Irak'ta “Şii hakimiyeti” ve siyaset-silah ikiliği

Ülkede 2018 yılında yapılan seçimlerde silah ve siyaset ikiliğinin paralelliği daha da belirgin hale geldi

Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
TT

Irak'ta “Şii hakimiyeti” ve siyaset-silah ikiliği

Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)

İyad el-Anberi

“Şii hakimiyeti” terimi son zamanlarda Şii güçlerin çoğunluğu oluşturdukları ya da devlete nüfuzlarını dayattıkları ülkelerde, özellikle Irak ve Lübnan'da, iktidara gelmelerini ifade etmek için sık sık kullanılır. Bu ifade, 2003 yılında Irak'ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra Şii siyasi güçlerin artan nüfuzunun da bir göstergesidir.

Şii hakimiyeti, kamusal alanın her noktasında onu teyit eder şekilde görünmeye başladı. Hatta Şii dini ve siyasi sembolleri, işaretleri ve ritüelleri sokaklarda ve kamusal alanda çoğalmaya başladı. Bu olgu, Haşim Salih'in 2003 yılından sonra Arap dünyasında yaşanan olayları açıklarken atıfta bulunduğu Sigmund Freud'un analizine göre normal kabul ediliyor. Freud'a göre tarih boyunca bastırılmış olan her şey bir gün uyanacak ve dünyanın derinliklerinden volkanlar gibi patlayarak var olma ve kendini ifade etme hakkını talep edecektir.

Şii medya elitleri tarafından icat edilen bir terim olan Şii hakimiyeti ne fikri temellere sahip ne de bilişsel bir kavramsal temele bağlı.

Bu terim son zamanlarda Irak'ta Şii siyasi güçler tarafından oluşturulan siyasi bir gerçekliğin ve hükümet kurulurken nüfuzlarının dayatılmasının yanı sıra Şii siyasi İslamcı güçlerin egemen çoğunluk olarak hakimiyetini teyit eden yasaların çıkarılmasının bir işareti olarak da kullanılıyor. Dolayısıyla bu terim, bir teori ya da entelektüel bir tez olmaktan ziyade siyasi bir olgudur.

Genel olarak Şii fıkıh literatürü, iktidar meselesini ve devletle olan ilişkiyi fıkıh terminolojisinde bir ‘yargılama kaynağı’ olarak ele alır. İran İslam Devrimi'nin başarısı, Şii siyasi düşüncesinde devlet hakkında düşünmenin önceliğini yeniden tesis etmiştir. Ancak İran siyasi sisteminin sunduğu model, Ayetullah Humeyni'nin ‘Velâyet-i Fakih yâ Hükûmet-i İslamî’ (İslam’da Devlet & Velayet-i Fakih) adlı kitabında çağrıda bulunduğu ve siyasi projesinin temeli ve kurmaya çalıştığı devletin meşruiyet kaynağı olarak seçtiği Velayet-i Fakih teorisinin somutlaşmış haliydi. Sonunda Arap bölgesindeki, özellikle de Irak ve Lübnan'daki Şii siyasal İslamcı hareketlerin yönetimlerine kendisini dayatmaya başlayan Şii siyasal yönetim modeli oldu.

İran’daki devrim deneyimi, fikirlerini İran'da bir İslam Cumhuriyeti şeklinde hayata geçirmeyi başardı. Ancak Irak'taki Şii İslamcı hareketlerin deneyimi, Baas rejimine karşı İslam devrimi sloganları atmalarına rağmen oldukça farklıydı. Öte yandan, Şii akımların ve liderlerin çoğu İran'da olduğu gibi Velayet-i Fakih tezini benimsemedi. Lübnan'da entelektüel tartışmalar İslam devletinin meşruiyetini ve İsrail işgaline karşı Şii İslami direniş projesinin karşı koyduğu, direniş bayrağı altında varlığını ve silahlarının meşruiyetini dayatan Velayet-i Fakih tezini tartıştı. Ta ki 2006 yılından sonra siyasete ve Lübnan'daki karmaşıklıklara ve anlaşmalara girmeye karar verene kadar.

DEAŞ'la mücadelenin sona ermesinin ardından, Irak'taki Şii yönetiminin korunmasının, devletin güvenlik kurumlarına paralel bir silahlı yapının varlığıyla birleştirilmesi gerektiği fikri ticarileştirilmeye başladı. Bu silahlı yapının görevi Şii çoğunluğun hüküm sürdüğü siyasi sistemi korumaktı.

