Suriye’de iç ve dış gündemler arasındaki rekabet yoğunlaşıyor

Trump, Suriye’de ‘bölünme’ öngörüyor, İsrail, ‘federal sistem senaryosunun gerçekleşmesini’ umuyor, İran, ülkenin ‘parçalanması’ için bastırıyor, Arap ülkeleri ise istikrarın sağlanmasını istiyor

Suriye’de iç ve dış gündemler arasındaki rekabet yoğunlaşıyor
TT

Suriye’de iç ve dış gündemler arasındaki rekabet yoğunlaşıyor

Suriye’de iç ve dış gündemler arasındaki rekabet yoğunlaşıyor

İbrahim Hamidi

ABD Başkanı Donald Trump kapalı kapılar ardından gerçekleştirilen bir toplantıda, Suriye'nin ‘üç bölgeye ayrılacağını’ söyledi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kamuoyu önünde ‘Dürzilerin hayatlarını korumaktan’ bahsederken, hükümetindeki diğer isimler Suriye’de ‘federal sistem senaryosunu’ desteklediler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise ‘Suriye'nin birliğini’ desteklerken, ‘terörizmle mücadele etmek’ ve ‘Suriye topraklarında bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemek’ istiyor.

Öte yandan İran, Suriye'deki stratejik yenilgiyi kabul edemiyor. Rusya kayıplarını en aza indirmeyi ve Şam'la, ülkedeki ve bölgedeki askeri varlığını ve nüfuzunu sürdürmesini sağlayacak şekilde yeni ilişkiler kurmayı isterken İran, şoku atlattı ve ‘üç cephede’ hareket etme kararı aldı.

Arap ve Avrupa ülkelerine gelince, onlar yeni Suriye yönetimiyle ilişkilerini kurmaya karar verdiler. Çünkü onlar için ‘yeni Suriye yönetimini desteklemek diğer alternatiflerden daha az maliyetli’. Aynı zamanda Suriye'nin güvenliği onların güvenliği ve bölgenin istikrarıyla ilgili olduğundan İran ve Rusya'nın kaybına bağlı jeopolitik kazanımlardan faydalanmak istiyorlar.

harita

Fransız uzman Fabrice Balanche tarafından hazırlanan Suriye'deki kontrol ve nüfuz alanları haritası. Bu harita aynı zamanda son birkaç gün içinde Al Majalla'ya konuşan Batılı yetkililerin tahminlerinin ve verdikleri bilgilerin de bir özeti niteliğinde.

ABD bölünme öngörüyor

Eski ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin son günlerinde, 8 Aralık 2024 tarihinde Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından yeni Suriye yönetimiyle diyalog kapısı açılmış ve Biden yönetiminin Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Barbara Leaf, Şam’da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmişti. ABD'li diplomatlar, Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani ile gizli temaslarını sürdürdü. Biden yönetimi ayrıca Suriye’ye yönelik bazı yaptırımları altı aylığına hafifletti.

Donald Trump yönetiminin göreve başlamasından bu yana gelen bilgiler iki eğilime işaret ediyor. Bu eğilimlerden birincisi, Şam'la hiçbir şekilde ilişki kurulmaması yönünde. Bu tutum, El Kaide'yle ilgili ideolojik bir boyuta, Irak savaşı ve 11 Eylül 2001 saldırılarıyla ilgili deneyimlere ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard gibi bazı isimlerin devrik Devlet Başkanı Beşşar Esed rejimiyle olan şahsi ilişkilere dayanıyor. Ayrıca bu yaklaşımı savunanlar DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK) bünyesinde ve Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekâtı (CJTF-OIR) çerçevesinde yeni Suriye ordusuyla birlikte çalışmayı da reddediyorlar.

Suriye'nin kuzeydoğusundaki bir ABD askeri devriyesi, 3 Eylül 2024 (AFP)Suriye'nin kuzeydoğusundaki bir ABD askeri devriyesi, 3 Eylül 2024 (AFP)

İkincisi ise Şam'ın kapsayıcı bir hükümet kurması, profesyonel bir ordu oluşturması, yabancı uyruklu savaşçıların sınır dışı edilmesi, kimyasal silah programının imha edilmesi, DEAŞ ile mücadele edilmesi, İran'ın Suriye'den uzak tutulması konusunda ısrarcı olunması, Hizbullah'a mühimmat tedarik yolunun kesilmesi ve Rusya’nın Suriye topraklarındaki iki askeri üssünün varlığının devam etmesinin kabul edilmemesi gibi bazı adımlar atmasını öngören ‘adıma adım’ yaklaşımına dayalı şartlı bir angajman öngörüyor.

Putin, Şam’a Esed’i teslim etmeyeceği mesajını net bir şekilde verdi. Çünkü Esed fikrini söylemiş ve ondan insani sığınma talep etmişti. Putin, ‘Esed’in Rus usulü intihar ettiği’ fikrini de kabul etmedi.

Washington, yaklaşık dört yıl içinde yaptırımların ve Caesar (Sezar) Yasası'nın tamamen kaldırılmasına yol açacak şekilde, Suriye’de belirli sektörlere yönelik yaptırımların kademeli olarak hafifletilmesini öngören adımlar atmaya istekli olduğunu gösterdi. ABD'nin yaptırım listesinde eski rejimin yetkilileri ve diğer bazı isimlere yönelik bireysel yaptırımların yanında Caesar Yasası, Suriye Hesap Verebilirlik ve Terörizme Destek Yasası gibi bazıları 1979 yılına kadar uzanan yaptırımlar yer alıyor. 

Suriye Trump’ın gündeminde öncelikli bir konu değil. Suriye'ye yönelik ortak bir politikaya ulaşmak için ABD kurumları içinde bir gözden geçirme yapılıyor. Trump'ın kapalı kapılar ardında gerçekleşen özel bir toplantıda Suriye'nin İsrail, Türkiye ve diğer bazı ülkeler gibi dış güçlere ait üç bölgeye ayrılacağını ve ‘terörizmle’ mücadele edilmesi gerektiğini söyleyerek, Suriye'nin kuzeydoğusundan çekilme olasılığını ima ettiği aktarıldı. Bu durum ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) altı ay içinde çekilme planları hazırlamasına ve bu arada SDG lideri Mazlum Abdi'yi Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile müzakere edilmiş bir çözüme ulaşması için güçlü şekilde desteklemesine yol açtı.

İsrail federasyon istiyor

İsrail Başbakanı Netanyahu, Ortadoğu'daki öncelikleri arasında Suriye'ye yer vermeyen Beyaz Saray'da, Tel Aviv'in hesaplarına öncelik verilmesi için Trump ve ekibini etkilemeye çalışıyor. Bu çabaların bir sonucu olarak konuyla ilgili İsrail ve ABD kurumları arasında Tel Aviv'in komşusuyla ilgili görüşlerine ağırlık verilen görüşmeler yapıldı.

