Bir Filistin devleti için olan ve olmayan fırsatlar

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, New York'taki BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşma sırasında tarihi Filistin haritalarını gösterirken, 11 Şubat 2020 (AFP)
Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, New York'taki BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşma sırasında tarihi Filistin haritalarını gösterirken, 11 Şubat 2020 (AFP)
TT

Bir Filistin devleti için olan ve olmayan fırsatlar

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, New York'taki BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşma sırasında tarihi Filistin haritalarını gösterirken, 11 Şubat 2020 (AFP)
Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, New York'taki BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşma sırasında tarihi Filistin haritalarını gösterirken, 11 Şubat 2020 (AFP)

İnci Mecdi

Bir hafta önce yayınlanan yeni bir belgesel, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert tarafından Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a sunulan bir planı ortaya çıkardı. iPlayer’da gösterilen ve toprak takasıyla iki devletli bir çözümün hayata geçirilmesine ilişkin bilgilerin yer aldığı belgesel, “İsrail ve Filistinliler: 7 Ekim'e Giden Yol” başlığını taşıyor. Belgesel de Olmert'in ‘barış için tarihi bir fırsat’ olarak nitelendirdiği haritanın ayrıntıları yer alıyor.

Olmert'in Abbas'a gizlice sunduğu harita, işgal altındaki Batı Şeria'nın yüzde 94'ünden fazlası üzerinde bir Filistin devleti kurulmasını öngörüyor. Haritada İsrail'in büyük Yahudi yerleşim blokları da dahil olmak üzere Batı Şeria'nın yüzde 4,9'unu ilhak etmesi karşılığında İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi sınırları boyunca benzer miktarda toprak bırakması önerisi yer alıyor. İki Filistin bölgesini bir tünel ya da otoyolla birbirine bağlama olasılığı ve çetrefilli Kudüs meselesiyle ilgili olarak oy pusulasında şehrin bazı bölümlerinin her iki tarafın da başkenti olması da yer aldı.

Abbas, o sırada bir yolsuzluk skandalıyla boğuşan ve istifa edeceğini açıklayan Olmert'in zayıf siyasi konumu nedeniyle başarısızlığa mahkum olduğunu düşündüğü planı imzalamadı. Gazze'de Aralık 2008'de patlak veren yeni bir savaş işleri daha da karmaşık hale getirdi. Belgeselde Bazıları Filistin tarafını öneriyi ciddiye almamakla suçlarken İsrailli eski diplomat Abba Eban'ın 1973 yılında söylediği ve o tarihten beri İsrailli yetkililer tarafından sık sık tekrarlanan ‘Filistinliler hiçbir fırsatı kaçırmazlar’ sözü bile kullanılıyor.

hy6u78ı
Ehud Olmert’in yan yana iki devlet, İsrail ve Filistin haritası (BBC)

Geçtiğimiz bir buçuk yıl içinde İsrail daha fazla yıkım ve Filistin topraklarının parçalanmasıyla yeni bir gerçeklik dayatırken, Arap ülkelerindeki tartışmalarda ‘kaybedilen fırsatlar’ yeniden gündeme geldi. Bu gelişmeler, Kahire'nin Filistin meselesindeki gelişmelere ilişkin olağanüstü bir Arap zirvesine ev sahipliği yaptığı ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Filistinlilerin Gazze’den çıkarılması önerisi karşısında Gazze Şeridi'nin geleceğine ilişkin Arap ülkelerinin desteklediği bir planının özelliklerine dair haberlerin geldiği bir dönemde yaşandı.

Öte yandan gözlemciler, bu ifade ve İsraillilerle on yıllardır süren müzakereler sırasında bir Filistin devletinin kurulmasının gerçekçi bir ihtimal olup olmadığı konusunda fikir ayrılığı yaşıyorlar. Bazıları, Siyonist hareketin hiçbir zaman toprakları bölme fikrini düşünmediğini, aksine tüm Filistin topraklarını ele geçirmeyi amaçladığını ve İsrail'in 1937 yılından 1947 yılına kadar zaman zaman ortaya atılan toprak takası projelerini onaylamasının bile taktiksel bir manevra olduğunu savunurken, bu ifadenin İsrail'in, kurbanı ‘Filistin halkını’ suçlamak için kullandığı bir karşı propaganda olduğunu iddia ediyor. Bazıları ise Filistinli liderlerin, fırsat üstüne fırsat kaybedildikçe küçülen bir Filistin devletinin kurulması karşılığında kısmi tavizler verebileceği gerçek fırsatlara işaret ediyor.

