Irak, coğrafyanın nimeti ile hırsların laneti arasında asılı kaldı

Gözlemciler, Mezopotamya'daki bazı güçlerin dar çıkarlarının siyaset sahnesinde sürekli dalgalanmalara yol açtığını söylediler

Basra'da Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktada bulunan Sinbad Adası ve Halid Köprüsü’nün havadan görüntüsü (AFP)
Basra'da Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktada bulunan Sinbad Adası ve Halid Köprüsü’nün havadan görüntüsü (AFP)
TT

Irak, coğrafyanın nimeti ile hırsların laneti arasında asılı kaldı

Basra'da Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktada bulunan Sinbad Adası ve Halid Köprüsü’nün havadan görüntüsü (AFP)
Basra'da Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktada bulunan Sinbad Adası ve Halid Köprüsü’nün havadan görüntüsü (AFP)

Şeza el-Amili

Irak'ın coğrafi konumu, sunduğu stratejik fırsatlar nedeniyle bir nimet gibi görünse de ihtirasları cezbeden bir sbep oldu ve olmaya da devam ediyor. Kaynakları ve hayati konumu için yaşanan rekabet yüzünden eski çağlardan günümüze kadar savaşların hedefinde oldu. Bölgesel çatışmaların merkezlerine yakınlığı gerek kendi ulusal iradesiyle gerek bölgesel ve uluslararası baskıların bir sonucu olarak olsun, onu bölge geleceğinin şekillendirilmesinde önemli bir oyuncu haline getirdi.

Ancak Iraklılar, yeni Ortadoğu denklemlerinde etkili rol oynamalarını sağlayan stratejik bir denge kurmayı başardıkları için tarihleri boyunca bu zorluklarla yüzleşebileceklerini kanıtladılar.

Irak'ın konumu ve tarihi rolü

Tarih alanında araştırmacı olan akademisyen Halid Şati, Irak'ın tarihsel olarak Ortadoğu'daki en önemli stratejik eksenlerden biri olduğunu, eşsiz coğrafi konumunun onu bölgenin merkezi haline getirdiğini, özellikle de Dicle ve Fırat gibi iki büyük nehre sahip olmasının yanı sıra Basra Körfezi'ne bakmasının onu eski çağlardan beri bölgesel ve uluslararası güçlerin ilgi odağı haline getirdiğini söyledi. Şati’ye göre bu coğrafi özellikler Irak’a sadece ticaret ve kaynak alışverişi yoluyla dünyaya açılma imkânı vermekle kalmadı, aynı zamanda onu nüfuz ve ekonomik çıkar peşinde koşan güçler için sürekli bir hedef haline getirdi.

Şati, Irak'ın karşı karşıya olduğu mevcut zorluklarla ilgili olarak ise şunları söyledi:

“Irak bugün, başta bazı iç ve dış güçlerin ülkeye dayatmaya çalıştığı parçalanma olmak üzere, iç ve dış düzeyde ciddi zorluklarla karşı karşıyadır. Ancak buna rağmen, eski rejimin devrilmesinden sonra yaşadığı sert deneyimler ona büyük bir tecrübe ve farkındalık kazandırdı.”

SCDVFGBTHY
Dora Petrol Rafinerisi kompleksinde yanan gaz fişeklerinin arkasında güneş batıyor (AFP)

Irak'taki demokratik geçiş sürecinin, bazı tutarlı davranışsal sütunların eksikliğine rağmen, bölgede eşsiz bir temsil ettiğini vurgulayan Şati, olumlu bir şekilde değerlendirildiği takdirde, halkına istikrar için eşi benzeri görülmemiş bir fırsat verdiğini belirtti. Ancak ikilem, bazı siyasi güçlerin dar çıkarları nedeniyle siyaset sahnesinde sürekli dalgalanmalara yol açarak, bu öncü deneyin tamamlanmasının engelleniyor olması.

Uluslararası çıkarlar ve güç mücadeleleri

Uluslararası ilişkiler uzmanı olan eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Irak’ın kadim bir ülke olarak bölgesel meselelerin yatıştırılması ve çözümünde önemli rol oynamasını sağlayacak tüm unsurlara sahip olduğunu vurguladı. Ancak bu rolü başarmak, dış baskılara bağlı olarak sağa veya sola sapmadan, ulusal çıkarlara dayalı, uyanık ve bağımsız bir dış politikayı gerektirir.

Irak’ın bölgesel ve uluslararası politikadaki gücünün sadece coğrafi konumundan ya da tarihinden değil, aynı zamanda iç ulusal konumunun bütünlüğünden ve ekonomisinin gücünden kaynaklandığını belirten Zebari, bu unsurların, ‘yumuşak gücü’ arttırmanın yanı sıra, Bağdat’ın bölgedeki nüfuzunun ve dış politikadaki inisiyatif ve liderliğinin temelini oluşturduğunu belirtti.