Netanyahu, İsrail’in ulusal güvenliği ve İran'ı bölgeden uzak tutma hedefleri doğrultusunda Suriye'ye öncelik veriyor. İsrail ordusu, Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin tüm stratejik askeri yeteneklerini, kara, hava, deniz, bilimsel ve füze programlarını yok etti. Ayrıca 1974'te İsrail ile Suriye arasında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması uyarınca oluşturulan Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeyi de işgal etti. Hermon Dağı'nın zirvesini ve bölgedeki su kaynaklarını kontrol altına aldı. Suriye'nin stratejik savunma yeteneklerini yeniden inşa etmesini engellemek için Suriye'nin güneyinde ve orta kesimlerinde bombardımanlar düzenledi.

Suriye'nin güneyindeki Dera'da İsrail’in düzenlediği hava saldırısı sonrası meydana gelen yıkımın ortasında yürüyen bir kadın, 18 Mart 2025 (AFP)Suriye'nin güneyindeki Dera'da İsrail’in düzenlediği hava saldırısı sonrası meydana gelen yıkımın ortasında yürüyen bir kadın, 18 Mart 2025 (AFP)

İsrail, yeni Suriye hükümetine karşı düşmanca bir tutum takınırken Suriye'de Suveyda ve Dera'yı kapsayan bir güney bölgesi, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolü altındaki bölgeleri kapsayan bir doğu bölgesi ve Alevi nüfusun yoğun olduğu bölgeleri kapsayan batı bölgesi olmak üzere ‘federal sistem’ ya da geniş kapsamlı bir adem-i merkeziyetçiliğin kurulması için baskı yapıyor. Çünkü böylece en büyük Arap-Sünni bölgesi komşularından ve sıcak sulardan izole edilmiş olacak.

Washington ve bölge ülkelerinin başkentlerinde bu konularla ilgili gizli görüşmeler yapılıyor. Netanyahu, Trump ve ekibini, Arap ülkelerinin ve Türkiye’nin endişelerine konu olan, onlara dolaylı olarak İran’ın eşlik ettiği, Rusya'nın da takibinde bulunan ve İngiltere’nin yaklaşımının tercih edildiği Avrupa için de bahis konusu olan Suriye’de federal sistem ya da geniş kapsamlı bir âdem-i merkeziyetçilik konseptine ikna etmek için yoğun çaba sarf ediyor.

Rusya kayıplarını en aza indirmeye çalışıyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, taleplerine defalarca karşı gelen Beşşar Esed'in -son olarak Kremlin'in girişimiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüşmeyi reddetmesiydi- sonunun yaklaştığını anladığında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Esed rejiminin son günlerine müdahale ederek, Rusya'nın stratejik kayıplarını en aza indirmek ve Şam ile rejim yanlılarını çöküşten ve misillemeden korumak konusunda anlaştı.

Gerçekten de geçiş süreci hem şehirler, hem halk, hem de rejimin destekçileri açısından en az kayıpla gerçekleşti. Suriye topraklarında bulunan ve Rusya tarafından kullanılan Hmeymim Hava Üssü ve Tartus Deniz Üssü, yeni Suriye rejiminin herhangi bir saldırısına maruz kalmadı. Suriye’nin yeni yetkilileri, Rusya ile uzun süredir devam eden ilişkiler ve büyük bir ülke olarak çıkarlarına saygı duyduklarını belirttikleri açıklamalarda bulundular.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ortadoğu ile Afrika Özel Temsilcisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov ve Suriye geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Şam'da bir araya geldiler, 29 Ocak 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ortadoğu ile Afrika Özel Temsilcisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov ve Suriye geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Şam'da bir araya geldiler, 29 Ocak 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ortadoğu ile Afrika Özel Temsilcisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov, Şam’ı ziyaret etti ve Putin tarafından daha önce bildirilmeden telefonla aranan geçici Cumhurbaşkanı Şara ile bir araya geldi. Bogdanov-Şara görüşmesinde, Rus silahlarının tedariki, Beşşar Esed ve savaş suçlarıyla itham edilen diğer Suriyeli üst düzey isimlerin iadesi, Rusya’nın Suriye topraklarındaki iki üssünün geleceği, Suriye'nin yeniden inşasına katkı, Rusya'nın Suriye halkına yönelik baskılara katkısının karşılığı olarak insani yardım sağlanması, Suriye para biriminin basılması ve Rusya'nın Suriye'ye olan borçları gibi çeşitli konular ele alındı.

İran, ‘Şii Hilali'nin Levant (el-Maşrık) bölgesindeki kayıplarının ardından Irak'taki varlığını güçlendirmek ve bunu Suriye sahasında kullanmak istiyor. DEAŞ'ın Enbar ilinde ve Irak'ın batısındaki diğer bölgelerde yeniden faaliyete geçmesi ve Suriye’nin el-Badiye (çöl) bölgesine girmesi senaryosu yeniden gündeme geldi.

Putin, Şam’a Esed’i teslim etmeyeceği mesajını net bir şekilde verdi. Çünkü Esed fikrini söylemiş ve ondan insani sığınma talep etmişti. Putin, ayrıca ‘Esed’in Rus usulü intihar ettiği’ fikrini de kabul etmedi. Ancak Moskova silah sağlamaya, yeniden inşaya katkıda bulunmaya ve ‘eğer Şam isterse’ Suriye topraklarındaki askerlerini derhal geri çekmeye açıktı. Şam da Rusya’nın Suriye'deki askeri varlığını tartışmaya açıktı. Bu şartlar ve değiş tokuşlarla ilgili müzakereler devam ediyor.

Suriye’nin kuzeydoğusunda Rus askeri devriyesi, 8 Ekim 2022 (AFP)Suriye’nin kuzeydoğusunda Rus askeri devriyesi, 8 Ekim 2022 (AFP)

Bu bağlamda iki gelişme yaşandı. Bunlardan birincisi, Tel Aviv’in Türkiye'nin Suriye'deki nüfuzunu dengelemek için Rusya'nın Suriye topraklarındaki varlığını sürdürmesi konusunda Washington'dan destek istemesiydi. İkincisi, devrik Beşşar Esed rejiminin ülkenin kıyı illerindeki kalıntılarının ayaklanması ve Moskova'nın bu ayaklanmayı Şam üzerinde  baskı ve bir Alevi bölgesi kurulması durumunda seçenekleri açık bırakmasına izin veren bir kart olarak kullanmasını sağlayacak bir tutum sergilemesiydi.

İran, parçalanması için baskı yapıyor

Tahran, Lübnan'dan sonra Suriye'yi de kaybederek Hizbullah'a tedarik yolunu, Irak'ın arka bahçesini ve Lübnan ve Suriye cepheleri üzerinden İsrail'e baskı yapma aracını kaybetmiş oldu. Tüm göstergeler, İran'ın ‘Suriye'nin parçalanmasını’ tercih ettiğini ve Suriye'de yeniden bir yer edinmek için zamana oynadığını gösteriyor. Bu yüzden İran, kapalı kapılar ardında yapılan birkaç gizli toplantıdan sonra son zamanlarda üç cephe açmak için kartlarını kullanmaya başladı. Bu kartlar ise şöyle:

1- Beşşar Esed'in kardeşi Mahir Esed’in komutasındaki 4’üncü Tümen'e bağlı el-Gays Güçleri’ne komuta eden ve İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve Hizbullah ile irtibat subayı olan Tuğgeneral Gays Della da dahil olmak üzere eski rejimin yetkilileriyle bağların yeniden kurulması. Mahir Esed'in de 8 Aralık'ta İran'a bağlı milis grupların komutanlarıyla birlikte Irak'a kaçtığı ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Süleymaniye şehrine gittiği bildirilmişti. Ancak şu an nerede olduğu bilinmiyor. Mahir Esed’in İran'ın propaganda araçlarını kullanarak, kıyı illerindeki son isyan olaylarında parmağı olduğu açık.

