SDG, Türkiye ve ABD izi olan “zor bir uzlaşı”

SDG'nin geçiş süreci çerçevesinde Suriye'nin geleceğinin inşasına katılımına ilişkin uluslararası tutumlar net

Suriye'nin kuzeyinde SDG bayrağı taşıyan bir askeri araç (AFP)
Suriye'nin kuzeyinde SDG bayrağı taşıyan bir askeri araç (AFP)
TT

SDG, Türkiye ve ABD izi olan “zor bir uzlaşı”

Suriye'nin kuzeyinde SDG bayrağı taşıyan bir askeri araç (AFP)
Suriye'nin kuzeyinde SDG bayrağı taşıyan bir askeri araç (AFP)

Abdulhalim Süleyman

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Türkiye’nin hava desteği verdiği Ankara’ya yakın silahlı gruplar arasındaki yoğun çatışmalara Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin SDG’nin tamamen silahsızlandırılmasını ve feshedilmesini talep etmesiyle birlikte, Suriye'nin kuzeyindeki arenada karşıt taraflar arasında açıklamalar, girişimler ve arabuluculuk turları düzeyinde siyasi bir çatışma da eşlik ediyor.

Ankara, Beşar Esed rejiminin düşmesinden önce ve eski rejim ile Suriye muhalefeti arasında uzun yıllar boyunca Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde siyasi bir çözüm için yapılan görüşmeler ve diplomatik toplantılar sırasında diplomatik çevreler ve arabulucular arasında ‘Türk vetosu’ olarak bilinen tutumuyla Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (KDSÖY) temsilcilerinin muhalefetin bir parçası olarak herhangi bir müzakere sürecine katılmasını kategorik olarak reddetti. Ancak Esad'ın kaçışı ve Askeri Operasyonlar Dairesi Başkanı Ahmed eş Şera'nın gelişinden sonra ülke yeni bir aşamaya girdi. Ancak Esed'in Suriye’den kaçması ve Ahmed eş-Şera liderliğinde yeni yönetimin başa gelmesinin ardından ülke yeni bir döneme girdi. Ülke, özellikle ABD, Avrupa Birliği (AB) ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere Arap Birliği (AL) ülkeleri gibi dosyadaki aktörler tarafından siyasi sürecin tüm güçleri ve partileri kapsayıcı olması ve azınlıkların haklarını koruması gerektiği vurgulanarak net bir uluslararası vizyonla yeniden şekillendirilmek üzere.

Sadece bu da değil, son zamanlarda Fransa ve Almanya gibi etkili ülkeler tarafından Kürtlerin Suriye'nin geleceğinin inşasına katılması ve SDG'nin ülkedeki düzenli ordunun bir parçası olması çağrısında bulunan açık ve yeni tutumlar ifade edildi. Öte yandan ABD, müttefiki SDG’yi desteklemek ve onu Türkiye’nin Washington'ın terörle mücadele stratejisini tehdit eden yaklaşımından korumak için bazı açıklamalar yapmanın ötesinde diplomatik olarak çalışmayı tercih ederken, yeni yöneticilere olan güveninin tam olmadığını ve sadece ‘Şera’nın ve hükümetinin eylemlerini gözlemleyeceğini’ vurguladı.

Ateş altında

Münbiç'in güney kırsalı ile Tişrin Barajı ve Karakozak Köprüsü çevresinde SDG ile Türkiye yanlısı silahlı gruplar arasında devam eden çatışmaların yanı sıra sahada da çatışmalar sürüyor. SDG bu bölgeye savaş uçakları ve insansız hava araçlarıyla (İHA) her gün hava saldırıları düzenlerken, Haseke ve Rakka kırsalının kuzeyindeki Ayn İsa, Tel Tamer ve Zerkan cephelerinde de çatışmalar ve bombardımanlar devam ediyor.

ascdfegrt
Suriye'nin kuzeyinde Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonrası yükselen dumanlar (Reuters)

Öte yandan SDG, 10 binden fazla DEAŞ üyesinin kaldığı hapishaneleri koruyarak ya da son olarak Rakka'nın güney kırsalında olmak üzere çeşitli bölgelerde ortak devriyeler gerçekleştirerek terörle mücadelede Uluslararası Koalisyon’la ortak görevlerini sürdürüyor.

