Suriye'ye Kandil’den gelen yabancı savaşçıların akıbeti ne olacak?

Nihayet Şam ile SDG arasında varılan anlaşmayla birçok tartışmalı konu çözüldü.

Suriye'ye Kandil’den gelen yabancı savaşçıların akıbeti ne olacak?
TT

Suriye'ye Kandil’den gelen yabancı savaşçıların akıbeti ne olacak?

Suriye'ye Kandil’den gelen yabancı savaşçıların akıbeti ne olacak?

Suriye'deki yabancı savaşçıların, Aralık 2024'te Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden, özellikle de bazılarının ordu ve silahlı kuvvetlerde komuta görevi üstlenmelerinden sonra, askeri ve siyasi varlıklarının geleceği etrafındaki endişeler konusunun, Kandil Dağı’ndan gelen yabancı Kürt savaşçıların ve bunların Suriye'nin kuzeydoğusundaki çatışmalara aktif olarak katılmalarının tartışılması gerekiyor.

Şam hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında birçok tartışmalı sorunun çözümü konusunda nihayet anlaşmaya varıldı. Bu sorunların belki de en önemlisi, iki taraf arasında askeri eylemlerin örgütlenmesi ve savaşçıların tek yapı içerisinde birleştirilmesiydi. Uzun zamandır beklenen anlaşmanın ön koşulu, yabancı savaşçıların, özellikle de Kandil Kürtlerinin çekilmesiydi.

Kandil Dağları, Erbil'in 120 kilometre kuzeyinde yer alıyor ve Türkiye'nin güneybatısındaki Zagros Dağları'nın eteklerinden başlayarak batıda İran'a kadar uzanıyor. Bu dağlar Irak-İran sınırının kesiştiği noktada birleşiyor.

Suriye'de savaşan bu örgütlerin adı Suriye savaşının patlak vermesiyle birlikte öne çıktı. Ancak 2015 yılında DEAŞ’a karşı mücadele etmek üzere Kürtlerin yoğunlukta olduğu YPG öncülüğünde etnik, ulusal ve dini unsurlardan oluşan, askeri bir ittifak olan Suriye Demokratik Güçleri’nin  (SDG) kurulmasıyla varlıkları baskın hale geldi.

Rusya'nın başkenti Moskova'da bulunan GSM Araştırma ve İncelemeler Merkezi Başkanı Asef Melhem, Irak-İran sınırında bulunan ve son derece engebeli bir bölge olan Erbil'deki Kandil Dağları'nın öneminden bahsederek şöyle dedi: “1980'lerden bu yana Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) başlıca kalesi olarak kabul ediliyor. Burada eğitim kampları bulunuyor. Kökleri bu dağlarda büyümeye başladı ve oradaki nehirler aracılığıyla elektrik de üretebildi.”

Yabancı savaşçıların sayısına ilişkin net bir istatistik bulunmuyor

Öte yandan, Suriye iç savaşına Kandil’den katılan yabancı savaşçıların sayısına ilişkin kesin bir istatistik bulunmamakla birlikte, sayılarının 3 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Türkiye'nin PKK militanlarının Suriye iç savaşına katıldığına ilişkin suçlamalarının ardından saflarındaki yabancı savaşçıların varlığını kabul etmeyi reddeden SDG, savaşçı sayısını düşürerek yüzlerce olduğunu söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre  Türkiye, yakın zamanda Suriye'deki Uluslararası Koalisyona yaklaşık 1000 savaşçının adının olduğu bir liste teslim etti. Bir tarafta Türk ordusu, diğer tarafta ise SDG ve Kandil savaşçıları arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Hava saldırıları, askeri karargahları hedef almanın ötesine geçerek, ABD destekli SDG'nin kontrolündeki enerji santralleri ile petrol kuyularını da hedef alarak yerle bir etti.

Kandil savaşçıları arasında Türkiye, Irak ve İran başta olmak üzere çok sayıda ülkenin vatandaşının yanı sıra çeşitli Avrupa ülkelerinden de gönüllüler yer alıyor.