2- Irak Halk Seferberlik Güçlerine Suriye sınırına doğru ilerlemeleri için baskı yapılması. İran, ‘Şii Hilali'nin Levant (el-Maşrık) bölgesindeki kayıplarının ardından Irak'taki varlığını güçlendirmek ve bunu Suriye sahasında kullanmak istiyor. DEAŞ'ın Enbar ilinde ve Irak'ın batısındaki diğer bölgelerde yeniden faaliyete geçmesi ve Suriye’nin el-Badiye (çöl) bölgesine girmesi senaryosu yeniden gündeme geldi.

3- SDG'ye baskı yapılması ve Fırat'ın doğusundaki Arap aşiretlerini yeni Suriye yönetimine karşı organize edip askeri eylemde bulunmak üzere harekete geçirilmesi. SDG lideri Mazlum Abdi, geçtiğimiz ay Al Majalla’ya verdiği röportajda bunu yalanlayarak “İran ile gelecekte bu yönde bir ilişkimiz olmayacak. Şu an bazılarının bizi suçladığı gibi muhalefet olmaya değil, yeni yönetimin ve siyasi görüşmelerin bir parçası olmaya odaklanmış durumdayız” ifadelerini kullandı. Bununla birlikte ABD ve Fransa'nın yoğun çabalarının ardından 10 Mart'ta Şam'da SDG lideri Abdi ile Cumhurbaşkanı Şara arasında bir ilkeler anlaşması imzalandı.

Türkiye, birliği desteklerken kuzeyde bir Kürt oluşumuna karşı çıkıyor

Şara-Abdi anlaşması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı rahatlatmaya yetmedi. Anlaşma, Şara ile Abdi’nin 29 Aralık'taki görüşmelerinden beri masalarındaydı, ancak bir yandan kıyı illerindeki ayaklanmalar ve ihlaller, diğer yandan ABD’nin Suriye’den altı ay sonra çekilebileceklerini gizlice dile getirmesinin yanında PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Ankara ile anlaşması, Şara ve Abdi'yi ABD ve Fransa’nın ortak çabalarına karşılık vermeye ve uygulanması için çok fazla müzakerenin yapılmasını ve yol haritası çizilmesini gerektiren ve her ikisinin de yardımcılarının elinde olan bir anlaşmayı imzalamaya varmaya itti. Abdi’nin başarısı, tarihte ilk kez Kürt haklarını müzakere için bir cumhurbaşkanlığı kapısını açabilmiş olmasıydı. Şara da on yılı aşkın süredir aşınmalar yaşayan Suriye haritasını yeniden birleştirmek için bir kapı açtı.

Suriye’nin kıyı illerinde 6-10 Mart tarihleri arasında yaşananlar bir uyarıydı. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve diğer grupların Askeri Operasyon İdaresi’nin talimatlarına bağlı kalmaları sayesinde, Esed rejiminin en az zararla düşürüldüğü 8 Aralık sürpriz operasyonun önemini gösterdi.

Türkiye, Şara ve Abdi arasında imzalanan anlaşmanın, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) ve herhangi bir Kürt oluşumunun varlığının engellenmesi, Suriye'nin kuzeydoğusunun Suriye'nin geri kalanına bağlı kalması, Kürtlerin ağırlıkta olduğu Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) askeri alt yapısının dağıtılması ve YPG’nin lider kadrosunda yer alan PKK’lı liderlerin sınır dışı edilmesi şeklindeki maddelerinin uygulanması için baskı yapıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Ankara'da bir araya geldiler, 4 Şubat 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Ankara'da bir araya geldiler, 4 Şubat 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)

Türkiye HTŞ ve Şara ile olan ilişkilerinden faydalanarak Suriye ve bölgedeki nüfuzunu ticari, askeri, siyasi ve jeopolitik açılardan güçlendirmeye çalışıyor. Suriye tarihsel olarak Türkiye'nin Arap dünyasına açılan kapısı olmuştur. Ancak Türkiye’nin Suriye’deki bu nüfuzu, etkili Arap ülkeleri de dahil olmak üzere diğer ülkeler için bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor.

Arap ülkeleri Suriye'nin istikrarı ve birliğini istiyor

Esed rejiminin düşmesinden bu yana, büyük Arap ülkeleri çeşitli nedenlerle yeni rejimi desteklemek ve onunla yeni bir sayfa açmak için inisiyatif aldılar. Bu inisiyatifler arasında İran'ın 1979 yılından beri yaşadığı en büyük stratejik kaybının bir fırsat olarak değerlendirilmesi, yeni Suriye yönetiminin Türkiye'ye olan bağımlılığının azaltılması ve diyalog, angajman ve yeni Suriye'nin desteklenmesinin yanı sıra ona bir şans verilmesi yer alıyor. Çünkü yeni Suriye yönetiminin alternatifleri çok daha kötü. Suriye'deki kaos herkese zarar veriyor ve Suriye’nin yaşadığı bölünme, komşu ülkeler ve Arap bölgesinin güvenliği için tehlike oluşturuyor.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın da katıldığı Mısır’ın başkenti Kahire'de düzenlenen Olağanüstü Arap Birliği Zirvesi'nde çekilen toplu fotoğraf, 4 Mart 2025 (Arap Birliği)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın da katıldığı Mısır’ın başkenti Kahire'de düzenlenen Olağanüstü Arap Birliği Zirvesi'nde çekilen toplu fotoğraf, 4 Mart 2025 (Arap Birliği)

Arap ülkeleri, eylem ve desteğin sınırlarının farkına varırken yaptırım giyotini halen Suriye'nin boynunun üzerinde asılı duruyor. ABD, Suriye'ye elektrik için doğalgaz tedarikini kolaylaştırmayı kabul ederken, Suriye'nin kimyasal silahlarına erişim izni verilmesi karşılığında ticari alanda birtakım muafiyetler öngören bir anlaşmaya varılmasına izin verdi. Ancak halen büyük miktarlarda para transferlerine izin vermeyi ve bankacılık sistemini Suriye’ye açmayı reddediyor. Şam'a zaman tanınması, baskı yapmak yerine tavsiyelerde bulunulması ve Suriye'de şu an gerçekçi olan en iyi seçeneklerin benimsenmesi için Washington ve Avrupa ülkeleriyle diyalog kurulması konusunda ısrar ediliyor.

Suriye gündemi ve alarm sirenleri

Suriye’nin kıyı illerinde 6-10 Mart tarihleri arasında yaşananlar bir uyarıydı. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve diğer grupların Askeri Operasyon İdaresi’nin talimatlarına bağlı kalmaları sayesinde Esed rejiminin 54 yıl sonra en az zararla düşürüldüğü 8 Aralık’taki sürpriz operasyonun önemini gösterdi.

