Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi, Irak’ın eski başbakanlarından Mustafa el-Kazımi ile kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.



ABD'nin Suriye'den sekiz talebi: Washington ne istedi, Şam ne yanıt verdi?

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla
TT

ABD'nin Suriye'den sekiz talebi: Washington ne istedi, Şam ne yanıt verdi?

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla

İbrahim Hamidi

Al Majalla ABD, Suriye ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından hazırlanan ve Şam ile hem Washington hem de BM arasındaki ilişkilerin potansiyel yönünü gösteren üç belgeye ulaştı.

ABD tarafından hazırlanan belgede, yaptırımların hafifletilmesi ve iki yıllık bir muafiyet için Şam'ın bazılarını kabul etmekte zorlandığı sekiz talep yer alıyor. Bu taleplerin ilki, tüm Filistinli grupları ve siyasi faaliyetleri yasaklayan genel bir resmi bildiri yayınlanması, ikincisi ise hem İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) hem de Lübnan’daki Hizbullah’ı ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırarak ABD’nin kendi güvenliğine karşı tehdit olarak gördüğü herkesi hedef almasını kabul etmesiydi. ABD'nin Levant ve Suriye'den sorumlu Bakan Yardımcısı Natasha Franceschi tarafından geçtiğimiz mart ayı ortalarında Brüksel'de Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani’ye teslim edilen mektuba Şam'ın verdiği yazılı yanıtta, eski Suriye rejimine ait kimyasal silahların imhası, DEAŞ ve terörle mücadele ve ordunun kurulması da dahil olmak üzere çeşitli konularda ilerleme kaydedildiği belirtildi.

BM Genel Sekreter Yardımcısı ve eski Suriye Başbakan Yardımcısı Abdullah Dardari tarafından hazırlanan BM belgesinde ise Şam'ın BM Kalkınma Programı'nın (UNDP) Avrupa'da dondurulan ve yarım milyar dolar olduğu tahmin edilen Suriye devletine ait fonların ABD’nin yaptırımlarından muaf tutularak Suriye'deki projelere harcanmasını denetlemesini kabul etmesi önerisi ele alınıyor.

Suriye’nin Avrupa'da dondurulan 500 milyon doları serbest bırakılacak

Öte yandan Maliye Bakanı Muhammed Yasir Berniye ve Suriye Merkez Bankası Başkanı Abdulkadir el-Husriyye’nin de yer aldığı bir heyetin Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) toplantılarının yanında hafta sonunda Suriye konulu bir yuvarlak masa toplantısına katılmak üzere Washington'a yapacağı ziyaret için hazırlıklarda sona gelindi. Dışişleri Bakanı Şeybani de hafta sonunda BM Güvenlik Konseyi'ndeki (BMGK) bakanlar toplantısına katılmak ve Suriye bayrağını göndere çekmek üzere New York'u ziyaret edecek.

Reuters , Suudi Arabistan hükümeti ve Dünya Bankası'nın ev sahipliğinde ev sahipliğinde Washington'daki uluslararası finans kuruluşlarının yıllık toplantıları çerçevesinde Suriye konulu bir toplantının gerçekleştirileceğini bildirdi. Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığı habere göre  Suudi Arabistan, Suriye'nin Dünya Bankası'na olan borcunun yaklaşık 15 milyon dolarlık kısmını ödeyerek, Suriye'nin yeniden inşası ve diğer ekonomik destek konuları için milyonlarca dolarlık potansiyel hibelerin önünü açmayı planlıyor.

Bu çerçevede Dünya Bankası, geri ödemenin ardından Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA) aracılığıyla elektrik ve altyapı sektörü için beklenen 300 milyon dolar ile Suriye'yi destekleyebilir.

Al Majalla UNDP tarafından hazırlanan ve Suriye’nin Avrupa’da bankalarda dondurulmuş halde olan mal varlıkları ve fonları dosyasının geçiş dönemindeki en karmaşık mali zorluklardan biri olduğunu belirten bir belgeye ulaştı.

Öte yandan Al Majalla UNDP tarafından hazırlanan ve Suriye’nin Avrupa’da bankalarda dondurulmuş halde olan mal varlıkları ve fonları dosyasının geçiş dönemindeki en karmaşık mali zorluklardan biri olduğunu belirten bir belgeye ulaştı.