Ancak fark şu ki, İran'daki İslam Devrimi deneyimi, bir İslam Cumhuriyeti ortaya çıkarmış olmakla birlikte, yönetim sisteminde silah-siyaset ikiliğini pekiştirmeye çalışmış ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve Kudüs Gücü gibi resmi güvenlik kurumlarına paralel askeri kurumlar kurmuştur. İran’ın Dini Lider tarafından yönetildiği doğru olsa da görevi devleti korumak ve topluma hizmet etmek değil, devrimi ve onun sloganlarını korumak ve yaşatmaktır.

Taklit ve benzerlik

İran’daki devrim deneyiminde liderler, İslam Devrimi ideolojisine dayalı bir ulusal mutabakatın hatlarını çizebilmiş ve İslam Cumhuriyeti rejimine karşı çıkan bir muhalefet olmaksızın kendi siyasi modellerini dayatabilmişlerdir. Fakat bu durum, Irak ve Lübnan'daki Şiilerin siyasi deneyimlerinin tam tersidir.

Irak'ta, muhalefet olarak yurt dışında faaliyet gösteren Şii akımlar ve partiler 2003 yılından sonra siyasi sürece dahil oldular. Geçici Koalisyon Yönetimi'nin milislerin sisteme entegrasyonuna ilişkin 91 sayılı kararnameyi yayınlamasının ardından 2004 yılında silahlarını bırakmayı ve resmi kurumlara katılmayı kabul ettiler. Ancak başından beri ABD’nin Irak'taki askeri varlığına karşı silahlanmayı tercih eden Sadr Hareketi siyasi sürece katılmayı reddetti. Dolayısıyla, milislerin aynı çatı altında toplanması kararını destekleyen, ama silahlı kanatlarını gerçekten lağvetmeyen diğer Şii İslamcı güçler ve akımlar gibi gizli değil, açık bir şekilde silah ve siyaset ikilisi çerçevesinde faaliyet göstermeye devam etti.

DEAŞ’ın Irak’ta 2014 yılına kadar birçok ili ve bölgeyi kontrol altına almasının ardından Irak'ta Şiilerin en büyük dini mercisi Ayetullah Ali es-Sistani'nin cihat fetvası vermesi ve Nuri el-Maliki hükümetinin DEAŞ tehdidine karşı silahlı grupları bir araya getirmek için Haşdi Şabi Komisyonu'nu kurması, silahlı örgütlerin ortaya çıkış sürecini başlattı. Bunlardan bazıları 2004 yılından sonra görünürde terk ettikleri silahlı kanatlarını yeniden kurarken, diğerleri ABD'nin Irak'taki askeri varlığına karşı ‘direniş’ adı altında faaliyet gösteriyordu. Tüm bunların yanında 2014 yılından sonra kurulan gruplar da vardı.

Irak’ta 2018 yılında yapılan seçimlerde silah ve siyaset ikiliğinin paralelliği daha da belirgin hale gelirken DEAŞ’a karşı kazanılan zafere siyasi olarak yatırım yapılması gerektiği söylemleri bu durumu meşrulaştırıldı. Seçimlerden sonra, eli silah tutan Şii siyasi aktörler bir tür ikirciklikle hareket etti. Silahlarını ya da silahlı örgütlerini terk etmediler. Sadece siyasi katılım için gösterdikleri adresleri değiştirdiler. Şimdiye kadar bu yasal hile devam ediyor. Silahlı örgütler olarak değil, siyasi oluşumlar olarak kayıtlıdırlar.

dfrgthy
Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Raşid (solda), Asaib Ehl-i Hak lideri Kays el-Hazali, Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ve eski Başbakan Nuri el-Maliki 3 Mayıs'ta Asaib Ehl-i Hak grubunun kuruluşunun 21. Yıldönümü törenine katıldılar (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Irak siyaset sahnesinde kendine yer bulan Silah-siyaset ikiliği 2019 yılının ekim ayında başlayan halk protestolarının ardından Mustafa Kazımi hükümetinin kurulmasında ve tüm karmaşıklıklarda devam etti. Silahlı gruplarla ilişkili isimler kendilerini siyasi unvanlarla sunmaya çalışmaya başlarken siyasi alandaki varlıklarının ve önemli ekonomik kurumlar üzerindeki kontrollerinin bir çeşit açıkça tanınmasıyla muhatap oldular. Bu grupların varlığı ülkede 2021 yılındaki seçimlerden sonra, Mukteda es-Sadr'ın destekçileri ile Koordinasyon Çerçevesinde olan silahlı gruplar arasında Bağdat'taki Yeşil Bölge'nin duvarları önünde yaşanan çatışmaya kadar güçlendikçe güçlendi.