Iraklı eski Bakan, Irak'ın bölgesel ve uluslararası rolünün iç birlik, sağlam ekonomik politikalar ve bölgesel ve uluslararası istikrara dayalı etkin bir diplomasi olmadan etkili olamayacağının da altını çizdi.

Bir rekabet arenasından bir yakınlaşma noktasına

Öte yandan dış politika uzmanı Selman el-Araci, Irak'ın coğrafi konumunu ve stratejik kaynaklarını kullanarak uluslararası ve bölgesel müdahaleleri en aza indiren dengeli bir dış politika oluşturabilmesiyle ve kendisini bir rekabet arenasından uluslararası çıkarların birleştiği bir noktaya dönüştürmek için gerçek fırsatlar oluşturabilmesiyle ilgili olarak şunları söyledi:

“Irak, coğrafi konumundan ve stratejik kaynaklarından yararlanan kapsamlı bir strateji benimsediği takdirde, kendisini büyük güçler arasındaki rekabet arenasından uluslararası çıkarların buluşma noktasına dönüştürmek için gerçek bir fırsata sahiptir.”

Bu dönüşümün sağlanmasına katkıda bulunabilecek birkaç adımdan söz eden Araci bunlardan ilkinin pozitif tarafsızlık diplomasisinin teşvik edilmesi olduğunu belirterek, “Irak, etkili bir arabulucu olabileceği bu konularda bölgesel diyaloğu ve katılımı teşvik ederek bölgesel ya da uluslararası tüm taraflarla dengeli ilişkiler kurmalı” değerlendirmesinde bulundu. Bağdat'ın İran ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmayla, Gazze ve Suriye meselelerindeki rolünü pozitif diplomasisinin başarısına örnek olarak gösteren Araci, ikinci adımın ise altyapının geliştirilmesi olduğunu ifade ederek “Irak, Mezopotamya'yı bölgede ticaret ve ulaşım merkezi haline getirmek için el-Cafe Kanalı ve Doğu-Batı Kalkınma Yolu gibi projeleri tamamlayarak bölgesel bir ticaret merkezi haline gelebilir” diye konuştu.

 VFDBGHN
Irak, bölgesel meselelerin yatıştırılması ve çözüme kavuşturulmasında önemli bir rol oynaması için gereken tüm unsurlara sahip (AFP)

Araci’ye göre üçüncü adım ise yenilenebilir enerji kaynakları ile petrole ve doğalgaza yatırım yaparak, Irak'ın bölgesel ve uluslararası politikada daha fazla söz sahibi olmasını sağlamak. 2003 yılından sonra Irak'ın doğal kaynaklarını kullanma konusunda kayda değer bir ilerleme kaydettiğini belirten Araci, bunun da Irak'ın bölgeye ve dünyaya enerji tedarikinde kilit bir rol oynamasını sağladığını söyledi.

Dördüncü ve son adımın güvenliğin ve istikrarın arttırılması olduğunu ifade eden Araci, “Güvenlik, yatırım çekmenin ve kalkınma için istikrarlı bir ortam sağlamanın temel sac ayağıdır. Irak'ın terörizmi yenmesi ve güvenlik kabiliyetlerini güçlendirmesi, bölgesel ve uluslararası güveni arttırma fırsatı veriyor” şeklinde konuştu.

Irak'ı uluslararası çıkarların buluştuğu bir nokta haline getirmek gerektiğini söyleyen Araci, şöyle devam etti:

“Bunun için gıda güvenliği, iklim değişikliği ve ekonomik zorluklar gibi küresel meseleleri anlayarak etkili ve olumlu bir dış politika benimsemek ve uluslararası desteği çekmeye çalışmak gerekiyor. Ayrıca yatırımcıları koruyan ve yeni fırsatlar yaratan açık ve teşvik edici ekonomik mevzuat yoluyla cazip bir yatırım ortamı sağlamanın ve ekonomik topluluklara entegrasyonun yanı sıra uluslararası örgütler ve barış ve güvenlik girişimlerine katılım da gerekli.”

Vatandaşlığın ve insan onuruna saygının teşvik edilmesi

Nehreyn Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler Uzmanı Abbas Atvan, “Kendine özgü coğrafi konumu ve kadim tarihi mirasıyla Irak, bölgesel ve uluslararası düzeyde egemen ve etkili bir devlet olarak rolünü yeniden kazanma çabasında büyük zorluklarla karşı karşıya. Bu zorluklar yeni olmamakla birlikte, siyasi karar alma mekanizmasının bağımsızlığını engelleyen iç ve dış faktörlerin karşılıklı etkileşimi nedeniyle daha da çetrefilli hale geliyor” dedi. 

