Yeni Suriye ve Filistin davası

Şam'daki yeni söylem bir gecede İsrail ile iyi ilişkiler arayan dostça bir dile dönüşüyor

Suriye'nin yeni yaklaşımı üzerinde bir kontrol yok, ancak Şam'ın İsrail'e yönelik söyleminde tam aksi yönde 180 derecelik bir dönüşümün yaşanması şaşkınlık yaratıyor (AFP)
Suriye'nin yeni yaklaşımı üzerinde bir kontrol yok, ancak Şam'ın İsrail'e yönelik söyleminde tam aksi yönde 180 derecelik bir dönüşümün yaşanması şaşkınlık yaratıyor (AFP)
TT

Yeni Suriye ve Filistin davası

Suriye'nin yeni yaklaşımı üzerinde bir kontrol yok, ancak Şam'ın İsrail'e yönelik söyleminde tam aksi yönde 180 derecelik bir dönüşümün yaşanması şaşkınlık yaratıyor (AFP)
Suriye'nin yeni yaklaşımı üzerinde bir kontrol yok, ancak Şam'ın İsrail'e yönelik söyleminde tam aksi yönde 180 derecelik bir dönüşümün yaşanması şaşkınlık yaratıyor (AFP)

Mustafa Feki

Filistin davası, yabancı işgal, dış müdahale veya kendilerine musallat olan siyasi zulümden kurtulmanın yolu olarak silahlı mücadeleyi benimsemiş tüm Arap, Müslüman ve işgal altındaki halklar için birinci davadır. Bu anlamda Suriye, ulusal özgürlük ve onur mücadelesi ile sürekli hak arama çabasının tüm yönlerini bünyesinde barındırmaktadır. Aynı zamanda büyük Bilad-ı Şam’ın kalbidir ve ilk İslam Halifeliği'nin başkentidir. Büyük Suriye, aynı zamanda bugünkü Suriye devleti, Lübnan, Ürdün ve Irak'ın bazı bölgelerini de içine alarak, “Bereketli Hilal”i oluşturmaktadır. Bunun yıldızı Kıbrıs iken, kayıp ikonu, bünyesinde barındırdığı tüm anlamlar ve sembolize ettiği çağrışımlarla Filistin'dir. Bu nedenle Suriyeliler, tıpkı Mısır için Filistin davasının bir Mısır davası olması gibi, Filistin davasını aynı zamanda bir Suriye davası olarak görüyorlardı. Suriye devleti, yakın tarihi boyunca Filistin davasına ilişkin en uç, İsrail'e karşı ise en düşmanca tutumlardan birini benimsemiştir. Filistinlilerin haklarını savunmak amacıyla 1948, 1967 ve 1973 yıllarındaki savaşlara katıldı. Dahası Şam, her zaman, Sedat Mısırı'nın Camp David politikalarını benimseyerek yenilgiyi kabul ettiğini varsayıp bunu reddeden cephenin ön saflarında yer aldı. Camp David’i reddeden ülkeler grubuna göre anlaşmanın genel olarak Arap-İsrail çatışması üzerindeki olumsuz sonuçlarına karşı çıkmakta başı çekti.

 

Bu noktada Suriye siyasi söyleminin yerleşik ve sabit unsurlarına dikkat çekmekte yarar var. O her zaman İsrail’den “Siyonist oluşum” olarak bahsetti. Görünürde de olsa onu kınama ve ona karşı düşmanca tavır takınma konusunda katı davrandı. Ama bugün dünden ne kadar da uzak! İşte yeni Suriye söylemi, özü bir yana görünürde, bir gecede Suriye ile İsrail arasında iyi ilişkiler arayan dostça bir söyleme dönüşüyor. Biz bu yeni Suriye eğilimi üzerinde bir denetim ve kontrol iddia etmiyoruz sadece söylemin 180 derece tersine dönmesi karşısında şaşkınlığımızı dile getiriyoruz. Aynı zamanda değişen koşullar teorisinin fikirler, politikalar ve pozisyonlar üzerindeki etkisini de inkar etmiyoruz. Bu noktada Arap Suriye'de yaşananlara ve bunun Arap bölgesindeki ilişkilerin geleceğine, özellikle de özünde uzun bir geçmişi olan ve tüm bölgeyi, Batı Asya'yı, Arap Körfezi'ni, Arap Yarımadası'nı ve Kuzey Afrika'yı etkileyen Filistin davasını yer aldığı Arap-İsrail çatışmasına olan etkisine dair bazı gözlemlerimiz var. Bu gözlemleri aşağıda bölümler halinde kısaca inceleyeceğiz.

