Suriyeliler, Ramazan’a nakit sıkıntısıyla girdi

“Bayramı nasıl kutlayacağız, çocuklara nasıl hediye alacağız?”

Suriye ekonomisi likidite sorunuyla boğuşuyor (Reuters)
Suriye ekonomisi likidite sorunuyla boğuşuyor (Reuters)
TT

Suriyeliler, Ramazan’a nakit sıkıntısıyla girdi

Suriye ekonomisi likidite sorunuyla boğuşuyor (Reuters)
Suriye ekonomisi likidite sorunuyla boğuşuyor (Reuters)

ABD'nin önde gelen gazetelerinden New York Times (NYT), Suriyelilerin Ramazan’ı nakit sıkıntısıyla geçireceğini yazıyor. 

Haberde, Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ) yönetiminin günlük nakit çekme işlemlerine büyük sınırlamalar getirdiği, bu nedenle Ramazan öncesinde banka önlerinde uzun kuyruklar oluştuğu yazılıyor. 

Bankalarda günlük para çekme limiti 200 bin Suriye lirası (yaklaşık 550 TL) olarak belirlendi. 56 yaşındaki Süleyman Davud, bu miktarın yetersiz olduğunu söylüyor:

Bununla belki 1,5 kilo et alabilirsiniz. Ama ekmek, meyve ve sebzeyi nasıl alacağız?

75 yaşındaki Raif Ganim de Ramazan Bayramı’nda çocuklara hediye vermenin imkansız hale geldiğini belirtiyor: 

Bayramı nasıl kutlayacağız, çocuklara nasıl hediye alacağız?

NYT, HTŞ yönetiminin Suriye piyasasını ithal ürünlere açtığına, ekmek üretimine devlet desteğini kaldırdığına ve binlerce kamu çalışanını işten çıkardığına dikkat çekiyor. Sübvansiyonların iptal edilmesiyle ekmek fiyatlarının 10 kat arttığı aktarılıyor. 

Nakit para üzerine kurulu bir ekonomik sistemde para çekme limitlerinin düşürülmesinin ciddi sorunlara yol açtığı ifade ediliyor. ATM’lerden geçinecek kadar para çekmenin “Suriyeliler için yarı zamanlı bir işe dönüştüğü” yazılıyor.

Washington merkezli düşünce kuruluşu New Lines Enstitüsü’nden Karam Shaar, Suriye’nin yaşadığı ekonomik krizi şöyle değerlendiriyor:

Ülkede gerçekten de yeterli banknot yok. Bir likidite krizindeler. Merkez Bankası’nın mevcut para politikası kesinleşmiş değil, tutarlı da görünmüyor.

Birleşmiş Milletler verilerine göre Suriyelilerin yüzde 90'ından fazlası yoksulluk içinde yaşıyor ve her dört kişiden biri işsiz. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 22 Şubat’ta yayımladığı raporda, ekonominin toparlanmasının en az 55 yıl sürebileceği belirtilmişti. 

60 yaşındaki emekli subay Mahmud Embarak, yeni yönetimin emekli maaşını kestiğini ve zor durumda kaldığını söylüyor:

Sahuru iptal etmek zorunda kalacağız. Geçmişteki kadar neşeli bir Ramazan olmayacak.

HTŞ liderliğindeki isyancıların 27 Kasım'da başlattığı saldırılar, 8 Aralık'ta Beşar Esad rejiminin devrilmesiyle sonuçlanmış, Esad ailesi Rusya'ya kaçmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Arab News



Siyasal İslamcıların savaşları ABD’nin değirmenine su taşıdı

Aşırılık yanlılarının öncülük ettiği saldırılar bölgedeki yabancı güçlerin işini kolaylaştıran hegemonik bahaneler yarattı (Independent Arabia)
Aşırılık yanlılarının öncülük ettiği saldırılar bölgedeki yabancı güçlerin işini kolaylaştıran hegemonik bahaneler yarattı (Independent Arabia)
TT