Geçtiğimiz yıl mayıs ayında, Nekbe'nın yıldönümünde, Kahire'deki Mısır Düşünce ve Stratejik Araştırmalar Merkezi ‘barış için kaçırılan fırsatlar’ üzerine bir panel düzenledi. Bu panelde 1939 şubatında dönemin Kudüs Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni'nin katılmayı reddettiği Londra Konferansı'ndaki Peel Komisyonu (Filistin Kraliyet Komisyonu) raporundan başlayarak İsrail'in yanında bir Filistin devleti kurmayı amaçlayan uluslararası konferanslar ve BM kararları ele alındı. Panelde bazı gözlemciler, Kudüs ve Beytullahim şehirlerini uluslararası yönetim altına alırken, toprakları yüzde 42,3 yüzölçümüne sahip bir Arap devleti ve yüzde 57,7 yüzölçümüne sahip bir Yahudi devleti olarak bölme planını kabul eden 1947 tarihli 181 sayılı BM Genel Kurul Kararı ile İsrail’in kuruluşunun ilan edilmesinden önce de bu fırsatın var olduğuna ve bu planın Filistinli liderler tarafından reddedildiğine inandıklarını ifade ettiler. Aynı gözlemciler, İsrail'in 1967 yılında Altı Gün Savaşı'ndan sonra yaptığı, Kudüs'ün nihai statüsü hariç, işgal altındaki tüm toprakları, Batı Şeria ve Gazze'yi barış karşılığında geri verme teklifini de reddettiler.

Gözlemciler ayrıca Filistinlilerin, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde tam özerklik kurmayı amaçlayan merhum Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın 1977’deki barış sürecine katılma davetinin yanında 1981 yılının ağustos ayında merhum Suudi Arabistan Veliaht Prens Fahd bin Abdulaziz tarafından ortaya atılan ‘Ortadoğu Barış Girişimi'ne katılmayı da reddettiklerine dikkati çektiler.

Bazı gözlemcilere göre 1993 yılında Oslo Anlaşması'nın ardından Filistin'de yaşanan bölünme ve Hamas'ın başını çektiği Filistinli grupların intihar saldırıları düzenlemeye başlaması, anlaşmanın başarısız olmasının ve bundan bir buçuk yıl sonra 2000 yılındaki Camp David Zirvesi'ne kadar kullanılmasının nedenlerinden biriydi. O sıra dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, sınırların çizilmesi, mültecilerin geri dönüşü ve Doğu Kudüs'ün statüsü gibi çözüm bekleyen konuları ele almaya çalıştığında taraflar bir anlaşmaya varamadı. Ardından İkinci İntifada patlak verdi.

1947 Filistin'i Taksim Planı

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre Kahire Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi Profesörü Hasan Nafia yaptığı açıklamada Filistinlilerin kendi devletlerini ilan etmeleri için hiçbir zaman gerçek bir fırsatın olmadığını ve İsrail'in, 1948'deki kuruluşundan bugüne kadar hiçbir noktada bağımsız bir Filistin devleti kurulması anlamına gelecek bir proje önermediğini söyledi.

Prof. Hasan Nafia, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bölgelerdeki anlaşmazlıklar ne olursa olsun, Doğu Kudüs ve özellikle de Mescid-i Aksa'nın kontrolü meselesi her zaman temel bir düğüm olmuştur. Bu Filistinliler için çok önemli bir konudur. İsrail'in Doğu Kudüs ve özellikle de Mescid-i Aksa üzerinde egemenlik kurmasına ve Yahudilerin Mescid-i Aksa’ya ortak olmasına asla izin verilemez. Bu fikir her zaman reddedilmiştir.”