Birincisi: Suriye, tüm Arap ülkeleri gibi, hem savaş hem de barış açısından Arap-İsrail ihtilafında tarihi bir sorumluluk taşımaktadır. Bütün bunlar, genel Arap düzeyinde üzerinde mutabakata varılan bir siyasi ön hazırlık veya fikri bir dönüşüm olmadan birkaç cümleye veya açıklamaya indirgenemez. Milliyetçi dalganın öncülüğünü yapan Suriye'nin, zamanın, olayların, pozisyonların üzerinden atlayarak, teorik olarak ve İslami sloganlar veya aşamaya dayanan gerekçelerle bile olsa, bir gecede İsrail ile kapsamlı bir normalleşme kapısı haline gelmesi mümkün değildir. Zira bölgedeki genel sahne Gazze katliamları, Lübnan'daki gerginlikler ve Suriye ordusunun askeri altyapısına yönelik saldırılar sonrasında bugün en kötü koşullarını yaşıyor. Tüm bunlar diğer tarafta düşmanlık ruhunun hâlâ uzaklaşmadığının, ırkçılık, radikalizm ve fanatizmin hem resmi düzeyde hem de halk düzeyinde devam ettiğini gösteriyor. Filistin davası yeni bir gelişme olmayıp, uzun aşamalardan geçen karmaşık bir sorundur ve yıllar içinde Suriyeliler de dahil olmak üzere Araplar, bunun için ağır bedeller ödemişlerdir. Şimdi de dünya bir yıldan fazla bir süredir Gazze'de dökülen kana tanık oluyor, İsrail hastaneleri yıkarak, insanları öldürerek, bir ya da daha fazla ferdini kaybeden aileleri korkutarak suçlarını taçlandırdı. Tüm bunların ardından söylemde değişim, ancak İsrail'in barış, adaletin sağlanması ve Filistinlilerin yok sayılan haklarının asgari düzeyde de olsa geri kazanılması için ödeyeceği gerçek bir bedel karşılığında akıllı hesaplamalar ve dikkatli adımlarla gerçekleşebilirdi.

İkincisi; İslami öğretilerle milli kavramlar arasında bir çelişki yoktur; ikisi de adalet, eşitlik ve hoşgörü ilkelerinde buluşurlar. Bilakis, Arap milliyetçiliği, Büyük Şam’ın evladı olarak ortaya çıkana kadar İslam'ı girdiği birçok bölgeye taşıyan Arapçılıktı. Arap milliyetçiliği ortaya çıktığında ise şu ana kadar yerinde sayan milliyetçi yayılmanın ve Arap rüyasının başlangıç ​​noktası haline geldi. Ayrıca, kültürel öğelerin ve ulusal tezahürlerin, bir bütün olarak, bölgenin karakterinin ve halklarının kimliğinin alaşım unsurlarını temsil ettiğini de kabul etmeliyiz. Ne Mısır'daki Firavun medeniyeti, ne Maşrık’taki Fenike medeniyeti, ne de Mezopotamya'daki Asur medeniyeti, Arap Yarımadası'ndan harekete geçen, mutlak hilafet devletinden Muaviye bin Ebi Süfyan ve Emeviler Devleti ile verasete dayanan ve Abbasilere miras kalan bir yönetime geçiş yapan, Arapçılığın bütünüyle çelişmez.