UNDP tarafından hazırlanan belgede, 2011 yılından sonra Avrupa'nın eski rejime yaptırım uygulamasından bu yana, Suriye devletine ve Suriyeli şahıslara ait, yaklaşık yarım milyar dolar (500 milyon dolar) olduğu tahmin edilen ve uluslararası yaptırımlar kapsamında dondurulan yurt dışındaki mal varlıkları olduğu belirtiliyor. Belgede UNDP'nin Suriye Merkez Bankası ile koordinasyonlu olarak bu sorunun çözümü için Suriyeli ve uluslararası taraflar arasında arabulucu ve kolaylaştırıcı bir rol oynaması öneriliyor.

Belgedeki öneriler arasında dondurulan söz konusu fonların doğrudan Suriye devletine verilmesi yerine BM, yani UNDP aracılığıyla Suriye'deki kalkınma ve yeniden inşa projelerinin finansmanına yatırılması için kurumsal bir mekanizma kurulması da yer alıyor. Zira bağışçı ülkeler, bu fonları meşruiyeti ve kötüye kullanılma potansiyeli ile ilgili hukuki ve siyasi sorunlar nedeniyle doğrudan Suriye makamlarına teslim etmekten çekiniyor.

dsfv
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, ABD Kongre Üyesi Cory Lee Mills ile Suriye'nin başkenti Şam'daki Halk Sarayı'nda bir araya geldi (SANA)

Batılı bir diplomat, dondurulan fonların Suriye devletine ait olduğunu ve aracı olmadan elden çıkarılabileceğini, bunun da paranın harcanması ve ülkedeki projelerin finanse edilmesindeki mali yükü arttıracağını söyledi.

Bu arada BM, bu dosyadaki herhangi bir hamle için gerekli yasal ve kurumsal senaryoları geliştirdi. Bu senaryolar arasında, birkaç gün önce Suriyeli ekonomist Abdulkader Husrieh tarafından teslim edilen ve Suriye Merkez Bankası'na bu fonların uluslararası yasalara uygun olarak talep edilmesi ya da kullanılması, şeffaflığın ve yaptırım kararlarına uyumun sağlanması için yasal yollar konusunda danışmanlık yapılması yer alıyor.

New York'ta Suriye bayrağının göndere çekilmesi

Hafta sonunda New York'a gidecek olan Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani’nin BM merkezinde Suriye bayrağını göndere çekeceği ve BMGK toplantılarına katılacağı bir programı var. BMBGK’daki toplantılar çerçevesinde 25 Nisan'da BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen bir brifing verecek ve 29 Nisan'da Ortadoğu'nun durumuna ilişkin bir oturum düzenlenecek.

Şeybani ziyaretini, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın New York'taki Suriye heyetinin vize statüsünü düşürerek heyeti ‘ABD hükümeti tarafından tanınmayan’ bir hükümetin temsilcisi olarak muamelede bulunmasının ardından gerçekleştirdi. Washington, Beşşar Esed rejiminin son on yıllık dönemi boyunca bu adımı hiç atmamıştı.

ABD Dışişleri Bakanlığı, New York'taki Suriye heyetinin vize statüsünü düşürerek heyeti ‘ABD hükümeti tarafından tanınmayan’ bir hükümetin temsilcisi olarak muamelede bulundu.

ABD’de hakim olan iki eğilim

Esed rejiminin 8 Aralık'ta düşmesinin ardından Arap ve Avrupa ülkeleri, Şam’daki yeni hükümet ve Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile ilişkilerini başlattı. Washington temkinli bir yaklaşım benimserken ABD Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Barbara Leaf, Şam'da Ahmed eş-Şara ile görüştü. Washington ayrıca Şara hakkında verilecek bilgi için koyduğu 10 milyon dolarlık ödülü de iptal etti.

Öte yandan terörle mücadele alanında da ABD ile Suriye arasında iş birliği ve bilgi alışverişi yapıldı. Washington Şam'a en az sekiz terör eyleminin engellenmesini sağlayan bilgiler sağladı. Ayrıca Cumhurnbaşkanı Şara, Trump'a başkanlık seçimlerindeki zaferi dolayısıyla bir tebrik telgrafı gönderdi. Şara, İngilizce olan tebrik mesajında, “Onun (Trump’ın) Ortadoğu'ya barış getirecek ve bölgeye istikrarı yeniden kazandıracak bir lider olduğuna eminiz. İki ülke arasındaki ilişkileri diyalog ve anlayış temelinde geliştirmeyi dört gözle bekliyoruz. Yeni yönetim altında ABD ve Suriye, her iki ülkenin de isteklerini yansıtan bir ortaklık kurma fırsatından yararlanacaktır” ifadelerini kullandı.

dfvgt
Suriye'nin Haseke vilayetinin kuzeydoğusunda, Suriye-Türkiye sınırındaki petrol sahalarında devriye gezen ABD askerleri, 3 Eylül 2024 (AFP)

Ancak ABD yönetimi, bazı Arap ülkelerinin Washington'a Suriye konusunda daha açık bir yaklaşım benimsemesi yönündeki tavsiyeleri karşısında tutumunu değiştirerek daha temkinli bir yaklaşım benimsedi. ABD'nin tüm kurumlarının katılımıyla Suriye'ye ilişkin bütüncül bir ABD politikası oluşturulması için ülke içinde çalışmalar devam ediyor. Eski Başkan Barack Obama yönetiminde Dışişleri Bakan Yardımcısı olan Joel Rubin, Suriye dosyasını denetleyecek en önemli pozisyonu devralması bekleniyor.