Buna karşın yukarıdan aşağıya emir komuta zinciri, silahlı grupların ya da bunların üyelerinin talimatlara ne ölçüde uyduğu ve Avrupa başkentlerinde Suriye’deki azınlıkların korunup korunmayacağı konusunda soru işaretleri yaratırken, Paris'in Suriyeli yetkililere yaptığı resmi ziyaret davetlerini ertelemesine ve diğer başkentlerin de güvenlik gerekçesiyle büyükelçiliklerinin yeniden açılması süreçlerini dondurmasına neden oldu. Bu, aynı zamanda kaosun yayılması halinde neler olabileceğine dair bir uyarı işaretiydi. Zira Suriye'nin parçalanması, şarapnel parçalarının ve cihatçıların bölgeye ve ötesine uçması anlamına geliyor.

Şam'ın gündeminde, bölünmenin ve federal sistem senaryosunun reddedilmesi, ulusal bir ordunun oluşturulması, hükümet ve devlet kurumlarının inşa edilmesine çalışılması ve sivil barışın tüm bölgelere yayılması yer alıyor.

Ordu, Genel Güvenlik, polis ve kamu personelinin terhis edilmesi, devlet hizmetlerinin ve elektrik sağlanması gibi sosyo-ekonomik meseleler yeni Suriye hükümeti için bir öncelik haline geldi. Yaptırımlar henüz kaldırılmazken, uluslararası yardımların da azaldığı bir dönemde halkın beklentileri arttı. Bunun için çözümlerden biri yeni para basmak ve bunu Moskova'da uygulamak olabilir. Acil yardım gelebilir, ancak ayni olduğu ve Batı bankacılık sistemine bağlı olduğu sürece bu yardım kısıtlı kalacak. Şarku'l Avsatın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Suriye toplumu ve Şam'ın Arap ve bölge ülkelerinden müttefikleri yaptırımların kaldırılması ve halkın sıkıntılarının hafifletilmesi için Washington'la birlikte çalışmaya devam ediyor. Çünkü bu olmadan Avrupa, İngiltere ve Kanada’nın uyguladığı yaptırımların kaldırılmasının etkisi çok sınırlı olacak.

17 Mart'ta düzenlenen Suriye konulu 9. Brüksel Konferansı, Avrupa ülkelerinin Suriyelilere yönelik devam eden desteğini ortaya koyarken konferansta 6 milyar dolarlık yardım taahhüdünde bulunulduğu duyuruldu. Avrupa Birliği (AB) ve üyesi olan ülkeler, 2011 yılından bu yana hem Suriye’de hem de bölgede 37 milyar euronun üzerinde yardımda bulundular.

En önemlisi de konferans, yeni Suriye hükümetini desteklemenin, onu izole etme seçeneği de dâhil olmak üzere diğer tüm seçeneklerden daha az maliyetli olacağını gösterdi. Fransa, 13 Şubat'ta Paris’te düzenlenen Suriye konulu konferansın çıktıları doğrultusunda, kalıcı çözümler bulunması ve temel ihtiyaçların karşılanması amacıyla uluslararası toplumu harekete geçirmeye yönelik çabalarını sürdürdü. Ayrıca Suriyeli yetkililere, son haftalarda sivillere yönelik şiddet olaylarının sorumlularının yargılanması ve cezalandırılması gerektiği mesajını bir kez daha iletti.

SDG lideri Mazlum Abdi ve Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Şam'da imzaladıkları anlaşmanın ardından tokalaşırken, 10 Mart 2025 (Reuters)SDG lideri Mazlum Abdi ve Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Şam'da imzaladıkları anlaşmanın ardından tokalaşırken, 10 Mart 2025 (Reuters)

Suriye’nin yabancı gündemlere karşı kendi gündemi ve kendi meseleleri var. Kıyı illerinde yaşananların bir uyarı ve büyük bir sınav olduğunu düşünen Şara, bu gelişmelere bir soruşturma komitesi kurulması, bir sivil barış komitesi oluşturulması ve bir anayasa bildirisinin yayınlanması da dahil olmak üzere birtakım pragmatik ve açık fikirli adımlarla karşılık verdi. Ancak bu adımlar konusunda bölünme söz konusu. Bazıları bu adımları memnuniyetle karşılarken, bazıları da sorgulayarak adımların kapsayıcı olması ve merkez ile çevre arasında her iki yönde de hatların açık olup olmayacağına dair sorular sordular.

Şam'ın gündeminde, bölünmenin ve federal sistem senaryosunun reddedilmesi, ulusal bir ordunun oluşturulması, hükümet ve devlet kurumlarının inşa edilmesine çalışılması ve sivil barışın tüm bölgelere yayılması yer alıyor. Şara-Abdi anlaşması, bir yönüyle ulusal gündeme öncelik verilmesi anlamına geliyor. Merkez, güney, kuzey ve batı arasında rekabet halindeki yabancı gündemlerin önünü kesmek için atılması beklenen ve karşılıklı olması gereken adımlar var. Suriye'nin geleceği için birbiriyle rekabet eden yabancı gündemler mevcut. Dış ve iç gündemler arasındaki rekabet halen sürüyor. Her bir gündemin kendi araçları, ittifakları, olasılıkları ve takvimleri bulunuyor.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
TT

Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)

Tony Bouloss

Lübnan, ekranlarımızda gördüğümüz bakanlar, başkanlar ve milletvekilleri tarafından yönetilmiyor. Lübnan, Taif Anlaşması'ndan bu yana ülkeyi kontrol eden, ekonomik, ailevi ve feodal çıkarlara sahip, köklü ve iç içe geçmiş bir siyasi sınıftan oluşan derin bir devlet tarafından yönetiliyor. Bu sınıf dün savaştı ve bugün de yönetim oyununu oynuyor, ne var ki gizlenme, manipülasyon, belirsizlik ve siyasi suikast, başarılı oldukları için değil, içeriden reform edilmesi imkânsız bir sistem kurdukları için iktidardan hiç ayrılmamış partiler gibi savaş taktiklerini devletin merkezinde tutmayı sürdürdü. Bahsi geçen sistem de krizlerden beslenen ve meşruiyetini kaostan alan bir sistem.

Karşımızda bir “akıllı görünme” cumhuriyeti var ve bu hesaplı belirsizlikler, sistematik yalanlar, çok yüzlü oyunlar ve yönetim politikası olarak zaman kazanma cumhuriyetidir.

Bu cumhuriyette, kimse çıkıp Lübnan halkına açıkça bir şey söylemiyor. Her dosya, her müzakere ve her anlaşma iki yüzle yönetiliyor; halka güven verici bir yüz ve muğlak bir diplomatik yüz. Üçüncü bir yüz ise, kirli anlaşmaların yapıldığı kapalı kapılar ardında ortaya çıkıyor.

Yetkililer halkın önünde egemenlikten bahsederken, diplomatlara farklı bir anlatı sunuyorlar. Uluslararası kurumlara asla tutmayacakları sözler veriyorlar ve kapalı kapılar ardında siyasi güçler karşılıklı yalanlar söyleyip, gizli anlaşmalar yapıyorlar. Siyasi yalancılık Lübnan'da bir anormallik değil; yönetim sisteminin özü. Bu sistem, istikrarının gerçeğe değil aldatmacaya; tek bir net karara değil, çelişkili yorumlara dayandığını onlarca yıl önce keşfetti.