Filistin devletinin kurulması için o dönemde kaçırılan tek fırsatın sadece Filistinlilerin değil Arap devletlerinin de kararı olduğuna inanan Prof. Nafia, 1947 tarihli Filistin topraklarının Arap ve Yahudi devletlerine bölünmesine yönelik BM kararına atıfla, “Eğer Arap devletleri o dönemde Siyonist projenin gerçekliğinin farkına varmış olsalardı ve küresel Siyonist hareketin ne kadar büyük bir güce sahip olduğunun anlasalardı, belki de bu bölünme en iyi sonuç olacaktı. Bir Filistin devleti ve bir Yahudi devleti olmak üzere iki devlet kurulacak, Kudüs uluslararası vesayet altında kalacak ve uluslararası hukuk uygulanacak, böylece eşit haklar olacaktı” ifadelerini kullandı.

Prof. Nafia, sözlerini şöyle sürdürdü:

Belki de bu çatışmanın ideal çözümü olarak görülen bu proje çatışmanın çözümüne yol açacaktı, ancak daha sonra yaşananlar Siyonist projenin bununla yetinmeyeceğini gösterdi.

Ancak 1947 Filistin'i Taksim Planı’nın hukuki hatalarla gölgelendiğine, çünkü BM Genel Kurulu'nun bir halkın kaderine ve kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olup olmadığına karar veremeyeceğine dikkati çeken Prof. Nafia, “BM Şartı'na göre halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptir. Bu yüzden Arap ülkeleri BM Genel Kurulu’dan konuyu hukuki açıdan karara bağlaması için Uluslararası Adalet Divanı'na (ICJ) havale etmesini istediklerinde bu talep reddedilmiştir. Ayrıca, Yahudilerin sayısı yüzde 30'un altındayken, proje onlara yüzde 56'dan fazlasını veriyordu. Bu yüzden Arap ülkelerinin bölünme kararını reddetme gerekçeleri ister hukuki ister siyasi olsun, haklı gerekçelerdi” değerlendirmesinde bulundu.

Camp David ve Enver Sedat

Kudüs Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Eymen er-Rakab, bağımsız bir Filistin devleti kurmak için sadece bir ya da en fazla iki fırsatın ortaya çıktığını kabul etti. Ancak Independent Arabia'ya yaptığı değerlendirmede kaçırılan fırsatlardan Filistinlilerin sorumlu olmayabileceğini vurgulayan Prof. Rakab, BM'nin 1947 tarihli Filistin topraklarını bölme kararıyla ilgili ret kararının o dönem henüz tam olarak şekillenmiş bir Filistin liderliği olmadığından bağımsızlıklarını yeni yeni kazanmış olan Arap devletleri tarafından verildiğini belirtti.  Prof. Rakab, o dönemdeki bu BM kararını ‘gerçek bir fırsat’ olarak nitelendirdi.

Prof. Rakab’a göre diğer fırsat ise Camp David Anlaşmasıydı. Dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın Filistinlilerin görüşmelere katılmasını istediğinde, (Siyonist lider Ze’ev) Jabotinsky’nin ‘yerel halkla barış yapılmayacağı ve komşularla barış yapılacağı’ düşüncesini benimseyen Siyonist lider Menahem Begin’in bu düşüncesini kırmaya çalıştığını ifade eden Prof. Rakab, görüşmelerde o dönemde bir Filistin devletinden değil, Filistinliler için özerklikten bahsedilse de bunun bir Filistin devletine giden yolda bir fırsat olduğunu düşünüyor.

Merhum Filistin lideri Yaser Arafat başlangıçta görüşmelere katılmayı kabul ettiğini, ancak Arap ülkelerinin baskısıyla geri adım attığını belirten Prof. Ragab, “Filistin liderliği Sedat döneminde Camp David'i ele alırken hata yaptı. Güçlü bir devlet olan Mısır da kendilerini güçlendirebilir ve bir Filistin devletinin kurulması için baskı yapan özerklik yoluna gidebilirlerdi. Bence bu sahnede kaçırılan en önemli fırsat budur” yorumunda bulundu.