En önemli paradoks 2017 sonrası dönemde ve DEAŞ’a karşı zaferin ilan edilmesiyle başladı. Çünkü görevi İran'daki iktidarı ve kazanımlarını korumak olarak tanımlanan İran’daki DMO deneyiminin taklit edilmeye çalışıldı. Dolayısıyla, DEAŞ'a karşı savaşın sona ermesinin ardından, Irak'taki Şii yönetiminin korunmasına, devletin güvenlik kurumlarına paralel, görevi Şii çoğunluğun hüküm sürdüğü siyasi sistemi korumak olan bir silahlı yapının varlığının eşlik etmesi gerektiği fikri ticarileşmeye başladı.

Lübnan'da 7 Ekim 2023’ten sonraki gelişmelerin Hizbullah üzerindeki yansımaları ve Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından Irak'taki silahlı grupların hedef alınacağı konuşulmaya başlandı.

Şii yönetimini korumak için silahlı yapıların gerekli olduğunu savunmak, 2003 sonrası Şii yönetim deneyiminin kazanımlarını tehdit eden bir risk karşısında silah-siyaset ikiliğini meşrulaştırma girişimi haline geldi. Bu ikiliğin gerekliliğini sorgulayanlar ya da siyasi alana dayatılmasının gerekçelerini ortadan kaldırmaya çalışanlar, doğrudan Şii yönetiminin altını oymak isteyen yabancı bir gündemi uygulamak suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Bu yüzden iktidardaki Şii siyasi elitlerin yüzleşmesi gereken daha ciddi bir soru göz ardı edildi. O da “Devleti ve kurumlarını kontrol eden Şii hakimiyeti deneyimi, kendisini korumak ve kazanımlarını muhafaza etmek için neden devletin güvenlik kurumlarına paralel bir silahlı yapıya ihtiyaç duyuyor? Mezhepçi ve milliyetçi bileşenlerle bir ortak yönetim olsa bile, siyasi karar alma gücü Şii siyasi aktörlerin elinde kalmaya devam edecek mi?” sorusudur.

7 Ekim depremi

Hamas’ın İsrail’e karşı 7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu'nun yankıları Irak'a da yansıdı. Iraklı Şiilerin siyasi kararlarında silah-siyaset ikiliğinin iç içe geçtiğini ortaya koyan bir andı. ‘Irak İslami Direnişi’ adı altında faaliyet gösteren silahlı gruplar, konumlarını İran'ın başını çektiği ‘Direniş Ekseni’ ile özdeşleştirerek tanımladılar.

Öte yandan, hükümette siyasi olarak temsil edilen Şii siyasi partilerin katılımı silahlı yapılarına dayalıydı. İsrail'e karşı savaşta ve ABD'nin Irak'taki varlığının tehdit edilmesinde silahlarıyla çatışmaya katılmaya hazır oldukların açıklasalar da fiili hiçbir hamlede bulunmadılar.

Lübnan'da 7 Ekim 2023’ten sonraki gelişmelerin Hizbullah üzerindeki yansımaları ve Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından 7 Ekim'den sonrası İran'ın bölgedeki nüfuzu azaltma, silahlı uzantılarını ve direniş eksenini ortadan kaldırma projesini içeren yeni Ortadoğu’yle ilgili düzenlemeler çerçevesinde Irak'taki silahlı grupların hedef alınacağı konuşulmaya başlandı. Bu konuşmalar, ABD raporları ya da açıklamaları aracılığıyla değil, Muhammed Şiya es-Sudani hükümetindeki danışmanlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin liderleri ve bu haberleri tekrarlamaya başlayan siyasetçiler aracılığıyla yapıldı. Irak Dışişleri Bakanı bile açıkça silahlı gruplarla silahlarını bırakmaları için görüşmeler yapıldığından bahsetti.