Irak'ın geleceğinin büyük ölçüde kendi iç kararlarını güçlendirmesine ve ulusal egemenliğini sağlamasına bağlı olduğunu belirten Atvan, “Bunun için de her türlü siyasi ve ekonomik reformun temel taşları olan vatandaşlık ve insan onuruna saygının pekiştirilmesi, vatandaşlık haklarının garanti altına alınması ve sosyal adaletin sağlanması için çalışılmasının yanı sıra, yönetimin iyileştirilmesi ve ülkenin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri olan yolsuzlukla mücadele edilmesi gerekiyor. Yolsuzluğun ortadan kaldırılması için de güçlü bir siyasi irade ve gözetim kurumlarının güçlendirilmesi, şeffaflığın artırılması, ekonominin geliştirilmesi ve altyapının iyileştirilmesine yönelik pratik planlar lazım” ifadelerini kullandı.

Atvan, doğal kaynaklara yatırım yapıp, tarım ve sanayi gibi üretken sektörleri geliştirerek ve vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak ve yatırımları desteklemek için altyapıyı iyileştirerek sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı bir öncelik haline getirme çağrısında bulundu.

Dış ortam ve egemenlik

İçeride reform gerçekleştirmenin önemine rağmen, dış ortam Irak'ın yolunu ve geleceğini belirlemede büyük bir rol oynuyor. Aynı şekilde jeostratejik konumu, Irak'ı toprakları üzerinde gerçekleşen birçok bölgesel ve uluslararası etkileşime karşı savunmasız hale getiriyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu etkileşimler akıllıca yönetilmediği takdirde, siyasi karar alma mekanizmasının bağımsızlığını zayıflatıyor.

Bağımsızlığın korunması ile dış ilişkilerin Irak'ın ulusal çıkarlarına uygun şekilde yönetilmesi arasındaki dengenin önemini vurgulayan Abbas Atvan, “Zira bu çıkarlardan uzaklaşmak Irak'ın geleceğinin yabancı güçler tarafından şekillendirilmesi anlamına geliyor. Egemenliğin ve bağımsız kararların güçlendirilmesi ise bölgede etkili bir konum elde edilmesini sağlayacaktır” yorumunda bulundu.

Atvan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Irak'taki bölgesel ve uluslararası varlık, net bir vizyona ve ülke içi ile ülke dışı arasında denge kurma becerisine sahip olması gereken liderler için büyük zorluklar teşkil ediyor. Bunu başarmak için acil sorunlara pratik çözümler sunarak ve refah dağılımında adaleti sağlayarak hükümet ve vatandaşlar arasında güven yeniden inşa edilmeli. Pozitif tarafsızlığa dayalı dengeli bir dış politika üzerinde çalışılmalı. Böylece Irak, bölgesel çatışmalarda bir çatışma arenası olmak yerine, arabulucu olarak kalmalı. Irak'ın çıkarlarını garanti altına alan ve etkin bir bölgesel güç olarak statüsünü güçlendiren ekonomik ve güvenlik girişimlerine katılarak bölgesel ve uluslararası iş birliği güçlendirilmeli.”

Irak'ın bölgesel ve uluslararası rolünü yeniden kazanabilmesi, iç reformlar ile dış ilişkilerini yönetme arasında bir denge kurmayı ne ölçüde başaracağına bağlı. Sürdürülebilir bir yönetim ve egemenlik modeli inşa edebildiği ve sürdürülebilir bir yönetişim ve egemenlik modeli oluşturabildiği zaman Irak, başkalarının çatışmaları için bir arena olmak yerine bölgede önemli bir oyuncu haline gelecek.

IMF’nin rolü

Irak Merkez Bankası eski Başkan Yardımcısı İhsan Şimran el-Yasiri, başta Uluslararası Para Fonu (IMF) olmak üzere uluslararası kuruluşların, Irak’ın da aralarında olduğu çatışma sonrası ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde önemli bir rol oynadığını söyledi. Irak ve IMF arasındaki bu ilişki, 2003 yılında siyasi rejimin değişmesinin hemen ardından, Irak hükümeti ve Irak Merkez Bankası'nın para ve maliye politikasının yollarını belirlemek için IMF ile yoğun istişarelere girmesiyle başladı.

IMF’nin para politikası ve döviz kuru konusunda Irak'a ilk katkısının 2003 yılında 1 doların bin 475 dinar olarak sabitlendiği dolar kurunu belirlemek olduğunu söyleyen Yasiri, “Daha sonra döviz kuru kademeli olarak dolar başına bin 166 dinara düşürüldü. Bunun Irak ekonomisi, özellikle de tarım ve sanayi sektörleri üzerinde önemli olumsuz etkileri oldu” dedi.