Olmayan fırsatlar

Kahire’deki ve Kudüs'teki gözlemciler, bundan sonra yaşananların kaçırılmış fırsatlar olarak nitelendirilemeyeceği konusunda hemfikir. İsrail, 4 Haziran 1967 sınırlarında bir Filistin devleti kurulması önerisinin yanında 2002 yılında Arap Barış Girişimini de reddetti. Hem Arafat hem de İsrail Başbakanı İzak Rabin'in bu konuda ciddi olduğu 1993 tarihli Oslo Anlaşması'nda bir Filistin devleti kurma fırsatı vardı. Ancak Rabin’in İsrail derin devleti tarafından öldürüldüğünü belirten Prof. Rakab, bu fırsatın başarısızlığa uğramasının nedeninin Rabin'e suikast düzenleyen İsraillilerin kendileri olduğunu, ardından da Filistin devleti fikrini reddeden aşırı sağcı Başbakan Binyamin Netanyahu'nun göreve geldiğini belirtti.

Mısırlı eski bir siyasetçi ve el-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin eski başkanı olan Abdulmunim Said daha önce kaleme aldığı bir makalede Peel Komisyonu'nun 1939 tarihli raporuna ve ardından bölünmenin adil olmadığı gerekçesiyle reddedilen 1947 Filistin’i bölme kararına atıfla “İster içeride olsun ister siyasi partilere dönüşsün, Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünme daha derindi ve bu bölünme taraflar militanlaştığında da sona ermedi” ifadelerini kullandı.

zsdefrgt
Prof. Rakab: “Camp David, bir Filistin devleti kurmak için kaçırılmış bir fırsattı” (AFP)

Yüzde 54'ü İsraillilere, yüzde 45'i Filistinlilere ve yüzde 1'i de uluslararası vesayet altındaki Kudüs'e şeklinde taksim edilen bölünme kararını reddeden Filistinliler Oslo Anlaşmalarıyla Filistin'in en fazla yüzde 22'si gibi daha da adaletsiz bir paylaşımı kabul ettiklerinde, Hamas ve benzeri gruplar anlaşmayı bozmaya çalıştılar. Bu da birçok savaşa yol açtı. Şimdi de İsrail Gazze'yi yeniden işgal ediyor.

Bu fırsatı kaçıranların sadece Filistinliler olmadığını, İsraillilerin de Filistinlilere içeride ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaparken, dışarıda da zulüm ve vahşet uygulayarak bu fırsatı kaçırdıklarını söyleyen Said, “İsrail, (Gazze’deki) savaştan önce Arap ülkeleriyle altı ayrı barış anlaşması imzalayarak yaşamak istediği bölgede barış ve refah için parlak bir fırsat yakalamıştı. Arap ve İslam dünyasının kapılarını İsrail'e açacak barış ve normalleşme ilişkileri için müzakereler devam ediyordu. Fakat İsrail’in 7 Ekim 2023’teki saldırıya verdiği yanıt tüm sınırları aştığında ve İran’ın tuzağına düşüldüğünde bu fırsat kaybedildi” değerlendirmesinde bulundu.

Gerçekler bir Filistin devleti için olumlu değil

Kahire'deki ve dünyanın diğer başkentlerindeki gözlemciler, Filistinlilerin geleceği konusunda fazla pek iyimser değiller. Zira iki devletli çözüm sadece Gazze'de değil, Batı Şeria'da da değişen gerçekler ışığında ulaşılamaz hale geldi. Gazze ve Batı Şeria'daki değişimlerin iki devletli çözümü imkansız hale getirdiği belirten Prof. Rakab, “Gazze'de yaşananların yanında Batı Şeria'da da geniş alanların yutulması söz konusu. En büyük tehlike, Batı Şeria. En büyük sorun ise İsraillilerin Doğu Kudüs'ten çekilmek istememesi, hatta onu bölmek istemesi. İki devletli çözümü yeniden canlandırma şansının zorlaştığına inanıyorum. Bunun için önce İsraillilerin, sonra da Filistinlilerin cesur kararlar alması gerekir ki, herkesin tek bir parlamento ve tek bir liderlik altında eşit hak ve görevlerle yaşadığı iki uluslu bir devlet olsun. Ne yazık ki İsrailliler bunu kabul etmeyecek” şeklinde konuştu.