Irak'taki Şii siyasi söylemi, Şiilerin iktidar ve nüfuz alanlarındaki hakimiyetine rağmen hiçbir zaman Şii siyasi söyleminden kopmadı.

Öte yandan Şii Koordinasyon Çerçevesi güçlerinden siyasi grupların liderleri. Öte yandan, Koordinasyon Çerçevesi İttifakı içinde bile bu söylemler karşısında sessiz kaldılar ve bu tehditlere yanıt vermeyip bu konuda hiçbir tartışmaya girmediler. Silahlı grupların liderlerinin X platformundaki hesapları bile ortadan kayboldu. Artık bu platformda tweet atmıyorlar!

Görünen o ki, Şii hakimiyetinin siyaset-silah ikiliği içeriden ziyade dışarıdan gelen bir meydan okuma ve tehditle karşı karşıya. Dolayısıyla varlığını ve devamının gerekliliğini meşrulaştırmaya çalışan söylemlerle karşı karşıya kalacaktır. Ancak dışarıdan gelen bu tehdit ve meydan okuma, yirmi yıllık iktidar deneyiminin gözden geçirilmesi, değerlendirilmesi ve Şii monarşisinin kendisini korumak için silahlı bir yapıya mı yoksa halkının siyasi, ekonomik ve hizmet başarılarının meşruiyetine mi güvenmesi ya da 2003 sonrası yönetim deneyimini koruyan bir ulusal mutabakat oluşturmak için mi çalışması gerektiğiyle dengeyi sağlayamadı.

csdfvgrthy
Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)

Irak'taki Şii siyasi söylemi, Şiilerin iktidar ve nüfuz alanlarındaki hakimiyetine rağmen hiçbir zaman Şii siyasi söyleminden kopmadı. Bundan dolayı onları ‘iç grup’ ve ‘dış grup’ ifadeleriyle düşünürken, siyasi meseleleri siyasi güçlerin etki alanının etrafını çitle çevirmek amacıyla ele alırken ve Şii siyasi sınıfının kazanımlarını kaybetmesinin Şiilerin iktidar şansını kaybetmesi anlamına geldiğini ima ederken bulursunuz. İşte tüm paradoks da burada yatıyor. Çünkü düşünceleri kapalı bir çevreyle sınırlı kalmış, iktidarı ellerinden kaçırma riskine ilişkin bir kriz düşüncesini yansıtmış, iktidarı kaybetme korkusunu siyasi ve hizmet başarılarının meşruiyetiyle aşmaya çalışmak yerine sloganlara sarılma ve deneyimi korumak için silahlı yapının varlığını meşrulaştırmaları gerektiği ısrarıyla bir düğüm haline getirmiştir.



Gazze'de İç Güvenlik yetkilisi Zemzem’e suikast: İçişleri Bakanlığı soruşturma başlattı

Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
TT

Gazze'de İç Güvenlik yetkilisi Zemzem’e suikast: İçişleri Bakanlığı soruşturma başlattı

Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)

Filistin Enformasyon Merkezi, Gazze Şeridi'ndeki İç Güvenlik Teşkilatı yetkililerinden Yarbay Ahmed Zemzem’in bu sabah Gazze Şeridi'nin orta kesiminde yer alan Megazi Mülteci Kampı’nda silahlı kişiler tarafından düzenlenen silahlı saldırıda öldürüldüğünü bildirdi.

Gazze İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan kısa basın açıklamasında, ilgili makamların Yarbay Ahmed Zemzem suikastıyla ilgili ‘derhal soruşturma başlattığı’ ve suikasta karışan şüphelilerden birini tutukladığı, diğer şüphelilerin izini sürme çabalarının ise devam ettiği belirtildi. Açıklamada olayın arkasındaki koşulları ve nedenleri ortaya çıkarmak için çalışmaların sürdürüldüğü ifade edildi.

Olay, İsrail ordusunun dün akşam Gazze şehrinin batısındaki er-Raşid Caddesi’nde bir araca düzenlenen baskında Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları liderlerinden Raid Saad'ı öldürdüğünü açıklamasının üzerinden 24 saat geçmeden meydana geldi. İsrail, Saad'ın öldürüldüğü saldırıyla, Gazze'deki ateşkes anlaşmasını bir kez daha ihlal etti.