Üçüncüsü; İslam'ın bütün coğrafyayı kapsayan kapsamlı bir medeniyet örtüsü olduğunu kabul ediyoruz, ancak tek başına değildir. Hristiyanlığın başlangıcı Maşrık’taydı ve Hz.İsa (a.s.) Filistin'de doğdu. Yüzyıllardır Arap coğrafyasında medeniyetlerin mirasçıları ile dinlerin mensupları arasında süregelen tarihi kucaklaşmanın ardından, diğer din mensuplarının ulusal kimliğin kapsamlı bileşeni üzerindeki etkisini hafife alamayız. Keza tarihin evrelerini geçici bir olayla veya ani bir değişimle heba edemeyiz. Milletler baki kalır, dinler ayakta kalır ve Arap milleti her zaman Müslümanlarıyla, Hristiyanlarıyla ve hatta Yahudileriyle övünmüştür.

Dördüncüsü; hem bireyler hem de gruplar olarak insanların, fikri dönüşümü tartışmasız ve itiraz edilemeyecek bir konudur. İnsan, içinde bulunduğu şartların ürünüdür, insan aklı durmaz, gelişme ise hayatın kanunudur. Ancak mesele bir bütün olarak, değişen koşulların nedenlerini, geleceğin resmini çizme, çeşitli boyutlarını öngörme, genel olarak ufkunu hayal etme üzerindeki etkisini hesaba katan, düşünceli adımlar ve hesaplı geçişler gerektirir. Burada bir kez daha Şam yöneticilerinin yasadışı örgütlere üyelikten, Arap başkentlerinin en önemlilerinden birinde resmi iktidar koltuğuna oturmaya doğru gerçekleşen fikirsel dönüşümü üzerinde kontrol iddiasında bulunmadığımı belirtmek istiyorum. Ama hikayenin bölümlerinin henüz bitmediğini ve henüz tamamlanmadığını göz önünde bulundurarak, doğada veya siyasette yaşanan büyük depremlerin bir sonucu olarak ortaya çıkabilecek fikirsel gerileme ihtimalinden çok çekiniyorum. Hikayenin tamamlanmasını uzun bir süre beklememiz gerekebilir, çünkü zaman faktörü uzundur ve etkileri çok geniş kapsamlıdır, özellikle de insan ruhu ve dönüşümleri, insan zihni ve dalgalanmaları, onu etkileyen ve ondan etkilenen her şey söz konusu olduğunda.

Eğer bugün Suriye sahasında Türk modelinin hakim olacağını düşünüyorsak, o zaman iş hiç de kolay olmayacaktır. İyi niyet, samimi hedefler ve Şam arenalarındaki önceliklerin hukukuna ilişkin derin bir anlayış olduğu takdirde, bunun zaman alacağına şüphe yoktur. Burada Arap, Türk ve İran olmak üzere üç akım arasında yıllarca gizli bir mücadele de devam edebilir. İsrail’e gelince, gururlu, zeki, sabırlı, cesur, milletinden ve milliyetinden asla ayrılmamış bir halkı kapsayan yeni Suriye'nin siyasi kimliğinin doğumuyla sonuçlanacak bu çatışmayı mutlulukla takip ediyor.

Bu, Gazze'deki aylarca süren savaş, Lübnan'daki kaygılar, gelecek olanın birçok değişim nedeni ve dönüşüm faktörü taşıdığına inanan tüm Arap ve Ortadoğu başkentlerindeki beklentinin ardından son haftalarda Arap bölgesinde ortaya çıkan koşulların betimleyici bir okumasıdır. Milletler, varlıklar gibi, milletler de insanlar gibi sürekli bir hareketlilik ve canlılık içinde görünmektedirler ve durağanlık kalıcı bir özellik veya sürekli bir durum değildir. Tarihte pek çok siyasal değişim, fikirsel çalkantı ve toplumsal dönüşüm yaşanmış; rejimler yıkılmış, devletler kurulmuş, hükümetler istikrara kavuşmuştur. Gelin geleceği düşünelim ve barış, istikrar, kalıcı adalet özlemi içinde olan Arap coğrafyası ve Ortadoğu halkları için daha iyi bir gelecek umalım. Ulusların daha iyi bir yarın özlemlerine saygı duyalım.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Gazze’de ateşkes teklifi: Nihai çözümün kapısını aralayacak mı?

8 Temmuz'da Gazze'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampında yerinden edilmiş kişilerin barındığı bir okula düzenlenen İsrail hava saldırısının yeri (Reuters)
8 Temmuz'da Gazze'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampında yerinden edilmiş kişilerin barındığı bir okula düzenlenen İsrail hava saldırısının yeri (Reuters)
TT

Gazze’de ateşkes teklifi: Nihai çözümün kapısını aralayacak mı?

