Suriyeli liberallerin durumu

Suriyeli özgürlükçüler şu anda “özgürlük meselesinin” temel ayrıntılarıyla ilgilenmiyorlar.

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Suriyeli liberallerin durumu

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Suriye'nin yeni yöneticileri, ülkenin önümüzdeki uzun yıllarda nasıl olacağının temel yapısını oluşturacak gibi görünen muhafazakâr değerler, disiplinli davranışlar, taassupçu düzenlemeler bloğuna dayanan yeni Suriye için bir dizi kurum, kuruluş, tüzük, süreç ve kurucu strateji inşa ediyorlar. Buna karşılık Suriye'deki “liberal” şahsiyetler, partiler ve siyasi sınıflar yelpazesi, ideolojik eğilimleri ve geleneksel siyasi davranışları ile bu tür bir kuruluş arasındaki temel çelişkiye rağmen, bu durum karşısında tamamen “sessiz” görünüyor.

Burada “liberalizm” ile liberal kimliğini siyasal/toplumsal bir eğilim olarak ortaya koyan örgüt ve bireylerin toplamı kastedilmiyor. Bu kişiler, Suriye coğrafyasında sayıları az olsa da kültürel, sosyal, ekonomik ve hepsinden önemlisi siyasal özgürlüklere yönelik sürekli talepleri sebebiyle, Esed döneminin acımasız ve uzun süreli despotluğuna karşı mücadele etmiş tüm şahsiyetleri, partileri ve sınıfları kapsayan ilgili yelpazenin bir parçasıdır.

Özgürlükçü olarak adlandırılabilecek bu Suriyeliler arasında Demokratik Halk Partisi, Sosyalist Birlik Partisi, Komünist Eylem Birliği, Devrimci İşçi Partisi gibi geleneksel siyasi partiler ile Suriyeli Kürt partilerin yanı sıra, sivil toplum örgütü liderleri ve Suriyeli aydınlar yer alıyor. Bunların hepsi şimdi en azından siyasi anlamda sessizler. Önceki rejimin devrilmesi ile birlikte başlayan değişimin ilk 100 günü, çağdaş Suriye tarihinin en zor ve yapısal dönemiydi. Ne var ki yeni iktidarın selefine benzer bir eğilime sahip olduğu görülse de bu liberaller, olup biteni reddedip karşı çıkmak bir yana, olup biteni eleştiren net bir siyasi akım veya ses de oluşturmadılar.

Geleneksel Suriyeli liberallerin dünyasına hâkim olan bu “sessizliğin” nedeni hakkında kesin yargılarda bulunmak, ideolojik yönelimlerinin çeşitliliği, örgütlerinin çokluğu, genel davranış biçimlerinin farklı olması nedeniyle imkânsız. Ama bu bağlamda ciddi tespitlerde bulunulabilir.

Suriyeli özgürlükçüler şu anda “özgürlük meselesinin” temel ayrıntıyla ilgilenmiyorlar. Bu ayrıntıya göre, kamusal özgürlükler ve demokratik yaşam kendi başlarına kutsal pratikler ve değerler değildir, aksine işlevleri nedeniyle kutsaldırlar

Bu Suriyeli özgürlükçüler şu anda yaşam, psikoloji ve zihniyet açısından “yıkılmış ülke”nin dehşetini ve koşullarını yaşıyorlar. İçlerinde “ülkenin yıkımı” aşmasını mutlak bir öncelik olarak gören ahlaki, entelektüel ve manevi eğilimler taşıyorlar. Hem de bunun koşulu yeni yöneticilerin özgürlük, demokrasi ve hatta insan hakları sistemi koşullarına aykırı olarak işleyebilecekleri ihlalleri görmezden gelmek veya hesaba katmamak olsa bile.

Onlar için “yıkılan”, tamamen öyle olsalar da sadece harap olmuş şehirler ve kentler değildir. Bilakis, yıkım bunların ötesine geçerek ulusal kurumları ve aygıtları aracılığıyla devletin kendisine de uzanmaktadır. Bilhassa önceki rejim, Suriye'nin çeşitli egemen güç ve ülkeler için bir nüfuz merkezi olmasının kapısını açan “harici rejim” olmakla suçlandığı için güçlü ulus-devletin yeniden inşası, her zamanki genel kanaatlerine göre en önemli önceliktir.