Tarihi yol ayrımı

Araştırmacı Melhem, Rus raporlarındaki tahminlere göre Kandil'den yaklaşık 11 bin Kürt savaşçının geldiğine dikkat çekti ve “Kandil Dağı, PKK'nın kalbi olarak kabul ediliyor” dedi.

Bu arada Arap ve İslam dünyasındaki çatışmalar konusunda uzman olan Abdulgani Mazuz, özel bir röportajda şunları söyledi: “Kandil Dağı'ndaki PKK üyeleri tarihi bir yol ayrımında, Abdullah Öcalan (PKK'nın kurucusu ve lideri) ateşkesi kabul etti, PKK'yı feshedilmesi ve silahların teslim edilmesi çağrısı yaptı. Örgütün önde gelen isimleri bu çağrıya olumlu yanıt verdi. Örgüt tüm üyeleri ve kadrolarıyla bu tarihi anlaşmayı kabul etmemiş olsa bile, bu tarihi anlaşmanın şartlarının uygulanmaya başladığı konuşuluyor. Bu durum en azından PKK’nın örgütsel yapısında çatlaklar oluşturacaktır, bu da sahadaki performansını ve etkinliğini etkileyecektir.”

Anlaşmazlıkları gideren bir anlaşma

17 Şubat'ta Şam ve SDG, Kürt Özerk Yönetimi ile yeni rejim arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları gideren bir anlaşmaya vardı. Anlaşmada askeri ve güvenlik kurumlarının entegrasyonu ve Suriyeli olmayan savaşçıların sınır dışı edilmesi ele alındı. Anlaşmanın ertesi günü YPG’nin Suriyeli olmayan PKK'lılardan ülkeden ayrılmalarını istediği söylendi.

SDG Komutanı Mazlum Abdi, son anlaşmanın, tüm bileşenleri kapsayan yeni bir Suriye inşası için gerçek bir fırsat olduğunu söyledi. X hesabından yaptığı paylaşımda, “Bu hassas dönemde, halkımızın adalet ve istikrar özlemlerini yansıtan bir geçiş dönemini garantilemek için birlikte çalışıyoruz. Tüm Suriyelilerin haklarını garanti altına alan ve onların barış ve onurlu hayat özlemlerini gerçekleştiren daha iyi bir gelecek inşa etmeye kararlıyız” ifadelerini kullandı.

Siyasi araştırmacı Mazuz ise, “Öte yandan Şam'daki yeni yönetim ile SDG arasındaki anlaşma, SDG'nin artık elindeki seçeneklerin sınırlı olduğunun, özellikle kaos ve askeri çözümlerin kendi çıkarına olmayacağını teyit eden sahil bölgesindeki  olaylardan sonra, katı tutumlar takınmanın bir anlamı olmadığının farkında olduğunu ortaya koyuyor. Dahası bilhassa ticaret savaşlarının ortasında, Suriye ve orada kalmak artık ABD Başkanı Donald Trump’ın öncelikleri arasında değil” dedi.

GSM Merkezi Başkanı Melhem ise Kandil bölgesinde 61 köyün PKK'nın kontrolünde olduğunu belirtti ve ekledi: “Türkiye onlarca yıldır bu bölgeye ulaşmaya ve askeri altyapıyı yok etmeye çalışıyor, ayrıca oraya hava saldırıları düzenliyor. Uluslararası Af Örgütü, Türkiye'yi bu köylerde yaşayan sivillere zarar vermekle suçluyor.”

Buna karşılık Ankara, 2013 yılında Suriye'de silahlı çatışmaların başlamasından bu yana Kuzey Suriye'de yaşananlardan dolayı sürekli bir kaygı içinde. PKK, SDG ve onlarla birlikte savaşan örgütleri ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görüyor. Bu kapsamda iki ülke arasında tampon bölge oluşturmak amacıyla Suriye topraklarına girmeye çalıştı ve Ankara 2016-2019 yılları arasında “Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı” ve “Barış Pınarı” adında üç askeri harekât düzenledi. Harekâtların hedefi 30 kilometre derinliğinde bir tampon bölge oluşturmaktı.