Yasiri, Irak Merkez Bankası’nın 2009 yılında bu eğilimin tehlikesinin farkına vardığını ve döviz kurunu kademeli olarak dolar başına bin 200 dinara yükseltmeye başladığını, fakat ekonominin ithal mallara bağımlı olması ve yerel ürünlerin rekabet gücünün yetersizliği sonucu bu çabaların etkili olamadığını belirtti.

IMF, özellikle Paris Kulübü borçlarının geri ödenmesine katkıda bulunan ve bu borçları orijinal değerlerinin yüzde 10'una indiren Stand-By Düzenlemesi çerçevesinde Irak'ın borç yükünün hafifletilmesinde önemli bir rol oynadıysa da bu, Irak'ın vergilendirme, gümrükler ve kamu maliyesi yönetimi de dahil olmak üzere mali ve idari performansın iyileştirilmesi alanlarında IMF'nin şartlarını yerine getirmesine bağlıydı.

CDVFBGHTYJU
Bağdat'ın kuzeyindeki Beyci Petrol Rafinerisi’nin havadan görünümü (AFP)

Döviz kurunun 2020 yılında ayarlanmasıyla ilgili olarak Yasiri, IMF'nin 2020 yılında Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası arasındaki görüşmelere katıldığını, bunun sonucunda döviz kurunun dolar başına bin 470 dinara yükseltildiğini, bu kararın büyük tartışmalara yol açtığını ve IMF'nin Irak ekonomisi için daha adil olduğunu düşündüğü dolar başına bin 600 dinara yükseltilmesini önerdiğini, ancak sonuçta bunun kabul edilmediğini belirtti.

Yasiri, IMF'nin yanı sıra Dünya Bankası ve diğer uluslararası kuruluşların da yönetimin iyileştirilmesi ve mali kaynakların yönetimi gibi alanlarda hükümete danışmanlık yaparak katkıda bulunduğunu kaydetti.

Petrol, kaynaklar ve egemenlik

Petrol sektörü uzmanı Cemil Kemmune, hem yüzeydeki hem de yeraltındaki doğal kaynakların ulusal ekonomi için hayati unsurlar olduğunu, fakat tüm tarafların egemenlik haklarını garanti altına alan adil ve dengeli bir şekilde kullanılmadıkları takdirde, komşu ülkeler arasında bir gerilim odağı haline gelebileceklerini hatırlattı.

Irak'ın bazı komşularının uluslararası anlaşmalara uymadan ortak nehirlerin kaynak sularını kullanması Mezopotamya'nın su kotasının azalmasına yol açtığı için Irak'ta su ve petrolle ilgili sorunlar ortaya çıktı. Bu ihlal, ülkenin en önemli ekonomik merkezlerinden biri olan tarım sektörünü büyük ölçüde etkiledi.

Petrol konusunda ise komşu ülkelerle paylaşılan sahalar egemenlik ve ekonomik bir sorun teşkil ediyor. Zira bazı komşu ülkelerin bu sahalardaki aşırı üretimi Irak'ın petrol rezervlerini olumsuz etkiliyor. Bu durum ekonomik kayıplara yol açarken diplomatik boşluklar yaratıyor.

Kemmune, bu sorunu çözmek için ‘üretim standardizasyonu’ politikasının benimsenmesi çağrısında bulundu. Üretim standardizasyonu, petrol üreten ülkelerin ortak sahaların kullanımını adil ve dengeli bir şekilde düzenlemek için izlediği, tüm tarafların haklarını garanti altına alan ve Irak'ın kaynakları üzerindeki egemenliğini koruyan bir politikadır.

Sınırların dış müdahalelere karşı korunması

Uluslararası sınır ve su işleri uzmanı Cemal el-Halbusi, Irak'ın stratejik coğrafi konumu ve geniş doğal kaynaklarının onu tarih boyunca ticaret ve medeniyetin merkezi haline getirdiğini, ancak aynı zamanda bu zenginlikler nedeniyle işgallere ve dış müdahalelere karşı savunmasız kaldığını söyledi.

Irak'ın sınırları üzerindeki egemenliğini güçlendirmesi ve bu sınırları müdahalelerden koruması gerektiğini söyleyen Halbusi, “Irak'ın birkaç unsuru güvence altına alması gerekiyor. Bunlardan ilki, sınırların kontrol edilmesi ve korunması. Zira kaçakçılığı önlemek için kara, deniz ve hava giriş limanlarının güvenliğinin yanı sıra uyuşturucu, döviz ve değerli metaller de dâhil sıkı mekanizmalar devreye sokulmalı” ifadelerini kullandı.