Suriyeli liberaller, bu “güçlü ulus-devletin yeniden inşasının” uzun zamandır savundukları en yüksek özgürlük değerlerine aykırı olmasını umursamıyorlar. Çünkü kendileri de “dağılmış olarak gördükleri ülkeleri” için “derin bir kayıp” yaşıyorlar. Bu nedenle ve bu “ezici yetimlik” duygusunun itici gücüyle, onlarca yıldır mücadele ettikleri ve ağır bedeller ödedikleri “siyasi yoksulluk tehlikesi”nden daha azını kabul ediyorlar.

Suriyeli özgürlükçüler şu anda “özgürlük meselesinin” temel ayrıntıyla ilgilenmiyorlar. Bu ayrıntıya göre, kamusal özgürlükler ve demokratik yaşam kendi başlarına kutsal pratikler ve değerler değildir, aksine işlevleri nedeniyle kutsaldırlar, çünkü bunlar olmadan değerli veya sürdürülebilir hiçbir şey inşa edilemez. Esed'in vurduğu zincirler birçok Suriyeli sınıfı “seçme lüksünden” mahrum bıraktı. Onları çok kötü bile olsa tek bir seçeneğe yönelmeye zorladı. O da Esed vahşetini devirmeyi en yüce, en asil değer olarak görmek ve bu nedenle onun dışındaki her şeyi kabul etmek.

Esed’in aydın, siyasetçi ve sivil toplum liderlerinden oluşan muhalifleri, 2011'den bu yana adeta görünmez, katı ve sağlam kimliklere sahip kişilerin yükselişi karşısında, genel bağlamda bir rolü, etkisi veya etkinliği olmayan birer siyasi marj haline gelmiş durumdalar

Bütün bunlara ilave olarak, Suriyeli liberaller, diğer Suriyeli “yumuşak” toplumsal sınıflar gibi, enerjilerini ve kendilerini idame ettirme yeteneklerini kaybettiler. Savaşın acımasız yılları, çekişen tüm taraflar arasında en “sert” ve dayanıklı sınıfları öne çıkarttı ve yükseltti. Esed’in aydın, siyasetçi ve sivil toplum liderlerinden oluşan muhalifleri, 2011'den bu yana aşiret liderleri, konuşmacılar, cihatçılar ve savaş tüccarları gibi katı ve sağlam kimliklere sahip kişilerin yükselişi karşısında, adeta görünmez, genel bağlamda bir rolü, etkisi veya etkinliği olmayan birer siyasi marj haline gelmiş durumdalar. Dolayısıyla bu Suriyeli liberalizmin kendini ve Suriye toplumu içindeki rolünü yeniden inşa edebilmesi için onlarca yıllık bir birikime ihtiyaç duyacağı öngörülüyor.

Son olarak, bütün bunlar Suriyeli liberallerin büyük bir kısmını etkilemiş olabilecek “kirliliği” ortadan kaldırmıyor. Diğer Suriyeliler gibi, Suriye savaşının genelinde mezhepçi, milliyetçi ve bölgeselci söylemler ve çatışmalar tırmandığında, birçoğu bir zamanlar savundukları demokrasi söylemini ve özgürlük maskesini çıkarıp atarak, mensubu oldukları topluluklara daha bağlı hale geldiler; kamu yararı yerine bunların statülerini ve yaşam koşullarını iyileştirmeyi tercih ettiler.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Uluslararası bir role sahip bölgesel bir merkezin sponsorluğu

Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın temsil ettiği Suudi Arabistan sponsorluğunda Lübnan ve Suriye savunma bakanlarının 27 Mart'ta Riyad'da gerçekleştirdiği toplantıdan bir görüntü (SPA/AFP)
Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın temsil ettiği Suudi Arabistan sponsorluğunda Lübnan ve Suriye savunma bakanlarının 27 Mart'ta Riyad'da gerçekleştirdiği toplantıdan bir görüntü (SPA/AFP)
TT