Gelecekteki tehditler

Yeni Suriye yönetimi ile SDG güçleri arasında henüz kırılgan ve belirsiz, ayrıca kuzeydoğudaki siyasi ve askeri gelecek hakkında çok fazla ayrıntıya ihtiyaç duyuyor gibi gözükse de varılan anlaşma, Şam'ın Kandil savaşçılarını çıkarmak, Suriye'nin kuzeyinde Kürtlerin ayrılık niyetlerine dair söylenenlerin ardından toprakların birliğini korumak için kullanacağı bir giriş kapısı olarak değerlendiriliyor. Bu arada Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ülkesinin anlaşmayı yakından takip ettiğini belirterek, ülkesinin gelecekte kendisine yönelik olası tehditler konusundaki endişelerini gizlemedi.

Öte yandan Türk ordusu, Şam hükümeti ile SDG arasında imzalanan anlaşmaya rağmen ülkenin kuzeydoğusunda bazı mevzilere yönelik saldırılarını sürdürüyor.



İsrail’in Suriye'deki tehlikeli stratejisi: “Azınlıkları korumak”

İsrail'i ziyaret eden 100 kadar Dürzi din adamı için düzenlenen karşılama töreninde Dürzi bayrağı göndere çekildi, 14 Mart 2025 (Reuters)
İsrail'i ziyaret eden 100 kadar Dürzi din adamı için düzenlenen karşılama töreninde Dürzi bayrağı göndere çekildi, 14 Mart 2025 (Reuters)
TT

İsrail’in Suriye'deki tehlikeli stratejisi: “Azınlıkları korumak”

İsrail'i ziyaret eden 100 kadar Dürzi din adamı için düzenlenen karşılama töreninde Dürzi bayrağı göndere çekildi, 14 Mart 2025 (Reuters)
İsrail'i ziyaret eden 100 kadar Dürzi din adamı için düzenlenen karşılama töreninde Dürzi bayrağı göndere çekildi, 14 Mart 2025 (Reuters)

Michael Horowitz

Suriyeli Dürzilerin onlarca yıl sonra ilk kez İsrail'e girişine izin verildi. Dürzilerin 1928-1993 yılları arasında ruhani liderliğini yapan Şeyh Emin Tarif'in türbesine doğru yola çıkan otobüsler, İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Dürziler tarafından karşılandı. Dürzi bayraklarının yolun her iki tarafında dalgalandığı ziyarete iki ülke arasındaki sınırlar ve düşmanlıkla ayrılmış aynı topluluktan iki grubun yeniden bir araya gelmesi nedeniyle hissedilir bir coşku eşlik etti. Ancak bu an İsrail, Suriye ve Lübnan olmak üzere üç ülkeye yayılmış olan Dürziler için bir yandan yeni fırsatların kapısını aralarken, diğer yandan büyük riskler de taşıyor. Ziyarete gelen Dürzi heyetinin başkanı da konuşmasında bu durumu kabul ederek, bu anı ‘hassas’ olarak nitelendirdi.

Bu, İsrail'in Suriyeli Dürzileri etkilemeye yönelik kayda değer çabalarının son kanıtıydı. İsrail, Suriye’de Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden beri gerek Dürziler, gerek Kürtler, gerekse Aleviler ve Hıristiyanlar olsun, kendisini azınlıkların savunucusu olarak konumlandırmaya çalışıyor. Suriyeli Dürziler, İsrail'e coğrafi olarak yakın olmaları ve İsrail'in Suriye’deki Dürzileri koruduğunu iddia edebilmesi nedeniyle bu çabaların merkezinde yer alıyor. İsrail bu çabaların bir parçası olarak, Suriye'nin güneyindeki Dürzilere insani yardım dağıttı ve İsrail'de çalışma hakkı vermeyi taahhüt etti. Daha da önemlisi İsrailli yetkililer, Şam'ın güneyinde Dürzilerin yaşadığı Ceramana kenti sakinleri ile yeni Suriye hükümetine bağlı güçler arasında çatışmalar patlak verdiğinde, Dürzileri koruma sözü verirken yeni hükümete bağlı güçlerin kente girmesine izin vermeyeceği uyarısında bulundular.