Irak'ın yolsuzluktan ve kotalardan uzak bir şekilde kaynakları yönetebilecek ve koruyabilecek vizyoner bir hükümete ihtiyacı olduğunu ve bunu başarmak için siyasi, askeri ve adli güçler arasındaki iş birliğinin arttırılması gerektiğini belirterek güçlü bir siyasi liderliğin seçilmesi çağrısında bulunan Halbusi, “Ardından dengeli uluslararası ilişkilerin sürdürülmesi geliyor. Bu da Türkiye ve İran gibi komşu ülkeler karşısında Irak'ın haklarından ödün vermeden çıkarlarının elde edilmesini sağlamak için bölgesel ve uluslararası ortamla esnek ve dengeli bir siyasi yaklaşım gerektiriyor” dedi.

CSDVFGHY
Irak'ın bölgesel ve uluslararası tüm taraflarla, özellikle de komşu ülkelerle dengeli ilişkiler kurması gerekiyor (AFP)

Dördüncü faktörün, ekonomik kalkınma ve kaynak yönetimi olduğunu belirten Halbusi, Irak'ın coğrafi konumu ile tarımsal, endüstriyel ve tarihi kaynaklarının ulusal ekonomiyi güçlendirmek ve sınırların çatışma yerine bölgesel iş birliği için bir güç unsuru haline getirmek için kullanılması gerektiğini vurguladı.

Siyasi kararların bağımsızlığı ve ülkenin coğrafi konumundan yararlanma

Siyasi analist Gassan el-Atiye, Irak’ın mevcut sınırları ve komşularıyla bir dış düşmana ihtiyacı olmadığını, zira her komşunun bir tehdit kaynağı olabileceğini düşünüyor. Bu gerçekliğin monarşi döneminden beri açıkça var olduğunu vurgulayan Atiye, “Kral I. Faysal ve Başbakan Nuri es-Said’in, 1950'li yıllarda Irak, Türkiye, İran ve Pakistan'ın taraf olduğu Bağdat Paktı aracılığıyla komşularla ilişkileri güçlendirmeye çalıştığını” belirtti.

Irak'ın 2003 yılından sonra ortaya çıkan mezhepsel ve örgütsel bölünmelerin gölgesinde bir kaos yaşadığını söyleyen Atiye, çatışan tarafların dış desteğe başvurarak komşu ülkelerin müdahalesine kapı açması nedeniyle, siyaset sahnesinin daha da karmaşıklaştığını kaydetti.

Siyasi kararların bağımsızlığı için şiddet ve dış yardımdan uzak, ortak ulusal değerlere dayalı bir birlikte yaşama formülü bulunması gerektiğini vurgulayan Atiye, ekonomik refah iç çatışmaları en aza indirebileceğinden, güçlü ve sürdürülebilir bir ekonomi inşa etmenin önemini vurguladı.

Atiye, Irak'ın geleceğinin, verimliliğe dayanan, yolsuzluğu reddeden ve coğrafi konumunu büyük güçler için bir savaş arenası olmak yerine, bölgesel iş birliğini teşvik etmek için kullanan sivil bir devlet inşa etme becerisine bağlı olduğunun altını çizdi.

Irak halkını değişimdeki rolü

Siyasi analist Menaf el-Musevi, değişimde Irak halkının rolü ve Irak'ta demokrasinin zorluklarına ilişkin değerlendirmesinde, seçimlerde oy kullanmanın vatandaşların siyasi sahneyi etkilemesinin ve etkili partileri değiştirmesinin başlıca yolu olduğunu söyledi. Bununla birlikte, ülkenin demokratik süreci, büyük siyasi güçlerin çıkarlarına göre düzenlenmiş seçim yasaları gibi, etkinliğini engelleyen çeşitli zorluklarla karşı karşıya olduğunu belirten Musevi, seçim yasalarının siyasi liderlerin ve büyük partilerin çıkarlarına uygun olarak hazırlandığını ve gerçek değişim şansını sınırladığını belirtti. Aynı zamanda Seçim Komisyonu'nun bağımsız olmamasının, parti kotalarının üzerindeki etkisinden kaynaklandığını ifade eden Musevi, “Bu da seçim komisyonunun şeffaflığını ve güvenilirliğini azaltıyor” dedi.

Manipülasyon ve dolandırıcılık iddiaları nedeniyle, vatandaşlar ile seçim süreci arasında güven eksikliği olduğuna dair uyarıda bulunan Musevi, seçmen katılımının 2021 parlamento seçimlerinde yüzde 41'e düşerek, 2005 yılından bu yana en düşük seviyeye gerilediğini söyledi.