8 Temmuz'da Gazze'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampında yerinden edilmiş kişilerin barındığı bir okula düzenlenen İsrail hava saldırısının yeri (Reuters)
8 Temmuz'da Gazze'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampında yerinden edilmiş kişilerin barındığı bir okula düzenlenen İsrail hava saldırısının yeri (Reuters)

Salim er-Rayes

Hamas ve İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın desteklediği bir ABD girişiminin ardından 60 günlük ateşkes anlaşmasına varmaya yakın. Girişim, esas olarak ABD Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un mayıs ayı sonlarında sunduğu belgeye dayanıyor. Söz konusu belge, belirtilen süre içinde ateşkesi ve esir takasını sağlamayı, kalıcı bir ateşkese varmak ve savaşı sona erdirmek amacıyla, anlaşmanın hükümlerinin uygulanmasıyla eş zamanlı olarak müzakereler yürütülmesini öngörüyordu.

Mevcut teklif her iki tarafın da ön onayını alırken, kalıcı ateşkesin şartları konusunda bir anlaşmaya varılamadı. Bu şartlar arasında müzakereler sırasında askeri operasyonların durması, Hamas başta olmak üzere Gazze'deki Filistinli direniş gruplarının elindeki İsrailli rehinelerin sayısını azaltma girişimleri sayılabilir. İsrail, savaşı sona erdirmek için Hamas’ın iktidardan tamamen vazgeçmesini ve Gazze Şeridi'nin tamamen silahsızlandırılmasını şart koşuyor. Hamas ise silahların teslim edilmesini kırmızı çizgi sayarak, teslim etmemekte ısrar ediyor. Buna karşılık, liderlerinden az sayıda kişinin sınırlı bir süre için Gazze Şeridi'nden ayrılması konusunda esneklik gösterdi.

Savaşın sona erdirilmesiyle ilgili şartlarda bir anlaşma sağlanamaması nedeniyle, Witkoff belgesine yakın zamanda güncellenmiş bir formül eklendi. Bu formül müzakere sürecinin geçici ateşkes süresince devam etmesine, müzakerelerde “iyi niyet” gösterilmesi halinde, altmış günlük sürenin ardından ateşkesin daha uzun bir süre uzatılabilmesine imkân tanıyor. İyi niyet gevşek bir ifade, zira İsrail'in Hamas'ın kalıcı bir ateşkese varılması konusunda iyi niyet göstermediğini düşünmesi halinde askeri operasyonlarını ve hava saldırılarını yeniden başlatmasına olanak tanıyor. Kalıcı ateşkes için daha önce de belirttiğimiz gibi hem İsrail hem de ABD, Hamas'ın iktidardan vazgeçmesini ve silahlarını tamamen teslim etmesini şart koşuyor, dolayısıyla İsrail, Hamas’ın iyi niyetli olmadığını ve silahlarını teslim etmekten ziyade “depolamayı” önerdiğini öne sürerek savaşa geri dönebilir.

Son haftalarda İsrail, Hamas’ın hem siyasi hem askeri liderlerini ve üyelerini hedef alarak hava bombardımanlarını ve topçu saldırılarını yoğunlaştırdı ve bunlar, Gazze Şeridi'nde onlarca Filistinli sivilin hayatına mal oldu. Ancak, askeri baskıyla yetinmedi; ayrıca Gazzelileri aç bırakarak ve BM’ye bağlı uluslararası kurum ve kuruluşlar aracılığıyla yardımların onlara ulaşmasını engelleyerek baskısını daha da yoğunlaştırdı. BM yerine Amerikan yardım dağıtım noktaları kurdu ve bunun sonucunda İsrail ordusunun ateşiyle, çocuklarına yiyecek götürmek isteyen 650'den fazla kişi öldü.