Her şey ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğu için Lübnan'da gerçek bir çözüm yok, hiçbir krizden kesin bir çıkış yolu yok; çünkü gerçeğin itirafı, iktidar yapısı için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu sınıf, açık diyalogla değil, karşılıklı yalanlarla yönetiyor. Net kararlar değil, belirsizlikle yönetiyor. Bu nedenle her dosya hiçbir şeyle sonuçlanmıyor.

Yüzü olmayan bir devlet

Kağıt üzerinde, Lübnan devleti, güçler ayrılığı, denetim kurumları ve net anayasasıyla ideal bir devlet. Ancak bu kağıdın ardında, gerçek karar alma süreçlerinin dizginlerini elinde tutan bir gölge güç yatıyor. 40 yılı aşkın süredir her hükümette yer alan güçler, Lübnan'dan geçen her gücün elinde birer araç olarak hareket etmeyi başardı. Bunlar önce Filistin Kurtuluş Örgütü’nün müttefikiydiler, sonra Suriye vesayetinin başlıca ortağı oldular, bugün de Hizbullah tarafından kurulan İran nüfuz ağının bir parçası konumundalar.

Bu güçler, özlerini veya araçlarını değiştirmeden, söylemlerini ve dillerini siyasi ihtiyaçlarına göre değiştiriyorlar. Lübnan çıkmazının özü, yüzleşmenin ve faillerin isimlerinin açıklanmasının engellemesidir. Gerçeğe yaklaştığınız her an, komiteler, medyatik tiyatrolar ve çelişkili yorumlar ile sabote ediliyor.

Bu sınıf, yalnızca bir partiler topluluğu değil, çelişkiler ile kendisini gizleyen bir sistem. Gündüzleri reform bayrağını taşıyor, geceleri ise fiili güçlerle veya yabancı taraflarla anlaşmalar yapıyor. Halka bir şey söylerken, diplomatlara tam aksini söylüyor. Bu davranış kendiliğinden ortaya çıkan bir davranış değil, aksine etkili bir yönetim aracı.

İkiyüzlülük belirsizlik üretiyor ve belirsizlik de otoriteyi koruyor. Böylece “siyasi yalan”, yalnızca söylemde bir sapma değil, kimseyi hiçbir şeye mecbur bırakmadığı ve hesap sormaya kapıyı kapattığı için denklem içinde dengeyi koruyan stratejik bir yapı haline geliyor.

Bu bağlamda, yönetici sınıf metinleri siyasi olarak yorumlamada ustalaştı. Onun için anayasa bir referans noktası değil, yorumlama malzemesidir. 1559'dan 1701 ve 1680'e kadar BM kararları, metinlerine göre değil, siyasi heveslere göre yorumlanır. Taif Anlaşması bile herkes tarafından istediği gibi yorumlandığından, “egemenlik” esnek bir terim, “silahsızlandırma” ertelenebilir bir hedef ve “geçiş aşaması” kalıcı bir aşama haline gelir. Böylece metinler hukuki ilkelere değil, siyasi araçlara dönüşür.

Lübnan'da çözüm tek bir yüzün olmasını gerektiriyor. Ancak yönetimin on yüzü var. Her yüzün bir anlatısı ve her anlatının bir dinleyicisi bulunuyor. Yetkililer, savaştan ziyade, gerçeklerin kendisinden korkarlar, çünkü gerçek belirleyicidir ve kararlılık belirsizliği ortadan kaldırır. Oysa Lübnan'da belirsizlik bir kusur değil, sistemi korumayı, hesap sormayı engellemeyi ve meseleleri çözümsüz bırakmayı amaçlayan kasıtlı bir siyasi stratejidir.

Gerçeksiz bir patlama

 Beyrut Limanı’ndaki patlama sadece bir felaket değildi; sistemin özü için bir sınavdı. Normal bir ülkede, bu büyüklükte bir patlamanın ardından mahkemeler toplanır ve hükümet istifa ederdi. Lübnan'da medya aktif, ancak gerçek gizli kalıyor.

Binlerce belge, yüzlerce celp, değiştirilen yargıçlar, engellenen soruşturmalar ve tek bir sonuç; hiçbir şey. Çünkü gerçek ortaya çıkarsa, sistem sarsılır. Bu nedenle dava gri bir alanda tutulmaya devam ediliyor; ne resmen kapatılıyor ne de resmen tamamlanıyor. İnsanlar yorulana ve gerçek kaybolana kadar askıda bırakılıyor.

Burada sistemin en belirgin özelliklerinden birini görüyoruz, o da cezadan kurtulma kültürü. Lübnan'da siyasi suikastlar medyatik bir hadiseye dönüşüyor ve ardından hukuken unutuluyor. Refik Hariri suikastından Lokman Selim, Joe Bejjani ve diğer suikastlara, herkes içten içe kimin bundan çıkar sağladığını bilse bile, katil her zaman meçhul.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre bankacılık krizi yalnızca finansal bir olay değil, tamamen politik bir olay. Ortadan kaybolan para boşa gitmedi; bizzat yönetimdeki ağların cebine girdi. Siyasi liderlere, seçim finansmanına, finansal mühendislik planlarına, kaçakçılık ağlarına, partizan çıkarlara ve yabancı kuruluşlarla yapılan anlaşmalara gitti. Bu nedenle, gerçek bir yargılamaya şahit olmamız imkânsız, çünkü bu bir tür kolektif siyasi intihar olurdu.

Böylece, bir kaos ekonomisi yerleşti. Rejim, gerçek bir finansal düzenlemeden vazgeçerek kaçakçılığın tamamen entegre bir ulusal ağ haline gelmesine, bankacılık sisteminin dışında bir nakit ekonomisinin gelişmesine, gerçek sahipleri bilinmeyen paravan şirketlerin türemesine, nakitin günlük hayatın fiili para birimi haline gelmesine izin verdi. Hiçbir kural, hiçbir yasa, hiçbir şeffaflık yok; sadece çöküşten nasıl kâr elde edeceğini bilenlerin çıkarlarına hizmet eden üretken bir kaos var.

Burada iki yüzlülük son derece etkili bir şekilde işliyor:

Yetkililer halkın önünde “mevduatların geri alınmasından” bahsediyorlar.

Diplomatların önünde “gerçekçi çözümlerden” bahsediyorlar.

Ancak kapalı kapılar ardında kayıplar paylaşılıyor ve asıl yararlananlar korunuyor.

İşte siyasi yalanın anlamı budur; biri halka özel, biri uluslararası topluma özel, üçüncüsü ise arka planda gizlice yürütülen anlaşmalara özel bir söylem.

Açıklaması olmayan bir anlaşma

İsrail ile yapılan ateşkes anlaşmasında bile aynı senaryo tekrarlanıyor; yetkililer bir şey duyuruyor, başka bir şey uyguluyor ve üçüncü bir şeyi gizliyor. Hizbullah taahhütlerinin sadece Litani Nehri'nin güneyini kapsadığını iddia ederken, devlet kontrolü dışında hiçbir silahın olmayacağını söylüyor. Ordu, mevzilerin yüzde 90'ının, sonra yüzde 80'inin, sonra da yüzde 85'inin dağıtıldığından bahsediyor; sanki rakamlar bir şans oyunuymuş gibi.