Irak'ın 2019 yılındaki protestolar sırasında önemli bir halk hareketine tanık olduğunu, göstericilerin siyasi ve ekonomik reformlar talep ettiğini ve bunun hükümetin istifasına ve seçim yasasının değiştirilmesine yol açtığını hatırlatan Musevi, “Irak halkı, zorluklara rağmen gerek sandık yoluyla gerekse barışçıl halk hareketleri yoluyla değişim ve reform taleplerinde hayati bir rol oynamaya devam ediyor” değerlendirmesinde bulundu.

Geriye ise şu soru kalıyor:

Irak'ın sahip olduğu jeopolitik, istikrarını arttıran bir nimet mi olacak, yoksa onu rüzgârda savuran bir lanet olarak mı kalacak?

Bu sorunun yanıtı Iraklıların kendi iradelerine ve zorlukların üstesinden gelme ve coğrafi konumlarını kendi avantajlarına kullanma becerilerine bağlı.



Şam-SDG müzakerelerinin başarısız olmasının perde arkasında ne var?

Şam-SDG müzakerelerinin başarısız olmasının perde arkasında ne var?
TT

Şam-SDG müzakerelerinin başarısız olmasının perde arkasında ne var?

Şam-SDG müzakerelerinin başarısız olmasının perde arkasında ne var?

Abbas Şerife

Suriye’de yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şara, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi ile arasında bu ayın başlarında Fırat'ın doğusu ve SDG'nin kaderini görüşmek üzere Şam'da yapılan toplantının ardından birkaç gün önce “Suriye'de yabancı savaşçı grupların varlığını kabul edemeyiz” açıklamasında bulundu. PKK ve YPG'yi “DEAŞ meselesini kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanmakla” suçlayan Şara'nın açıklaması müzakere sürecindeki büyük zorlukları yansıtırken başarısızlığın ve çözüm için alternatif yol arayışlarının sinyalini veriyordu.

İşte tarafların müzakereleri yürütürken kullandığı bazı kartlar, her iki tarafın sunduğu yol haritası, müzakerelerin çökmesi halinde Şam'ın yöneleceği alternatif seçenekler ve SDG'nin bu konudaki tercihleri:

Taraflar çözümü nasıl algılıyor?

Ahmed eş-Şara güçlü kartlarla ve rejimin düşmesiyle sonuçlanan ezici bir zaferle desteklenen net bir yol haritasıyla müzakere masasına otururken Mazlum Abdi, meydana gelen değişiklikleri, uluslararası ve bölgesel havanın yeni duruma doğru tersine döndüğünü ve bölge ülkelerinin yeni yönetimin Şam üzerindeki kontrolünü memnuniyetle karşıladığının farkına varamadan eski rejimle müzakere ederken elinde tuttuğu kartlarla masaya geldi.

Mazlum Abdi’nin iki kırmızı çizgisi vardı. Bunlardan birincisi, özel bir idari statüye ve diplomatik temsilciliği kabul etme ve ülkelerle anlaşmalar imzalama noktasına kadar geniş yetkilere sahip olan Özerk Yönetimin statüsünü korumak. Ancak bu hayali kanton, SDG'nin temsil ettiği varsayılan Kürtlerin özerk yönetim talepleriyle hiçbir ilgisi olmayan bir Arap çoğunluğa sahip. Dini ya da ulusal bir temelde tanımlanmayan bu kanton, yalnızca demokratik ulus fikrine dayanıyor. Burada SDG yeni bir siyasi kimlikle karşı karşıya. Zira demokratik ulusu oluşturan Fırat'ın doğusundaki halklardır ve SDG en başta Kürtlerin temsilcisi olduğunu reddediyor.

Mazlum Abdi ayrıca SDG'yi güvenlik ve askeri unsurları bakımından Şam'daki Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'na resmi, ancak sadece itibari olarak bağlı bağımsız bir oluşum olarak muhafaza etmek istiyor. Bu da ordu içinde bir ordu oluşturmak anlamına geliyor.

Abdi’nin Şam’a sunabileceklerine gelince ülkenin doğusundaki petrol ve doğalgaz kaynaklarının bir kısmının yanı sıra Şam'ın Türkiye ve Irak sınırında konuşlanmasını sağlayabilir, DEAŞ dosyasını ve bazı devlet kurumlarını Şam'a devredebilir. Bu da SDG projesinin olduğu gibi kalacağı ve SDG'nin nominal olarak Şam'a bağlı olması nedeniyle Şam'ın Suriye'nin egemenliğini korumak için Türkiye ile karşı karşıya gelmesi gerektiği anlamına geliyor.

SDG ile müzakerelerin çıkmaza girmesi halinde Şam, ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin desteğini kaldırarak SDG'ye baskı yapabilir.