Öte yandan Prof. Hasan Nafia, 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan (Altı Gün Savaşı) sonra İsrail'in hırslarının arttığını ve 1947 Filistin’in Taksimi Planı’nda öngörülen Filistin topraklarının yüzde 50'sini ilhak ettiklerini belirterek, “Çünkü Siyonist proje için İsrail'in sınırları, ulaşabildikleri sınırlardır” ifadelerini kullandı. Bugün İsrail'de sınırları ne olursa olsun bir Filistin devletini kabul etmeyen aşırı sağcı bir kanadın olduğuna dikkati çeken Prof. Nafia, “Prensipte bu fikri kabul eden sol kanat dahi 67 sınırlarında bir Filistin devletini asla kabul etmedi” diye ekledi. Mısırlı akademisyen, İsrail'in, ABD'nin arabuluculuğunda yapılanlar da dahil olmak üzere, imzaladığı hiçbir anlaşmaya uymadığını vurguladı.

Washington merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı'ndan (FDD) Hüseyin Abdulhuseyin, tüm bunlar için Filistin'de gerçek demokrasi getirebilecek bir liderliğin olmayışını suçladı. İsrail'in 1967 sınırlarına dönmeyi, ancak Filistinli ya da başka bir dost Arap egemenliğinin liderliği devralması halinde kabul edeceğini düşünen Abdulhuseyin, daha önce ABD merkezli Hoover Enstitüsü tarafından yayınlanan bir makaledeki, İsrail'in Batı Şeria'yı Ürdün'e Gazze'yi de Mısır'a devretmesi önerisini de dışladı. Öneri, her iki ülke tarafından da reddedildi.

Öngörülebilir gelecek için tek olası çözümün, İsrail gözetimi altında geçici bir Filistin özerkliği kurulmasından daha fazlası olduğuna inanan Abdulhüseyin, “ABD, bir Filistin devleti kurulması ve demokratikleştirilmesi (destekleme) konusunda istekli olmadığı sürece, Filistinliler İsrail'in barış yapabileceği bir devleti nasıl kuracaklarını bulana kadar beklemek zorunda kalacaklar. İsrail bir Filistin devleti kuramaz, bunu sadece Filistinliler yapabilir. Ama önce dinlemeleri ve nasıl yapılacağını öğrenmeleri gerekiyor” yorumunda bulundu.    



İran, UAEA toplantısında çatışma uyarısında bulundu

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi
TT

İran, UAEA toplantısında çatışma uyarısında bulundu

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Batılı güçleri bugün başlayacak olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) üç aylık toplantısında çatışmaya karşı uyardı.

Tahran cuma günü, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık'ı toplantıda ‘stratejik bir hata’ yapmamaları konusunda uyarırken, diplomatik kaynaklar bu ülkelerin ve ABD'nin toplantıda İran’a karşı bir karar tasarısı sunmayı planladıklarını doğruladı.

UAEA Yönetim Kurulu'nun yaklaşık 20 yıl sonra ilk kez İran'ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması yükümlülüklerine uymadığını ilan etmesi ve Batılı güçlerin İran dosyasını Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ne götürmesinin önünü açması bekleniyor.

Bekayi, “Çatışmaya verilecek yanıt daha fazla iş birliği olmayacak. İran bir dizi önlem hazırladı ve karşı taraflar kapasitemizin farkında. Bir sonraki aşamadaki gelişmelere bağlı olarak ve UAEA ile iş birliği içinde bir dizi adım atacağız” ifadelerini kullandı.

Geçen hafta başında yayınlanan gizli bir UAEA raporunda İran'ın yüzde 60'a kadar zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğu ve bunun daha yüksek bir seviyede zenginleştirilmesi halinde 10 nükleer silah yapımında kullanılabileceği belirtilmişti.

Bekayi sözlerini şöyle sürdürdü: “UAEA raporu, üç Avrupa ülkesi ve ABD'den gelen siyasi bir talimata dayanıyor ve gerçeği yansıtmıyor. Raporda taahhütlerden sapma yönünde bir husus yer almıyor, aksine Ortak Eylem Planı (nükleer anlaşma) çerçevesinde çözüme kavuşturulan eski suçlamalar yeniden gündeme getiriliyor. Ne yazık ki Siyonist varlığın sunduğu sahte belgeler ve bazı ülkelerin siyasi tutumları UAEA'nın bu konuları yeniden gündeme getirmesine yol açtı.”