Cezayir’de Kabiliyeliler ‘MAK’ ayrılıkçı projesine karşı birleşti

Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
TT

Cezayir’de Kabiliyeliler ‘MAK’ ayrılıkçı projesine karşı birleşti

Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)

Cezayir’de Kabiliye bölgesi, ayrılıkçı “MAK” hareketinin Fransa’da ilan etmeyi planladığı “bağımsız Kabiliye devleti” girişimine karşı dikkat çekici bir toplumsal mobilizasyona sahne oldu. Cezayir yönetiminin, ülkenin toprak bütünlüğünü hedef almakla suçladığı bu girişime karşı bölgede çeşitli protesto ve farkındalık faaliyetleri gerçekleştirildi.

Başkent Cezayir’in yaklaşık 250 kilometre doğusunda bulunan ve Kabiliye’nin en büyük kentlerinden biri olan Becaia (Bejaia) vilayetinde, vatandaşlar ve yerel aktörler ulusal birliğe zarar verecek her türlü projeye karşı olduklarını ortaya koyan çok sayıda inisiyatif gerçekleştirdi. Kent genelinde çok sayıda ev ve iş yerinin cephelerine Cezayir bayraklarının asıldığı gözlemlendi.

Becaia Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından “Cezayir tek ve bölünmezdir” sloganıyla düzenlenen, ulusal bayraklarla süslenmiş araçlardan oluşan bir konvoy, kent merkezinden hareket ederek çeşitli cadde ve köyleri dolaştı. Öte yandan Becaia Üniversitesi öğrencileri yayımladıkları bildiride, ayrılıkçı MAK hareketinin projesini reddettiklerini belirterek, “Cezayir’in birliği ve egemenliğine” olan bağlılıklarını vurguladı.


HDK, Güney Kordofan'daki BM karargahına saldırdı: Altı Bangladeşli asker öldürüldü

Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
TT

HDK, Güney Kordofan'daki BM karargahına saldırdı: Altı Bangladeşli asker öldürüldü

Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli şehrine insansız hava aracı (İHA) ile düzenlediği bir saldırıyla şehirdeki Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Saldırıda en az altı Bangladeşli asker öldürüldü. Öte yandan şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle personelini tahliye etmeye başladı.

BM Abyei Geçici Güvenlik Misyonu (UNISFA) tarafından yapılan açıklamada, Kadugli'deki BM merkezine düzenlenen İHA’lı saldırıda ‘altı askerin öldürüldüğü ve altı askerin yaralandığı’ duyuruldu. UNISFA tüm kurbanların Bangladeşli olduğunu ekledi.

Öte yandan Bangladeş Başbakanı Muhammed Yunus, yaptığı açıklamada olaydan dolayı ‘derin üzüntüsünü’ dile getirdi.

BM Genel Sekreteri António Guterres ise Sudan'daki UNISFA askerlerine yönelik saldırıların ‘haksız ve savaş suçu niteliğinde’ olduğunu vurguladı.

Guterres, sosyal medya platformu X hesabından yaptığı paylaşımda, UNISFA askerlerini hedef alanlardan hesap sorulması çağrısında bulundu.

Sudan Egemenlik Konseyi saldırıyı kınadı

Öte yandan Sudan Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada, ‘korunan bir BM tesisini hedef almanın, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranış olduğu, uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saydığı’ vurgulandı.

sd
Sudan ordusu komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)

Saldırıdan HDK’yı sorumlu tutan konsey, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunması için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler almaları’ çağrısında bulundu.

HDK dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli şehrine İHA’lı saldırı düzenleyerek BM karargahını hedef aldı ve en az altı sivili öldürdü. Bunun üzerine şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle personelini tahliye etmeye başladı.

Sudan Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi. Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanma ve suç teşkil eden bir davranış olup, uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe sayma ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etme anlamına gelir.”

dfrgt
BM Genel Sekreteri António Guterres (Reuters)

HDK, bu saldırıyı, BM Genel Sekreteri António Guterres’in HDK’yı ‘kötü güçler’ olarak nitelendirdiği, HDK’nın ise BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladığı açıklamasından iki sonra gerçekleşti.

Birçok kaynak, HDK'nın Kadugli şehrine İHA’lı saldırı düzenlediğini bildirdi. Şehirde dumanlar yükseldiği görüldü. Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan bir sağlık kaynağı, BM karargahına düzenlenen İHA’lı saldırıda en az altı sivilin öldüğünü söyledi.