Uluslararası Koalisyon güçleri, özellikle asker sayısını 2 bine çıkardığını ve başta Rakka olmak üzere bölgede yeni karakollar kurup bunlara takviye güçler gönderdiğini duyurduktan sonra, Irak'la olan ve el-Tanf olarak bilinen el-Velid Sınır Kapısı üzerinden Suriye'nin kuzeydoğusuna yoğun bir şekilde askeri ve lojistik takviyeler gerçekleşiyor.

Büyüyen korku

Türkiye’nin bakış açısına göre Esed rejimi ile muhalefet arasında BM himayesinde yürütülen siyasi süreç ve müzakereler sırasında SDG konusunda dar olan alan, daha geniş bir alana dönüştü. Ankara, uluslararası toplum ve ilgili taraflarca talep edilen ve Kürtler de dahil olmak üzere tüm tarafların katılımıyla bir Suriye-Suriye sürecinden endişe ediyor. Çünkü bu, Suriyelilerin kabul etmesi halinde SDG’nin yeni devletin yapısındaki herhangi bir yapısal siyasi oluşuma etkin katılımları anlamına geliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümetinin gözünde Türkiye'nin ezeli düşmanı olan PKK lideri Abdullah Öcalan'ın destekçileri, komşu bir ülkede resmi bir güç haline gelirlerse Ankara için yapısal bir tehdit oluşturacaklar. Bu durum, Türk yetkililerin Öcalan'ın İmralı Adası'ndaki hapishanesinde destekçileri ve ailesi tarafından ziyaret edilmesine izin veren ve Türk siyasetçilerin gözünde olgunlaşması halinde başlayabilecek bir barış sürecini yeniden canlandırmaya yönelik hamlelerini açıklarken aynı zamanda çelişiyor.

Öcalan, kısa bir süre önce Türkiye'nin büyük partilerinin liderlerine, daha sonra parlamenter ve siyasi aşamalardan geçerek yasal bir şekil alması beklenen barış planını içeren bir mektup gönderdi.

ABD’nin arabuluculuğu

ABD, bu çerçevede kamuoyu tarafından tam olarak görülemeyecek büyük bir operasyona liderlik ediyor. Ancak sahada, Münbiç’teki çatışmalarla başlayan ve SDG'nin üyelerini şehirden çekmesiyle sona eren bir ateşkes var. Ateşkes aynı zamanda Türkiye'nin Ayn el-Arap (Kobani) şehrine yönelik olası bir saldırısını da durdurdu. Uluslararası Koalisyon da Tişrin Barajı ve Karakozak Köprüsü çevresinde, temas hattındaki son durumu gözlemlemek üzere zaman zaman devriyeler düzenliyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşar Vekili John Bass, Türk hükümetinin üst düzey yetkilileriyle Suriye'deki mevcut durumu görüşmek üzere 9-10 Ocak tarihlerinde Ankara'daydı. Bass, burada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 2254 sayılı kararına uygun olarak barışçıl, kapsayıcı, Suriyelilerin öncülüğünde ve Suriyelilerin sahipliğinde bir siyasi geçiş sürecinin önemini vurguladı. Görüşmelerde ayrıca bölgesel istikrarın önemi, Suriye'nin terörizm için bir üs olarak kullanılmasının önlenmesi ve DEAŞ’ın kalıcı olarak yenilgiye uğratılmasının sağlanması konuları da ele alındı.

ABD’li yetkili, Ankara'da düzenlediği basın toplantısında Türk yetkililerle yaptığı görüşmelerde Suriye'de Şam hükümetinin zaman içinde hükümet ve yönetim işlevlerinin sorumluluğunu yeniden üstlenmesini ve bunları yerine getirmesini sağlayacak bir geçiş sürecinin desteklenmesine odaklandıklarını açıkladı.