Uluslararası bir role sahip bölgesel bir merkezin sponsorluğu

Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın temsil ettiği Suudi Arabistan sponsorluğunda Lübnan ve Suriye savunma bakanlarının 27 Mart'ta Riyad'da gerçekleştirdiği toplantıdan bir görüntü (SPA/AFP)
Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın temsil ettiği Suudi Arabistan sponsorluğunda Lübnan ve Suriye savunma bakanlarının 27 Mart'ta Riyad'da gerçekleştirdiği toplantıdan bir görüntü (SPA/AFP)

Refik Huri

Lübnan ve Suriye savunma bakanları arasındaki görüşmelerin Şam'dan Cidde'ye taşınması, sadece bir mekan değişikliği değil. Aynı şekilde ABD ve Rusya'nın, ikili ilişkiler ve ardından Ukrayna’da ateşkes konusunda iki ülkenin üst düzey yetkilileri arasındaki müzakereler, ABD-Ukrayna görüşmeleri, sonrasında Başkan Donald Trump ile Vladimir Putin arasındaki olası görüşme için Cidde ve Riyad'ı seçme konusunda anlaşmaları da Cenevre, Viyana veya Madrid'deki toplantılara benzemiyor. Yaşananlar, uluslararası bir role sahip bölgesel bir merkez olarak Suudi Arabistan'ın önemli bir role sahip olduğuna işaret eden jeopolitik ve stratejik değişkenler çerçevesinde gerçekleşen bir aktivizmdir. Riyad'ın Lübnan-Suriye görüşmelerine sponsor olmasının sembolize ettiği şey, Esed rejiminden miras kalan sorunların çözümü için Beyrut ile Şam arasındaki ilişkiler dosyasını kontrol ettiğidir. Şu anda odaklanılması gereken konu, bazı bölgelerdeki karmaşık sınırları belirlemek, kaçakçılık faaliyetlerini ve Captagon üretimini kontrol altına almak, sınırın iki yakasındaki aşiretler, Hizbullah ve silahı, serbestçe dolaşan silahlı örgütler arasındaki iç içe geçmişliği bitirmektir. Lübnan'daki yeni hükümet İran döneminin kalıntılarının zorluklarıyla karşı karşıyaysa, Suriye'deki yeni yönetim de henüz ülkenin tüm bölgelerini ve güçlerini kontrol altına almamışsa ve Suriye rejiminin mirasıyla karşı karşıya bulunuyorsa, bu durumun düzelmesinin garantisi Suudi Arabistan'dır. Eğer güven, ABD'nin eski dışişleri bakanı George Shultz'un dediği gibi “diplomasinin para birimi” ise, yine güven, Suudi Arabistan'ın “arabuluculuk, güven ve garanti” üçlemesine dayanan yaklaşımının, pozisyonunun ve politikasının temelidir.

Suudi Arabistan'ın rolündeki gelişme dikkat çekiyor. 1960'lı ve 1970'li yıllarda Mısır-Suriye-Suudi Arabistan üçlüsü Arap aktivizminin lokomotifi ve lideriydi. Kral Faysal, Ekim 1973 Savaşı sırasında Mısır ve Suriye'yi desteklemek amacıyla ABD ve Avrupa'ya petrol ambargosu uygulamıştı. Kral Fahd, Kral İkinci Hasan ve Cumhurbaşkanı Şadli Bin Cedid ile birlikte Lübnanlılara Taif toplantılarında ve 1989 yılında Taif Anlaşması'na varmakta öncülük etmişti. Anlaşma Lübnan savaşını durdurmuş ve devletin yeniden tesisinin kapısını açmıştı. Kral Abdullah, prens ve veliaht olduğu dönemde, 2002 yılında Beyrut'ta düzenlenen Arap Zirvesi'nde onaylanan barış girişimini sunmuştu. Kral Selman ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan'ı beş önemli dönüm noktasına taşıdı.