Bu bağlamda İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, İsrail ordusuna şehri savunmak için hazırlık yapması talimatı verdi. Hükümetinin Suriye'deki radikal İslamcı rejimin Dürzilere zarar vermesine izin vermeyeceğini vurgulayan Katz, “Eğer verirse, onu vururuz” diyerek tehdit etti. Hatta İsrail savaş uçakları gövde gösterisi için nüfusunun çoğunluğunu Dürzilerin oluşturduğu birçok bölgenin üzerinde uçuşlar gerçekleştirdi. Ancak yeni Suriye hükümetine bağlı güçler, herhangi bir şiddet olayı ya da İsrail’in müdahalesi olmadan Ceramana'ya girdi.

Suriyeli Dürziler ve Şam’daki yeni yönetim

Gerçek şu ki, Suriye'nin Dürzileri kendilerini iki tehlike arasında kalmış hissediyor. Bazıları Şam'da Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara liderliğindeki yeni otoriteden korktuklarını dile getirirken, bizzat Ahmed eş-Şara tarafından yönetilen Nusra Cephesi'nin (Heyet Tahrir eş-Şam’ın [HTŞ] eski adı) Dürzilere karşı saldırılar gerçekleştirdiğini hatırlıyor. DEAŞ’ın Suveyda’da gerçekleştirdiği katliamı ve onlarca insanın rehin alındığı olayı yaşadıkları en kötü saldırılardan biri olduğunu söylerken, Şara ve DEAŞ’ın artık ezeli rakipler olması ve yıllardır birbirleriyle savaşıyor olmaları endişelerini azaltmıyor.

İsrail’in şu an Suriye’nin güneyindeki Dera ve Kuneytra illerinde, sınıra yakın köylerde devam eden varlığına karşı halkın öfkesi giderek artıyor.

Suriye'nin kuzeybatısında son haftalarda yaşanan şiddet olayları bu endişeleri daha da körükledi. Çatışmalar, hükümet güçlerine saldıran devrik lider Esed yanlısı hücreler tarafından başlatıldı. Suriyeli eski muhalifler, Şam'daki yeni hükümetin verdiği tüm güvencelere rağmen, Alevilere karşı şiddet eylemlerinde bulundular. Ahmed eş-Şara bu olayı kınadı. Devrik lider Esed yanlısı hücreler muhtemelen mezhepçi bir kaosu kışkırtmayı amaçlıyordu, ancak eski muhalifler içindeki bazı aktörler bu durumu, devreye girip karşılık vermek için bir fırsat olarak gördü. Bu gelişme, yeni hükümetin tüm eski muhalifleri kontrol edemediğini ortaya koydu.

İsrail'in kuzeyindeki Culis köyünde iki Dürzi din adamı, 14 Mart 2025 (Reuters)İsrail'in kuzeyindeki Culis köyünde iki Dürzi din adamı, 14 Mart 2025 (Reuters)

İsrail'in ‘Dürzileri koruma’ vaatleri Suriye'deki Dürzilere bir nebze güvence sağlayabilir, ancak bu aynı zamanda önemli bazı riskler de taşıyor. İsrail kendisini Dürzilerin koruyucusu olarak konumlandırarak istemeden de olsa Dürzileri hedef gösterirken, topluluğun bazı üyelerinin Suriye'ye sadık kalmak yerine İsrail'e bağlılığı tercih edebileceğine dair şüpheleri artırdı.