Bu talepler, SDG'nin geçtiğimiz yıllarda Esed rejimiyle müzakere ettiği taleplerle tamamen aynı. Bu da SDG'nin meydana gelen tüm değişiklikleri önemsemediğini ve Şam'a karşı katı bir duruş sergilemeye devam ettiğini gösteriyor.

Öte yandan Ahmed eş-Şara Fırat'ın doğusu ve SDG meselesinin çözümü için silahların devlete teslim edilmesi ve silahların devletle sınırlandırılması, SDG güçlerinin askeri bir yapı olarak değil, Savunma Bakanlığı ve kurulacak yeni ordunun üyeleri olarak orduya dahil edilmesi, yabancı uyruklu savaşçıların Fırat'ın doğusundan çıkarılması, Fırat'ın doğusundaki tüm devlet kurumlarının, petrol ve doğalgaz kaynaklarının yanı sıra DEAŞ dosyasının ve Uluslararası Koalisyonla koordinasyonun Şam'a devredilmesi gibi çeşitli adımları kapsayan oldukça esnek bir yol haritası sundu.

Şarku’l Avsat’ın  Al Majalla’dan aktardığı analize göre Şam, PKK ile bağlantılı Suriyeli SDG üyelerinin statüsünü çözmeyi ve Türkiye'nin PKK ile bağlantılı vatandaşlarının peşine düşmesini durdurmayı taahhüt ediyor. Şara ayrıca yerinden edilmiş Kürtleri Afrin'e ve sürüldükleri tüm bölgelere geri dönmelerini sağlama, Suriye'deki Kürtlerin kültürel ve siyasi haklarını garanti altına alma ve Kürtlerin ulusal diyaloga ve siyasi sürece katılmalarını sağlama sözü verdi. Bu harita, Türkiye'nin çekincesine rağmen ABD yönetimi ve Avrupa Birliği'nin (AB) takdirini kazanmış görünüyor. Bu da SDG'nin bu haritayı reddetmesi halinde ABD ve Avrupa'nın desteğini kaybedeceği ve Şam'ın sorunu başka yollarla çözme konusunda serbest kalacağı anlamına geliyor.

Şam’ın ve SDG’nin elindeki alternatifler

Şam'ın Fırat'ın doğusu meselesini çözmek ve Suriye coğrafyasını birleştirmek amacıyla Şam'ın teklifinin reddedilmesi nedeniyle ABD ve Avrupa'nın SDG'ye verdiği desteği kaldırarak SDG üzerinde baskı kurmak ve Kürt Ulusal Konseyi gibi Kürt bileşeninin tarihi hakları konusunda kendisiyle müzakere edecek bir Kürt siyasi alternatifi aramak ve SDG'yi müzakere masasına geri döndürmek için Türkiye ve Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarını sınırlı askeri baskı uygulamak üzere serbest bırakmak gibi çeşitli seçenek ve alternatiflere yönelmesi muhtemel. Şam ayrıca SDG içindeki, özellikle Kandil kanadı ile Suriye kanadı arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanacak ve Suriye kanadının Kandil kanadı karşısındaki konumunu güçlendirecektir. Şam ayrıca SDG'nin sayısal gücünün yarısından fazlasını oluşturan Deyrizor Askeri Konseyi, Rakka Devrimcileri ve Sanadid Güçleri gibi SDG içindeki Arap oluşumlarla da iletişim kanalları açacak ve onlarla SDG liderliğinden uzak özel anlaşmalar yapmaya ve Savunma Bakanlığı içindeki statülerini düzenlemeye çalışacaktır. Hatta Şam bu adımları atmaya başladı bile.

SDG, Şam ile müzakere masasında elini güçlendirmek amacıyla devlet kurumlarının inşasını sekteye uğratmayı ve kaynaklarını kontrol etmeyi bir baskı kartı olarak kullanma politikası uyguluyor.

Öte yandan SDG, kendisini Suriyeli olmayan taraftar milliyetçi çıkarlar için yönetilen bir sistem projesiyle ilgili olarak görmeyen gizli bir Arap devrimine karşı savunmasız olduğu için büyük zorluklarla karşı karşıya. Bununla birlikte onu yabancı ve Suriyeli olmayan bir güç olarak gören Suriyeli Kürtlerin temsilciliğiyle ilgili olarak bir meşruiyet krizi yaşıyor. Suriyeli Kürtler, SDG'yi, Mazlum Abdi'nin Erbil ziyaretine ve Suriyeli Kürtlerin taleplerini SDG’nin öncülüğünde bir araya getirmek için Mesud Barzani ile görüşmesine (ancak görüşme başarılı olamadı) rağmen isteklerini ifade edemeyen melez bir yapı olarak görüyorlar, ancak toplantı başarılı olmadı. SDG ayrıca, özellikle ABD Başkanı Donald Trump’ın görevi devralmasıyla birlikte ABD'nin yakında Suriye topraklarından çekilmesinin yarattığı sorunla da karşı karşıya. Çünkü ABD, SDG’yi terk edebilir. Bu da SDG’nin uluslararası korumadan mahrum kalacağı, dolayısıyla başka bir krize kapı aralanacağı, yani Türkiye’nin yakında SDG'nin inşa ettiği tüm yapıları yok edebilecek bir operasyon başlatması anlamına geliyor. En büyük kriz ise SDG'nin kararlarının temelde İran'la bağlantılı olan Kandil kanadı tarafından kontrol ediliyor olması. Bu yüzden eğer SDG, Batılı ülkelerin himayesini kaybederse İran'ın bir kolu haline gelecek.