Bölge sakinleri kaçıyor

Sudan merkezli bir haber sitesi, HDK'ya bağlı Sudan Kurucu İttifakı’nın (Te’sis) perşembe günü Kadugli sakinlerine askeri çatışma ve operasyon bölgelerini terk etmeleri çağrısında bulunduğunu aktardı. Haberde, bu çağrının bölge sakinleri tarafından geniş çapta dikkate alındığı, bu göç dalgasının savaşın patlak vermesinden bu yana en büyük dalga olduğu ve bölgeden kaçanların çoğunluğunun kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olduğu belirtildi.

Al Sudania News sitesi, Sudan Kurucu İttifakı liderinin yaptığı açıklamada, ittifakın ‘sivilleri korumaya ve Kadugli'den gönüllü tahliyeleri kolaylaştırmaya tam olarak kararlı olduğunu’ söylediğini aktardı.

İttifak lideri, ‘tüm vatandaşlara hayatlarını korumak için çatışmalardan uzak durmaları çağrısını’ yineledi.

Bu gelişmeler yaşanırken Güney Kordofan eyaletinde askeri çatışmalar daha fazla bölgeye yayılıyor ve bunların sivillerin insani durumuna etkisi konusunda endişeler artıyor.

Sudan Ordusu, Güney Kordofan eyaletindeki Kadugli, Dilling ve Abu Jubayhah olmak üzere son üç şehri kontrol ediyor.

Sudan Kurucu İttifakı, geçtiğimiz temmuz ayında, Muhammed Hasan et-Taişi liderliğinde paralel bir hükümetin kurulduğunu açıklayan HDK'nın da dahil olduğu bir siyasi ittifak.

Hartum'da kitlesel gösteriler düzenlendi

Öte yandan dün binlerce Sudanlı, başkent Hartum ve ülkenin diğer şehirlerinde kitlesel gösteriler düzenleyerek, HDK'ya karşı savaşan orduyu destekledi. HDK ise, ülkedeki savaşı sona erdirmek için gösterdiği çabaları boşa çıkarmak amacıyla uluslararası toplumun önünde vatandaşları istismar etmemesi konusunda uyarıda bulundu.

Yürüyüşler, Sudan ordusu ile birlikte savaşan silahlı gruplar ve İslamcı hareketlerle koordineli olarak Seferberlik ve Halk Direnişi Yüksek Komitesi’nin çağrısı üzerine düzenlendi.

efrgt
Cumartesi günü Port Sudan'da ordu yanlısı yürüyüş (AFP)

Seferberlik ve Halk Direnişi Yüksek Komitesi lideri Korgenereal Beşir Mekki el-Bahi, geçtğimiz ay, Kordofan’ın tüm cephelerinde orduyu desteklemek için genel seferberlik ilan edildiğini ve bazı eyaletlerde eğitim kamplarının açıldığını duyurdu.

Bahi, komite tarafından yayınlanan açıklamasında şunları söyledi:

“Bu yaygın halk ayaklanması, Sudan halkının gerçek iradesini yansıtıyor ve ulusal devlet kurumlarının üzerinde hiçbir meşruiyet olmadığını teyit ediyor.”

Şarku’l Avsat, aralarında Hartum, Port Sudan, Medeni, Dongola, Sennar ve Halfa’nın bulunduğu, Sudan ordusunun kontrolündeki eyaletlerin başkentlerinde düzenlenen yürüyüşleri yerinde takip etti.

HDK'nın yaygın ihlallerine tanık olan El Cezire eyaletinin merkezindeki onlarca belde ve küçük köyde de dayanışma gösterileri düzenlendi.

Protestocular, Sudan ordusuna destek çağrısı yapan pankartlar açarken ‘Tek ordu, tek halk’ sloganları attı. Bazı protestocular ise HDK'nın terör örgütü olarak sınıflandırılması çağrısında bulunan sloganlar attı.

Öte yandan başta Sivil Demokratik Devrimci Güçler İttifakı (Sumud) olmak üzere savaş karşıtı güçler, ‘Barışa ve demokrasiye evet. Savaşa, askeri yönetime hayır’ sloganıyla sosyal medyada yaygın olarak paylaşımların yapıldığı bir kampanya başlattı.