Suriye’de yıllarca süren iç savaş ve merkezi otoritenin çöküşü Dürzilerin kendi kendilerine yetmelerine yol açarak fiilen yarı özerk bir bölge yarattı. Dürziler bağımsızlıklarını almaya dair herhangi bir ışık göstermemiş olsa da bu özerklik biçimi ayrı bir yapı olma arayışında olabileceklerine dair korkuları artırdı. Dürzi liderler bu tür iddiaları ve Suriye'yi bölmeye yönelik her türlü girişimi kategorik olarak reddettiklerini ve Suriye'nin birliğine bağlı olduklarını vurguladılar. Dürziler bugüne kadar ister İsrail'de ister Lübnan'da isterse Suriye'de olsun, bölgenin her yerinde kendi vatanlarının sadık vatandaşları oldular. İsrailli Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Tarif bile ziyarete gelen Suriyeli Dürzi heyetini kabulünde Suriye'nin birliğini desteklediğini vurguladı.

İsrail’in şu an Suriye’nin güneyindeki Dera ve Kuneytra illerinde, sınıra yakın köylerde devam eden varlığına karşı halkın öfkesi giderek artıyor. Bölge, halkın değişen ruh halinin açık bir göstergesi olan protesto gösterilerine sahne oldu. İsrail'in Suriye’deki iç savaş yılları boyunca, yaralı Suriyelileri tedavi için hastanelerine naklettiği ve ‘İyi Komşu Operasyonu’ olarak bilinen operasyonla biriktirdiği sempatinin önemli bir kısmını kaybettiğine şüphe yok.

İsrailli bazı analistlere göre İsrail, Ahmed eş-Şara ile Ankara arasındaki geçmişten gelen ilişkilere dayanarak yeni Suriye hükümetinin Türkiye'nin fiili bir ‘vasalı’ haline gelebileceği endişesi taşıyor.

İsrail, Dürzileri koruduğunu iddia ederek, Dürzileri Suriye'deki pek çok kişinin İsrail'in ülkede yeni bölgeleri ilhak etme çabası olarak gördüğü eylemleriyle ilişkilendirdi. İsrail, Beşşar Esed rejiminin düşüşünü takip eden haftalarda Suriye'nin güneyine girerek, iki ülke arasındaki tampon bölgenin büyük bölümünü kontrol altına aldı ve birkaç kilometre kadar içeriye ilerledi. İsrail'in yeni savunma hatları inşa ettiği ve bu hatların geçici olmadığı açıkça görülüyor. İsrailli yetkililer de İsrail'in Suriye içinde ele geçirdiği bölgelerde sonsuza kadar kalacağını söyleyerek, Suriyelilerin şüphelerini doğruladı.

İsrail'in hedefi

Niyetini açıkça ortaya koymayan İsrail’ın potansiyel tehditleri etkisiz hale getirmek için attığı bazı adımlar, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırıdan sonra hâkim olan aşırı güvenlikçi zihniyetle açıklanabilir. Hizbullah uzun zamandır sınırda askeri bir yapı kurdu. Özellikle de ‘Golan dosyası’ olarak bilinen seçkin bir hücre ağı bulunuyor. Bu durum İsrail için gerçek bir tehdit oluşturuyor. Zira Hizbullah mevcut kaostan faydalanarak saldırılar gerçekleştirebilir. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara yönetimine bağlı güçler içindeki aşırılık yanlısı unsurlardan duyulan korku, İsrail'e mevcut yaklaşımını meşrulaştırması için ilave bir bahane sağlıyor. İsrailli yetkililer, bunu önleyici güvenlik yaklaşımı olarak tanımlıyor.

Ancak İsrail'in Suriye'nin derinliklerinde hava saldırılarına devam etmesi, Suriye’nin yeni yönetimiyle -resmi olmayan kanallar aracılığıyla bile- ilişki kurmayı kategorik olarak reddetmesi ve Suriyeli azınlıkları kutuplaştırma çabası, stratejisinin sadece güvenlik önlemleri almanın ötesine geçebileceğini gösteriyor.