Kimse çıkıp açıklamıyor çünkü açıklama kararlı bir duruş gerektiriyor ve kararlı bir duruş da sorumluluk almak anlamına geliyor ve Lübnan'da sorumluluk büyük bir siyasi suç.

Burada sistemin bir başka yönü ortaya çıkıyor; otoritenin manipülatif dili. “Mekanizma”, “yol haritası”, “teknik açıklama”, “ortak komite” ve “istisnai durumlar” gibi terimler herhangi bir özden yoksun, içi boş terimler. Tek bir şeyi, yani karar almamayı maskeleyen güzel sözler. Hayır demek yerine, “bir mekanizmaya ihtiyacımız var” diyorlar. Evet demek yerine, “teknik bir açıklama bekliyoruz” diyorlar. Bu, boşluğu güzelleştirmek için kullanılan bir dil.

Lübnan'daki sistem çöküşe rağmen yönetmiyor; çöküş aracılığıyla yönetiyor. Her çöküş yeni sadakatler doğuruyor ve halkın gerçeği talep etme gücünü zayıflatıyor. Elektrik sektörünün çöküşü jeneratörler için aracılar, liranın çöküşü karaborsalar ve yargının çöküşü de güçlünün iktidarını doğuruyor. Lübnan'da çöküş bir hata veya başarısızlık değil, bir yönetim aracı.

Lübnan, belirsizliği yönetim doktrini, yalanı hayatta kalma aracı ve ikiyüzlülüğü resmi dil haline getirmiş bir siyasi sistem altında yaşıyor. Hiçbir kriz çözülmüyor, sadece yönetiliyor. Hiçbir gerçek konuşulmuyor, sadece gizleniyor. Hiçbir sorumluluk üstlenilmiyor, sadece erteleniyor.

Lübnan'ın normal bir devlet olmasını engelleyen şey çözümlerin yokluğu değil, belirsizliğe karşı netliği seçme iradesinin yokluğudur. Siyasi sınıf iki yüzlülük sanatında usta olduğu sürece, her konu yeni bir krize, her kriz de geleceği inşa etmek yerine zaman kazanma fırsatına dönüşecektir.

Yetkililer gerçekle tek bir yüzle yüzleşip halka açıkça “neler olduğunu”, “kimin yaptığını” ve “nasıl düzelteceğimizi” söyleyene kadar Lübnan yeniden ayağa kalkamayacak. O zamana kadar, Lübnanlılara karşı dürüst olmayı reddeden bu “akıllı görünme” cumhuriyeti, krizleri çözmek yerine yönetmeye, çatışmayı önlemek yerine ertelemeye ve devlet kurmak yerine kaosa yatırım yapmaya devam edecektir.


Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
TT

Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında Güney Kordofan ve Kuzey Kordofan eyaletlerindeki çatışmalar yeniden şiddetlendi. Çatışan taraflar, yardım konvoylarına ve bir anaokuluna saldırılar düzenlerken, Birleşmiş Milletler (BM) Sudan'ın yeni bir zulüm dalgasıyla karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu.

Basında yer alan haberlere göre HDK'ya ait bir insansız hava aracı (İHA) Güney Kordofan eyaletinin Kalogi beldesindeki bir anaokulunu vurdu ve 20'si çocuk olmak üzere 114 kişi öldü, onlarca kişi ise yaralandı.

HDK, orduya ait bir İHA’nın Kuzey Kordofan eyaletinde Dünya Gıda Programı'nın (WFP) insani yardım konvoyunu bombaladığını belirterek, konvoyun ‘gıda güvensizliğiyle boğuşan yerinden edilmiş ailelere acil gıda yardımı taşıyan’ 39 kamyondan oluştuğunu açıkladı.

Bunu insani yardım konvoylarını ‘sistematik olarak hedef alınmaya’ devam etmesinin, temel yardımların ulaştırılmasını engellemeye yönelik tehlikeli bir yaklaşım ve bölgede çalışan uluslararası kuruluşlara yönelik tekrarlanan saldırılar olarak değerlendiren HDK, bunun insani krizi daha da kötüleştirdiğini ve sivillerin çektiği acıları artırdığını belirtti.


Esed rejiminin düşüşünden bir yıl sonra Suriye ve çözülmeyi bekleyen sorunlar

Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
TT

Esed rejiminin düşüşünden bir yıl sonra Suriye ve çözülmeyi bekleyen sorunlar

Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)

Haid Haid

Suriye, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün birinci yıldönümünde elbette kutlanması gereken, ancak aynı zamanda üzerinde derin derin düşünülmesini de gerektiren bir dönüm noktasında. Geçtiğimiz yıl aralık ayında Beşşar Esed rejiminin düşüşü, elli yıllık otoriter yönetim, askeri idare ve derin uluslararası izolasyonun sona erdiği tarihi bir kırılma noktası oldu. Aynı zamanda, uzun süredir kapalı olan bir pencereyi açarak siyasi sistemi yeniden düşünme, parçalanmış kurumları yeniden inşa etme ve ulusal iyileşmenin zorlu yoluna girme fırsatı doğurdu.

Suriye'nin geçiş dönemi yetkilileri, geçtiğimiz yıl boyunca birçok kişinin imkânsız olduğunu düşündüğü başarılara imza attı. Diplomatik alanda, ülke onlarca yıllık izolasyon döneminden çıktı ve uzun süredir kapalı olan iletişim kanallarını yeniden açtı. Yaptırımların neredeyse tamamen kaldırılmasına hiç olmadığı kadar yaklaştı. İç politikada ise hizmetleri iyileştirdi, sivil alanı genişletti, istikrarı yeniden sağladı ve bazı sporadik mezhepsel gerilimler olmasına rağmen şiddeti en aza indirdi. Ancak bu başarılar, çözülmemiş derin sorunlarla bir arada varlığını sürdürüyor.

Kurumlar yeniden inşa edilmiş olsa da meşruiyet meselesi halen belirsizliğini koruyor. Siyasi süreçler başlatılmışsa da henüz ülkeyi ortak bir vizyon etrafında birleştirmeyi başaramadılar. Hükümetin iddialı kurtarma planlarına rağmen ekonomik durum kötüleşmeye devam ediyor. Adalet mekanizmaları devreye sokuldu, ancak bunlar sınırlı kalıyor ve en acı gerçeklerden kaçınıyor. Bu eksikliklerin giderilmesini daha fazla ertelemek mümkün değil. Önümüzdeki yıl, geçen yıldan daha belirleyici ve daha tehlikeli olacak.

Beklentiler artıyor, yaşam koşulları kötüleşiyor ve halkın artan hayal kırıklığının keskin bir siyasi bölünmeye dönüşme riski büyüyor. Artık Suriye'nin geçiş sürecini ülkenin atlattığı olaylara göre değerlendirmek kabul edilebilir değil. Bu değerlendirmenin, yeni yetkililerin önlerindeki zorlukları ne ölçüde aşabileceklerine göre yapılması gerekir.