Siyasal İslamcıların savaşları ABD’nin değirmenine su taşıdı

Aşırılık yanlılarının öncülük ettiği saldırılar bölgedeki yabancı güçlerin işini kolaylaştıran hegemonik bahaneler yarattı (Independent Arabia)
Aşırılık yanlılarının öncülük ettiği saldırılar bölgedeki yabancı güçlerin işini kolaylaştıran hegemonik bahaneler yarattı (Independent Arabia)

Mustafa el-Ensari

Merkezi siyasal İslamcı grupların düşmanını soracak olursanız, cevap Batı’dır. Özellikle de Usame Bin Ladin ve Sünni aşırılık yanlılarının deyimiyle ‘yılanın başı’, Humeyni'nin başını çektiği Şii muadilleri içinse ‘Büyük Şeytan’ olan ABD’dir. Ancak siyasal İslamcılıktan türeyen örgütlerin savaşlarının, iki taraf arasındaki yaklaşık bir asırdır süregelen çatışmaya rağmen hala anlaşılamayan nedenlerden dolayı halen ABD’nin değirmenine su taşınması dikkati çekiyor.

Her savaşın bir hedefi olduğu gibi örgüt liderlerinin teorileri de ABD’yi bölgeden kovmak üzerineydi. ABD’nin Arap ve İslam ülkeleriyle ilişkilerini bozmak ve Filistin'i işgal eden İsrail’le ittifakının bedelini ödeterek onu bu ittifaktan vazgeçmeye ikna etmek yönündeydi. 11 Eylül olayları, El Kaide ve DEAŞ’ın savaşları ve öncesinde İran İslam Devrimi ve onun Hizbullah, Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) ve Husiler gibi tüm planları ve uzantılarıyla ‘Direniş Ekseni’ adı verilen araçları bu amaca hizmet ediyordu.

Ancak tüm bu savaşlar Washington'ın bölgedeki varlığını daha da sağlamlaştırmış, bölgede varlık gösterme, nüfuzunu genişletme ve müttefiklerini koruma konusunda daha kararlı hale getirmiştir. Öyle ki bu grupların tarihleri ve ideolojileri konusunda uzmanlaşmış bir Suudi yazar bunun kısmen ‘iplerini tutan ve onları yönlendirenin Batı olması’ gerçeğinden kaynaklandığına inanıyor. Suudi yazar bu bağlamda, ana grup (İhvan-ı Müslimin/Müslüman Kardeşler) ile İngilizler arasındaki ilk ilişkiye işaret ediyor.

Düşmana bedava hizmet

Söz konusu grupların belirtilen hedefleri ile sahadaki mücadelelerinin sonuçları arasındaki uyumsuzluğu dar görüşlülüğe, siyaset ve karmaşık krizleri yönetme sanatı konusundaki cehalete bağlayan Suudi yazar, “Siyasal İslamcı gruplar, siyasetin en başarısız akımlarından biridir. Siyasete bilinçsiz ve vizyonsuz bir şekilde girmeye cüret ederler. Bunun örnekleri, bazıları yakın zamanda Arap Baharı olarak bilinen süreçte olmak üzere, çok sayıda ve çeşitlidir. Dahası, söylemlerinin yayılması ve destekçilerinin çok olması nedeniyle, sadece teklif vermeyi başarıyorlar. Daha da tehlikelisi, etkisi ve rolü küçümsenemeyecek bir siyasi akım oluşturuyorlar” yorumunda bulundu.

Merhum Muhammed Gazali'nin siyasal İslamcılar arasında, hizmet ettiklerini iddia ettikleri hedeflere çok zarar verdikleri için bazılarının bunları ajanların eylemleri olarak görmesine neden olan hataların çokluğuna atıfla “Düşmanınıza hizmet etmek için ajan olmanız gerekmez, sadece aptal olmanız yeterlidir” sözü belki de bunun için söylenmiştir.