Şara, ABD Kongre Üyesi Cory Lee Mills’i Şam’daki Halk Sarayı'nda kabul etti. Böylece yeni yönetimin göreve gelmesinden bu yana ilk kez bu tür bir ziyaret gerçekleşmiş oldu. Dışişleri Bakanı Şeybani de Mills ile bir araya gelerek Suriye'deki güvenlik ve ekonomik durum ile Şam ve Washington arasında karşılıklı saygı ve ortak çıkarlara dayalı stratejik bir ortaklık kurulması olasılıklarını görüştü.

Toplantıda ayrıca sınır ötesi milisler, uyuşturucu ve organize suçların yayılması ve ABD'nin Suriye'ye uyguladığı tek taraflı yaptırımların etkisi gibi iki ülkenin ve bölgenin karşı karşıya olduğu ortak tehditler ele alındı. Suriye tarafından yapılan resmi açıklamaya göre görüşmede Suriye tarafı, iki ülke arasında güvenin tesis edilmesi ve yapıcı bir iş birliğine girilmesi yönünde temel bir adım olarak bu yasadışı yaptırımların kaldırılması gerektiğini vurguladı.

Al Majalla’ya konuşan yetkililere göre ABD yönetiminin iki eğilimi var. Bunlardan ilki Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilileri, Ulusal İstihbarat Direktörü DNI) Tulsi Gabbard ve Trump'ın Terörle Mücadele Danışmanı Sebastian Gorka tarafından temsil ediliyor. Gabbard ve Gorka, Suriye’deki yeni hükümetle herhangi bir angajman anlaşmasına karşı çıkarken BMGK’nın ve Washington'ın HTŞ'yi ve HTŞ yöneticilerini ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırma kararı merceğinden bakıyorlar. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından temsil edilen ikinci eğilimdeki grup ise şartlı angajman anlaşması yapılmasını destekliyor. Bu gruptakiler, yeni Suriye yönetiminin İran'ın Ortadoğu'da stratejik olarak zayıflatılmasında önemli bir rol oynadığını düşünüyorlar.

ABD’de yeni Suriye yönetimimin İran'ın Ortadoğu'da stratejik olarak zayıflatılmasında önemli bir rol oynadığını kabul eden güçlü bir eğilim var.

ABD'nin sekiz talebi

Bu doğrultuda ABD’nin eski ve yeni yönetimlerinden temsilciler, ABD'nin Levant ve Suriye'den sorumlu Bakan Yardımcısı Franceschi’nin geçtiğimiz mart ayında Brüksel'de Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani’ye teslim ettiği ve ‘güven inşa edici’ sekiz talep ve Washington'ın atabileceği ilgili adımları içeren bir mektup hazırladılar.

Al Majalla’nın bir kopyasına ulaştığı belgeye göre bu talepler arasında ‘profesyonel bir ordunun kurulması, kritik öneme sahip komuta kademelerine yabancı askeri isimlerin yerleştirilmemesi, tüm kimyasal silah tesislerine ve programlarına erişim izni verilmesi, başta gazeteci Aston Tice olmak üzere Suriye’de kaybolan ABD vatandaşları için bir komisyon kurulması, Suriye'nin kuzeydoğusunda Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki el-Hol Kampı’nda kalan DEAŞ üyelerinin ailelerinin teslim edilmesi, DEAŞ'a karşı mücadelede Uluslararası Koalisyonla iş birliği yapılacağı taahhüdünde bulunulması, ABD’nin Suriye topraklarında Washington'ın ulusal güvenliğine karşı bir tehdit olarak gördüğü herkese karşı terörle mücadele operasyonları yürütmesine izin verilmesi, Suriye'deki ‘tüm Filistinli milisleri ve siyasi faaliyetleri yasaklayan’ resmi bir bildiri yayınlanması ve ‘İsrail'in endişelerini gidermek için’ Filistinli grupların üyelerinin sınır dışı edilmesi, İran'ın Suriye’de konuşlanmasının engellenmesi ve hem DMO hem de Hizbullah'ın terör örgütü olarak tanımlanması’ yer alıyor.