Tehdit yok, çatışma yok

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre  Türkiye ile SDG arasında, özellikle de Ayn el-Arap yakınlarındaki sınırda (muhtemelen Fransız ya da Amerikan askerlerinden oluşacak) uluslararası güçlerin konuşlandırılması olasılığına ilişkin soruyu yanıtlayan Bass, “ABD, Suriye ulusal hükümetinin zaman içerisinde uluslararası kabul görmüş sınırların sorumluluğunu yeniden üstlenmesi ve bu sınırları uygun bir şekilde kontrol etme ve güvence altına alma rolünü sürdürmesi gerektiğine inanıyor” ifadelerini kullandı.

ascdvfgrthy
Münbiç'teki Tişrin Barajı yakınlarına düzenlenen bir bombardıman sırasında Türkiye yanlısı silahlı grupların üyeleri (AFP)

Bass, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Suriye içinde geniş çaplı çatışmaların yeniden başlamamasının, ülkedeki silahlı grupların şiddete başvurmamasının ve hükümetin normal işlevlerinin yeniden tesis edilmesini desteklemeye katkıda bulunmalarının sağlanması etkili bir geçiş sürecinin bir parçasını oluşturacak. Geçici hükümetin zaman içerisinde imkanlarını aşamalı olarak geliştirmesine ve halk ile uluslararası toplum tarafından güven duyulmasına imkan tanıyacak.”

Bass ayrıca Türk yetkililerle Suriye’deki mevcut geçiş sürecinin DEAŞ’ın ya da ülkedeki diğer terörist grupların Suriye halkını, komşu ülkeleri ya da başka bir ülkeyi tehdit edecek şekilde yeniden canlanmasına yol açmaması için atılması gereken somut adımları ele aldıklarını kaydetti.

SDG, Türkiye'nin, SDG’lilere ve mevzilerine yönelik saldırılarının onu DEAŞ’la mücadeleden alıkoyduğunu öne sürdü. SDG lideri Mazlum Abdi geçtiğimiz günlerde, DEAŞ’ın Suriye rejiminin çöküşünden faydalandığını ve özellikle Suriye'nin orta kesimlerindeki el-Badiye (Suriye çölü) bölgesinde silah ve mühimmat elde ettiğini, gözaltı merkezlerinde ve kamplarda DEAŞ tehdidinin arttığını ve genel olarak örgütün hareketliliğinde bir artış olduğunu açıkladı.



Jeopolitik ortamın elverişliliğiyle İran ve İsrail arasında topyekûn bir savaş kaçınılmaz olabilir

Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray, 28 Ocak 2020 (AFP)
Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray, 28 Ocak 2020 (AFP)
TT

Jeopolitik ortamın elverişliliğiyle İran ve İsrail arasında topyekûn bir savaş kaçınılmaz olabilir

Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray, 28 Ocak 2020 (AFP)
Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray, 28 Ocak 2020 (AFP)

Majid Rafizadeh

İran ve İsrail onlarca yıldır gizli operasyonlar, vekâlet savaşları ve stratejik olarak tehdit edici tutumlarla uzun süredir devam eden bir gölge savaşın içindeydi. Ancak, 2024 yılında çatışmanın dinamikleri dramatik bir şekilde değişti ve olaylar gizli çatışmalardan doğrudan karşı karşıya gelme noktasına evrildi. 2025 yılıyla birlikte İran ile İsrail arasında topyekûn bir savaş ihtimali her zamankinden daha da kaçınılmaz hale geldi.

Bu tırmanış, Şam'daki İran konsolosluğu binasına düzenlenen hava saldırısı da dahil olmak üzere İsrail'in Suriye'de düzenlediği çok sayıda hava saldırısıyla başladı. İran, buna İsrail'e balistik füzeler fırlatarak karşılık verdi. Bu durum kısasa kısas bir saldırı döngüsünü tetikleyerek uzun süredir devam eden gölge savaşını daha açık ve tehlikeli bir çatışmaya dönüştürdü.

Daha sonraki olaylar iki ülke arasındaki gerilimi arttırdı. İsrail'in İran’ın önemli şehirlerinden İsfahan'daki askeri tesislere düzenlediği sınırlı saldırıyı, Hamas lideri İsmail Heniyye'nin Tahran'da öldürülmesi izledi. Olaydan İsrail, sorumlu tutuldu. Heniyye'nin kendi topraklarında öldürülmesine öfkelenen ve bundan dolayı hakarete uğrayan İran, İsrail topraklarını hedef alan bir başka balistik füze dalgasıyla karşılık verdi.