Birincisi, odaklanmak yani tüm Arapları beyhude savaşlara yönelmek yerine kalkınmaya ve geleceği inşa etmeye odaklanmaya çağırmak. Vizyon 2030 bu odağın zirvesidir. İkincisi, İran'ın petrol tesislerine yönelik saldırısına karşılık Washington’un hiçbir şey yapmamasından alınan ders ile uluslararası ilişkileri çeşitlendirmek. Böylece Riyad'a “savunma anlaşması” yapmayı teklif eden ABD ile ilişkilerden vazgeçilmeden Rusya, Çin ve Avrupa'ya açılım sağlandı. Üçüncüsü, Arap ve İslam zirvelerinin ötesinde ortak Arap ve İslam eylemini güçlendirmek. Dördüncüsü, Washington'u Philip Golden'ın “zor ve olmazsa olmaz müttefik Suudi Arabistan” olarak adlandırdığı şeyi kabul etmeye zorlamaktır. Beşincisi, gerçeğe dönüşebilecek olan ve Dalia Dassa ile Sanam Vakil'in Foreign Affairs'de yazdığı gibi, “Ortadoğu'yu yalnızca Ortadoğu iyileştirebilir” ilkesine dayanan “Ortadoğu Güvenlik Forumu”nun kurulmasına hazırlıklı olmaktır.

Arap Baharı olarak adlandırılan devrimler birçok ülkede felaketlere ve çöküşlere yol açsa da, bir Afrika atasözünde dendiği gibi, “biraz şans taşımayan talihsizliktir yoktur.” Yeni Arap Savaşları kitabının yazarı Profesör Mark Lynch, bu başarısızlığın “bir Arap düzeni yarattığına ve bölgesel ilişkileri yeniden şekillendirdiğine” inanıyor. Peki nasıl? Yaptığı gözleme göre, büyük geleneksel Arap güçlerinin büyük sorunlar karşısında pek bir işlevi olmamıştır, Körfez ülkeleri ise gelişip büyümüştür. Başka bir deyişle, Arap dünyasının liderliği Suudi Arabistan'da yoğunlaşmış durumda ve güvenliği garanti altına alan bir liderlik rolüne büyük ihtiyaç var. Çünkü zayıf ve başarısız devletlerin yayılması, güçlü ve zengin ülkeler için bile tehdit oluşturur. Vali Nasr'a göre ise “Ortadoğu'daki güç dengesini belirleyen husus Filistin davası değil, Afganistan, Irak, Lübnan ve diğer yerlerdeki başarısız devletlerin kaderidir.”

Suudi Arabistan'ın Lübnan ve Suriye'yi başarısızlıktan kurtarma ve bu ülkelerde iki devlet tesis etme çabalarının önemi buradan kaynaklanıyor. Suriye'nin başarısızlıktan kurtuluş yolu, toplumdaki çeşitliliği yansıtan, hem eski rejim döneminde katliamlar işleyenleri hem de rejimin devrilmesinden sonraki yeni katliamlara katılanları cezalandırmak için adaleti uygulayan bir otoritenin kurulmasıdır. Mezhepsel hassasiyetlerin giderilmesi, ABD ve Avrupa yaptırımlarının kaldırılmasının ve Arap yardımının sağlanmasının önünü açacaktır. Lübnan'da başarıysa, gerekli ve zorunlu reformların uygulanmasına, devletin silahı yani Max Weber'in “meşru şiddet” olarak adlandırdığı şeyi tekeline almasına, İsrail işgalinin Hizbullah ile savaş sırasında konuşlandığı noktalardan çekilmesine bağlıdır. Böylece yeniden inşa, yatırımların canlandırılması ve otoriteden iyi yönetişime geçiş için yardım sağlanabilir. Peki, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze konusundaki baskıları, “gerçeküstü” tutumları ve Batı Şeria'yı ilhak etmek, Hermon Dağı'ndaki ve Güney Suriye'deki üç şehri kapsayan işgali genişletmek isteyen Netanyahu'ya verdiği destek ne olacak? Bu, ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik yeni stratejisi mi?

Başkan Ronald Reagan'ın da dediği gibi, “yönetim bir kahramanlık mesleği değil, bir uzlaşı mesleğidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Indpendent Arabia’dan çevrilmiştir.