Konuya ilişkin olarak önde gelen Suudi yazarlardan Abdurrahman er-Raşid, 7 Ekim saldırılarının İsrail'e beklediğinden fazlasını verdiğine işaret etti. Hatta Raşid, eğer bir komplo teorisyeni olsaydı, Yahya Sinvar'ı İsrail hapishanelerinde kaldığı uzun süre boyunca Şin-Bet tarafından davasına karşı kullanılmakla suçlardı!  

Ancak köktendinci örgütlerin, özellikle de cihatçılar, Batılı güçleri bölgeden kovmanın, ancak uzun bir yıpratma evresinden sonra gerçekleşeceğine dair bir söylem benimsediler. El Kaide'nin kurucusu Usame bin Ladin, Washington’ı bir yandan İslam ve Arap ülkelerinin öfkesini kışkırtacak bir tepkinin içine çekme stratejisini savunurken, diğer yandan da varlığının çeşitli yerlerinde direnişle karşılaşma çabalarını dağıtma stratejisini, Washington tükenene ve İslam dünyasının işlerine karışmayı ve İsrail'i desteklemeyi bırakana kadar sürdürmeyi savunuyordu.

Sis dağılınca gerçek ortaya çıkar

Ancak kazanımlar gözden geçirildiğinde, ABD’nin kovuluşunun kutlandığı Afganistan'da bile bunun uzun zaman aldığını ve El Kaide Manhattan’daki İkiz Kuleleri yıkmasaydı, önlenebilecek büyük fedakarlıklar gerektirdiğini görüyoruz. Aynı şekilde Hamas'ın savaşçı ruhlu lideri Muhammed es-Sinvar İsrail’e karşı misillemede bulunmasaydı, İsrail'in vahşeti nedeniyle meydana gelen yıkım düşünülemezdi bile. Tel Aviv ve belki de Washington, Hamas'ı, Hizbullah'ı ve çevresini, Şam'dan Irak'a, Sana'ya ve Tahran'a kadar tüm İran eksenini ezmek için bir bahane olarak gördüğü için bunu adeta altın tepside kabul etti.

Hamas liderlerinden Musa Ebu Merzuk, geçtiğimiz günlerde ABD merkezli New York Times (NYT) gazetesine verdiği bir röportajda, Gazze'de yaratacağı yıkımın boyutunu bilseydi, 7 Ekim saldırısını desteklemeyeceği ve Hamas'a ait silahların geleceğinin masaya yatırılması konusunda isteğin olduğunu söylediği iddia edildi. Ancak Hamas Sözcüsü Hazım Kasım tarafından yapılan açıklamada, Hamas yetkilisi Musa Ebu Merzuk'a atfedilen ifadelerin ‘silahlarına bağlı olan ve saldırıyı işgal altındaki tüm halkların tarihinde bir dönüm noktası olarak gören Hamas’ın tutumunu temsil etmediğini’ söyledi.

Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli Foreign Affairs dergisinden aktardığı habere göre ortalık durulduğunda, bazı ülkelerin savaştan çıkaracağı sonuç bunun tam tersi olacak. Bölgesel güçler, aralarında Hamas ve Hizbullah'ın yanı sıra Yemen'deki Husiler ve Irak'taki Şii milislerin de olduğu İran destekli teröristler, milisler ve müttefiklerden oluşan ve giderek büyüyen ağlara karşı iş birliği yapılması gerektiğini düşünecekler.

Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü (The Washington Institute for Near East Policy/WINEP), 7 Ekim saldırılarından sonra bir grup uzmanı Washington'a bölgeye daha büyük bir kararlılıkla dönmesi çağrısında bulunduğunda bunu daha açık bir şekilde ifade etti. Bu olayların, Ortadoğu'ya ilişkin genellikle göz ardı edilen gerçeklere ışık tutacağı ve ABD'li politika yapıcıların bölgeye ve ABD’nin bölgedeki rolüne ve çıkarlarına ilişkin önyargılarını yeniden gözden geçirmeye zorlayacağı bir dönüm noktası olduğuna işaret eden aynı uzmanlar, Washington'ın bölgeden çekilmek yerine ciddi bir şekilde bölgeye dönmesi gerektiğini vurguladılar.