İsrailli bazı analistlere göre İsrail, Ahmed eş-Şara ile Ankara arasındaki geçmişten gelen ilişkilere dayanarak yeni Suriye hükümetinin Türkiye'nin fiili bir ‘vasalı’ haline gelebileceği endişesi taşıyor. İsrail son olarak Türkiye'nin yakında hava savunma sistemleri yerleştirebileceği iddia edilen Humus kırsalındaki bir hava üssüne hava saldırısı düzenledi. İsrail basınında yer alan haberlere göre bu saldırı Ankara'ya doğrudan bir ‘mesaj’ niteliğindeydi ve İsrail'in İran'ın nüfuzuna karşı yaptığına benzer bir şekilde Türkiye'nin Suriye'ye girmesini engellemeye yönelik bir ilk girişim olarak görüldü.

Ancak Suriye'nin kaçınılmaz olarak Türkiye'nin vasalı haline geleceği düşüncesi, karmaşık gerçekliğin aşırı basitleştirilmesi gibi görünüyor. Esed rejimi düşmeden önce iki taraf arasında var olan gerilimleri ve Şara'nın Türkiye'nin nüfuzunu dengelemek için Arap devletleriyle daha yakın ilişkiler kurma çabaları göz ardı ediliyor.

İsrail’in işgali altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri’nde bulunan Mecdel Şems beldesinde Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından Sultan Paşa el-Atraş'ın heykeline yeni Suriye bayrağı asan bir Suriyeli, 8 Aralık 2024 (Reuters)İsrail’in işgali altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri’nde bulunan Mecdel Şems beldesinde Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından Sultan Paşa el-Atraş'ın heykeline yeni Suriye bayrağı asan bir Suriyeli, 8 Aralık 2024 (Reuters)

Öte yandan Şam'a karşı düşmanca bir yaklaşım benimsemek ters etki yaratabilir. Özellikle Suriye'nin askeri yeteneklerini yeniden inşa etmeye çalışan Şara'yı mecburen Türkiye'nin kucağına itebilir. İsrail'in politikaları Türkiye'nin Suriye'deki nüfuzunu zayıflatmak yerine, Şam'daki yeni yönetimin Ankara'ya olan bağımlılığını arttırabilir.

İsrail, kendisini 'azınlıkların koruyucusu' olarak göstererek yeni Suriye hükümeti üzerinde nüfuz sahibi olmayı amaçlıyor olabilir. İsrail, Suriye’deki iç savaşın başlangıcında büyük ölçüde tarafsız kalmayı tercih etti ve o dönemde özellikle yaygın savaş suçları işlemekle suçlanan Esed'in hava kuvvetlerini etkisiz hale getirmesi için müdahale etmesi çağrılarına rağmen hiçbir müdahalede bulunmadan çatışmanın gelişmesine izin verdi. Ancak İsrail, Suriye topraklarına olan coğrafi yakınlığın göz ardı edilemeyeceğini ve bir güç boşluğunun uzun süre devam edemeyeceğini anlayınca bu tutum kısa sürede sürdürülemez hale geldi. İran ve Hizbullah hiç gecikmeden, Beşşar Esed'i desteklemek için müdahale ederek ve İran'dan Lübnan'a bir kara koridoru oluşturarak kaostan faydalandı. Sonuç olarak İsrail, Suriye içinde yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek ve tepkisel bir ‘mobil saldırı’ politikası izleyerek ‘zamana oynamak’ zorunda kaldı. Ayrıca topraklarına yönelik olası saldırıları caydırmak amacıyla Suriye'nin Golan Tepeleri civarındaki muhalif gruplarla ilişki kurmayı amaçlayan İyi Komşu Operasyonu’nu başlattı.