İran'ın hesaplanmış sessizliği stratejik mi yoksa sürdürülemez mi?

İran, İsrail'in son saldırılarına karşılık vermekten kaçındı ve bir ayı aşkın bir süredir dikkat çekici bir şekilde sessiz kalmayı başardı. Bu itidal birçoklarını şaşırtmış olsa da İran'ın birçok cephede karşı karşıya olduğu çok yönlü zorlukları yansıtıyor.

İran, ekonomi cephesinde ise yıllardır süren iç ve dış baskıların daha da şiddetlendirdiği derin ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Uluslararası yaptırımların felç edici etkisi İran'ın küresel mali piyasalara erişimini kısıtlarken bu yaptırımlar, ülke içindeki kronik kötü yönetim ve yaygın yolsuzluk olaylarıyla birleşince ülkenin ekonomisi neredeyse çökmenin eşiğine geldi. Enflasyon şaşırtıcı seviyelere yükselirken sıradan vatandaşların satın alma gücü zayıfladı ve halk arasındaki hoşnutsuzluğu artırdı. İran'ın para biriminin değeri yabancı dövizler karşısında hızla düşerek ithalatı dayanılmaz derecede pahalı hale getirdi. Gıda ve ilaç dahil olmak üzere temel emtialara ulaşılmasını zorlaştırdı.

İşsizlik oranları özellikle de İran nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan gençler arasında oldukça yüksek. Bu ekonomik sorunlar sadece rejimin uzun süreli askeri müdahalelerini sürdürme kabiliyetini zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda iç istikrarını da tehdit ediyor.

İran hükümeti içeride sosyal ve siyasi açıdan istikrarsız bir durumla karşı karşıya

İran hükümeti içeride sosyal ve siyasi açıdan istikrarsız bir durumla karşı karşıya. Ülke genelinde son birkaç yıldır ekonomik durumla ilgili umutsuzluk, siyasi baskı ve daha fazla özgürlük çağrılarıyla beslenen hükümet karşıtı kitlesel protestolar patlak verdi. İsrail'le girişilecek geniş çaplı bir savaş, bu gizli hayal kırıklıklarını tam anlamıyla bir ayaklanmaya dönüştürebilir ve ülkenin bekasını tehdit edebilir. İranlı liderler bu riskin gayet farkındalar ve içerideki istikrarsızlığın dış tehditlere etkili bir şekilde karşılık verme kabiliyetlerini sekteye uğratabileceğinin bilincindeler.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun İran halkına doğrudan hitap ettiği son konuşması da bu baskıları arttırdı. Netanyahu'nun İranlılara yaptığı ‘özgür bir İran’ çağrısı, Tahran tarafından halkı rejime karşı isyana teşvik eden provokatif bir girişim olarak görüldü. İranlı yetkililer bu tür açıklamaları İsrail ve ABD'nin İran yönetimini istikrarsızlaştırmaya yönelik daha geniş kapsamlı bir stratejinin parçası olarak görüyorlar. Bu düşünce, İran'ın hesaplarını daha da karmaşık hale getiriyor. Zira İran'ın içerideki anlaşmazlıkları alevlendirmeden güç gösterisi yapma ihtiyacını dengelemesi gerekiyor.

scdfergt
Tahran'ın merkezindeki Vali Asr Caddesi’nde, alt kısmında Arapça olarak “Dürüst Söz” ve Farsça olarak “İsrail örümcek ağından daha zayıftır” yazılı İran yapımı balistik füzelerin yer aldığı bir billboard, 15 Nisan 2024 (AFP)

Donald Trump'ın yeniden ABD başkanı seçilmesi, İran'ın İsrail'e karşı acil bir askeri eylemde bulunma konusundaki isteksizliğinin bir başka nedeni oldu. Trump yeniden göreve gelmeye hazırlanırken İran'ın, tarihsel olarak Tahran'a karşı katı bir tutum sergileyen bir ABD yönetimini kışkırtmanın olası sonuçlarını hesaplayabilir. Trump’ın önceki başkanlık dönemindeki politikaları genellikle İsrail'i güçlü bir şekilde destekleyen yöndeydi ve Trump'ın yeniden iktidara gelmesiyle İsrail'e olan desteğinin devam edebilir, hatta artabilir. Bu stratejik hesap, İran'ı daha temkinli bir yaklaşım benimsemeye ve her ikisi de böyle bir senaryoda zorlu düşmanlar olacak olan ABD’yi ve İsrail'i kapsayan daha geniş bir bölgesel çatışmayı tetikleyebilecek eylemlerden kaçınmaya itebilir.