xscdfgtr
SDG lideri Mazlum Abdi bir röportajı sırasında, 19 Aralık 2024 (Reuters)

Bu zorluklar karşısında SDG’nin elinde DEAŞ kartı ve kontrol ettiği Suriye’nin kaynakları dışında pek bir şey yok. Burada SDG'nin ABD'nin Suriye'den çekilmemesi için özellikle de Şam'ın bu dosyayı devralma ve DEAŞ'la mücadeleye devam etme sözü vermesinden sonra, DEAŞ kartını kullanması ve bir güvenlik kaosu ortamı yaratması ölümcül bir hata olur. Zira DEAŞ dosyası, diğer tüm örgütlerin dosyalarına uygun olarak kapatılması gereken bir dosyadır. Ülke kaynaklarına ve servetine gelince, Şam yönetimine siyasi tavizler vermesi için bu kaynaklarla şantaj yapmak da hata olur. Çünkü böyle bir adım, kaynaklardan mahrum olan Suriye halkı ile ahlaki bir krizle ve SDG'ye karşı hiçbir sempatinin kalmamasıyla sonuçlanır.

Ancak en ölümcül hata, özellikle Türk yapımı Bayraktar insansız hava aracına (İHA) karşı İran'dan uçaksavar ve İHA’ların SDG'ye ulaştığına dair bilgiler gelirken SDG'nin şu anda Suriye'nin kuzeydoğusunda üstünlüğü elinde bulunduran Kandil kanadı aracılığıyla, Suriye'deki nüfuzunu kaybeden İran gibi bölgesel bir müttefik arayışına girmesi olacaktır. SDG İran’dan alınan bu silahları şu an, SMO ile Menbiç ve Tişrin Barajı çevresindeki çatışmalarda kullanıyor.

SDG bir iç kriz ve Şam'la uzlaşmak, Türkiye karşıtlığına bir son vermek ve Suriye devletinin kurumlarına dahil olmak isteyen yerel kanat ile Suriyeli Kürtlerin davasını sahiplenerek Suriye'yi uluslararası ve bölgesel bir çatışma arenasına dönüştürmekte ve İran'ın gündemlerini hayata geçirmekte ısrar eden Kandil kanadı arasındaki bir gerilimle karşı karşıya. SDG'nin Şam'la müzakere masasına döndüğünde, Şam'la müzakerelerindeki uzlaşmazlığı bunun kanıtı olurken SDG, bölgede meydana gelen yerel ve bölgesel değişikliklerin farkına varmaksızın Suriye rejimine daha önce sunduğu talepleri bir kez daha ısıtıp ortaya koyuyor.

SDG, devlet kurumlarının inşasını sekteye uğratma, kaynaklarını kontrol etme ve Şam ile müzakere pozisyonunu güçlendirmek için bunları bir baskı kartı olarak kullanma politikasını benimsiyor. Ancak mesele SDG'nin de diğer güçler gibi bir sonraki aşamayı, yani farklı ideolojileri, milliyetleri ve mezhepleriyle tüm alt-devlet sistemlerinin varlığını sona erdirmeye odaklanan aşamayı anlayamamasında yatıyor. Bölge, bu dosyayı tamamen kapatmaya doğru ilerliyor gibi görünüyor.

SDG'nin geleceği büyük ölçüde bölgesel ve yerel değişkenleri doğru okuyabilmesine, bugüne kadar elde ettiği her şeyi kaybetmemek için Şam ile hızlı bir çözüm arayışına girmesine ve bu kazanımları Suriye ulusal projesi içinde kendi kararını ve kaderini belirleyerek taçlandırmasına bağlı.

Yakın vadede SDG'nin önündeki tek seçenek, Suriye siyasi ortamında hayatta kalmasını sağlamak için ülkenin kaynakları ve silah dosyası açısından önemli tavizler vermek ve Savunma Bakanlığı’na bağlı güçlere katılmak olabilir.