dfrgt
ABD Kongre Üyesi Cory Mills, Suriye'nin başkenti Şam’da Eski Şehir bölgesinde yürürken, 18 Nisan 2025 (Reuters)

Listede ‘kapsayıcı bir hükümet’ kurulması talebi ya da geçiş dönemi adaleti, insan hakları, anayasal reform ve siyasi süreçle ilgili somut konular ise yer almadı. Buna karşın belgede, 6 Ocak'ta muafiyetlerin ilan edilmesinin ardından, altı aylık süre temmuz ayında sona erdiğinde yaptırımların hafifletileceği ve muafiyetlerin uzatılacağı sözü verildi. Ayrıca talepler konusunda ilerleme kaydedilmesi halinde Başkan Donald Trump'ın Suriye ekonomisinin hareketlenmesi ve dış yardım sağlanmasının önündeki başlıca engel olan ‘Caesar (Sezar) Yasası'nın belirli bir süre için dondurulmasına yönelik bir kararname imzalayabileceği belirtildi.

Şam’ın yanıtı iş birliği ve yaptırımların hafifletilmesi talebi oldu

Şam, mektubu ilk okuduğunda, özellikle Suriye'nin egemenliğiyle ilgili maddeler içermesi nedeniyle hayal kırıklığına uğradı. Şam, çeşitli tarafların, özellikle grupların ‘siyasi faaliyetlerinin’ yasaklanması, ‘şahısların peşine düşülmesi’ ve Uluslararası Koalisyon güçlerinin Suriye topraklarında serbestçe hareket etmesine izin verilmesi yönündeki tavsiyelerine rağmen bu talepleri ‘sindirmekte’ zorlandı.

Suriye Dışişleri Bakanlığı, geçtiğimiz hafta sonu, attığı adımları ve bazı taleplere ilişkin çekincelerini içeren yazılı bir yanıtı Washington'a gönderdi. Washington, şu an bu talepleri inceliyor. Batılı yetkililer, Şam'ın kimyasal silahlarla ilgili adımların birçoğunu zaten yerine getirdiğini düşünüyor.

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, geçtiğimiz şubat ayında Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) Genel Direktör Fernando Arias başkanlığındaki bir heyeti kabul etti. Bu görüşme, ‘Suriye’de savaş sırasında kimyasal silah kullanmakla’ suçlanan Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra OPCW tarafından Şam'a yapılan ilk resmi ziyaretti.

Şam, mektubu ilk okuduğunda, özellikle Suriye'nin egemenliğiyle ilgili maddeler içermesi nedeniyle hayal kırıklığına uğradı ve bu talepleri ‘sindirmekte’ zorlandı.

Arias, OPCW heyetinin Şam'daki görüşmelerinin Suriye'nin kimyasal silah dosyasının nihai olarak kapatılmasının önünü açtığı yorumunda bulundu. Şam'a yaptığı ziyaretin ‘yeni bir başlangıç’ için bir fırsat olduğunu söyleyen Arias, Esed döneminde yıllarca süren gerginliğin ardından bu konuda yeni bir sayfa açma şansı yakaladıklarını belirtti. OPCW, Suriye'nin silah programıyla bağlantılı olabilecek ve Esed rejiminin çöküşünden sonra keşfedilen 100'den fazla alan olduğunu tahmin ediyor.

Şam ayrıca Filistinli silahlı grupların faaliyetlerini engellemek, DEAŞ ile mücadele etmek ve Washington'ın müttefiki SDG ile ilişkilerini geliştirmek gibi adımlar da attı.

Bu çerçevede Şara, ABD yapımı helikopteriyle iki kez Şam'a giden SDG lideri Mazlum Abdi ile bir anlaşma imzaladı. Şam'da 10 Mart'ta imzalanan ilkeler belgesinin uygulanması için çeşitli adımlar atıldı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) önümüzdeki aylarda Suriye'de konuşlu ABD askerlerinin sayısını binin altına indirmeyi planladığını açıkladı. ABD gazetesi New York Times’ın (NYT) haberine göre ABD ordusu Suriye'nin kuzeyinden yüzlerce askerini çekmeye başlarken bölgedeki sekiz askeri üsten üçünü kapatmaya hazırlanıyor.

Şara'nın Abdi ile yaptığı anlaşmanın uygulanmasının yanında SDG ile Türkiye arasında Suriye'nin kuzeydoğusunda, Washington'ın ABD askerlerinin sayısını azaltma söylemiyle bağlantılı olarak bir ateşkes hali hakim.