Askeri kısıtlamalar ve jeopolitik hesaplar

Öte yandan askeri cephede İran büyük bir insan gücüne sahip olmasına rağmen ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya. Özellikle hava savunma ve hassas silahlar alanındaki teknolojik imkanları, ABD tarafından desteklenen gelişmiş hassas sistemlere sahip olan İsrail'in seviyesinin altın kalıyor. İran'ın balistik füze cephaneliği ne kadar güçlü olursa olsun, İsrail'in Demir Kubbe ve Davud Sapanı (David's Sling) gibi gelişmiş füze savunma sistemlerine karşı koymak için yeterli değil.

İki ülkenin hava kuvvetleri karşılaştırıldığında bu eşitsizlik daha da belirgin hale geliyor. İsrail Hava Kuvvetleri, Lockheed Martin F-35 Lightning II gibi en son teknolojiye sahip savaş uçaklarının yer aldığı güçlü uçak filosunu ve gelişmiş elektronik harp sistemlerini kullanan, dünyanın en gelişmiş ve en iyi eğitimli hava kuvvetlerinden biri olarak kabul ediliyor.

İsrail Hava Kuvvetleri, gerçek zamanlı uydu istihbaratına erişim ve gelişmiş havadan havaya yakıt ikmali kabiliyetleri de dahil olmak üzere ABD’nin geniş çaplı kaynakları sayesinde uzun menzilli hassas saldırıları görünür bir etkinlikle gerçekleştirebiliyor.

Donald Trump'ın yeniden ABD başkanı seçilmesi, İran'ın İsrail'e karşı acil bir askeri eylemde bulunma konusundaki isteksizliğinin bir başka nedeni oldu.

Buna karşın İran Hava Kuvvetleri, çoğunlukla 1979 İslam Devrimi'nden önce satın alınan ve yaptırımlar nedeniyle yeterince modernize edilemeyen eski uçaklara sahip. İran, her ne kadar yerli insansız hava araçları (İHA) geliştirmek için çaba sarf etmiş olsa da bu varlıklar, İsrail Hava Kuvvetleri’nin sofistike ve operasyonel çok yönlülüğüne sahip değil. Hava yeteneklerindeki bu önemli boşluk İran'ın saldırı seçeneklerini sınırlamakla kalmıyor, aynı zamanda askeri altyapısını İsrail’in hava saldırılarına karşı savunmasız bırakarak güç dengesini İsrail'in lehine olacak şekilde değiştiriyor.

Jeopolitik tablo, bu zorlukları daha da karmaşık hale getiriyor. Beşşar Esed rejiminin Aralık 2024'te düşmesi İran'ın bölgesel nüfuzuna ağır bir darbe indirdi. Başlıca müttefikinin ortadan kalkmasıyla İran'ın bölgedeki varlığını sürdürme çabaları ciddi şekilde sekteye uğradı. Suriye'nin stratejik bir dayanak noktası olarak kaybedilmesi, İran'ı bölgesel hedeflerini yeniden değerlendirmeye ve zaten sınırlı olan kaynaklarını bu kaybın yansımalarını ele almak için sıkıştırmaya zorluyor.

xascdfrgt
İsrail füzesavar sistemi, İran’ın Aşkelon'a yönelik füze saldırısını püskürtmeye çalışırken, 14 Nisan 2024 (AFP)

Donald Trump yönetiminin 20 Ocak 2025 tarihinde göreve başlayacak olması, İran'ın karşı karşıya olduğu stratejik zorlukları daha da arttırıyor. Trump'ın başkanlığı, İran’a karşı katı yaptırımlar uygulanan ve İsrail'e sarsılmaz destek verilen bir ‘azami baskı’ politikasıyla aynı anlama geliyor. İranlı liderler, herhangi bir gerilimin ABD'nin doğrudan müdahalesine yol açarak İsrail'in daha da lehine sonuçlanabileceğinin gayet farkındalar. İsrail yanlısı güçlü bir yönetimin Beyaz Saray’a geri dönmesi, İran'ın stratejik hesaplarını yeniden şekillendirirken onu temkinli bir şekilde hareket etmeye zorladı.