Bölgede yenilenen güç mücadelesi bağlamında bir komplo teorisi dışlanmasa da, ortaya çıkan manzara karşısında en çok öne çıkan mantıklı faktörlerden biri, ABD’nin tıpkı kendisi ve diğerlerinin sadece askeri müdahalelerini meşrulaştırmak için değil, aynı zamanda bölgedeki siyasi haritayı kendi gündemlerine göre yeniden şekillendirmek için de uluslararası koşulları kendi çıkarları doğrultusunda istismar ettiği gibi, siyasal İslamcı grupların ve aşırılık yanlısı örgütlerin hatalarını istismar ediyor olmasıdır.

Peki ABD bundan ne fayda sağladı?

Radikal örgütler tarafından gerçekleştirilen 11 Eylül 2001 olayları gibi terör saldırıları, ABD'nin ‘terörle mücadele’ sloganı altında Afganistan’da ve Irak'ta geniş çaplı savaşlar başlatması için önemli bir bahane oldu. Radikal örgütlerin yaptığı bu ölümcül hatalar, ABD'ye ülkeleri işgal etmek ve rejimlerini etkilemek için dünya nezdinde siyasi ve hukuki gerekçeler sağladı. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) ve Brookings Enstitüsü tarafından hazırlanan raporlara göre ABD’nin söz konusu ülkelere yönelik bu müdahaleleri onun bölgedeki askeri varlığını güçlendirmesi için işine yaradı. NYT'de yer alan bir haberde, ABD'nin terör saldırılarını Ortadoğu'daki savaşlarına, özellikle de Irak’taki savaşa halk ve küresel destek sağlamak için bir araç olarak kullandığı belirtildi.

İçerideki çekişmelerin manipüle edilmesi

Özellikle ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan süreçten sonra siyasal İslamcı gruplar arasındaki bölünmeler, ABD’nin bazı tarafları diğerlerinin aleyhine desteklemek için kullandığı kaotik bir ortamın yaratılmasına katkıda bulundu. Örneğin Washington, başlangıçta bazı siyasal İslamcı hareketleri desteklemiş, daha sonra bu grupların nüfuzu ABD’nin ve Batı ülkelerinin çıkarlarına karşı tehdit oluşturmaya başlayınca desteğini geri çekmiştir. Foreign Affairs dergisinde ve Washington Post gazetesinde yayınlanan haberlere göre ABD yönetimi, nüfuzunu arttırmak için bu grupların içindeki çekişmeler üzerine bahis oynuyordu. Washington Post'un haberinde ABD'nin başlangıçta siyasal İslamcı hareketleri yeni gelişen demokrasinin bir parçası olarak desteklediği, ancak bu grupların bölgesel stratejilerini olumsuz etkileyebileceğini fark edince hızla geri adım attığı belirtildi.

Uluslararası ittifakların yeniden çizilmesi

ABD, Avrupa ve Ortadoğu'daki müttefiklerini askeri ve istihbarat alanındaki iş birliğine ihtiyaç duyduklarına ikna etmek için radikal örgütlerin yayılmasını bir araç olarak kullandı. Bu gruplar Washington'ın bölgedeki ülkelere ABD’nin nüfuzunu güçlendiren güvenlik ve askeri anlaşmalar imzalamaları için baskı yapmasına yardımcı oldu. Dış İlişkiler Konseyi (CFR) ve Reuters tarafından hazırlanan raporlar, terörizmin ABD liderliğindeki askeri ittifakların kurulmasını haklı çıkaran başlıca nedenlerden biri olduğunu teyit ediyor.