Bu deneyim sayesinde İsrail, angajmana girmemenin artık geçerli bir seçenek olmadığı sonucuna varmış ve şimdi Şam'daki yeni yönetimin elini zayıflatmak ve Suriye'yi gelecekteki bir tehdit olmaktan çıkarmak için azınlıkları destekleme üzerine oynuyor olabilir. Bu yaklaşım, İsrail'in ‘güvenlik garantisi’ olarak tanımladığı önlemlerini Suriye’deki Kürt azınlığı da kapsayacak şekilde genişletmesini de açıklıyor. Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) özellikle de Suriye'nin kuzeydoğusunda kontrol ettikleri topraklar zaten yarı özerk bir yapı olarak işlev gördüğünden, kendi özerk bölgelerini oluşturmak için benzersiz bir konuma sahip. SDG, Irak'taki Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) benzer şekilde Suriye’de ‘Kürt Bölgesel Yönetimi’ kurmayı hedefleyebilir. İsrail için SDG, Şam'ın zayıflatılmasında potansiyel bir ortak ve Türkiye'nin bölgedeki nüfuzuna karşı bir denge unsuru olarak iki kat daha önem kazanıyor.

İsrail'in seçenekleri ve tehlikeler

İsrail'in Suriye'deki iç savaştan dersler çıkarması gerekiyordu, ancak Suriye'nin gerçekliğini sınırlı bir şekilde anladığını ortaya koyarak yanlış dersler çıkarıyor gibi görünüyor. Suriye’de on yılı aşkın bir süre boyunca devam eden iç savaşın ardından Suriyelilerin yeni bir şiddet döngüsüne tahammülü yok. Azınlıklar gelecekte Suriye'deki konumları konusunda haklı olarak endişe duysalar da özerk yapılar kurma niyetinde değiller. Bu yönde atılacak herhangi bir adımın yeni bir çatışmayı tetikleyeceğinin farkındalar. Örneğin SDG, bağımsızlık arayışının Türkiye'nin doğrudan askeri müdahalesini beraberinde getirebileceğini biliyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu da Türkiye'nin Suriye'deki nüfuzunu azaltmak yerine güçlendireceği için İsrail'in stratejisinin ters etki yaratabileceği yönündeki argümanımızı teyit ediyor.

İsrail’in 7 Ekim sonrası edindiği zihniyet, İsrail hükümetini, diplomasi araçlarını marjinalleştiren ve daha kapsamlı yaklaşımlara kapıyı kapatan dar görüşlü bir güvenlik stratejisi benimsemeye itti.

Tüm bunlar, İsrail'in kendi tanımıyla ‘güvenlik garantilerinin’ güvenilirliği konusunda ciddi soruları gündeme getiriyor. İsrail, kendisini azınlıkların koruyucusu olarak konumlandırsa da bunun bir söylem olmanın ötesine geçip Dürzileri, Kürtleri, Alevileri veya Hıristiyanları savunmak için askeri bir çatışmaya girmeye gerçekten istekli olup olmadığı sorusunun sorulmasına neden oluyor.

İsrail'in şimdiye kadar verdiği sözler anlamlı pratik adımlara ve verdiği ‘garantiler’ somut eylemlere dönüşmedi. İsrail, askeri üsleri hedef almaya odaklanırken, azınlıkları korumak için gerçek bir adım atmadı. Her ne kadar İsrail'de bu grupların içinde bulunduğu kötü duruma karşı halk arasında bir sempati olsa da İsraillilerin gerçek fedakarlıklar yapmaya istekli olduğuna dair işaretler -özellikle de bir yılı aşkın süredir devam eden çok cepheli savaşların ardından- neredeyse yok denecek kadar az. Uzun vadede hayatta kalmak için İsrail'e bel bağlayan tüm azınlıklar hayal kırıklığına uğrayabilir.

İsrail’in 7 Ekim sonrası edindiği zihniyet, İsrail hükümetini, diplomasi araçlarını marjinalleştiren ve Suriye’deki yeni yönetime ihtiyatlı bir açılımı veya Şam'ın Türkiye'nin nüfuz alanına girmesini önlemek için diğer Arap ülkeleriyle koordinasyonu içerebilecek daha kapsamlı yaklaşımlara kapıyı kapatan dar görüşlü bir güvenlik stratejisi benimsemeye itti.

Daha geniş kapsamlı bir diplomatik yaklaşımın hayal kırıklıkları olabilir. Fakat sadece güvenliğe odaklanmak, bu hayal kırıklıklarını kaçınılmaz kılar ve uzun vadede daha da maliyetli hale getirir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.