Siyasi uzlaşı olmadan ilerleme

Yeni parlamentonun oluşturulması tamamlanmak üzereyken, geçiş süreci yol haritası –ulusal diyalog, anayasal deklarasyon ve geçici temsil organlarının kurulması– resmi olarak tam şekline kavuştu. Bu adımlar, kâğıt üzerinde otoriter bir yönetim sonrası siyasi sistemin temel yapısını özetliyor. Ancak gerçekte, meşruiyet, temsil ve yeni devletin izleyeceği yol konusunda süregelen gerilimleri de ortaya çıkarıyor.

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, sürecin her aşamasını katılımcı ve kapsayıcı olarak sunmaya özen gösterdi. Ulusal diyalog hakkında görüşleri almak için önde gelen isimler, topluluklar ve aktivistlerle istişare etmek üzere komiteler oluşturuldu. Anayasa bildirgesi taslağı hazırlandı, yeni kurumların tasarımı yapıldı. Bu adımların amacı, şeffaflığı sağlamak ve önceki rejimi karakterize eden dışlayıcı uygulamalardan kopmaktı. Ancak, uygulamanın hızı, aşamaların sıralaması ve sürecin sıkı bir şekilde kontrol edilmesi, karışık ve sert tepkilere yol açtı. Yeni yönetimin destekçiler, bu başarıları tarihi bir olay olarak gördüler. Zira böyle kırılgan bir geçiş döneminde, uyumu korumak ve siyasi kaymayı önlemek için bir dereceye kadar merkezi karar alma sürecinin gerekli olduğunu düşünüyorlardı.

Artık Suriye'nin geçiş sürecini ülkenin atlattığı olaylara göre değerlendirmek kabul edilebilir değil. Bu değerlendirmenin, yeni yetkililerin önlerindeki zorlukları ne ölçüde aşabileceklerine göre yapılması gerekir.

Ancak yeni yönetimi eleştirenler, Cumhurbaşkanlığının elinde aşırı miktarda gücü bir araya getiren ve gerçek denetim ve denge mekanizmalarını bariz bir şekilde ortadan kaldıran yukarıdan aşağıya bir yaklaşım gördükleri için tamamen farklı bir görüşe sahipler. En büyük endişeleri, ortaya çıkan sistemin Esad dönemini karakterize eden otokratik yönetim mantığını ortadan kaldırmak yerine yeniden üretmesi olasılığı.

gthyj
Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan Suriyeli kadınlar (AFP)

Bu korkular, hükümet ve güvenlik kurumlarında Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile bağlantılı isimlerin ortaya çıkmasıyla daha da artmış ve güvenin yeniden tesis edilmesi için daha geniş bir katılımın gerekli olduğu bir dönemde siyasi tekel oluşacağına dair endişeleri körüklüyor.

Öte yandan yeni parlamentonun oluşturulması, bu bölünmeleri hafifletmek bir yana, daha da derinleştirdi. Yeni parlamento, yol haritasının resmi gerekliliklerini karşılasa da temsil gücü ve istenen değişimi gerçekleştirecek gerçek güce sahip olup olmayacağı konusunda eski şüpheleri yeniden alevlendirdi. Kısacası, siyasi geçişin ilerlediğini söylemek mümkün, ancak bunu pekiştirmek için gerekli olan birlik, güven ve meşruiyet konularında halen eksiklik var olamaya devam ediyor.

Değişen koşullarda elde edilen kazanımlar

Diplomasi, geçiş sürecinin en göze çarpan başarısı olsa da erken dönemdeki ilerlemenin sınırları en çok ekonomide belirginleşiyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, ekonomiyi canlandırmayı, yol haritasının temel taşı haline getirirken ithalat vergilerini düşürdü, devlet memurlarının maaşlarında yüzde 200 artış yapılacağını açıkladı ve Suriye'nin iş dünyasına açık olduğu mesajını vermek için yatırımcıları çekmeye çalıştı.

Kısa bir süre için bu önlemler somut sonuçlar verdi. Gümrük reformları, ticaretin serbestleştirilmesi ve para biriminin geçici olarak güçlenmesi sayesinde enflasyon geçtiğimiz yılın şubat ayında yüzde 110 civarındayken bir yıl sonra aynı dönemde yüzde 15 civarına kadar sert bir gerileme gösterdi. Ancak bu rahatlama kısa sürdü. Enflasyon yeniden yükseldi ve fiyatlar hızla ücret artışlarını geride bıraktı. Ancak açıklanan artış sonrasında dahi, 750 bin Suriye lirası olan asgari ücret, bir aylık temel gıda sepetinin maliyetinin yalnızca üçte birini karşılayabiliyor.

Şara hükümetinin başarıları arasında, temel ürünlerin tedarikinin iyileştirilmesi, elektrik tedarikinin önemli ölçüde artması ve bazı bölgelerde Esed rejimi döneminde mevcut olanın on katına ulaşması da yer aldı. Yakıt krizi hafifledi ve ekmek artık düzenli olarak temin edilebilir hale geldi.

Ancak açıklanan artış sonrasında dahi, 750 bin Suriye lirası olan asgari ücret, bir aylık temel gıda sepetinin maliyetinin yalnızca üçte birini karşılayabiliyor.

Ancak bu başarılar yüksek bir bedel karşılığında elde edildi. Sübvansiyonların yeniden yapılandırılmasının ardından elektrik, yakıt, ekmek ve ulaşım fiyatları keskin bir şekilde yükseldi. Suriyeliler, 2011 yılından bu yana gelirlerinin daha büyük bir kısmını temel ihtiyaç maddelerine harcıyor ve bu durum, siyasi bölünmeleri aşan bir hayal kırıklığı kaynağı haline geliyor.

Geçiş dönemi yetkilileri, Suriye'nin ekonomik çöküşünün yapısal köklerinden sorumlu değil. Zira bu çöküşün nedenleri on yıllardır süren yolsuzluk, savaş ve kötü yönetimdi.

Karar alma sürecinde yukarıdan aşağıya bir yaklaşım, piyasanın liberalleşmesine hızlı geçiş ve aşırı finansal ve sosyal kırılganlığın yaşandığı bir dönemde sübvansiyonların kaldırılması gibi bütün bunlar, kamuoyu ile anlamlı bir istişare yapılmadan gerçekleştirildiğinden, birçok Suriyeli sadece bu durumla başa çıkmakla kalmayıp, sabırlı kalmakta da zorlanıyor. Sonuç, yüzeysel olarak toparlanıyor gibi görünen, ancak yapısal olarak kırılgan ve siyasi patlamalara giderek daha yatkın hale gelen bir ekonomi oldu.

Adalet, siyaset koridorlarında takılı kaldı

Suriyelilerin adalet ve hesap verebilirlik konusundaki uzun süredir devam eden talepleri ise, son yıllarda hiç olmadığı kadar ilerleme kaydetti, ancak yine de sıkı siyasi ve yapısal kısıtlamalara tabi olmaya devam ediyor.

Mart ayında Suriye’nin kıyı şeridinde gerçekleşen ihlallerle ilgili tarihi duruşma, Esed döneminin özelliklerinden biri olan cezasızlık dönemine son verdi. Esed döneminin güvenlik güçleri üyeleri, ilk kez kamuya açık mahkemelerde yargılandı. Duruşmalar televizyonda yayınlandı, sanıklar avukatlar tarafından temsil edildi ve tanık ifadeleri kamuoyuna açık olarak tartışıldı.

