suveyda'daki olaylar Suriye'nin kuzeydoğusundaki ittifakları kesinlikle etkileyecek. Şam hükümetinin, Cezire bölgesinde yerel bir aktörün yokluğunda SDG üzerindeki baskısını artırmak için yeni gerçeklikten yararlanmaya çalışması da dahil olmak üzere çeşitli senaryolar ortaya çıkabilir” dedi.

fghyjuı
Suriye'nin kuzeyindeki Rakka kenti el-Velde, Elbu Şaban ve el-Fedaile aşiretlerine ev sahipliği yapıyor. (Şarku’l Avsat)

Reşid, ABD'nin durumu istikrara kavuşturma çabaları, Suriye'ye yönelik ekonomik yaptırımların kısmen kaldırılması ve Türkiye'deki Kürtlerle yürütülen barış sürecine dikkat çekerek mevcut koşullar altında bir aşiret ayaklanması olasılığını dışladı. Reşid, ülkenin kuzeydoğusundaki Suveyda'da yaşananların tekrarlanmasını engelleyen başka faktörlerin de bulunduğuna işaret ederek, Suveyda'daki gibi yerel bir askeri grubun ve bu eğilimi destekleyen bölgesel bir tarafın bulunmadığına dikkat çekti. Reşid sözlerine şöyle devam etti: “ABD Suriye'nin istikrarını korumaya çalışıyor ve Türkiye şu anda PKK ile barış süreciyle meşgul; kendi iç sürecini etkilememek için SDG bölgelerinde tam ölçekli bir çatışmayı desteklemeyecektir.”

Aşiret liderleri, Suriye'nin birlik ve bütünlüğüne vurgu yaptı

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Cezire ve Fırat bölgeleri, başta el-Bakara, Tay, Şammar, Cis, el-Akidat, el-Velde ve Elbu Şaban olmak üzere Arap aşiretleriyle doludur. Ancak bu aşiretler savaşın son yıllarında ciddi bölünmeler yaşadılar. Geçen yılın yaz aylarında, el-Akidat aşireti lideri Musab el-Hifl'in kardeşi İbrahim el-Hifl'in, eski Suriye rejimi ve İranlı milislerin desteğiyle SDG'ye karşı yerel aşiretler ve savaşçılarla ittifak kurarak askeri bir isyana öncülük etmesinin ardından kanlı çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalarda yüzlerce sivil ve silahlı unsur öldürüldü.

sdfgthy
Suveyda vilayetindeki Bedevi aşiret savaşçıları, 19 Temmuz (AFP)

Ancak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi İhtiyar Heyeti Başkanı ve Haseke'deki Arap Cabur aşiretinin danışmanı Ekrem Mahşuş ez-Zuba, ister Deyrizor'da ister Rakka'da olsun SDG ile yerel aşiretler arasında herhangi bir çatışma yaşanması ya da aşiret savaşçılarının Suveyda cephesinden Cezire bölgesine hareket etmesi ihtimaline ilişkin şunları söyledi: “Bu çağrılar ve hareketler Arap aşiretlerinin değerlerini temsil etmiyor. Burada Arap, Kürt ve Hıristiyan bölge bileşenlerinin kanı, tarihi direnişte ve DEAŞ terörünün yenilgiye uğratılmasında birbirine karıştı. Hepimiz tek bir halk olarak kalacağız ve ülkemize ve güçlerimize bağlı kalacağız”.

Ez-Zuba, SDG'nin tüm bileşenleri temsil ettiğini belirterek, “Birçok tarafın fitne çıkarma çabalarına rağmen kuzey ve doğu bileşenleri ile askeri güçler arasında çatlak yaratma çabalarını reddediyoruz” dedi. Özyönetim bölgelerini diğer bölge ve vilayetlere kıyasla en istikrarlı bölgeler olarak değerlendiren ez-Zuba, toprağın sahibinin kendileri olduğuna dikkat çekti. Ez-Zuba, “Kaderimizi biz belirleriz, sosyal medya sayfaları değil. Aşiret ya da kabile, bölge dışından kişiler tarafından değil, sahada kim varsa onlar tarafından temsil edilir. Biz Suriye topraklarının birlik ve bütünlüğünü vurguluyoruz… Hiç kimse vatanseverliğimize dil uzatamaz” şeklinde konuştu.

dfrgtyu
Arap el-Velde aşiretinin şeyhi Şeyh Hamid el-Ferac (Şarku’l Avsat)

Tabka ve Rakka vilayetindeki Arap el-Velde aşiretinin şeyhi Şeyh Hamid el-Ferac da Şeyh el-Cerba ve ez-Zuba’nın sözlerine katılarak, özerk yönetim bölgelerindeki Arap aşiret mensuplarının SDG'ye desteğini yineledi. “Buradaki tüm Arap aşiretleri ve bileşenleri, bölgelerimizin güvenlik ve istikrarını bozmaya çalışan tüm gündemlere karşı SDG ile dayanışma içindedir” diyen Şeyh el-Ferac, aşiret mensuplarına şu çağrıda bulundu: “Yönetim bölgelerindeki istikrarı her gün baltalamaya çalışan projelere karşı durmak için herkesin birleşmesi gerekiyor. SDG terörizmi ortadan kaldırdı, bölge halkının güvenliğini koruyor ve mevcut imkanlar doğrultusunda tüm hizmetleri sağlıyor.”

Elbette Arap aşiretlerinin SDG yanlısı tutumları ortak değil. Zira özerk yönetim bölgelerinin dışında yaşayan aşiret üyeleri arasında SDG'nin kontrolünü açıkça reddeden ve bölgelerinin Şam'daki Ahmed eş-Şera hükümetine devredilmesini destekleyenler de var.