Bekayi, İsrail'in 2018 yılı başlarında İran'ın nükleer arşivini karmaşık bir operasyonla ele geçirmesinin ardından UAEA’nın araştırılmasını talep ettiği gizli tesislerle ilgili soruşturmaya atıfta bulundu.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bekayi, “Raporun içeriği tamamen siyasi. UAEA'nın davranışlarını Yönetim Kurulu'nun daha önce verdiği bir yetkiye dayandırarak meşrulaştırmasını kabul etmiyoruz. Bu tür raporlar bazı tarafların kendi pozisyonlarına sadık kalmaları için siyasi zemin sağlamaktadır” şeklinde konuştu.

Bekayi, “UAEA Genel Direktörü'nün son açıklamaları teknik yetkilerinin ötesine geçiyor. Barışçıl nükleer tesislere yönelik her türlü tehdidi barışa yönelik bir tehdit olarak değerlendiren 533 sayılı karar uyarınca, İran'ın nükleer tesislerine yönelik her türlü tehdide karşı net bir tavır alınmalı” dedi.

Bekayi, “Uluslararası bir kuruma başkanlık eden ve BM'de yüksek mevkilere talip olan her kim olursa olsun, tehdit ve gerginliği artırma aracı değil, barışın sesi olmalıdır” ifadesini kullandı.

UAEA şu anda ‘İran'ın nükleer programının tamamen barışçıl olduğuna dair güvence veremeyeceğini’ söylüyor.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre UAEA’nın Viyana'daki toplantısı öncesinde İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi devlet televizyonuna açıklamalarda bulundu. Kemalvendi, “Elbette UAEA, İran İslam Cumhuriyeti'nin kapsamlı ve dostane iş birliğini sürdürmesini beklememelidir” dedi.

Diplomatik kaynaklar perşembe günü, Tahran'ın nükleer programına ilişkin 2015 anlaşmasına taraf olan üç Avrupa ülkesi ve ABD'nin, Tahran'ın dört gizli sahadaki nükleer faaliyetlerine ilişkin yıllardır süren soruşturmada ‘tam iş birliği yapmaması’ nedeniyle BM Güvenlik Konseyi'ne bir karar tasarısı sunmayı planladıklarını söyledi.

UAEA bir raporunda İran'ın nükleer programı konusunda ‘tatmin edici olmayan’ iş birliğini kınayarak, İslam Cumhuriyeti'nin yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum üretimini hızlandırdığına dikkat çekti.

İran'ın önerisi

Bu gelişme Tahran ile Washington'un İran'ın nükleer programı konusunda yeni bir anlaşma arayışı için görüşmeler yürüttüğü bir dönemde yaşandı.

Bekayi, ABD'li yetkililere İran'ın nükleer müzakereler kapsamında Umman üzerinden yakında ABD'ye sunacağı öneriyi değerlendirmeleri tavsiyesinde bulundu.

Bekayi, “İran halkının çıkarlarını ve haklarını dikkate almayan hiçbir öneri kabul edilemez. Ayrıntılara girmeyeceğim ama yakında Umman aracılığıyla teklifimizi sunacağız. ABD'ye bu fırsatı ciddiye almasını tavsiye ediyoruz” dedi. Bekayi, teklifin içeriğiyle ilgili ayrıntı vermedi.

İran Devrim Muhafızları Ordusu'na (DMO) bağlı Tesnim haber ajansının kaynaklara dayandırdığı haberine göre İran, ABD'nin önerisine yanıtını önümüzdeki iki gün içinde diplomatik kanallar aracılığıyla yazılı olarak gönderecek.

Ajansa göre, Tahran'ın yanıtı, yaptırımların etkin bir şekilde kaldırılması karşılığında Washington'un endişelerini giderecek önlemler sunarken, kendi topraklarında zenginleştirme ilkesini koruyan bir öneri içerecek. İran ayrıca kırmızı çizgilerine saygı gösterilmesi koşuluyla yeni bir müzakere turuna hazır olduğunu ifade edecek.