İsrail'in stratejisi ve İran'ın açmazı

İranlı siyasi çevrelerde İsrail'in İran'ı kasıtlı olarak savaşa kışkırtmaya çalıştığı konusunda giderek artan bir fikir birliği hakim. Bu düşüncenin altında İranlıların İsrail ve ABD'nin Tahran'da rejim değişikliği peşinde olduğuna dair uzun süredir devam eden endişeleri yatıyor. İranlı yetkililer, çatışmayı tırmandırarak hükümetlerini zayıflatmak ve bölgesel nüfuzunu azaltmak için planlanmış bir tuzağa düşmekten korkuyorlar.

Bu bakış açısı, İran'ın kendisine karşı geniş çaplı bir uluslararası müdahaleyi haklı çıkaracak eylemlerden kaçınmaya çalışarak ihtiyatlı bir yaklaşım benimsemesine neden oldu. Ancak itidalli olmak, risk olmadığı anlamına gelmiyor.  İran'ın katı muhafazakar tabanı ve bölgedeki müttefikleri, bu uzun süreli eylemsizliği İran'ın zayıflığı olarak yorumlayabilir ve söylemlerinin inandırıcılığına zarar verebilir.

İran ve İsrail arasında topyekûn bir savaş çıkma olasılığı hiç bugünkü kadar yüksek olmamıştı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre İsrail'in son eylemleri Netanyahu liderliğindeki stratejisinde bir değişimin sinyalini veriyor. İsrail geleneksel olarak İran'ın tehditlerine karşı koymak için gizli operasyonlara ve hedefe yönelik saldırılara dayanan bir gölge savaşı yürütmeyi tercih etse de geçtiğimiz yıl bu yaklaşımdan belirgin bir şekilde saptığı görüldü. Netanyahu'nun İran halkına hitaben yaptığı konuşmalar ve İsrail'in giderek daha cesur askeri eylemlerde bulunması, İsrail tarafında İran rejimin radikal bir değişiklik olmadan İsrail'in güvenlik kaygılarının giderilemeyeceğine dair artan bir inanca işaret ediyor.

Bu yeni strateji, bölgesel dinamiklerin daha geniş bir değerlendirmesini ve Trump'ın iktidara dönüşünün sunduğu fırsatları yansıtıyor. İsrail, kendisini destekleyen bir ABD yönetimini arkasına alarak İran’la çatışmasını tırmandırmaya ve gizli operasyonlardan doğrudan askeri eyleme geçmeye daha istekli gibi görünüyor. Netanyahu hükümeti, İran'ın askeri ve nükleer kapasitesini önemli ölçüde azaltmak için bu elverişli jeopolitik ortamdan yararlanmaya kararlı görünüyor.

xsacdfrgth
Netanyahu İsrailli komutanlarla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimlerinde, 19 Kasım 2024 (AFP)

İran ve İsrail arasında topyekûn bir savaş çıkma ihtimali hiç bugünkü kadar yüksek olmamıştı. Esed rejiminin yıkılması, İran'ın bölgeyle ilgili emellerini sekteye uğratırken, Trump'ın yeniden başkan seçilmesi, İsrailli liderleri daha da cesaretlendirdi. İran'ın içinde bulunduğu ekonomik zorluklar ve içerideki huzursuzluk, kararlı bir şekilde karşılık verebilmesini daha da sınırlıyor ve daha büyük bir çatışmanın fitilini ateşleyebilecek değişken bir faktörler karışımı oluşturuyor. Şimdilik her iki taraf da kaçınılmaz olana hazırlanmaya devam ederken her adım bölgeyi kırılma noktasına daha da yaklaştırıyor. Önümüzdeki aylar, bu istikrarsız durumun topyekûn bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğinin belirlenmesi açısından çok önemli olacak.