Merkezi devletlerin zayıflaması

Radikal grupların faaliyetleri Suriye, Irak ve Libya gibi bazı merkezi devletleri zayıflatarak ABD'nin ya doğrudan askeri operasyonlar yoluyla ya da terörizmle mücadele bahanesiyle bazı grupları destekleyerek müdahale etmesine olanak sağladı. Washington böylece nüfuzunu daha geniş bir alana yayma ve bu ülkelerin bağımsız karar alma kabiliyetlerini zayıflatma imkanı buldu. BBC ve The Guardian tarafından yayınlanan haberler, ABD’nin söz konusu ülkelere yönelik müdahalelerinin genellikle radikal örgütlerin yarattığı tehdidin artmasının ardından geldiğini belgeliyor. The Guardian'ın haberinde ABD'nin Suriye ve Irak'a müdahalesinin, radikal örgütlerin yükselişiyle ortaya çıkan kaostan faydalanmasının doğrudan bir sonucu olduğu belirtiliyor.

ABD’nin siyasal İslamcı ve radikal grupların hatalarından faydalanması sadece bir tesadüf olmaktan ziyade ABD'nin Ortadoğu ve dünyadaki nüfuzunu güçlendirmeyi amaçlayan kasıtlı bir stratejinin de parçası. Söz konusu gruplar bölgeyi istikrarsızlaştıran ölümcül hatalar yaptıkça, ABD, bunu terörle mücadele bahanesiyle kendi gündemlerini uygulamak ve böylece siyasi haritayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek için altın bir fırsat olarak görüyor.

Washington'ın başarısızlığının ironik yanı

Ancak Washington aynı zamanda Ortadoğu'yu kendi emelleri için bir mezarlığa da dönüştürüyor. Siyasal İslamcı ve radikal grupların başarısızlığı, sadece kendi başarısızlığına eşlik ederken, bunun en büyük kaybedeni, Irak ve Gazze'deki savaşların açıkça ortaya koyduğu üzere istikrarı ve tüm bileşenleri savaşla ezilen bölge ve bu bölgelerin halkları oldu.

Eski ABD Başkanı Joe Biden’ın Yardımcısı Kamala Harris'in ulusal güvenlik danışmanı olan Philip Gordon, Foreign Affairs'te yayınlanan makalesinde ABD’de göreve gelen tüm yönetimlerin istikrar girişimlerinin başarısız olduğunu kabul etti. Gordon, örneğin Clinton'ın 2000 yılında Camp David Zirvesi ile İsraillileri ve Filistinlileri yakınlaştırmaya çalıştığını, George W. Bush yönetimi döneminde başlayan Irak Savaşı'nın 11 Eylül saldırılarının ardından İran'ın nüfuzunu güçlendirdiğini, Obama'nın ise Tahran ile nükleer anlaşma imzalamak için Arap Baharı'ndan faydalanmaya çalıştığını, ancak darbelerin ve devrimlerin bu hevesi kursağında bıraktığını belirtti. Gordon’a göre ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk döneminde İran tehdidini azaltmak için nükleer anlaşmadan çekilmek ve Kasım Süleymani'yi öldürmek gibi adımlar atması, İran'ın nükleer programının ilerlemesine yol açtı. Eski Başkan Biden’ın ise istikrara odaklandığını belirten Gordon, ancak Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırılarının ve Gazze savaşının yansımalarının da bu girişimleri boşa çıkardığını ifade etti.

Gordon, makalesinin sonlarında ise son 30 yılın kanıtladığı bir şey varsa, onun da Ortadoğu'nun asla göz ardı edilemeyeceği gerçeği olduğunu, Ortadoğu’nun herkesi şaşırtmaktan asla vazgeçmeyeceği ve durum ne kadar kötü görünürse görünsün, her zaman daha kötüye gidebileceğini ortaya koyduğunu vurguladı.

Bazı gözlemciler, tüm bu nedenlerden dolayı bölgenin inisiyatifi yeniden ele almasından ve siyasal İslamcıların kaprislerinden ve bu kaprisleri Arap devletlerini savaşlarla ve kötülüklerle daha fazla yormak için bahane olarak kullanan yabancı güçlerin (İsrail, ABD ve İran) hırslarından uzakta kendi seçimlerine öncülük etmesinden daha iyi bir kurtuluş yolu olmadığını düşünüyor.