Bu durum, gizlilik ve inkâr alışkanlığı olan topluluklar için güvenlik güçlerinin bile artık hesap verebilirlikten muaf olmadığına işaret eden güçlü bir sembolik değişimdi. Bunun öncesinde hükümet, kıyı şeridi ve Suveyda'da meydana gelen ihlalleri kamuoyuna açıklamış, gerçekleri araştırma komisyonları kurmuş ve sorumlulardan hesap sorma sözü vermişti. Daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir adımla, uluslararası kuruluşların bu ihlallere ilişkin bağımsız soruşturmalara erişimine de izin verdi. Ancak tüm bu ilerlemelere rağmen, adalet gündemi ciddi şekilde kısıtlı kalmaya devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre yetkililer, Esed’in iktidara gelmesinden sonra meydana gelen ihlallerin hesap verilebilirliğini önceliklendirirken, önceki rejimin on yıllardır işlediği suçlarla kapsamlı bir yüzleşmeyi erteliyor. Siyasi açıdan bu, birincisi, son ihlallerin sorumlularının hesap vermesinin, tüm dikkatlerin üzerinde toplandığı bir süreçte hükümetin yurtdışındaki imajını güçlendirmesi, ikincisi ise yetkililerin, eski rejimin sembollerine yönelik geniş çaplı yargılamaların kırılgan barışı tehdit edebileceğini düşünmesi olmak üzere iki hesabı yansıtıyor.

sdghvf
Esed rejiminin düşüşünün yıl dönümü kutlamalarında güvenlik güçleri üyeleriyle hatıra fotoğrafı çekilen Suriyeliler (AFP)

Hükümet, kıyı şeridi ve Suveyda’da meydana gelen ihlalleri kamuoyuna açıkladı, gerçekleri araştırma komisyonları kurdu ve sorumlulardan hesap soracağını taahhüt etti.

Ancak tek neden bu hesaplar değil. Suriye’nin kapsamlı bir geçiş dönemi adaleti sağlamak için gerekli yasal altyapısı yok. Ceza hukuku savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları veya zorla kayıpları tanımıyor ve gerekli reformları hayata geçirecek güçlü bir parlamento olmadan, yargı sisteminin araçları sınırlı kalıyor.

Bunlar çok büyük zorluklar olsa da eski rejimin simalarına hesap soracak herhangi bir önlemin alınmaması giderek daha fazla zarara yol açıyor. Uzun süredir baskı altında yaşayan topluluklar, seçici adaleti başka bir adaletsizlik biçimi olarak görür. Güvenilir bir telafi yolunun olmaması, öfkeyi körüklerken bazı kişileri gayri resmi yollardan adaleti sağlama veya intikam alma yoluna iter.

Sünni aşiretlerin üyelerinin, bir kez daha mezhepçilik açısından çerçevelendirilen bir suç olayının ardından Alevi mahallelerine düzenledikleri son saldırılar, kurumsal adaletin olmadığı veya taraflı olduğu algısı oluştuğunda şiddetin ne kadar çabuk patlak verebileceğini gösterdi.

Kırılgan sakinlik

Güvenlik durumuna, dikkat çekici bir istikrar ve derin yapısal kırılganlık hakim. Yetkililerin iyi yönetimi sayesinde Suriye, Esed rejiminin düşüşünün ardından birçok kişinin beklediği yaygın şiddet olaylarından kaçınmayı başardı.

Silahlı gruplar Savunma Bakanlığı bünyesine girdi ve güvenlik güçlerinin başlangıçtaki disiplini, son derece istikrarsız bir dönemde misillemelerin önlenmesine yardımcı oldu.

Ancak bu istikrar, mezhepsel gerilimin yaşandığı noktalarda defalarca kez sınandı. Geçtiğimiz mart ayında kıyı şeridinde yaşanan ihlaller ve temmuz ayında Suveyda'da yaşanan ayaklanmalar, Savunma Bakanlığı bünyesine yeni entegre edilen güçler üzerindeki kontrolün sınırlarını ortaya koydu. Disiplinin sağlanamadığı birlikler, suistimaller, misillemeler ve aşırı önlemler almış ve topluluklar arasındaki güvensizliği derinleştirdi.

Öte yandan son gelişmeler bazı kurumsal öğrenmelerin olduğunu gösterdi. Alevi nüfusun yoğun olduğu mahallelere yönelik aşiret saldırılarının ardından hükümetin Humus'a hızla müdahalesi, daha geniş çaplı bir mezhepsel çatışmanın patlak vermesini önledi. Koordineli konuşlandırma, önde gelen yerel isimlerle istişare ve sıkı operasyonel kontrol, gecikmeli tepkiler şeklindeki önceki müdahalelerin aksine, şiddetin tırmanmasını önlemeye yardım etti.

Benzer şekilde, kıyı bölgesinde son zamanlarda Aleviler tarafından düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak yerine koruma kararı alınması dikkate değer bir değişiklikti. Güvenlik güçlerine göstericileri korumaları, yerel birimleri dizginlemeleri ve şikayetlerin kamuoyuna duyurulmasına izin vermeleri talimatı verildi. Bu yaklaşım, gerilimi tırmandırmak yerine yatıştırmaya yardımcı oldu.

Suriye’nin kıyı bölgesinde son zamanlarda Aleviler tarafından düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak yerine koruma kararı alınması dikkate değer bir değişiklikti.

Bu iyileştirmeler önemli olsa da temel sorunları çözmekte yetersizdi. Parçalanmış güvenlik kurumları, zayıf disiplin ve merkezi liderlikten çok yerel liderlere sadık kalan birimler.

Daralan pencere

Suriye’deki geçiş sürecinin ilk yılı önemli başarılar getirdi, ancak merkezi otoriteye dayalı, katılımın dikkatle kontrol edildiği ve en zor kararların ertelendiği bir yönetim modelinin sınırlarını da ortaya çıkardı. İstikrar ve diplomatik atılımlar hükümete zaman kazandırdı, ancak bu zaman sonsuz değil. Halkın beklentileri, devletin bunları karşılama kapasitesinden daha hızlı artıyor ve resmi söylem ile yaşanılan gerçeklik arasındaki uçurum giderek genişliyor. Bu genişleyen uçurum, artık Suriye'nin gelecekteki gidişatını belirleyecek bir fay hattı haline geldi.

Önümüzdeki görev artık sadece düzeni sağlamak değil, ilk yılda kaçınılan gücün nasıl dağıtıldığı, adaletin nasıl sağlandığı, güvenlik güçlerinin nasıl yönetildiği ve ekonomik yüklerin nasıl ele alındığı gibi yapısal sorunları ele almak. Bu tartışmalar zor olabilir, ancak bunları ertelemek daha da tehlikeli.

Sonuç olarak, geçtiğimiz yıl geçiş sürecinin neler vaat edebileceğini gösterdiyse, önümüzdeki yıl da bu temellerin ayakta kalıp kalamayacağını belirleyecek.