Bekayi, Batı medyasında altıncı turun planlandığına ve ABD'nin İran'a uranyum zenginleştirmeyi yüzde 3'e düşürme önerisinde bulunduğuna dair çıkan haberleri yalanladı. “Toplantı planlanmıştı ancak gerçekleşmedi. Bu medya haberlerinin çoğu doğrulanabilir değil ve genellikle psikolojik baskı yaratmayı amaçlıyor” dedi.

Bekayi şöyle devam etti: “Eğer taviz alışverişine dayalı gerçek müzakerelerden bahsediyorsak, ABD'nin önerisi bu anlayışı yansıtmıyor.”

Bu açıklama, Tahran'ın ‘kabul edilemez’ olarak nitelendirdiği ABD önerisine yanıt olarak geldi.

Bekayi gazetecilere yaptığı açıklamada, Washington ile Tahran arasındaki dolaylı müzakerelerin bir sonraki turuna ilişkin belirli bir noktasının olmadığını söyledi. Bekayi gazetecilere şunları söyledi: “Bu konuda bir karar alınırsa derhal duyurulacaktır.”

İki ülke, yaptırımların hafifletilmesi karşılığında İran'ın nükleer programını engellemeyi amaçlayan 2015 anlaşmasına bir alternatif bulmak için nisan ayından bu yana beş tur müzakere gerçekleştirdi.

ABD Başkanı Donald Trump, 2018'deki ilk döneminde bu anlaşmadan vazgeçerek Tahran'a yeniden sert yaptırımlar uygulamaya başladı.

İran Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf’ın dün devlet televizyonunda yayınlanan açıklamalarında, “ABD'nin önerisi yaptırımların kaldırılmasından bile bahsetmiyor. Hayalperest ABD Başkanı gerçekten İran'la bir anlaşma istiyorsa yaklaşımını değiştirmelidir” ifadeleri yer aldı.

Bekayi ise “Yaptırımların kaldırılmasının temel bir gereklilik olduğunu defalarca vurguladık. Başta nükleer kazanımların korunması ve yaptırımların etkin bir şekilde kaldırılması olmak üzere İran'ın meşru hakları dahil edilmeden hiçbir anlaşmaya varılamaz. Bu talepleri içermeyen herhangi bir metin kabul edilemez” değerlendirmesinde bulundu.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio 20 Mayıs'ta Senato Dış İlişkiler Komitesi'ndeki oturumda yaptığı açıklamada, “İran'ın herhangi bir şekilde uranyum zenginleştirmesine izin vermeyeceğiz. Olası bir anlaşmadan sonra bile füze ve terörizmle ilgili yaptırımları uygulamaya devam edeceğiz. Zenginleştirmenin bir ulusal haysiyet meselesi olduğunu iddia ediyorlar ama gerçek şu ki bunu caydırıcı bir unsur olarak kullanmak istiyorlar. Çünkü gelişmiş zenginleştirme kapasitesine sahip olmanın onları nükleer silahın eşiğinde bir devlet haline getirdiğine ve dolayısıyla tehditlere karşı bağışıklık kazandırdığına inanıyorlar” ifadelerini kullandı.

Buna karşılık Bekayi şunları söyledi: “Bu doğru değil. Zenginleştirme yapan herkesin bir silah programı yok. ABD'nin müttefikleri de dahil olmak üzere, silahlanma amacı gütmeden zenginleştirme yapan ülkeler var. Bu anlamda, İran'ın baskılar karşısındaki direncinin kendisi bir tür caydırıcılıktır. Zenginleştirme, nükleer yakıt döngüsünün ve ulusal endüstrimizin önemli bir parçasıdır; müzakere edilemez ya da taviz verilemez.”

Bekayi, İranlı milletvekillerinin ülkelerinin silahların teknik yönlerine sahip olması konusunda ne söylediklerine ilişkin bir soruya şu yanıtı verdi: “Ülke içinde çeşitli görüşler var, ancak bizim tarafımızdan defalarca teyit edilen şey İran'ın nükleer programının tamamen barışçıl olduğudur. Siyasi nedenlerle hazırlanan son rapor, programımızın barışçıl doğasını kanıtladı. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na bağlı bir devlet olarak İran, barışçıl yaklaşıma olan bağlılığını sürdürecektir.”