Buna ilave olarak, Hamas’a karşı savaşan silahlı Filistinli milis gruplar da ortaya çıktı ve bunlar, birkaç haftadır İsrail ordusu tarafından kontrol edilen bir bölge olan Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ın doğusunda bulunan bölgede konuşlanmış bulunuyorlar. Bu milisler, “Terörle Mücadele Birliği” veya silahlı grubu yöneten kişiye atfen “Yasir Ebu Şebab Grubu” olarak biliniyor. İsrail medyası, grubun İsrail ve Filistinli taraflarca desteklendiğini bildirdi, Ebu Şebab ise Wall Street Journal'a verdiği röportajda bu iddiayı reddetti.

İsrail'in Hamas’ın gerek askeri kanadı olan Kassam Tugayları'na gerekse İçişleri Bakanlığı'na bağlı polis kuvvetlerine mensup askeri unsurlarını yoğun bir şekilde hedef alması, İsrail ordusunun Gazze sakinlerine zorunlu tahliyeyi dayatması, Gazze Şeridi'nin 365 kilometrekarelik alanının yüzde 80'inden fazlasının kontrolünü ele geçirmesi ile birlikte, Hamas’ın iç güvenlik kontrolü azaldı. Gazze'deki önde gelen ailelere ait çeşitli gruplar arasında silahlanma yaygınlaştı. Bunlar yardım tırlarını gasp ettiler ve çaldıkları malları pazarlarda Gazzelilere normal fiyatlarının 300 ila 500 katı fiyatlara sattılar.

Haziran ayının ikinci yarısından itibaren, 2007'den beri silah zoruyla dayattığı Gazze Şeridi üzerindeki kontrol ve otoritesini kaybetmesi anlamına gelen, güvenlik gücünün zayıfladığını hissetmesiyle birlikte Hamas, yönetimini sessizce yeniden yapılandırdı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla dergisinden aktardığı analize göre adının açıklanmasını istemeyen Hamaslı bir yetkili; “Hamas, açıklanmayan kararlarla kendisine bağlı iki yeni vali (biri eski bir güvenlik görevlisi) atadı. İsrail tarafından öldürülenlerin yerine yeni güvenlik liderleri belirledi” bilgisini verdi.

Kaynak, “Bazıları Hamas'ın bittiğini ve İsrail suikastları ile Gazze'nin geniş alanları üzerindeki kontrolü sonucunda iktidardan düşeceğini sanıyor. Ancak hareket her zaman kendini yeniden yapılandırarak, yönetim ve güvenlik kontrolünü dayatarak herkesi şaşırttı. İşgalin, varlığını ortadan kaldırma hedefine ulaşmasına da izin vermeyecek” değerlendirmesinde bulundu.

Gazze'deki hükümet atamalarına paralel olarak, “Delici Ok” adı verilen ve varlıklarını üç merkezi bölgede yoğunlaştıran silahlı gruplar da yaygınlaştı. Bu bölgeler, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un güney-orta bölgesi, Gazze Şeridi'nin merkezi bölgesi Nuseyrat Kampı ve Deyr el-Belah şehri, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şehri'nin kuzeybatı ve orta bölgesidir. Bu gruplar, siyah giyinen, maske takan, silah ve sopa taşıyan yirmili yaşlarının başındaki genç erkeklerden oluşuyor. Yardım tırlarını gasp etmeye ve çalmaya çalışan çeteleri ve haydutları hedef alıyorlar.

Delici Ok grubu, 2006 yılında Hamas ve İslami Cihat'ın askeri kanatlarını da kapsayacak şekilde kurulan Filistin Direniş Grupları Ortak Harekât Odası'na bağlı. Oda, Hamas'ın askeri kanadı olan İzzeddin Kassam Tugayları başta olmak üzere, Filistinli direniş örgütlerinin 12 silahlı kanadını bünyesine kattıktan sonra 2018 yılında yeniden oluşturuldu ve canlandırıldı.

Grubun operasyonları son günlerde varlığını dayatma ve göreceli olarak güvenliği sağlama amacıyla gelişti. Delici Ok’un operasyonlarına ait onlarca video dolaşıma sokuldu ve bunlarda, Gazze Şeridi'nde yakın zamanda silahlanan ailelere mensup kişilerin kurşuna dizilerek infaz edilmesi de dahil olmak üzere hırsız çetelerinin dövüldüğü ve dağıtıldığı görülüyor. Bu uygulama, aşiretlerin, sivil bir yargılama olmaksızın hırsızlık suçlamasıyla öldürülen üyeleri için intikam talep eden açıklamalar yapmasına yol açtı.

Bütün bunlar, İsrail ordusunun tüm Filistin güvenlik güçleri unsurlarını hedef almaya devam ettiği sırada yaşandı. Nitekim yardım tırlarını korumaya çalışırken veya hırsızlara ve haydutlara kurdukları pusular sırasında “Delici Ok” unsurlarını hedef aldı ve bazılarını öldürdü. Delici Ok güçleri ise çalmaya ve hatta fiyatları yükseltmeye çalışan herkesi daha güçlü ve sert bir şekilde cezalandırarak bu saldırılara karşılık verdi. Piyasada sınırlı miktarda bulunan temel gıda maddelerini, yaklaşık 650 gündür devam eden savaştan psikolojik ve mali olarak bitkin düşmüş, ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak isteyen sıradan vatandaşların satın alamayacağı fiyatlarla satın alıp sattıkları için kendilerine doğrudan tehditler yöneltilen bir dizi esnafı, dükkanlarını kapatmaya zorladı.

Bazıları Hamas'ın bittiğini ve İsrail suikastları ile Gazze'nin geniş alanları üzerindeki kontrolü sonucunda iktidardan düşeceğini sanıyor. Ancak hareket her zaman kendini yeniden yapılandırarak, yönetim ve güvenlik kontrolünü dayatarak herkesi şaşırttı.

Hamas ve İsrail arasında önümüzdeki günlerde ateşkese varılmasının yakın olduğu konuşulurken, Delici Ok, kanun kaçağı olarak sınıflandırdığı Yasir Ebu Şebab Grubu gibi silahlı grupları tehdit eden bir bildiri yayınladı. Ayrıca, son haftalarda ortaya çıkan silahlı aileleri tehdit etti. Güvenlik ve kontrolü sağlamak için ateşkes döneminde hırsızları, çeteleri, haydutları ve tekelleşen büyük tüccarları takip etme ve hesap sorma ile tehdit etti.

Yukarıdaki tüm saha verileri göz önüne alındığında, Hamas'ın ateşkes ışığında savaşı kalıcı olarak sona erdirmek, İsrail’in askeri operasyonlarını, liderlerini ve üyelerini hedef almasını durdurmak için nihai çözümü, müzakere etmeyi seçtiği anlaşılıyor. Hamas, İsrail ordusunun geçen mart ayındaki sınırlara kadar geri çekilmesini şart koşuyor. Bu, ordunun güney, doğu ve kuzey sınırları boyunca 700 ila 1.000 metre derinliğe çekilmesi anlamına geliyor. Geri çekilme, Hamas’a 60 gün içinde serbestçe faaliyet gösterip, hareket etmesine ve güvenliği sağlamasına olanak tanıyacak. Böylece, iki yıllık soykırım savaşının ardından Gazze Şeridi'nde hükümet ve askeri olarak varlığını kanıtladıktan sonra, diğer tarafa -ABD tarafından desteklenen İsrail'e- kendi koşullarını dayatmaya çalışacak.

fgthy
İsrail’de askeri araçlar, İsrail ile Gazze arasındaki sınırın yakınında duruyor, 7 Temmuz (Reuters)

Hamas, üyelerinin kararlılığına, yaşamak için en temel ihtiyaçlarını, çocuklarını, mallarını ve işlerini kaybeden Gazze sakinlerinin fedakarlıklarına güveniyor. Ayrıca elinde kazançlı bir kart olan İsrailli rehinelerin veya onlardan geriye kalanların bulunmasına güveniyor. Ancak bir rehine takası gerçekleşirse ve bu kartını kaybederse, İsrail'in 60 gün geçtikten sonra savaşa geri dönmemesini nasıl garantiye alacak? İsrail ve ABD'nin kalıcı bir ateşkes için ön koşul olarak iktidardan vazgeçmesi ve tüm silahlarını teslim etmesi konusundaki ısrarı göz önüne alındığında, yönetiminin devamını nasıl sağlayacak ve savaşta yıkılanları yeniden inşa etme aşamasını nasıl başlatacak?

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.